ANIBRİKA
1
Saat kaçtı bilmiyorum. Antalya Otogarında otobüsten indiğimde güneş batıyordu filan işte. Muavinin bana uzattığı eşyalarımı tek tek aldım: gitar, yorgan, 37 ekran televizyon ve bir de çanta. Gitarla çantayı sırtıma, diğer ikisini kollarıma yüklendim. Bu ağır yükün altında, beni öğrenci evime götürecek servise ağır ağır ilerlerken kıçımdan soluyordum.
Şişman bıyıklı herifin teki, servisimizin 15 dakika sonra hareket edeceğini bağırırken, kafamı ansızın gelen “pişt” sesine çevirdim; “hastir” dedim kendi kendime. Bizim Kızıl buradaydı. Onu yat limanından tanıyordum. Muhabbeti tatlı, hoş bir kızdı. Ona doğru yürüdüm. Yüküm yüzünden zorlukla çıkarabildiğim “naber”e, şarap şişesini ağzından çeker çekmez, “para lazım” diye karşılık verdi, “üç beş bi şey çıksana bana.” Vermedim. Pek param da yoktu zaten. “Napacaksın parayı?” diye sordum. Şişeyi bi kaç kez kafasına diktikten sonra, “gidecem bu siktiminin şehrinden, terkedecem burayı” dedi. Bir süre sessizce bankta yan yana oturduk. Bana uzattığı içkiden bir kaç koca yudum aldım. Servis hareket etmek üzereydi, ayağa kalktım ve elimi uzattım, “hadi gel benimle!”
Sırt çantasını ve gitarı o alınca kıçım biraz olsun rahatlamıştı. Araca beraber bindik. İçtiğim şarap yüzünden başım dönüyordu. Gözlerimi kapıyordum. Midem bulanıyordu. Gözlerimi açıyordum. Midem daha fazla bulanıyordu. Yol aldıkça kötü oluyordum. Kızıl , “iyi misin” diye soruyordu. Servis birileri insin diye durunca “biz de inelim” işareti yaptım aniden.
Kaldırımdaydık. İçinde televizyon olan kutunun üstüne oturmuş öylece yola bakarken Kızıl da kendini kaldırıma bıraktı. Tekrar ayağa kalktığımızda hava artık kararmıştı. Televizyonu ve yorganı yüklendim. Beş on adım kadar ilerledik, “dur” dedim Kızıl’a, yarış halindeki iki minibüse elimi kaldırdım. Biri hızla geçip giderken biri durdu. Bir kaç yolcusu vardı. Şoför, tekrar tekrar, “biraz acele edersek” diyordu, biz ağır ağır eşyaları araca atıyorduk. Tombik Bıyıklı Şoför sinirini gizleyemiyordu, “acele edelim kardeşim, acele, yarış halindeyiz bak!” Ben herife karşılık vermeye üşeniyordum. Nihayet binebilmiştik. Bıyıklı hala söyleniyordu, “sizin yüzünüzden bi sürü yolcu kaptırdık ya, iki saatte bin…” Önce Kızıl’a baktım, sonra şoföre sertçe bağırdım, “durdur lan arabayı, durdur iniyoz!” Herif hala, yolcu kaptırdık filan derken, tekrarladım, “durdur dedim sana, indir bizi!” Aniden durdu, en fazla 50 metre gitmiştik. Eşyaları tek tek kaldırıma bırakırken, töbe töbe diyen ağzını ve iki yana sallanan kafasını görebiliyordum.
Bahtsız Bedevi aracını hız kurallarının üstünde sürerken arkasından bir süre izledim. Sonra elimi cebime attım ve çıkardığım anahtarla hemen karşımızdaki apartmanın giriş kapısını açtım. Kızıl’la göz göze geldik. Gözleri gülüyordu. Eşyalarla birlikte içeri girdik.
2
Kendisini kış sanan bir bahar sabahıydı. Sokağın kendisini kaldırım sanan yığınlarından birinde yürüyordum. Üstüne yerleştirilmiş ağaç ve araba gibi engellere rağmen kararlıydım. O caddeye ulaşacaktım. Ortalık sessizdi. Sessizliği, ne birden karşımda beliren Nehir ne de yolun karşı tarafında, caddeye yakın bir yerdeki bahçe duvarı dibinde takılan iki ergen bozabiliyordu. Hareketlerini görebiliyordum. Erkek, kızın elini tutmaya çalışıyordu. Nehir, kısaca, Eskilerden Kalma Platonik Aşkım, giderek bana doğru geliyordu. Kız, erkeğin eli her eline dokunduğunda kendisini geri çekiyordu. Nehir bana gülümseyerek yaklaşıyordu. Erkek dudaklarını kıza uzatıyor, öpmek istiyordu. Nehir kollarını açmış bana koşuyordu. Bahçe duvarına yaslanan kız sıkışıp kalmıştı. Erkek ısrarcıydı. Nehir “aşkım” diye bağırıyordu. Erkek son bir öpme hamlesi yaparken neredeyse aynı hizadaydık. Kız erkeği hırsla itip hızla uzaklaşırken erkek ardından öylece bakakaldı. Nehir tam boynuma dolanacakken kül olup dağılırken, bahçede beliren yaşlı adam, tellerden geçirdiği bastonunu erkeğin omzuna pıt pıt vurmasıyla kendisine bakan üzgün gözlere, kafasını aşağı yukarı sallayarak söyledi, “aldın mı babayı?”
3
O sesi ben de duydum. Bir adam "pardon, bakar mısınız?" dedi. Kadın "pardon bakar mısınız?" diye tekrarladı, gözleriyle yarım ay çizerek baktığı arkadaşına. Arkadaşı "terbiyesiz" diye fısıldadı. "Pardon Bakar Mısınız Diyen Adam, ben yanlarından geçerken yakaladığı yaşlı kadına "paranın üstünü unuttun teyze” diyerek elindekini uzattı.
YORUMLAR
Yazım diliniz gerçekten çok güzeldi. Birbirinden bağımsız bölümleri farklı açılardan okudum bende. İlk bölümde, diyalog ve olay anlatım, 2.bölümde betimleme ve tasviri anlatım, 3. bölümde ise her hangi bir hikayenin sonuç bölümünün olayla nihayetlenmesine örneği gibi anladım. Her biri çok güzeldi. Yapısal anlamda, yazı dilini çözmüş, dile hakim bir yazarla karşı karşıyayız. Teşekkürler paylaşım için. Saygıyla.
olricx
Konu yaşamın içinden olunca, hele bir de öğrencilik, çekiyor içine.
Ama ne yalan söyleyim, yazıyı da okudum da hani şu yorumlar
okumadan ve gülmeden geçemedim.
Ne iyi etmişsin, öyle herkes bir yerlerden bir şeylerini dökünmüşler,
güzel de olmuş. :)
sevgiyle.
olricx
hayatın içindeki resmleri çizme eylemini seviyorum
fırçanın darbesi bazen sert bazen silik oluyor
kelimelerin de
bazen diyorum bu ihtiyacı doğuran nedir
neden yazarız
neyi ifade etme çabası içindeyiz vb.
hayata, güne, yola, evrene çizik atmadan da nefes alanlar var ne garip
olricx
derin bir konu bu. sait faik Haritada Bir Nokta adlı öyküsünde, hani şu karakterine "yazmasam deli olacaktım" dedirttiği öyküsünde. bu cümlenin olduğu paragrafta "yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi?" der. hayal ettiği iyiliğin hakim olduğu o haritanın noktasında yaşayan namuslu insanlar arasında, yazı yazmak gereksiz bir uğraştı. borges de bu konuda yazı yazmaktan vazgeçemeyeceğini söyledikten sonra, "ama, robenson gibi bir adada yaşasaydım asla yazmazdım" ya da buna yakın bir şey diyor.
yollarda gitmeyi seviyorum. hatta bazen hiç bitmesin diyorum. doğayı, insanları seyredim sonra. yolculukta susmayı da tercih ediyorum ama..cam kenarı ve radyonun sesi kãfi bana..uzun yolculuk olsun bir de..
öğrencilik yılları aksiyonlu ve tempoluydu. mutlaka bi şeyler olmuştur da benim aklıma nedense durakta yusuf'un elinden kaptığım o biletler aklıma geliyor. otobüse koşa koşa yetişiyorum durak kalabalık insanlar sıraya dizilmiş yusuf da sonlarda bi yerde garibim. tertipli ve düzenli o. benim gibi paspal dağınık değil yani. aynı saatte hep dakik ve aynı pozisyonda hazırol'da dururdu gölgesi. o yüzden onun bileti elinin altında olurdu hep. ben biletimi bulup çıkarana kadar otobüs yarı yola varırdı belki.
'Yusuf biletini versene!' diyorum. sesini çıkarmıyor, şaşırmış gibi ama elindeki bileti yine de uzatıyor bana. zaten tıka basa olan otobüse bir de biz abanıyoruz merdivenlerinden. bazen kapı kapanmazdı ve bi süre insanlar yarı gövdelerini dışarda rüzgarla beraber havalandırmak zorunda kalırdı. 'bakın beyler arkalar bomboş! ilerleyin ablacım ilerleyin siz de şöyle' naralarıyla üstelik. ben yusuf'u arkamda sanıyorum, meğer değilmiş. şoför otomatik kapıyı kapatıyor o sıra. ayakta terli kauçuk derisine tutunuyorum hemen. durakta tek bir kişi kalmış. o da bizim mağdur Yusuf. gözleri hâlâ şaşkınlıkla mahzun bir şekilde bana bakıyor dışardan. o otobüsü kaçırmamam gerekiyor yoksa akşam karanlığına kalacağım ve bu beni son derece ürkütüyor ama öte yandan içimdeki pişmanlık ve yusuf'a duyduğum acımayla karışık vicdan azabı da yine had safhada.
ben sağ selim eve varıyorum varmasına da aklım yusuf'ta. evdekilere ne diyeceğim şimdi? ya yengem kapıdaysa? hangi yüzle kadıncağıza oğlunun biletini kaptığım gibi otobüse bindiğimi ve onu orada yalnız bıraktığımı söyleyeceğim? kafamda türlü türlü hesaplar yapıyorum böyle içim içimi yiyor. bi yandan da kızıyorum bizim şapşala 'ulan ne salaksın! binsene işte senin cüzdanın ceketinin cebinde zaten!' diye..oysa bütün bunlar kendimi haklı çıkarmak için uydurduğum sudan ucuz bahaneler. biliyorum da yediremiyorum kendime işte.
tahmin ettiğim gibi yengem köprüye çıkmış, kollarını birbirine bağlamış, çatık kaşlarıyla yusuf'un yolunu gözlüyor. haydi bakalım sıkıysa söyle meral hanım yusuf'u nasıl kazıklayıp ektiğini!..'valla bilmiyorum yenge yusuf'u falan görmedim, ben de gelmiştir diye tahmin ediyordum..halla halla nerde kaldı ki bu saate kadar?'. ufak at da civcivler yesin. bizim atakan'ın da tavukları, yavru civcivleri vardı böyle habire kömürlüğün damından aşağıya fırlatıp duruyordu da ben neyime güvenip böyle işlere kalkışıyorum onu da bilmiyorum.
yok abi yol boyu uzun uzun düşündüm zaten neyse ki düşünecek vakiti bana sağlayacak kadar ters bi yerde kalıyoruz. yengemle yüzde doksan dışarda karşılaşacağız ondan kaçış yok o kesin. yalanın da kimseye bi faydası yok. kalıbıma da uymuyor zaten beceremiyorum. fırçayı yiyecek olan yine yusuf. öyle de öyle de atarlanacak yengem. ters kadın çünkü. doğası gereği illa ki bağırıp çağıracak. bana değil ama olan yusuf'a olacak yine. onun üstünden bana göndermeler yapıp etimi çiğ çiğ yiyecek huyudur kadının. 'al işte rahatladın mı? bak senin yüzünden oğluma bi ton laf söyledim seni gidi arsız!'..
böyle düşüne düşüne gidiyorum yolda. ineceğim duraktan sonra daha bi o kadar da yürüme yolum var neyse ki. belki daha mantıklı şeyler gelir aklıma ama maalesef eseri bile yok ortada. kafam kazan gibi kaynıyor ama boş boş fokurduyor. Yusuf'un adına üzülüyorum 'ne vardı binseydi yani inatçı keçi!'. biraz daha yolda oyalanim bari belki denk geliriz birbirimize. durakta iniyorum ağır ağır ilerliyorum. para, altın düşürmüş gibi sık sık arkama dönüp bakıyorum. piyasada serseriler, ayyaşlar herkes var da bi bizim yusuf kayıp işte!
hantal hantal yürüdüğüm halde bizim eve vardım. dört yüzü ayrı telden çalan dış cepheye yanaştığımda yengem de ellerini bağlamış bizim dört beş metrelik köprüde koğuş ağası gibi bi ileri bi geri voltasını atıp duruyordu. gel de anlat bu kadına derdini. huysuz karı anlamaz ki!
"ha meral geldin mi? (yok yenge aslında meral cadalozu hãlã durakta da şu anki hayaleti sana nasıl söyleyeceğini bilmiyor bi türlü) ee hani bizim yusuf nerde?"
-ha yusuf mu? şeyyy..ya yusuf..merak etme ya gelir birazdan..
"niye sen görmedin mi yusuf'u?"
-eeeh gördüüüm!
"e nerde kızım o zaman?"
(yusuf'un heykelini diktim o durağa sinirden kuduruyordur şimdi merak etme sen. şimdi sana söylerim söylemesine de sen de beni uzaya fırlatırsın gibime geliyor da onun için kıvranıyorum böyle napim)
-ya yenge ne bilim senin bu oğlun da ayrı bi cins ha!.duraktaydı işte binmedi ben ne bilim?
"halla halla niye ki bileti mi yoktu acaba?"
-vardı vardı da..şeyy.. şey ya işte
"kızım çatlatma beniii! geveleyip durmasana n'oldu" (tahmin ettiğim gibi yengem ileri vitese sarmaya başladı tutturabilene aşk olsun!)
-şimdi şöyle yenge sana anlatim..ben koştur koştur itobüse zor bela yetiştim baktım yusuf halihazırda duruyor. yusuf biletin var mı? dedim 'var' dedi, versene dedim verdi sağolsun sonra ben bindim o kaldı odun gibi öyle durakta işte.. ne bilim? bilseydim almazdım ki hay aksi görüyo musun?
"haaa öyle miii? ma bu ne diyor, ne olcek şimdi?"
-üzgünüm yenge yapacak bi şey yok bekleyeceğiz artık gelir şimdi
...
yusuf da çok geçmeden geliyor zaten. geliyor ama belli bana belli etmese de gözleri ateş püskürüyor. haklı çocuk n'apsın!.
-yusuf! la oğlum niye otobüse binmedin?
"sen aldın ya biletimi!"
-e sende başka bilet yok muydu?
"vardıı!"
-eeeh daha ne o zaman?. ben çantamın içinde hemen bulamam nasıl olsa sen ceketinin cebinde, cüzdanından hemen çıkartıp uzatırsın diye aldım senden. çok özür dilerim yani seni zor durumda bıraktım şimdi
"yok ya önemli değil! başka otobüs mü yok sanki" dedi sonra başı önünde kapıdan içeri girdi .
aradan birkaç gün geçti ben yine paldır küldür otobüse daldım elimde yusuf'un biletiyle. o da yine aynı şeyi yaptı inadına. duraktan bana el sallarken ben de ona gülüyordum. bu sahneyi üç mü dört mü oynadık böyle sonra baktım bu böyle olmayacak bi daha da ne biletini aldım, ne de yarı yolda bıraktım yusuf'u..
ama o bizi bırakıp gitti işte sonunda..öyle biletsiz..hilesiz, hurdasız..gideceği varsa gidiyor insan..arkasına dönüp bakmıyor bile.
ona daha söyleyeceklerim vardı..öyle boynu bükük çıkıp gitti aramızdan o'ysa...
p.s: yazıyı okuduktan sonra ekranda on -on beş dakika gözlerimi boş boş gezdirdim..ne yazim ki şimdi dedim..ne yazim?. benim aklımda hep o bi durak var işte..orda uzun uzun bekliyorum yusuf'u..tabi bir de yusuf'un kaçırdığı hurda otobüslerin buğulu camından gökyüzüne kuş resimleri çizmek var..yüzüme söyleyemediği, içinden sayıp sövdüğü ne varsa o kuşun kırık kanadında, kafesinde mahkum hepsi...
olricx
mahallede bi Ali vardı, ergenlik öncesi yıllar, benim de gücüm ona ve abisine yetiyordu. gücüm yetiyordu derken, gücümü test etme şansını onlar veriyorlardı, bana durduk yerde saldırıyorlardı, her seferinde dövüyordum. sonunda küsme filan da olmuyordu. yine oyuna dalıyorduk. durduk yerde Ali'nin aklına yediği dayak geliyordu, saldırıyordu, yine dövüyordum. gidip abisini çağırıyordu, onu da dövüyordum. bi çemberin etrafında öylece, bunlar taşınana kadar döndük durduk. Ali'ye yıllar sonra yolda rastladım, adam bi gelişmiş, iri yarı bi şey olmuş. konuşuyoduk ordan burdan, konu çocukluk anılarına geldi gelecek, bi bahane bulup sıvıştım hemen.
herkesin öğrencilik zamanlarını hatırlatacak herhalde bu yazı. okuduğum üniversiteye varmak için sırasıyla tramvay, otobüs, tabanvay, feribot, minibüs, 2.feribot, 2.minibüs ve tabanvay şeklinde bir araç silsilesi izlemem gerekiyordu. haliyle her gidişimde bir çek çekli bavul parçalanıyordu. yanıma koyulacak gıdaları öğrenci tarafımın tüm isyanlarına rağmen yolun meşakkatini düşününce geride bırakmak zorunda kalıyordum. ama şimdi bakıyorum, şimdi ki hayatıma nazaran o zamanlar çok ütopik geliyor. eline sağlık olricx. anıbrika üretici olmanın yanı sıra teşvik de edici.
olricx
olricx
Doyurucu olan ilkiydi. Hatta bir buçuk porsiyon İskender usulü. İskender de pek sevmem, tabi hemen fazla. Hatta kaç yıldır yediğimi de bilmem. Zaten dışarıda pek yemem ya neyse, seni okumak iyi geliyor.
olricx
birinci karakteri sevdim. öğrenciliğim geldi aklıma. bir gün kampüse yakın evimizden iki arkadaş taşınıyorduk.. alt komşumuz bayram etmişti taşınacağımız için..aslında onun yüzünden taşınıyorduk..yaşlı bir amcaydı..her sabah kapının zilini pijamasıyla çalar, ellerini de pijamasının yanlarını tutarak bize bir güzel fırça çekerdi.. sizin yüzünüzden karım uyumadı..niye amca gürültü yapmadık hiç derdik, o da karım uyumadı işte.. derdi.. huzur yoktu. neyse eşyaları küçük bir kamyona doldurduk ver elini bardacık sokak :) eşyaları indirdik. apartman kapısından içeriye girdik. ilk girişte kadının biri oğluyla konuşuyor.. kadın bizi gördüğü gibi oğlunu içeriye soktu. anlaşıldı dedim bu da başka bela olacak bize.. daire beşinci katta.. asansör bozuk..bizim televizyon dördüncü kat merdivenlerinden aşağıya yuvarlanıp komşunun kütt diye kapısına çarptı. adam kapıyı açtı.. allah belanızı versin sizin gibi öğrencilerin...eyyyyy gidi günler..
sevdim sayı aralıklarını.