Ödünç alınan son kuruşla ödenen ilk kuruş arasında tabii muazzam bir fark vardır. goethe
levent taner
levent taner

-CUNTA MUHTIRA DARBE DERKEN OFSAYTA DÜŞMEK-

Yorum

-CUNTA MUHTIRA DARBE DERKEN OFSAYTA DÜŞMEK-

4

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

846

Okunma

-CUNTA MUHTIRA DARBE DERKEN OFSAYTA DÜŞMEK-

-CUNTA MUHTIRA DARBE DERKEN OFSAYTA DÜŞMEK-

Günümüzde askeri darbe, muhtıra ve müdahaleleri eleştiriyoruz. Kuşkusuz doğallıkla. Demokrasi ve açık toplum karşısında kapalılık ve belirsizliği simgeler bu tip dönemler. En kötü demokrasi en iyi darbeden iyidir söylemi de akla gelecektir. Peki, bir devrin meşhurlarından hatta on yılda bir vurgusu yapılan darbeler, müdahaleler döneminde nasıl yankılanırdı. Korkuyla karışık saygınında ötesinde müdafaa da edilir miydi acaba?

1971 yılına ait bir alıntı bizleri karşılamakta. “12 Mart bildirisi devrimci çizgide olumlu bir adımdır. Atatürkçülük ve 27 Mayıs doğrultusunda Türk ordusunun devrimci geleneğine ve yapısına uygun bir tarihi belgedir. Bu andan başlayarak, orduya karşı husumet yaratmak isteyen bütün tutucu ve gerici yuvalarına karşı Atatürkçü öğretmenlerin, gençliğin, aydınların, halkın ilerici güçlerinin, devrimci sendikaların, derneklerin elbirliği etmesi; ordunun devrimci tutumu yanında yerini alması, bir milli görevdir. Cici demokrasinin cılkı çıkmıştır.”

Bugün artık hayatta olmayan gazeteci-yazar İlhan Selçuk 14 Mart 1971 tarihinde “Pencere” adlı köşesinde 12 Mart muhtırasını olumlu karşılar mahiyette bu satırları yazmaktadır. İlk bakışta çapraşık bir durum değil midir? Öyle ya 1960’lı yıllarda “Yön” ve “Devrim” dergilerinde yazdığı yazılarla Milli Demokratik Devrim bayrağını taşıyan isimlerden biridir. 9 Mart 1971 takvimli bir ihtilal arayışının içerisindedir. Oysa karşıt yönde cereyan eden 12 Mart muhtırasını başlangıç itibariyle olumlu karşılar. Peki neden? Niçin penceremiz buğu yapmaktadır o tarihte?

Açıkçası, askeri darbeler ve müdahaleler tarihinde 12 Mart muhtırasının sıra dışı bir özelliği vardır. İkaz gibi başlayıp, sivil hükûmet modeli tesis eder görünürken, siyasi yaşamı tüm cepheleriyle zapturapt altına alan bir hareketin adıdır. Ancak daha önce de değindiğim üzere sol kesimdeki ihtilalci beklentilerin 9 Mart 1971 takviminde somutlaşması 12 Mart muhtırasının ilk anda kimi aydınlar arasında umutla ve memnuniyetle karşılanmasını doğuracaktır.

İşte bu yanıltıcı hüviyet birçok isim gibi tanınmış gazetecimizi de aldatır. Günler geçtikçe tutuklamalar, sorgulamalar 12 Mart muhtırasının gerçek hüviyetini ortaya koyacaktır. Elbette yargılananların beraat ettiği öne sürülebilir. Ancak beraatler 9 Mart tarihli bir ihtilal hedefinin olmadığını göstermese gerek. Bir değerlendirmeye göre konunun kuvvet komutanlarına kadar uzanacağı endişesi dosyanın kapatılmasına sebep teşkil eder. Zaten yukarıda paylaştığım alıntı da böylesi bir faaliyetin mevcudiyetini göstermiyor mu?

Hiç şüphesiz bu tip provakasyonların acısını gençlik kesimleri çeker. Dağlarda öldürülen ya da idam edilen gençler, bizim gençlerimiz. Yaşasalardı nerelerde olurlardı? Pek çokları gibi, muhtemelen militan olmazlardı. Belki bir bankada genel müdür veya medyada önemli bir görevde olabilirlerdi. Nereden mi biliyorum? Kendileriyle aynı konumda olan, aynı mücadeleyi verenlerin geldiği yerler fikir vermez mi? Bir kitleyi ardından sürükleyebilen, bir gruba liderlik yapabilen gençlerin üstün yeteneklerinin ziyan edildiğini görebiliriz.

Fransa’da 1960’ların sosyalist gençlerinden Regis Debray’ın bir röportajda o devrin coşkusuyla Güney Amerika’ya devrimci mücadeleye gittiğinden söz ettiği aklıma gelir. Yıllar sonra Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın danışmanı olacaktır. Bizde bir dönem aynı yapıda gençlerimiz ise Can Yücel’in belki de en güzel şiiri “Bizim Deniz”’in mısralarında ve Edip Akbayram’ın ezgilerinde yaşamaktadır.

Diğer yandan muhtırayı devrim zannedip sonrasında darbenin muhatabı olmakta elbet hazindir. Ancak doğru okunursa faydalıdır da. Konuyu kişileştirmek verimsiz bulunabilir. Somut olaylar ve olgular üzerinden gidilmesi önerilebilir. Ancak sözünü ettiğimiz İlhan Selçuk ise salt bir isim değil kolektif bir fert olarak da algılanabilir. Yıllar önce bir televizyon programında eski TRT spiker ve sunucularından Jülide Gülizar’ın ben sosyalizmi İlhan Selçuk ve Çetin Altan’dan öğrendim dediği aklıma gelir. Eee! Ne olmuş yani diyebilirsiniz. Kuşkusuz, Türkiye’de bir dönem öne çıkan gazeteci-yazar profiline bağlı olarak ele alınabilecek bir tanımlamadır bu.

Burada şu da sorulabilir. İlhan Selçuk nasıl bir gazeteciydi? Elbette mesleksel ölçekte ele almak gerekir. Bir gazetenin köşe yazarlığı nasıl olmalıdır? Bir fıkrayla konuya girip özlü bir anlatımla sonuca gidebilmek, mesajı pratik bir şekilde okura ulaştırmak yetisine sahip olduğunu düşünmüşümdür hep. Bir yazısı aklıma geliyor şimdi. İlkellik-uygarlık kavramları arasında yaptığı bir mukayesede zindan ve cezaevi üzerinden konuyu ortaya koymaktadır. Zindan, mahkûmun hiçbir hakkının hukukunun olmadığı deyim yerindeyse ondan tamamen umudun kesildiği bir ortam iken cezaevi suçlunun cezasını çekmekle birlikte insan olduğunun unutulmadığı aynı zamanda eğitildiği ve topluma kazandırıldığı bir süreçler manzumesi olarak ele alınabilir. İlhan Selçuk yazısında zindanla cezaevi arasındaki farkın insanın uygarlaşma sürecindeki aşamalar olduğunu vurgulamaktadır.

Yine “Yüzbaşı Selahattin’in Anıları” adlı romanını yabana atmak mümkün mü? Balkan harbinden itibaren on yıllık bir süreçte değerli hizmetler veren, harpler döneminde Kazım Karabekir, Halil Paşa, Bekir Sami gibi muhtelif kumandanlarının saygı ve sevgisine mazhar olan Selahattin Yurtoğlu’nun yaşam öyküsünü bizlere kazandırır. Hiç şüphesiz Kemal Tahir’in “Yorgun Savaşçı” adlı romanında da öyküsünü okuyabileceğimiz bir askerimiz üzerinden Birinci Cihan ve İstiklal harbinin isimsiz kahramanlar kulvârını okuyucuya duyuran bir çalışma olduğunu söyleyebilirim.

Ancak yinede zihnimdeki yazar ve fikir adamı profiline hiçbir zaman uymaz. Sığ, yüzeysel bir dünya algısı dâhilinde, doğu ve batı arasında derin bir birikimden yoksunluk eseri olarak belirli bir aydın kesime kıble olunabilir mi ya da belli bir dönemde nasıl olunur, sormak gerekmez mi? Sormalı ki, her kuşakta sıfırdan başlanılmasın. Yanılsamalar sür git devam etmesin. Demem o ki, hangi ideolojide olursa olsun aydın seçimi, münevver tercihi ya da rol model arayışları sağlıklı bir zemine oturabilsin.


L.T.











Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
-cunta muhtıra darbe derken ofsayta düşmek- Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz -cunta muhtıra darbe derken ofsayta düşmek- yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
-CUNTA MUHTIRA DARBE DERKEN OFSAYTA DÜŞMEK- yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
levent taner
levent taner, @leventtaner
12.3.2021 10:46:46
12 Mart var darbe, muhtıra bildirisi
12 Mart var bağımsızlığın, özgürlüğün beyanı

Aynı takvim yaprağının elli yıl arayla ülkemize verdiği farklı mesajlar, mana ve ders dolu

Yüzüncü yıl dönümünü saygıyla, şükranla andığımız İstiklal Marşımızın gölgesinde bu vatan, bu devlet, bu milletin dünya durdukça hayat bulması dileklerimle beraber

Saygı ve selamlarımla.
levent taner
levent taner, @leventtaner
9.5.2017 09:09:40
Merhaba

Değerli bir tenkit notu ışığında başlıkta hafif bir değişiklik yapmak gereği duydum

Saygı ve selamlarımla...
Etkili Yorum
ke
keoma, @keoma
8.5.2017 21:15:46
Hadi diyelim İlhan Selçuk ve tayfası gençliği yanlış yönlerdi. Devlet üç fidanı nasıl asar arkadaş? Ne diyor yandaş medya. Ha aklıma geldi. İlhan Selçuk ve tayfasının satıldığını varsayıp üst akıl ülke içinde işbirlikçilerini kullanarak üç fidanı asmanızı istiyor. Ya töbe töbe. Kullanıldığınızın farkında değil misiniz? Kündeye gelmek ne demek...Ölüler var ortada kündeye gelmek ifadesini kullanıyorsunuz. Gidip utanmadan arlanmadan yazdığım yazılara döneyim. Suçlu ben oluyorum sonra.

keoma tarafından 5/8/2017 9:50:29 PM zamanında düzenlenmiştir.
sa
sabri ayçiçek, @sabriaycicek
8.5.2017 18:04:57
Merhaba..Bence hoş bir yazıydı....Sanki Taha Akyol'un "Hayat Yolunda "adlı eserinde yıllar önce dediği gibi..
Ama bu yaşananlardan "örnek" değil,ibret alınabilmesi daha mantıki gelmekte bana...
Ne kadar doğru bilemem ama İ.Selcuk'un Tan matbaasını "bozan" heyette olduğu iddiası da vardır.(Merak işte.)İyi günler dileğimle.


sabri ayçiçek tarafından 5/8/2017 6:08:24 PM zamanında düzenlenmiştir.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL