- 777 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Kuşlar Cıvıldarken
Yıl 1994...Aylardan Ey
lül’e lüle saçlı sarışın yârimdi...
Kars’a elveda deyip Batı’ya, güya medeniyete, Kütahya / Emet’e tayinimiz çıkmış, "Savulun üleyn Ege’nin kızanları; Kiziroğlu Mustafa Bey geliyor, al yaşmaklı bütün kızlar benim artık, hiç şansınız yok oğlum!" gazlamalarıyla Emet’e inince, kazın ayağının öyle olmadığını fark etmem için Emet’in yarım kilometrelik yegâne caddesini bir kere arşınlamam yetmişti.
Emet şehri ıssızdır balam,
Emet Milli Mücadele günlerinde Yunan işgalini yaşadığı için içine kapanmış ve bir daha da açılmamış.Burada insanlar dışarıdan gelen her canlıyı Yunan zabiti belleyip zinhar yakın olmuyordu onlara...Dilim kanıyordu susmaktan...Bencileyin deli bozuk bir adamın, şairin dizelerinde vücut bulan: "susamam öyle ölüler gibi / güzelim dünya ortasında" sözünü şiar edinmiş olmasını da göz önüne alırsanız bir şiirimdeki çığlığımı daha iyi anlarsınız.
"Allı turnam bizim ele varırsan
Kuyuda Yusuf kadar yalnız olduğumu söyle..."
Emet küçücük bir şehir, sanki imanımız kaburgamızdan taşıyormuş gibi bir ironiyle dört yıl Kars İmam Hatip’te çalıştığım yetmemiş gibi yine bir İmam Hatip Lisesi’nin şehrin dışında ve mescite komşu ıssız bir pansiyonunda kırık bağlamamla aylarca dertleşmiştim.Pansiyonun penceresi yemyeşil kırlara bakıyordu,Sabahları pencereme vuran delikanlı bir güneşten önce sırlı seherlerde ebabillerin, çobanaldatanların, kınalı kekliklerin, yaralı bülbüllerin, kara gözlüklü mafya kargaların ve amele serçelerin cıvıldaşmalarına uyanır, burasının cennet mi yoksa cehennem mi olduğunu ayrımsayamaz, her defasında ustanın: "Ölüm uzun, dirim kısa cehennette herhal abiler..."dizesini dilime pelesenk ederdim...
Acılı ve bir o kadar da güzel günler yaşamıştım Emet’te; İmam Hatip Lisesinde THM koroları ve tiyatro temsilleri, şiir matineleri düzenlemiş, ilk zamanlar necip mümin kardeşlerimizin tepkilerine maruz kalsak da zamanla onlarla dost olmayı başarmıştım.Okuldaki afet-i devran Balıkesirli kimyacı da olmasa hayat çekilecek gibi değildi...Hoş o da Efelyagiller familyasından tek hücreli bir canlıydı, kalbi oluşmamıştı ama olsundu, yine de güne sevinç içinde uyanmak için bir bahaneydi.Zaten hep öyle olmaz mı iş yerinde varlığından hoşnut olduğumuz bir canla iki satır muhabbet edebilme iyimserliğiyle koşmaz mıyız oraya?..
Uzatmayalım, devir Çiller-Baykal Hükumeti devriydi.Dolayısıyla da Milli Eğitim kadroları, çengel bıyıklı Cengiz Hanın torunu Atsız yiğitlerle doluydu...Biz de birilerinin vasıtasıyla böyle bir cengaver olan Kütahya İl Milli Eğitim Md.Muavini N.. Bey’le tanışmış tayinimizin en kısa zamanda Kütahya merkeze yapılacağı konusunda söz almıştık.Denize düşen yılana sarılır, misali ben her cuma iki saat tutan ve yüz altmış üç virajlık bir yolculuktan sonra N... Bey’e varıyor, "Bizim tayin ne oldu sayın müdürüm ?" ezikliğini yaşıyordum.N... Bey kendisinden oldukça emin bir halde ayağa kalkıyor, pencerenin açık kanadında yakışıklı yüzünü inceliyor, bir doksanlık endamına bakıyor ardından: "Hocam siz şimdi gidin öbür hafta tamam."diyor, ben olanca iyimserliğimle bu tembihlere inanıyordum.Bu sahneler her hafta kesintisiz yaza kadar devam etmişti.Evlilik arefesindeydik; Emrullah Bey’e son hücumumuzda: "Müdürüm, hiç değilse eş durumuyla beni Kütahya merkeze alın." deyince adam çıldırmıştı."Kardeşim benim senden başka derdim yok mu yahu, git işine aaa, çattık ya!" gibilerden çiğ adamların hep yaptığı gibi koltuğun kudretiyle bana kafa tutmuş, benim de basiretim bağlanmış burnunun üstüne okkalı bir yumruk atamamış:
"O Tanrı varsa seni ona havale ediyorum, yaza kadar bütün paramı yola verdim, beni aylarca kandırdın, Allah’ından bul teres !" deyip kapıyı çarpıp çıkmıştım.
Kütahya’dan umudu kesince bir koşu, hocahanımın tayin yeri ve şehre iki saatlik mesafedeki küçük bir kasaba olan Beylikova’ya olsun tayin olabilmek için evrakları hazırladım.Nikâh defteri falan fıstık her şeyi tamamlayıp Ankara’ya MEB’e gelmiştim.Saat on altıydı ve hayatta hiçbir halt beceremeyen, pardon bir şey becermişti, Baykal Efendi Hükumeti yıkıyordu, saat on yedi olduğunda devlet duracak, tayin mayin hayal olacaktı.
İnsanüstü bir koşturmacayla, en çok da hademelerin yardımıyla, sağda solda, merdivenlerde yakalayabildiğim bürokratlara tayin kârarnamesini imzalatmıştım.Artık yarın Kütahya’dan temelli ilişiğimi kesip Eskişehir’i vatan belleyip nazlı Maraş’ı unutacaktım...
İkinci gün sabahın köründe Kütahya Milli Eğitim Müdürlüğüne geldiğimde binada tuhaf bir ağırlık, bir garip sessizlik vardı; durumdan işkillenmiştim, N..Bey’e kağıtları imzalatıp gidecektim.Kapıdaki görevliye "N...Bey yerinde mi?" deyince aldığım cevapla şok olmuştum:
--N...Bey bu sabah vefat etti...Herkes cenazeye gitti, binada birkaç kişiyiz, buyrun ne vardı, dedi...Ben kapıda donakalmıştım, yüreğimde bir şarjör mermi vardı; dün akşam adama ettiğim bedduaların korkunç pişmanlığıyla kendime lanet ettim, kendimden utandım, saatlerce kendime gelemedim...Lanet olsundu tayine de her şeye de...Henüz kırk yaşında dünyalar yakışıklısı bir insanın ölümünden kendimi sorumlu tutuyor, vicdan azabının dayanılmaz ağırlığı altında eziliyordum...Çini Gar’da güz kuşları cıvıldaşırken Kütahya’ya son bir kez daha bakıp otobüse bindim...N...Bey’in mezara konulduğu dakikalarda tekel iki bin cıgarasının birini yakıp birini söndürüyordum, boğazıma paslı bir hançer saplanmıştı, insanlığımdan utanmıştım...
Kuşlar hâlâ cıvıldaşıyordu...
Köyün Delisi
YORUMLAR
Çok güzel bir yazı; duru ve akıcı. Ayrıca imlâ ve noktalamaya da âzamî dikkat edilmiş.
Teşekkür ve tebrikler...