- 731 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Eşitsiz El'in Adil Olması 1 Ve 2
Eşitsizliği eylemli kılan mana anlayışı; aynı eşitsizlikti nedenle adil de olacaktı. Önce kolektifin emek gücü olan üretim nesnelerini ve üretim araçlarını keyfine göre dağıtmıştı. Sonra da dağıttıklarına rızk diyordu. Rızk dediği hakkı, kimi kişilere vermiş olmasına da, kendi deyimiyle adalet üzerine davranma diyordu.
Böylece El, kendi öncesinin adaleti olan ortaklaşma denkliği içindeki sürecin eşitliğini, bozmuştu. Bozulanla oluşan eşitsizliğin de sürdürücüsü de El olmuştu. Yani yeni adalet ya da El’in adaleti kolektif eşitliği bozan ve bu bozulmayı adalet diye sürdüren olmakla, özel mülke meşruiyet, anlaması olmuştu.
El de öğreniyordu. Çünkü El keyfine göre dağıtma yaptığı sonuçtan önceydi. Ve takdirde bulunduğu süreç sonucun ne olacağını da bilmiyordu. Elbette bilmediği sonuca göre de önceden konuşamazdı. Sonuç yansımalar ortaya çıktıkça konuşacaktı. Önce keyfi takdir iradesini kullanmakla keyfi takdirine ‘ben adalet olana göre davrandım’ diyordu.
Tabidir ki bu söylem El mantığı içinde yanlış değildi. El’in adalet dediği şey ilahi sistemin içinde şeytani söylem olmakla çoktandır fikir jimnastiği yapılandı. Fikri söylemler üzerinde algıların oluşmasıydı. İlahi yapı içinde bu türden fikri söylemlerin yapılır olabilme yansıması çoktan oluşmuştu. İlahi düzen ölçeği içinde ortaklığa karşı olanlar, ilahi söyleme göre münafıklardı. El de kendisine karşı olanlara münafık diyecekti.
El söylemi üreten totem meslekli ortaklaşma yapan gruba göre, genel olana karşıydı. El, kişisel olandı. Gruba göre eylem herkese göre sağlama olmaktı. El düşüncesinde mal mülk kimi kişilere nasip, şans talih kısmet olmakla lütuf olarak verilendi.
Yani keyfe göre dağılan kamu malı ve kamu ortaklığı şeyler El’in dilinde rızk, El’in dağıtması içinde hak olandı. Hak olana göre davranma da adaletti. Bu nedenle El dağıtmasına göre adaletliydi. Herkese göre değil dağıttığı kişilere göre adaletliydi. Günümüze kadar kabul ettirilecek görüş El’in herkese göre adaletli olmasıydı. Böyle eşitsiz olmasında bir hikmet vardı biz bilemezdik!
El sebebi olduğu yansımaların sonuçlarındaki kendi rahatsız olmasıyla; işin ucunun mal mülk talanıyla cinayetlere dönüşmesi içinde köleleri, fakirleri, acı çekenleri, acizleri de görmesi oldu. Keyfine göre olanı değil de, özlüğe göre iyeliğin zorunlu yasa olmasındaki geri bağlanımlarını gördü. Bu nedenle eylemle değil de, sadece herkesi öğüt, vaat ve uyarma içinde görmesiyle adil oldu.
Adaleti özlüğe göre somut eylemle değil de ölüm ötesine vaatleri yoksullara iyelik kılmakla artık El; El Adil olmuştu. El, rahmeti bol olandı. Herkese acıyandı. El şefkatli olmakla çok gürlüyordu; ama şefkatli olması gerekenlere hiç yağmıyordu. El, neden rahmeti bol olan, acıyan olmak zorunda kalmıştı?
El köleci sistemle ortaya çıktı. Haliyle köleci sistem öncesini kendi iradesi olmakla görmedi. El’in görmezden geldiği şey olan ortaklık eylemi ve söylemi, özel mülk uygulaması içinde El’in en çok gözüne batan şey oluyordu. Sümer El’i aciz feryatlardan rahatsız oluyor en yüce arşa kaçıyordu. Buna rağmen, arşa ulaşan feryatları El, yine de duyup, görüyordu. El’in kaçabileceği uzaklık totem alanla sınırlıydı. El’in gözüne batan rahatsızlık; artık El’in kaale alınması gereken durum olmuştu.
Önceden beri herkese göre olmakla, herkese yeter olanları El, herkese göre tasarruf etmeyip, rahmeti kısma ısrarı içinde oldu. Herkese yeter olanı herkese yetmez yapmanın çelişkileri, El’i adil olmaya iten şeydi. El keyfi takdirli somut eylemle rızk verdiklerine karşı rızkı kısılanlara da öğüt verip; vaatler edip; onları doğru yolda (sefaleti olanda) ayrılmamaları için sakındırıp uyarıyordu.
Sefalete katlanın deniyordu. Bir zenginin cennete gitmesi, devenin iğne deliğinden geçmesinden daha zor diyordu. El’i rahmet olmaya getiren ve El’i şefkatli olmaya iten neden bu uyuşmaz; zıt çelişkilerin ortaya çıkmasını da; berbat ettiğini de El’in düzenlemek zorunda kalmasıdır. Bu benim takdirimdir diye övündüğü süredurumla, kendi sorumsuz davranışının yansımalarıydı El’in şefkati.
El merhametiyle, lütfu keremi sonsuz olma vaadiyle vs. şefkatliydi. Bu benim takdirimdir deyip taraf tanımamakla burnunda kıl aldırmayan El; şefkat söylemiyle imanı sözleşme olan iman ahdinin içine El; taraf olmakla katıldı.
Böylece süreç keyfi el takdiri olmasının yanında şefkati olan El ile tek yanlılıktan kurtuldu. Böylece El, her öze ilişkin iyece belirsizlik kavramlarına da şefkati, merhameti, acıması olmayı söylemekle onları da içerir oldu. Gerçeği karartan imanı sözcüklerin altında böylesine bir tarihi geçmişin bilinci vardı.
İttifaklar üreten grup emeği üzerinde totem mesleklerini birbirleriyle takas ediyorlardı. Grup emeği eksenli sahipliğin takasça denkleşmeleri üzerindeki, ilahi ittifak eşitliği; El tarafında bozulmuştu.
El tarafında bozulan; ittifak ortaklı, dengeler olan eşitlik düşüncesi; El tarafından muhataplık oluşla yeniden ele alınacaktı. Ön ittifak içinde üreten ilişkileriyle denk olmanın muhataplığını bozan El, ilahi düşünceyi ne kendisine muhatap tanıyordu; ne de kendisine takdirce ortak tanıyordu. El mal mülk sahipliği gücü elinde tutuyordu. Yani sürece bir sıfır önde başlıyordu.
Kendisini benzersiz oluşla tanımlıyordu. Ama kendisi vücut bulmazdan önce benzersiz oluşuyla ilahın takdiri vardı. Bu nedenle ilk köleci imanı sözleşme El basınçlı tek yanlı güce boyun eğiş olmakla; El’in bu seslenmesi bir sözleşme olmaktan çok malsız mülksüz olanların “isteyerek ya da istemeyerek” bu çağrıya geldikleri körü körüne bir biatti. Mal mülk sahipliği olanların gücüne biatti.
El sonraki süreçte yine kendi sahipliği içinde olan mülkten, kullarına eşit (ortak) yararlanma takdirini de ortaya koyacaktı. Çünkü ortaklıklar olmadan ortak tanımazlık ta olmuyordu. Tek yönlü olan adalet ve adil oluş şimdi çift yönlüydü. Adil oluş sırf El adaletini gözetmek değildi. El’in adaletine fren koyan şartlarının içindeki, çift yönlü durumları da gözetmekle en uygun kararı almaydı.
Bir ana ve baba sahibi olduğu malını mülkünü miras ederken nasıl çocuklarını birbirinde ayırmazsa; El de kendi mülkü üzerinde kullarının yararlanması konusunda, kulları arasında ayrım gözetmezdi! Pekiyi de El’in bu ayrımı nereden geliyordu?
Gruplar bazında her bir totem meslekli gruplar; üreten ilişki yükümlüğü içinde takdiri kararlar almada üreten karşı grupları da kendilerine taraf ortaklar olmakla tanımışlardı. Kararlar ortaklaşması demek, El’in keyfi takdirine karşı takdir olan ortaklar tanıma demekti.
El birikmiş zenginlik kaynağına göre konuşuyordu. Birikmiş zenginlik kaynağı içinde grupların ölü emekleri ve takdirleri görünmüyordu. Bu nedenle El kendisine muhatap, taraf ve denk olan ortaklar tayin etme işine öyle kızıyordu ki. “Öfkede arşı titredi” diye bunu mecaz ediyordu. “Her hangi bir delilleri yok” diyordu. Muhatap tanımıyordu ama sorulara verilen cevapla, soru soranları muhatap alıp; onlara muhatap (taraf) olmasıyla kendisinin sorgulanır olduğu ve ortak tanıdığı çok çok açıktı.
Eşitsiz El’in Adil Olması 2
El’in köleci ittifak birliği içindeki iman edenleri arasında ayrım yapması; ittifaklı ilahi denkliğin eşitliğini bozmaktan ileri geliyordu. Denklik içinde dengelerin eşitliği olan ilahi yasa; ittifak ortaklığı içindekilere danışılmakla bozulamazdı. El kimi kişileri zengin yapmak istiyordu.
Üreten mesleği içindeki farklı kültürüyle grupların bir araya gelmesiyle bir akort bozukluğu oluşmuştu. Durum akordu gerektiriyordu. İttifak, tarafları ve üreten meslekleri; her bir grubun kendisine grubun dengi ve eşiti olan muhataplar saymakla, akortsuzluk olan durum akort ve senkronluma olmuştu.
Bir grup diğer grubun isteğini karşılıklı muhatap alıyordu. O isteğin her durumla, her koşulda sınırsız olmasına da firen oluyordu. Muhataplıkla ortak oluş, hem akort gerektiren bir durumdu hem de akortsuzluk oluşla fren akortları ortaya koyan durumdu. El akortlu firen oluşu, akortsuzluk yapmıştı.
El’in zenginlerine karşı, zengin olamayıp köle olan gruplar da bu tür zengin kılmaya karşı oluyorlardı. El’in kimi kişileri zengin yapma iradesi karşısında, kendi takdirine karşı gelinsin istenmiyordu. Ortakları olan El, kimini zengin; kimini de köle yapamıyordu. İşte El’in ortak tanımaması konusunda zurnanın zırt dediği yer burasıydı.
El’in ortak tanımama takdiri kimi kişileri varsıl, kimi kişileri de köle etmenin telaşıydı. Keyfi takdirlere karşı akordun bozuk olması gereken yer tam da bu yerdi. El, bu konuda kararlarına karşı olunmasını olan akort bozukluğunu istemiyordu. Yani El kendi kendisinin ortak tanımazlığını, istiyordu.
İttifaklarda karşı koymanın da takdiri vardı. İttifaklar dengeler içinde denkliklerini ön gören, ön ittifaklı ortak olmada eşitlikti. Ancak El gibi kararları üzerinde tartışma yapmak istemeyenlerin ortak tanımaz eşitsizliği, kendisine denkler ve muhataplar tanımayan bir mana gücünün zengin köle yaratma takdiri içinde olmasından ileri geliyordu.
Üreten ilişkilerin birçok muhatabı ve birçok ortak kararlar alan grupları eş deyişle ilahları vardı. Oysa kolektif ortaklığın hüküm sürdüğü alan içinde, kişisel ve özel mal mülk sahibi olmanın hiçbir muhatabı yoktu.
Bu özel mülkiyetçi anlayışlara karşı ittifakın muhatap tanımazlığı nedeniyle El, “mülkün sahibi olan benim” diyordu. Böylece de El, ittifakı (ilahı) ortak tanımıyordu. Ve böylece El ittifakı ortam içinde özel mülk sahibi olmakla benzersiz, muhatapsız oluyordu. Ama mal, mülk sahibi olan bay erki sayısı kadarda çok El oluyordu. Bay erki sınırları içinde El kendisine (mülküne) ortak tanımıyor; kararları da tartışılmıyordu.
Kendi bay erki sınırları içindeki El her ne kadar kendisine ibadet (biat) edenle, kendisine ibadet (biat) etmeyenin eşit olmadığını söylüyordu. Yani ilk mal dağıtım takdirini bu biati oluş ve biati olmayışların durumuna göre yapmış gibi olduğunu söylüyorsa da bu da bir başka illüzyondur.
El ilk eşitsiz mal, mülk dağıtımını takdir ederken ittifakın içindeydi yani ortak yaşamın içinde kişisel mal, mülk sahibi olup olmamakla ne ibadet eden vardı. Ne de ibadet edilen vardı. Kendisine özel mülkünü verene ibadet eden kişiler de yoktu.
Yani ilk takdir edişin içinde, kişisel tamahın dışında; sudan gerekçelerle ibadet edenlerin, ibadet etmeyenlere göre üstün olmalarına dayanılarak takdir yapılmamıştı. Ön ittifaklar takdiri yaparken grupların “üreten emekleri NEDENLE”, grupları muhatap kılmayı referans almıştı.
Referans bu kadar açık. Bu kadar net ve bu kadar somuttur. Objektiftir. Yani yansızdır. Oysa El eşitliğin değil eşitsizliğin ürünüdür. Somutluğun değil soyutluğun ürünüdür. Objektif değil, sübjektiftir. Yansız değil yanlıdır. Nedenle değil nedensiz olmakla bahane nedenledir. Olmayana erg metoduyla kişilerin ibadet edip etmediği gayretlerine bakarak, El; eşitsiz mal, mülk verdiğinin mana gölgesine siperlendi.
Ritüeller içlerine ibadet ve tapım da alırlar. Ama ritüel içinde, ibadet olanla; groteski olanı ayırmak gerekir. Ritüel groteski (dünyaya ait olanı dünyaya ait olmayan biçimine getiren) dönemden bu tarafa uzanan bir öznel diyalektiktir. Hemcinsimiz totem dönem öncesi beri groteski anlayışın (komikle tirajı komik ligin) ritüeli içinde oldu. Groteski olanları saygılıma da bulundu. Hemcinslerimizin bu ritüelleri içinde “kendisine rızk verilme, anlayış” yoktu. Kişinin saygılıma yapması içinde rızk vereni saygılıma ritüeli de yoktur. Bu ayrımı yapmadığımız zaman, at izi it izine karışır.
Ve böylece groteski ve kendisine etki sel izlenimleri nedenle büyüleyici gelen dış dünyalı ortam içinde kişinin, kişiye rızk verenine ibadet etmesi anlayışı da yoktu. Rızka şükür ve rızk verene ibadet etme riti (tapımı) yoktu. Köleci dönemle ortaya konan ibadeti biçimlenişler de ittifaka göre şartlaşmasılardı.
Organizmadaki sahiplik duygusu bencillikten ileri geliyordu. İnsan da bu sahiplik üzerindeki ekseni çevrimle çevresindeki dünyayı yaşantılar. Dünyayı ben merkezli, groteski (karşıt algıları şaşırtıcı biçim de birleştirir. Temelde ciddi ama görünüşte gülünç ve abartı olan bir görünüp, bir kaybolan firariler) kılıyordular. Bu nedenle bu tür yansıtmalar içindeki kişi bencilliğine göre olan sahiplik meşruiyetti.
Kişi dışında, kişinin özüne doğru enerji sağlaması olan karşılanmalara sahiplik yönelmesi vardı. Bu meşruiyet olandı. Kişiye meşruiyet olanın dışta sağlama yapma işi çok zorluklarla karşılanır. Bu tür karşılamalarını yapmak için insan canını dişine takar. Canını dişine taktığı çabalarını kişiler dışta bir araya gelmenin dayanışmasıyla kişi-kişi bağıntılı sosyal olan, sosyal ilişkilerini ortaya korlar.
Sonra da sosyal ilişkiler grup ve sürü sahipliği şeklinde ikinci bir meşruiyet oldu. Bencil meşruiyetin üzerine sosyal meşruiyet inşa olmuştu. Grup ya da sosyal sahipliği olan sosyal ilişkilerin de özgün bir “grup ya da sosyal aitliği” oluyordular. Bunları karıştırmamak gerekir. Sahiplik temelde bencillikti. Aitlik sosyal ilişki üzerinde sosyal duygu olmakla duygudaşlıktı. Aitlik özel bir duygunun oluşmasıydı.
İçgüdülerin karşılanması olmakla bencillik olan bu meşruiyet; sürü ve grup yapıları içinde dışta salt kaba güce dayalı bir sosyal sahipliğin meşruiyetiydi. Bir bölge içinde olmanızla, bir bölge savunması şeklinde ortaya konan bölgeyi sahiplenme de bu nedenle, salt kaba güce dayalı, bencil sahiplikti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.