- 824 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Şiir Üzerine-26
Şiirle nesir arasındaki ince çizgi nedir ve nerede başlayıp nerede sona erer? Bu soru öteden beri şiire kafa yoran her şairin, en azından belli bir süre, zihnini meşgul etmiştir.
Bu konuda divan şiirinde cılız bir ışık da olsa klasik gazel formundan müstezad gazele (ziyadeli, eklentili kısa dizelerden oluşan gazel) meyleden kimi şairler, aslında veznin ve uyağın şiiri bir cendereye hapsediyor olmasının farkına varmışlardı, buna rağmen yetkin şairlerce çok da tercih edildiği söylenemez müstezat gazelin.
Tanzimat şairleri klasik kaside yapısını bozup şiire görece de olsa biraz nefes aldırmışlarsa da şiirin gerçek özgürlüğüne kavuşması, Edebiyat-ı Cedide (Servet-i Fünun) sanatçılarının kalemiyle mümkün olmuştur.Hoş, bin beş yüz yıllık edebiyat serüvenimizde eski anlayışa bağlı olanlar ve yeniliği savunan sanatçılar hep var olmuşlardır; bu anlamda Parnasyen bir şair olan Fikret’in şiirde dizeyi bir alt mısraya taşımasının (anjambman) yanında, sembolizme bağlı Cenap Şehabettin, klasik normlara bağlı şiirler kaleme almıştır.Devrin en kudretli kalemi Tevfik Fikret, mizacı gereği özgürlüklerden yana bir şair olduğu için şiiri nesre yaklaştırma konusunda da gözü kara davranmıştır.Serbest müstezat da denilen bu formla, şiir alanında köklü yenilikler yapılmıştır.Bu dönemde Batılı nazım şekilleri olan: sone, terza-rima, balat ve triyole’yle güçlü şiirler yazılmıştır.
Manzum hikâyenin erbabı Akif’ten önce Halit Ziya kabul edilse de Mehmet Âkif bu sahada rakipsizdir.Gerçi Yahya Kemal Âkif’i şairden çok "vaiz" sayar ama en azından manzum hikayedeki başarısından ötürü Âkif’i hayırla yad etmek gerekir.Âkif’ten sonra da manzum hikayeler, mensur şiirler yazılmıştır; İkinci Yeni şairlerinden Ece Ayhan, bu konuyu daha da ileri götürerek "Sait Faik" hikâyelerinin aslında şiir olduğunu söyler, zaten kendisi de devrinin mensur şiir dalındaki en başarılı şairi sayılır.
Nâzım’ın Moskova’da Mayakoski’den şiir dersleri alması ve ondan öğrendiği dize kırma tekniklerini Türk şiirine uygulaması genç şairlere yeni ufuklar açmış; ardılı bir çok şairin Garipçilerden önce serbest şiire gönül vermesine vesile olmuştur.Garipçilerin malum macerasına girecek değiliz, sadece şu kadarıyla yetinelim: Türk şiirinde serbest şiirin resmi ilanıdır Garip mukaddimesi...Gerisi İkinci Yenicilerden Cemal Süreya’nın deyişiyle "şiir gelip sözcüğe dayanmıştır."
Kısa bir panaromasını çizdiğimiz serbest şiir macerası bir yana, bir başka tartışma da şiirin düzyazıya çevrilip çevrilmeyeceği konusunda yaşanmıştır.Kimi şairler şiirden siyasi beklentiler içine girince Ahmed Haşim; şiirin sözle musiki arasında, sözden çok musikiye yakın bir güzellik yaratmak olduğunu söyleyerek şiirde anlam aramanın bülbülü eti için kesmeye benzediğini ifade etmiştir.Dolayısıyla "şiir hiçbir türe benzemeyen nev-i şahsına münhasır bir söz çiçeği olmalıdır." düşüncesindeki şairler, siyasi mesajların şiirle verilmesinin şiiri asıl işlevinden uzaklaştıracağını iddia etmiş ve şairlerin siyasi fikirlerini yaymaları için bunu öğretici metinlerden makale ya da denemeyle yapmalarını salık vermişlerdir.Çünkü şiirin, düz yazının yükünü çekemeyecek kadar nazik, nazenin bir kuş olduğunu; dolayısıyla düz yazıya çevrilemeyeceğini vurgulamışlardır.
Gerçekten de şiir düz yazıya çevrilemez mi? Paul Valery, iyi bir şiirin nesre çevrilemeyeceğini söyler: çünkü iyi bir şairin dili, bizim gündelik meramımızı karşılayan dilden oldukça farklıdır.
Her sözcüğün bağlamda kazandığı anlam, dize içinde sözcüklerin yüklemin önceliklerine göre sıralanması ve her dizilişte şiirin anlamının değişmesi, onun düz yazıya çevrilemeyecek kadar özgün bir sanat olmasının kanıtlarıdır.Sıradan insanın kullandığı hatta düz yazıdaki bir sözcük, şairin dizesindeki anlamla aynı kavramı karşılamaz.Şair; şiirinde o sözcüğe farklı misyonlar yükler; sözlük anlamından büsbütün özgür, bilinçaltı çağrışımlarıyla okuru saran bir sözcük, makalede ya da denemede alâlade bir nesneyi karşılayabilir.
Örneğin, "salkım" sözcüğünü nesirde kullandığımızda gözümüzün önüne bir parça üzüm gelirken, aynı sözcük Yunus’un dizelerinde "küme, grup, yoğunluk" anlamları kazanıyor.
"Karşı dağların başında
Salkım salkım duran bulut
Saçın çözüp benim gibi
Yaşın yaşın ağlar mısın..."
Kısacası şiirin nesre çevrilmesi bir yana, ondan tek bir sözcük ya da harf çıkarılsa büyü bozulur.Demem o ki:
Şiir bir bütündür parçalanamaz...
Köyün Delisi