Mektup..
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Aşağıda okuyacağınız mektuplar kurgu olmayıp tümüyle gerçektir.
Orjinalliğini bozmamak adına hiçbir satırına dokunu
Aynur’a 1. Metup.
Yarın beni terkediyorsun!.
Sensiz’liğin arifesini, on yıl kadar uzun ve mübarek bir bayramın son günü gibi mi yaşamam gerekiyor şimdi? dakika sayısı sürekli artan durağan bir saat, ya da mapushaneye ayarlı bir zaman dilimi modun da yarın başlayacak acıya bugünden yoğunlaşarakmı hazırlanmalıyım?
İnatçı ve güçlü her iki eşit zıt duygunun, kudurgan bir gayretle birbirini örseleyerek kendi biçimini almaya almaya zorladığı durumda, hassas ruhumu düşen görev nedir aynur?
Can kaynağından berrak bir durulukla fışkırarak, az önce ile biraz sonra algısı arasında akıp giden yaşam çayının, en bulanık yerine doğru sürükleniyorum. kendi satır aralarımda kendime tanıdığım o elzem hak tanınmıyor bana, küçücük bir bekleme süresi vermiyor insana hayat. Gönlümde taze filiz sırasını bekleyen duygu tohumu çekirdekleri, seni hiç bilmeden bu ayrılık bataklığına sürüklenip çürüyecekler mi? Öyle ise sen, yüreğimin derinliklerinden kutlu duygunu yüklenmiş kabene gelen o zengin sürre alayı kervanlarının kaderini hiç hiç bilmeyecek misin ?
Bizden ortak yarınımızı alarak bildiğim sensizliği bana bırakıp hiç bilmediğim bensizliğe taşınırken, aşkının sözleşmeli işçisi yıllardır tam mesai çalışan duygularıma, ilişkimizin tek taraflı fes edilip artık işleyişinden kovulduklarını kim açıklayacak?
Gözlerinin gönlüme çağırışı yaptığı o ilk seraba elverişli balkonu olan yaşanmışlıklarla örülü yaşanmaz anılar evi tazminatına hak kazandığımı kim açıklayacak ?
Bana dönmeyeceğini bilerek yaşamaktansa ölmek dahamı dahamı iyidir aynur? Ya da sırf o balkon için yokluğunu solumaya değermiydi yoksa ?
Hislerimin doğurduğu öz duyguları biyolojik olarak hissediyorum, lakin onları büyüterek bu boya sen getirmedin mi? şimdim sana bylesine muhtaçken beni bırakıp yarına mı gidiyorsun aynur?
Son yemeğim dünkü busen, yastığından aldiğim saçın elime verilmiş haşlanmış yumurta, ve sen giden ikinci annemmi olacaksın ?
Gönlüm de o çocuk la aynı kaderimi paylaşacak aynur ? ama sen o kadar acımasız sayılmazsın annem terkettiğinde ben küçüktüm daha, oysa sana dair duygularım kocaman oldular kendi başının çaresine bakabilirler öyle değilmi.
Keşke bu o kadar kolay olsa aynur, hayat tabağında seni benzersiz bir nimet olarak tek güzel şey olarak önüme sunan yaşamın, her zerresini arsız ve aç bir his gurmesi iştahıyla öğüterek yarın sevgi açlığından ölecekmiş gibi yaşadım ben. Duygusal obezliğe şimdi ani bir sensizlik diyeti hisssel ölüm orucundan başka şey değil, olması imkansız olan ne olsa da gitmesen aynur.
Güzel yazının bembeyaz kağıda, organik gülün kendi kokusuna, her tavrın sana, kuranın muhammede inancın Allaha yakışması gibi yakışıktık birbirimize. Her güzel şeyi sana borçluyum bütün mutlulukların ilhamı sensin aynur.
Yoksa ben ne bilirdim sevdiğinin bi çift eli sayesinde dünyayı avuçlarında tutabildiğini. Ne bilirdim görmek istediğin herşey bir insan gözü içine sığabiliyormuş. Nerden bilirdim bir insan balonunun gerçek bir sevgi ile üflendiğinde tüm evreni kaplayıp her bir yanını boşluk bırakmaksızın kaplayabileceğini. Eğer bizzat bana yaşatmamış olsan hangi söz hangi yazı bildirecekti bana bu kutlu nefesin benim gönül ciğerimin içinde bulunabileceğini.
Beni affetmeyeceğinin ürkiticü ihtimali düşüveriyor ağır bir şekilde üzerime, korkunçtan yüksek dehşetten alçak ara bir duyguyu sınıfsız bir ürperti ile karşılıyorum. Bunun tezahürü öyle şeyki aynur, bütün refleks mekanizmalarımı felç ediyor gardımla birlikte kalemim elim ayağımda düşü düşüveriyor sanki.
Ama ne zamanki belki de gitmeyeceğinin ihtimali kalabalık olumsuzluklar içinden minicik başını uzatıyor, düşmüş gardımla birlikte parmaklarım da kendi yerlerinde canlanıyor o zaman. Öyle haylaz oluyorlar ki sorma, hani tutki tutasın aynur.
Yazıya dökülemeyen söylem, ve söylemi mümkün olamayan yazı ile dolu bir gönül arşivim var ya benim? İşte sanki oradan birşey bir, bir, işte birşeyi tasvir edecekmiş gibi oluyorki bu başarısız başarı bile edebiyatın ilahı gibi hissettiriyor insanı.
Söylenmeye muhtaç o kadar kelime var ki dilimin hemen altında, kalemimden ırmaklar klavyeden nehirler akıtsam yinde yetersiz kalır satırlar. Dev gibi bir aşkı aynı büyüklükte coşkuyla ifadeye girişip sayfalarca çaba sonunda minicik söylemler üretmek, en büyük insan beceriksizliği bu olmalı aynur.
Eğer ben, Sen demişsem, mümkün olan en üst düzeyde neyi tam kimi hangi duyguyu anlatıp vurgulamışım hangi boyutta bir önemi vurgulamışım içimde sana dair ne var bunu eksiğinden arındırıp ifade etmenin imkanı yok aynur. İnsan için dünyayı anlamak onu insansala indirgeyip küçük damgasını basmakmış, bizim evrenimizle karıncaların evreni bir değilmiş ya hani aynur ?
O sebep gönül anlayışı ile sözün anlatımı daha baştan kusurlu kalıyor.
Ne yazarsam yazayım duygu ve hislerimdeki mükemmeliyetin insan eli ile bir biçime sığdırılmak zorunda kalınılıyor. Oysa bu durum dünyayı fındık kabuğuna sığdırma beyhudeliğinden başka şey degil. Aşkın gönlümüzde oluşturduğu tezahürleri aşık olduğuna ulaştırabilmek karınca sırtına tonlarca amacı yükleyerek fizana taşımasını ummaya benziyor.
Anlamının güneşi anlatımın bulutları ile kapatılıyor aynur. Ama sende biliyorsunki senin her halinin kökleri benim varlığımın en derirnindeki toprağa geçmiştir. Bendeki herşeyin kendi öz vatanındadır özdür, ve böylesi iç içe işleyiş aşk kelimesi ile bile kimlik kazanmıyor aynur.
Varlığımda hiçlik gibi görünen bir yere hızla yaklaştığım şu noktada dahi, yeni hissel imgelerini ve duygusal karakterlerini oluşturmaya devam edip bunları kara sevda beyaz aşk pembe sevgi biçimine dönüştürmeye devam eden ahmak bir gönüle sahibim aynur.
Sana muhtaçlık süremi kısaltması için kime yalvarmalıyım. Ne kadar yazsam tüm satırlar en başa dönecek biliyorum, doldurduğum tüm ard satırlar daha önümdeki boş alan gibi hiç yazılmamış gibi duruyor. Anlatarak bağırıp çağırarak can yakarak ulaşmak istenilen amaca susarak daha hızlı ulaşabilir belki de insan. Fakat acı cekmek çırpınma refleksi oluşturuyor insanda, insanın ayrılığa ve onun ayrılık acısına geliştirdiği korku türü ölüme oranla çok daha ürkütücü boyutta ortaya çıkıyor. Çünkü ölüm mutlak olan son, zihnimiz onu en arka odalarında kapalı tutsa da bir şekilde kabullenmiş olmalı kaygı olsada korku duymuyoruz bundan. Lakin ayrılık bizim için netice beklentili bir durum değil ve buna hazır duygusal ruhsal varlıksal anlamda kabülü zor. Belki ondandır şimdi en çaresiz insan zavallılığına düşmemiz.
Doğanın fiziki imkanları sayesinde ete kemiğe bulanmışız yaşıyor canlıyız muhakkak, lakin yaşamın yaşamanın bütün hazzına güzelliklerine ancak senden ulaşabiliyor mutluluğa ancak üzerinden bağlanabiliyorum ben. Şimdi duygularından umut kesilip hislerimin gönlün tarafından fişi kesildikten sonra, ilahi kudret ünitesinde yaşatılarak nefes alıp verişim sağlanmış ne hazzı var aynur ?
İşte bu yüzden seni benden ayırman mümkün değil, benim benden büyük parçamı sökebilirsin ancak. Ve byle bir koparılış elle tutulur şekilde yüreğimi fiziki şekilde avuçlayıp yerinden sökülüşü kadar canlı ve kanlı olmayacaktır elbet. Dayanabileceğim değil tamam bunu düşünmüyorsun, ama dayanabileceğin ölçü de acı çektir. Ben kendim istesem kendi tırnağımı söktürebilirmisin yanında bana ? hayır değilmi aynur çünkü kıyamazssın. O halde sırf kan göremeyeceksin diye parçalara bölmesenmi beni aynur ?
Sayısız kusur sahibi insan olarak kusursuz bir aşığım ben, şu halde bile uzağından yaydığın duygupatik dalgaların kalbime vuruşunu tüm varlığımda hissedebiliyorum. Bu coşkunun sihiri altında dünyamı şu halde bile habersiz büyütüyor varlığını her kademede merkezileştiriyorsun aynur.
Tüm bu hallerime rağmen her biri ayrı tezahürünü taşıyarak gönlümde uçuşan kelebeklerin ürkütüyorlar seni artık benden. Zira ben kalbinde sana doğduğum ilk günki gibi çırılçıplak bir aşık olarak utanmadan dimdik duramıyorum duygun karşısında artık.
Senden bağımsız senden habersiz utanıyorum onlardan, ve bütün senli benli hislerime sarınıp sarmalanmak bile ayıbımı kapatmıyor. Zihnimdeki fikrin, ruhumdaki hayalin, gönlümdeki saflığından utanıyorum. Yaptığım herşeye hatadır denilemez, elimde olmayan sebepleri de duygu durumumla senkroniZe edip kendime mazeret programı çıkaracak değilim. zira hiçbir mazeret neticeyi etkilemez. Fakat senin bendeki ağırlığın dünyayı tartar, evet seni üzdüm aynur, aşk insana istemediği şeyler de yaptırabiliyor. Bilincini yitiriyor insan bazen, kendinden daha güçlü işleyen bir girdapa kaptırıyorsun kendini. Ahlaksızlıktan insanı ayıran mesafeyi bile koruyamıyorsun. aşkın gözü gerçekten kör, hem iyiye hem kötüye bilmeden gidiyorsun. Herşey için çok üzgünüm çok pişmanım, devletlerin soğuk yasaları duygudan yoksun kurşun gibi ağır maddelerden oluşmasına rağmen etkin pişmanlık hükmüne yer verip etkikisiz bir iyi hal uyguluyor cezadan. Sen sırf duygudan oluşan etten kemikten insan, gönlümün büyük haimi olarak bana bu hakkı tanımazmısın aynur ?
Gönlünde kendince bir mantığı var ama aksak işliyor, doğruları biliyordum hep bildi ama uygulamada yanlışlarımla hareket ettim. beni mistik aşkın dergahına sokmuş yaşayan bir evliya varken ben şeytana uydum belki cehennemi hak ediyoum ama sensizliği değil aynur.
Gidiş saatinin üzerime doğru yaklaşımının korusuna karşı son kalan cesaretimle sözlerimi kalışının önüne yetiştiremem biliyorum. Tüm yazdıklarımı silmekle en küçük satıra tutunabilmek arasındaki endişeli mektubumu bitirirken, yaşam da ölümün zıddı ama hiç onayımızı almadan bizi köprü yaparak birleşiyor biz neden ayrılıyoruz aynur. Dünyanın en büyük batığından yazıyorum sana bu sözleri,içimde yaşamın yaşamanın en büyük keşfi sen.
Elbetteki hiçim aynur, hiçim de bunu en çokta kendimi seninle kıyasladığımda anlıyorum. Sana baktığım ana kadar gözlerim hiç işe yaramamamıştı sanki,sevgin benim olana kadar değerli hiçbir şeyin sahibi olmadım. Bir beşinci mevsimiz biz, baharın tomurcuğunu, yazın sıcağını ve kış soğuğunu aynı anda barındıran. Her günde yirmi beşinci saatimiz, altmış birinci dakikamız var, hayatın içinde fazladan bir yaşamımız var bizim gitmesenmi aynur... Bilmediğin yönlerim de olduğunun en kötülerini gördün öğrendin, fakat ben yine bildiğin kişiyim. O büyük aşkın sahibi küçük insan benim aynur...
15 mayıs 2015
İstanbul..
Aynur’un cevabı. 2. bölüm..
Dünyanın bize uygunluğu yoktu Abdullah.
Bizim ise ona yamanmak için yaptığımız iyimser ve hevesli her yumuşak hamle sert şekilde geri tepilmemiz ile sonuçlanmadı mı ? Hayatın pis düzeninden kaptığımız mikrobun neticelerini ruhlarımızın kronikleşen hastalıklarında taşımıyomuyduk ikimizde ?
Bu hal bizi topluma yabancılaştırmış olsa da kitleye olan ortak uyumsuzluğumuz arasındaki basit ilişki bizi birbirimize yaşamsal akraba kılmamışmıydı ? Evet deliydik abdullah, zihnimize düşen her cümle için çevre şartları kaygısıyla yorulmaz dudaklarımızdaki kelime kontrol mekanizmasına direnip kafa konforumuzu bozmazdık hiç. Bütün kusurlarımızı kusursuzlukla önümüze sererek herkesin bildiği gizli saklıları kendi anadilimizde konuşurduk biz.
Zorluklara göğüs germe mecburiyetinden beni sen kurtarmıştın, karşımıza çıkan tüm sertlikleri istediğimiz yöne eğip bükebilir olmuştuk. Fedakarlığımızı arttırıcı etkenlerimiz öyle çoktu ki, yalnızca karşılıklı sevme değil birbirimiz için kendilerimizi feda edebilmenin zevkli ve acısız tekniğini bulmuştuk. Yaşamımızın olağan dışı akışı örselemişti ikimizi de, yitik iki insan üzerine yeni ve tek kimlik çıkarmamışmıydık? Sana kendimden ne anlatayım ? senden gizli kişiliğimmi varki benim ? Konuşurken her halimle sana büründüğüm gibi yazarkende sen biçimi almıyormu kelimelerim ? Ve sana karşı zaafım zayıflığım anlaşılmıyormu yine apoş?
Dik rurabilmek için çabam da yok, zira biz sağlam görünmekte istemedik birbirimize hiç, sadece sevgimizin gücü tüm dünya kudretindeydi o yeterdi hani. Seviyorum kelimesine dahi indirgenecek şey değildi birbirimize duyduğumuz. Bizi bağlayan kutlu zinciri kırmak o sebep korkunç bir kuvvet istiyor şimdi. İhanetin bile bana bu gücü vermiyor inanırmısın. Geri geri durmaya çalıştıkça daha da içine çekiliyorum gönlümün. Her ne kadar vicdanım ve eylemim arasında sıkışmış değilsemde seni terkederken, acımdan kurtuluşu senden sıyrılmakla bulacağıma da inanmıyorum. Normal insanlar yıkmak veya yıkılmak içinayrılığın son gününü bekliyor olabilirler, biz normal değildik hiç olmadık abdullah. Başımıza getirdiğin bu felaketi nasıl her insan gibi kabullenebileyim ?
Benim ne türde bir çılgın olduğumu elbette iyi bilirsin, öfkemi yaptığın yanlışlarla sınadığımda tüm şehri yakacak güce erişiyor anarşist kudurganlığım. Ama ardımdan vurduğun darbe öyle şaşkın ve öyle çaresiz koydu ki beni, sendemi burütüs bile diyemeyen sezar garripliğindeyim. İhanetinin bana sunduğu tek faydadan yararlanarak kötü şeyler yazmayı ayıpsıyorum sana. Satırlarımın şikayet taşımasını istemiyorum o bile ağır geliyor şu son mektupta. Acıtıcı kelimelerimin yankısını daha yazıya dökmeden duyuyor gibiyim. Elim siteme dahi gidemiyor apoş ?
Biz birbirimize ilave değildik, bir büyük bütünün parçalarıydık, sen solur ben üflerdim sen solur ben.. iki kalp bir sevgi, çift gönül tek aşk, biz aynıydık abdullah.
Şimdi her nefesimin kaynağında süreğen bir tıkanıklık ve tuhaf bir acılık var, yüreğim daralıyor yardıma yardımına ihtiyacım var apoş ama sen artık bana o kadar yakın değilsin. Kahrımdan klavyem dolanıyor parmaklarıma,sen benim yazıya indirmeyi beceremediğim duygularımın sahibi, sen benim gönlümün duygu his ordusunun baş komutanı, sen ömrümün lideri değilmiydin bana bunu nasıl yaptın apoş.
Öylesine zor geliyorki şu an ve bu durumu yaşamak, önümde zifir karanlık olsa daha aydınlık gelirdi bu halden. En azından bir yöne yürür ellerimle yoklardım adımlarım önünü. Oysa şimdi elimi ayağımı sevdiğim adamı aldın sen benden, Hadi kendine yaptın da bana nasıl kıyabildin apoş?
Saflık yatağında huzurla uyuyan gönlüm güven yorganını da üzerine çekerek katışıksız mutluluk rüyasına dalmıştı. Gerçeğin set ve ansız sopasıyla dürtüldüğümde ben şimdi bir kabustan uyanıp bir başka kabusa mı başlamış oldum ? Mutlulukları ebedi zannedecek kadar aşırı melankoli de bir çeşit kabus türüdür öyle değilmi?
Şimdi bu yaşattıkkların bir rüya olsa Afrikada sefil bir kabilede ateşin başında oturmuş elinde çomağıyla közleri karıştıran seksen yaşında menzup bir kocakarı olarak uyanmayı tercih ederdim. Ama malesef tek gerçek var o da ihanetin abdullah.
Biz insanlar kollarımızı sonsuz açarak birbirimize dünya sevgiyle sarılabilme ayrıcalığıyla kutsandığımız gibi, yumruğumuzu çelik gibi sıkarak bir darbede evreni başımıza yıkabilme meziyetiyle de lanetlenmişiz.
İnsanın aşağılık taraflarına ihtimal tanımayan benim gibi kişiler, sevdikleri tarafından asla üzülemeyeceklerine inandıkları için diğer tüm durum ve ihtimalleri hesap edebilenlerden daha katışıksız huzurla yaşarlar ilişkilerini. Hiç hesapta olmayan hesap biçimi altından kalkılamayacak şekilde önlerine geldiği zaman, buna hazırlıklı olanlara oranla etkisi çok dah ağır oluyor. Zira böyle bir faturaya hazırlıklı değilsin beklemiyorsun. Sayende en basit neşe seviyesine çıkamam ben şimdi, bu perişan halim üzerine hiçbir şey inşa edilemez.
Kadın vadedilmeyi sever, ona en güzel vaadleri verip bu noktada çokta zor olmayan ikna sınırını aştığında, o kadın en güzeldir o an, sonrasında kuvvetle muhtemeldir ki kadın vaadi erkekte kadını unutacaktır. Fakat biz onlardan değiliz derdin ya hani ? Sen vadettin ben hep o saf kadın oldum, ve işte bizde onlardan olduk apoş.
Yeni doğmuş buzağanın nazik ve kırılgan bacakları üzerine o taze kudretiyle titreyerek kalkıp anasını ilk emişindeki o can bağı o kaygısızlık ve öyle kusursuz adanmışlıkla seviyorum seni. Ateşteki odunun sıcağa sıcağa yakınlığı, soğuk kar kütlesinin buza uzaklığı, herşeyin tersi gibi dümdüz bir aşkla seviyorum ben sei. Ama artık duygularıma yaklaşamazsın, bedenime dokunsan bile bana dokunaazsın abdullah.
Sen benim sevmek istediğim adam oldun hep, samimiydin içten’din duyarlı ve duygusaldın emsalsiz bir gönül adamıydın neredeyse müemmeldin sen.
Herşeyi göze alarak ihanetini samimiyetle anlatabilmeye varan cesur doğallığın pek az erkekte vardır. İnsan ilişkilerinde duyguların asıl düşmanı yalan senaryolar ve gerçekçi rollerdir sanırdım, sende bu taktiklerin her ikisi de yok biliyormusun. Her zaman dürüsttün ve dürüst olduğundan beni, bendeki seni kaybettin ne ilginç değilmi ?
Keşke bu kadar dürüst olmasaydın, her şeyini benimle paylaşabilirsin derken böylesini kastetmiş olmamalıyım. Bizim ana dilimiz lugatında ihanet kelimesi yoktu ekledinse de bana bunu söylememmeliydin, neticede ben bir kadınım herşeyi bilmek istemezler onlar apoş, özellikle aldatıldıklarını asla!
Yok o kadar da yakın bulmamamalıydın beni abdullah. Bir taraftan kendini bana böylesine dahil edip benzersiz samimiyet sergilemiş olman ahlaksızca gururlandırıyor beni, kafanın bu deli hasta tarafına ayrı aşığım o ayrı, lakin diğer taraftan aldatıltığım gerçeği duygularımın zihnine bir köz gibi değdiği zaman, can yarılsa da içine girsem diyorum.
Birbirinin dengi iki yanlı bu tezat, insan durumlarından farklı bir imaja bürüyor sanki ruhumu. Elbetteki yerinde olmak istemezdim, fakat şimdi gitmek yerine, beni bırakma diye yalvaran olmayı tercih ederdim. Duygularımıza sahip çıktığımız kadar ilişkimize sahip çıksak güç verseydik şartlar elbet böyle olmazdı. Sensizlik çok kalben mantıksız birşey ama senle olmakta şu saatten sonra akılsızlıktır. İlişkimizin bitişinden duyduğum büyük bir endişe var lakin bunu akıl mı gönül mü üretiyor kaynağını tespit edemiyorum şu durumda.
Hislerini öncesinde sonlandıran taraf, duygularının kodlarına ayrılık için işlenmiş acılara tabi olmazlar. Bizde hiç bir şey sonlanmış değil, aksine her saat artmakta sevgimiz. Şu satırlara ilk başladığım andan çok fazla aşığımdır sana, onun içindirki ıstırabımız büyük olacak.
Bana ne kadar düşkün olduğunu ve birbirimize aşk’sal obsesif bağımızı da iyi biliyorum. Hassasız, hastayız ve kendimize ne lazım olduğumuz durumda hasta ve sakat ruhlarımızın baş hekimlerini kaybediyoruz. Severek ayrılmayı ilk deneyecek bizler değiliz apoş, neticeleri ne oluyor hiç bilmiyorum ama başaranlar oluyor işte.
Giderken bile sana mı kaygılansam kendimi mi düşünsem sınırımızı keskinleştiremiyor kişisel hesap yapamıyorum. Kalabilsem her şey yine normale dönecek biliyorum, bana reva görüp yaşattığını telafi etmek için çırpınacak mutlu bile edeceksin yine. Ve ben o mesut günün konforunu bozmamak adına bu günümün çilesini satacağım.
Kinci insanlara da saygı duymak lazım lazım sanırım, zira yaşadıkları o günün cenneti hürmetine bu günün cehennemine ihanet etmiyorlar. Benim kinci olmadığımı bilirsin, açtığın yaranın etkisi keşke sadece kinden ibaret olaydı, o zaman senin yanında mutlu olmaya devam etmek için tüm geçmiş hesaplarıma ihanet edebilirdim. Ama her insan kendine yöneltilen bakışla şekillenip duygusuyla değer kazanıyor, her şeyimizin şiması imajı bozuldu şimdi. Bendeki sevginin büyüklüğü ve sağlamlığı ile koşullandırdığım yüreğim parçalandı apoş.
Biraz ağır olacak ama değil yaptığını unutmak, sana dair hatırladığım tek şeyin ihanetin olmaması için çok mücadele vereceğim ardımızdan. Çünkü kokladığı onlarca gülü hatırlamazken insan, ayağına batan tek dikeni unutamaz. Kaç kez üşüdük bilmeyiz ama bir kez yandıksa unutabilirmiyiz hiç ? tam yüreğimde hissediyorum sapladığın kıymığın acısını, canım yanıyor abdullah. Göğsümde acı bir kütle var, ona tam odaklandığımda yerini tespit edemediğim başka bir bölgeye kaçıyor içerimde.
Ağzım kapalı, çenemi kontrolsüzce ben kilitliyorum, burnumdan nefes alışverişlerim öfkeli ama tam ne için belli değil. Seslere aşırı hassasiyet, sesler sessizliğimi dinliyor sanki, odadaki bütün eşyalar beni gözetliyormuş gibi. Yüzüm asık, tırnaklarım iki katı sert, ağlamak kolay burnumu çekmek zor, elimin üzerine sildiğim salya sümüklerde yüzümün yansımasını görüyor gibiyim. Parmaklarımda ter avuçlarımda yanma hissi, yazdığım her cümle başı terlemiş klavyeye tutunmaya çalışan yapışkan edebiyat. Bunlarla mücadelem gittikçe güçleşiyor. Zamanın hızı ve yavaşlığının bir bensizlik uçurumuna doğru at başı ilerlemesi üzerimde tepinilerek gerçekleşiyor sanki, herşey çok hızlı, çok yavaş çok kötü abdullah!
Benmi düşüncelerdeyim onlarmı bnde, farkına bile varamıyorum herşeyin kaynağı şaşırdı, yorgunum hani çişim gelirde tuvalete gitmek zorun da kalırım diye ödüm kopuyor ne olduğunu anlayamıyorum bana , gözlerim kararıyor midem bulanacak sanki, ne olduğunu anlayamıyorum ölüyorum da yaşıyormuşum gibi, bize bunu neden yaptın apoşum.
Senden nefret ettiğim ilk günlerimin hatıraların abanıp bu ağır yükten kurtulabilirmiyim ? Hiç sebepsiz gülümsediğimizde saftirik beyin demekki mutluyum sinyalleri alırmış. Başlangıcımızda birlikteliğimizi zorunlu kılan etkin nedenden dolayı bende ürkek ve istemsiz sarılmalarımda demekki seviyorum algısı edinmişti sanırım duygularım. Sonra seni her sarışımda daha da hissedilir oldun kollarım arasında. Duygusal ve fiziki barbarlıkla giremediğin gönlüme gönlüme bir göz, bir söz ucuyla sızarak bağdaş kurup oturuverdin.
Şunu farketmiştim o zaman, karşı gönüle sevgi anahtarınla giriş yapılamıyordu, o kapı sevilme ihtiyacı tarafından içeriden açılınabiliyordu sadece. Sevilmek abdullah, yaşayan her canlının en büyük ihtiyacı isteği bu olsa gerek. Bu üstün niteliğin bir başka canlı tarafından kusursuz bir uyuşum ve berrak bir durulukla gönlümüze ulaştırılımı, ve o mistik hazzın varlığımızın duygusal derinliklerine değdiği andaki eşsizlik, o dış soyutun somutunla birleşip katılaşma duygusu...
Bu bize dışarıdan gelen en büyük insan mutluluğudur. Aşk abdullah, en özel Tanrı misafiridir o. Bu noktada tüm insan gönülleri Türk kültürüyle özdeşleşir. O kutlu msafirin ağırlığını ağırlama ve hislerimize ağırlatma telaşı üzerine düşeriz kapaklanarak. Duygularımızın eli ayağına denk düşmeyen bütün bağları birbirine dolanır, en saçma hal ve hareketleri en iyi yapabilme telaşı sarar bizi. Gönül tüm zenginliğini önüne koymak istese de ilk ikramını bile yapamaz. Demini almamış duyguları daha içine almadan kırılır heyecan bardakları. Raflardan içimize içimize düşer bin çiçekli aşk servisi tabaklar, tepsi yola çıkmadan devrilmiştir. Ve biz dünyanın en sakar en şaşkın en mutlu en aşık varlığı, saklamaya çalıştığımız her şeyin önünde çırılıplak bir tesettürle duruyoruzdur. Bütün bu beceriksizliğimize rağmen yaşamın ve yaşamanın en güzel manzarasıyla öz çekim anını işte bu haldeyken yakalamış oluruz. Sevgi gönülden süzülüp karşı sahibine geçerken her insanda bir başkalaşıma maruz kalsa da aşk tektir, ne eksik ne fazla herkeste aynıdır. Sen bana bunları yaşatmış adamsın ben sana nasıl isyan edeyim abdullah.
Sevgimizle sarıp sarmaladığımızın gönlümüzde kutsal bir dokunulmazlığı oluyor. Benimki bir sitem amacı, aksi halde hiç birşey söz altına alamaz seni. Varlığının örtüsü kalkıyor ya üzerimden, ruhumun şimdiden üşüdüğünü hissediyorum. Boynumu ne yana büksem bilmiyorum garipliğimden. Duygusal hücrelerim birer intihar bombacısı gibi ardı ardına patlatıyorken içimde kendini, masadaki zambak çiçeğinden bir yaprak dahi kıpırdamıyor ya apoş, o da ayrı yakıyor canımı.
Tıpkı soylendiği gibi, bir iç dünyan mı var bu senin kendi sorunundur. Artık zambaklara da küsüm o ayrı fakat kendime herkesten fazla dargınım. Doğa da hiçbir işe yaramayan ot gibi olmak istiyorum, ne yararım olsun kimseye ne de zararım, öyle gereksiz ve sebepsiz var veya yok olayım. Benim şair ruhlu sevdiğim, eğer seni düşünmekten kurtulamazsam, tekrar tekrar hatırlamaktan mutluluk duyacağım şeylerin başında gözlerimin içine dalarak okuduğun şiirlerinin emsalsız aksları gelecektir. Daha iki gün önceki ütopik gerçeklik nerede şimdi? dün ne kadar da geride kaldi abdullah.
Duygusal ayarlarıyla oynanıp gereksiz dış bağlantılar sebebiyle hisler virüs kaptığı zamn, bir eski hale getirme seçeneği yok insan ilişkilerinde. Saatler önceki zaman birimi çocukluğumuzun uzak yıllarına dönüşerek öyle ulaşılmaz ve öle özlenen kalıyor.
Belki uzun, belkide 13 yıllık ilişkiye kısa sayılabilecek bir veda mektubu bu, lakin ne kadar yazsam da arda kalan sonsuz satırların genişliği içimdeki boşluğuna sığacak değil elbet. Her sözden taşacaktır sızıntısı acımın... Kalmayı gitmekten çok istiyorsamda şimdi, ihanetin sen ve ben, biz üçümüz yapamayız aramızda onunla yatamam apoş. Şekerimsi ağzından iki dudak balı,sevginle iki dayanılmaz bakış türü ve yarim denerek çiçeklerimi uzaktan kemik gibi gösterdin diye çok özür dilerim ama aç köpek gibi ağzımdan salyalar dökerek koşamam sana artık apoş.
İnsan mutlu etmede ve aynı insanı o denli üzmede üzerine yok, beni bile dünyanın en mutlu insanı yapmış adamsın sen fakat sonunda gözlerim oyuldu. şimdi kör ettiğin insanı mehtaba çıkarsan ne fayda abdullah. benden mutlu ol ama bana okuduğun gibi kimseye şiir okuma emi apoşum. elveda...
27 temmuz 2016
Bafra cezaevi...
Aynur’a son mektup son bölüm..
Sen benim yasal zincirlere gerek olmadan bağlandığım kadın.
Tüm hesapların yeni ve yenden görüldüğü durumdan son merhaba.
Şimdi ötesinde olmak herşeyin, içinde bulunmak sensiz boş hayatın, ömrümün en güzel günlerinin en karanlık gecelere dönüşmesi ve deneyimlemek senden ayrı olmanın deneyimsizliğini...
Ne ailem var şimdi ne sevdiğim saağlığım ne özgürlüğüm, fakat umuttan yoksun olmakla kurtulamıyorsun ondan, aksine tam zayıflattığını düşündüğünde daha güçlü bir kuvvetle kuşatıyor insanı. Her çiçekte düşüncesi yükselen yarin şimdi soğuk duvarlara yansıyan sıcacık hayalinin tasvirini ya da içinde bulunduğum ruh halinin türettiği düşünceleri yazı haline getirebilmek ne güç.
Sen benim duygusunu okşayıp düşüncesini öptüğüm güze, ermiş bir sufinin yalnızca tanri aşkıyla yaşaması gibi bende sadece seninle yaşayacağım.
Zihnim sürekli imajına takılı, çok garip bir kesinlikte içimden fısıldadıklarıma cevap verdiğini duyuyor, gülümseyişini ve yüreklendirici bakışlarını görüyor gibiyim. Aydınlık ve sessiz kubbeleriyle bir cami insanda nasıl dua etme ihtiyacı uyandırıyorsa sende gönlümdeki eşsiz yükselişinle aşka dair ne varsa hepsinin şiirini söylemeye teşvik ediyorsun.
Senin olmadığın her yer en karanlık mekanıdır yaşamın yaşamanın, enterkedilmiş noktası ve her vuslatın uzak ucudur. Senden başka kimsenin yerimi bilmediği kendi içimde biryerde saklıyım aynur, birçok el dokunabilir belki başıma ama senden başka kimse okşayamaz başımı.
Sensizlik ölüm korkusu karşısında duyulan gizli bir cehennem kaygısına benziyor biraz, fakat sevme şansımızın yok olması gönlümüzün tümüyle ortadan kalkmasıdır ölüm. En korkuncu da yaşam tamamen elimizden alındığı halde umudun kesilmemesi, sensizlik buna en büyük örnektir aynur. Bu korku karşısında başıma gelen felaketlerin mizacımın nasıl da tuhaf yönlere kaydığını hissediyorum. Bütün erkekler gibi kusursuz olmaktan çok uzak bir yaratığım elbette, fakat varlığımda birçok kusursuz senlerin olduğunu duyuyorum.
Yaşamda yalan gerçeğe oranla daha büyük yer tutuyor yalan, en dürüst insanların bile birbirlerinden birşeyler sakladığı gerçeğini inkar edip camdan bakar gibi birbirimizin içini gördüğümüzü ya da en azından bazı konularda ikimizde iddia edemeyiz. Lakin sana olan sevgimdeki saflığı dürüstlüğü ve ona uygun kalp atışlarımı parmak uçlarımda dahi hissettim hep. Şimdi senin gönlün içinde yaşamayı becerememiş olmakla orada yeri olmayan bir insan olmak çok farklı şeylermiş gibi geliyor bana. Hatayı cahil yanın yapar ve cezasını en olgun yanına çektirir.
Çok şeyler yaşayıp gördüm, seni daha tanımazdan evvel o kadar zıt uçlu tezatlar görmüştümki ruhumdaki şaşma ve hayret etme duygusu azalmıştı. Böyle kısa yaşamda bu kadar tasayı şekillendirmekteki ateşliliğimi saçma bulmaya başladım önce, sonra yaşamın artık beni aştığını düşündüğüm noktada bıraktım herşeyin akışına kendimi. Mademki ben onu bu duyguyla yaşamayı beceremiyorum o beni yaşasın madem dedim. Bu kararımı belirleyen durum duygusal hassasiyetlerimin yaşama yumuşak kalması ya da kendimi hayata bağlayacak neden bulamamam değildi, benim için ilerisi diye bir hesap olmadığından kendimi herşeyin akış boşluğuna bırakmak düşüncesiydi. Tabi o zaman sen yoktun ve bu felsefemin ileri ki olası yaşamımda doğuracağı sonuçları inceleyip hesap edecek çapımda yok. Yirmi yaşımdan beridir sakattım, bir asker gazisiydim ama devlet ortada yoktu, insan için yaşamın yaşamanın en verimli çağlarını koltuk değneğiyle geçirdim 20 den 27 yaşıma kadar. insan vucüdunun yasalarını değiştirmiş bir bacağım, zihnin olağan hallerinin dışına taşmış düşünce yapım, ve en az bacağım kadar sakat ruh halindeydim. Parçalanmış bu oluşumların ince ipliklerinden sağlam bir anlam örgüsü dokumak zordu, insanın aptalca ve çıplak bir yaşamdan başka kaybedecek hiçbir şeyi yoktur diye düşünüyorum -ki sen olmasan korunmaya değer güzel anılarım yok ve halende öyle düşünüyorum.
Ayrılık ruhumdaki sana dair kuvvetleri dağıtmıyor aynur, aksine onları bir hasret kütlesi üzerinde toplayıp bu sayede büyük ve tek istek duyma kudretine erişiyorum. Küçücük yapılar ve uçsuz bucaksız ormanlardan başka birşey görmemiş köylü gözlerime Haydarpaşa’dan gördüğüm o ilk istanbul manzarası nasıl tuhaf gelmiş ise bu odanın beşmetrekarelik alanı da özgür ruhuma o kadar tuhaf geliyor.
Ancak daha 14 yaşında arka sokaklarında yatmaya başlayıp güzelliklerini henüz bilmeden en çirkin yönlerini görüp alıştımsa istanbulun, sensizliğinde arka sokaklarından başladığım cehennemine alışacakmıyım dersin? çok zor aynur ! Kendi icadım olan oyuncağım la tanıdım ayrılığın ilk kayıp duygusunu, dünyanın bütün renkleri çekilivermişti sanki gözümden. Arkadaşlarım hiç olmamış gibi yoktular, herşey eksilmişti sanki bir şeyden, ya da bir şeyden herşey. Sonra onu buldum, ah nasıl mutlu olmuştum sanki daha önce hiç mutsuz olmamışım gibi. Ayrılığın birleşimi unutturduğu gibi birleşimde ayrılığı ve acısını unutturuvermişti. S onra annemi kaybettim, henüz dört yaşındaydım beni terkettiğinde. Ayrılığın ne olduğunu bilecek yetim olmadığı düşünülmüş olmalıki dayanma gücümün haddi hesabı edilemedi öz annem tarafından. Şimdi seni kaybettim senden ayrıldım aynur. Ne annemin gidişine ne oyuncağımın kaybolmasına benziyor bu, tamam yine yaşamın bütün renkleri yok, tadı yok yine tüm tatların ancak dayanabilememe gücümü biliyorum bu defa.
Ayrılığa geliştirdiğimiz kaygı türü ölüme oranla çok daha ürkütücü boyuttadır, zira ölüm mutlak olan ve insan zihni onu en arka odalarda da kapalı tutsa bir şekilde kabullenmiştir. Ama ayrılık bizim için netice beklentili bir durum değil ve buna hazır varlıksal bir kabülümüz yok aynur. Ölüm Allahın emri umutsuz mutlak son o değiştirilemez fakat ayrılık insan kararı herzaman değiştirilebilir herzaman değiştirilebilir umutlu son. Kldıki ölürsün beklentiler ötesine geçersin, ayrılırsın çok ötede küçük bir beklenti gözünde büyür ondan medet umarsın.
Çocukken gece yarıları kabuslarla zıplayarak koynuna koşabileceğim ebebynlerimin olmadığının ürkütücü gerçeğiyle karşılaştığımda ailemin olmadığını ilk ozaman anlamıştım. V e sormuştum kendime, ben şimdi bir kabustanmı uyandım yoksa bir kabusamı başladım. Sonra tekrar uyutmaya çalışırdım kendimi, aynı kabusu göreceğimden korkmazdım artık çünkü uykumda gördüğüm be kadar kötü olsa da uyandığımda göreceğim kadar kötü olamazdı o. Yıllar sonra aynı şeyleri şimdi tekrar yaşıyorum, anlık bir sıçramayla uyanıyorum uykudan, sonra etrafıma bakıp gerçekleri algıladığımda yorganı kafama çekip tekrar uyumak kabus görebilmek için can atıyorum. Çocukken tekrar uyuyabildiğimi hatırlıyorum ama şimdi uyuyamıyorum. Benim için büyümek zordu aynur, gel görki büyüdüm, on defa ölmem gereken yerde ölmedim yaşadım, el bombası yedim yaşadım, üç kurşun yedim yaşadım, yirmi yaşımdan beridir hayatımın en güzel senelerini 22 yıldır sakat geçirdim yaşadım, insan doğasının fiziki ve ruhsal tüm durumlarının çetrefilli yapılarına direndim hiç yaşamamam lazım geldiği halde istemeden yaşadım aynur.
Nietzsche haklıydı, öldürmeyen herşey gerçekten de güçlendiriyordu insanı, fakat her darbeye karşı bir bütün olarak sertleştikçe sertleşip kırılıp dağılmadan zırhlı bir cam gibi tek parça kalsakta kırk bin yerden yaralanıp, insanın insana sarılmasının bile tuhaf geldiği ruh haline sürüklendikten sonra yaşamsal gücün artmış neye yarar.
Elbetteki insan kendi hataları dışında sürekli olarak acı çekmez, kendimi tamamen boşluğa bıraktığımda bile ben napıyorum diye düşünmedim değil, fakat temiz su da mı yüzüyorum ki ardımı bulandırmamaya uğraşayım psikolojisinin mantıksız mantığı yutuverdi beni. Çevrem suçlu doluydu sokakta yatan insan için sosyal düzeni olan çevre hemen hiç yok gibidir , bende suçlar işledim evet, aslında bu işe ilk başlarda onursuzca bir iş gibi bakıyordum. Bundan nefret ediyordum ama sokakta koltuk değneğiyle aç kalmaktan soğuktan ölmekten daha az. Ebu zeyd gıfarinin dediği gibi; geceyi aç geçirip te kılıcına davranmayanın aklından şüphe ederim mantığıyla hareket etmek zorunda kaldım. Sonradan pişman olacağım işler yaptığım zaman, ihtiyaç duyduğunu bildiğim kimselere bu işi dengeleyecek başka bir şey yapmam, artık pişmanlık üzüntüsünü pek çekmememi sağlıyordu. Yaşamın iyiliklerinden uzak kalınca kötülüklerine daha çok kafa yoruyor insan.
Ben şimdi talihin bana sunduğu bu ayrıcalıklı aleyhte tutuma vurgu yaparak, lehime bir kavram oluşturmaya cabalamıyorum. Aslında ben yapmadım hepsini kader yaptırdı falan da demiyorum, aksine yanlışlarımı bizzat ben yaptım ama o beni şu bene anlatmak dahi güç iken sana anlatmak nasıl mümkün olabilsin aynur. Bunları seninle paylaşmadım hiç, sıkıntılarıma seni ortak etmememek gibi bir felsefem her zaman vardı bilirsin. Ne desem boş, geri getirilmesi mümkün olmayan şeyler bunlar ve çok saçma duruyor geri bakınca herşey. Her ne yaşadımsa iyi veya kötü hiçbirşeyin kahramanı hissetmedim senden başka kendimi, seni tanıdığımda belki bin kadın deneyimi olan deneyimsiz bir ayartıcıydım ben sadece. Gönlümün ev sahibi yoktu, yatağımda misafir eylemler ve tenimde bin hazzin kirli parmak iziyle kalabalık bir yalnızlık çöplüğündeydim. Yaşamın bütün rahatlığını düzenli dış olaylar silsilesine dayandırmaya çalışarak eğlenmeyi, günübirlik eğlendirilebilmeyi amaçlayan bir asalaktım. Kadına doymuyorumdum, bir defa beraber olduklarım önemini yitiriyordu, birlikte olmadıklarım ilgilendiriyordu beni artık sadece. Bu durumumda erken yaşta anneden ayrılmanın bir Freud etkisi varmıydı bilmiyorum ama gerçek böyleydi.
O sebep tepeden tırnağa seni sanki bir matem elbisesi ile simsiyah gördüğümde, günübirlik yaşamıma anıbirlik girerek bir gece sonra çıkacak sıradan kadınlardan biri idin benim için. Net imansızı bile imana getirecek kadar kusursuz yaratılan güzelliğin, yaklaşımımın defolu zihniyetinde daha en baştan kusurluydu benim için.Ilık bir meltem rüzgarında bile kırılgan ve korkunç bir tehlike altında bulunan kuğu boynun üzerine ilahi bir kudret ile oturtulmuş bir sanat eseri olarak duran abide başına ilk baktığım zaman aynur, her gözü aşka davet den o kutsallıkta neyi görmem gerektiğini bilmeyen madden ve manen ateist bir körlük içerisindeydim ben. Sırf tensel ve aç dürtülerimden beslenen hayvani amcımın mekanik tacizlerine karşı kendince savunmalarını daha önce çok defalar karşılaştığım her kadında bir ölçü var olan gerekli bir gereksizlik ve fethedilmeye hazır bir nazlı ön çephe savunması saymıştım.
Duyguların tenin kadar ilgilendirmiyordu beni, hayvani yaklaşımımla kudurgan kollarımı sararak sana tecavüz ettiğimde, saf bir çocuk gibi burnunu çekerek ağlaman sadece şaşkınlık yaratmıştı bende. Zira kadınların bu yönünü hiç görmemiştim bende tanımıyordum. Sahip olduğumu düşündüğüm onlarca kadın içinde fetih duygusu yaşamadığım ilk ve tek kadındın sen. Sonra yine o şirin burnunu çekerek gittinya aynur, ardından etkin bir pişmanlık etkili bir vicdan acısı düştü içerime, vicdanımdan kaçtım fakat eğer vicdanın seni arıyorsa hiçbir yer güvenli olamıyormuş o zaman anladım aynur. Gerçekten bir duygun olabileceğini ardından oluşan o ilk boşlukta hissedebildim ben.
Beni büyüten babaannem geldi aklıma, ve kızkardeşimin sana benzer hayalleri hesap sormaya başladılar benden. İçimin içerisine bir kıymık battı, insanın burnuna da kramp girebileceğine ilk o zaman şahit oldum ve bunun karadenizli olmamla bir ilgisi yoktu. Sana şimdi içimin en mahrem hallerini açarken, samimi düşüncelerimi senin hoşuna gidecek şekilde süsleyerek duygusal bir menfaat amacı güdüyor değilim. Yazdıklarım aynur, beklemekten kokuşmuş gerçeklerin taze itirafından başka şey değil. Hasta ruhum, kişiliğim ve vicdanım arasında alimi kıracak boşlukları bir zalim doldurmuştu sanki o gün. Hiç tanımadığım duygular girdiler o mavi odama, öyle yaktılarki canımı aynur, iki intihar üç yaşam denemesi ve yirmi sekiz yıldır sürdürülemeyen bir sürdürülmezlikle çıkmıştım karşına, fakat hiç senin orada hiçbirşey yapmamışlığın kadar canımı yakan birşey olmamıştı ve varlığımın toprağa o kadar yakınlığını hiç hissetmemiştim. Çok ağladım, ağlamaktan tıkandım dinlendim tekrar tekrar ağladım. Beni ilk defa yalnız bırakman sonrasındaki bu ağlamam, ne şimdiki gibi hasretine ne ayrılık acısına idi, o çok dahavarlıksal birşeydi aynur. En büyük ceza sensizliktir şimdi şimdi bana, bunu her yangını görmüş tatmış deneyimli bir insan olarak yazıyorum. Yokluğunun değişmeyen acı biçiminin ne değişken eziyet türlerinde usta olduğunu elbette iyi bilirim. Her duygunu eksiltip duygularını yetim bırakarak, hayatın her şeyini senden alıp yaşamın nefesini kestiği anda yaşaman için kısa ve acı bir soluk üfler o...
Sinema da ekrana bakmaktan ürktüğün ve benim bu davranışlarına her defasında muhalif olup sana sitem ettiğim işkence türü filmler yokmuydu hani ? İşte orada uygulanan işkenceler aynur sensizliğin bana yaptıkları yanında çok sıradanlaşır. Testere gönlümü ikiye biçerken tenin hükmü kalmıyor aynur. Sen yine benzeri siyah elbisenle tekrar bana geldiğin zaman, dünyayı aydınlatan yıldız, geceleyin gündüz aydınlığından yapılmış bir inci kadar güzel olduğunu işte o zaman görebilmiştim. Ve artık kendine ait duygular taşımıyordun sen. El avucunu diğerinin içine alarak, yana döndürdüğün bileşik dizlerin üzerine kalbin kadar kırılmış dirseklerin ucundan sihirli bir dalın cennet yaprakları gibi bıraktığın ellerin, herşeyin bilmediğin tezahürünü dayamıştı içerime. Ve daha dünün en düşüncesiz en zalim en duygusuz adamına bile, bu gün kendince edebi zorunlu kılan özge nezaketinle artık bütünüyle ban aittin aynur. Yüzünde yanımda olmanın huzuru değilde saklanmaya çalışılan endişenin ağır tedirginliği vardı. Eğer bu halin vicdan duygularına dünden kalan sızılarımla ağlamadımsa, bunun nedeni en azından artık burnunu çekerek ağlamıyor olmandan duyduğum alçakça özgüvendi.
Her şeyin beni ilgilendiriyordu artık, her halinle ben alakadar olmalıydım. Başkalarının sorunlarını kendi saplantılarım haline getirebilme huyum hep vardı bilirsin, ancak lehine veya aleyhine oluşabilecek durumlardan sonu saçmalamaya varacak öngörülere kadar anlamlar yükleme öngörüler üretme huyum ilk o zaman başlamış olmalı. Sonra dahada vakıf olacağım üzere, hassas anlarında yarım nefes almalarını omuzlarını öne düşürmek ve sırtına kaplumbağanınkine benzer bir şekil aldırman takip ediyordu -ki o an senin kambur olabileceğini düşünmüştüm. O narin boynun bitiminde olağanın dışında çok ön planda yer tutan üst iki kaburga kemiğin varya hani ? Yarım nefeslerine eş zamanlı olarak her iniş kalkışları içimdeki taze yangının közlerini harlayıp büyütmeye yarayan sabotajcı körükler gibi çalışmaya ilk o zaman başlamış olmalı. Karbeyaz alnın üzerine ışıltılı kahvelikte simler gibi dökülen ince bir ipek saçların altından, o herşeyi yutmaya hazır kara delikler gibi kocaman petek gözlerin büyük olduğu kadar da tedirgindi. Sanırdın ceylanlar aynı duyguyla bakmayı senden öğrendi. İşte benne güzel baktığını yüzüme başını kaldırmaktan korktuğun o zaman da öğrendim.
Sana tecavüz edip üzerine telefonu eline alarak lavaboya gitmene izin vermemin benim için ne sıkıntılar doğurabileceğini hiç düşünmedim bile. Çirkinliği uygulayan biri olarak, kötüyü hesap edemeyen saf yanlarımda çokmuş işte buradan anla. Hani sormuştıum ya sana bir telefonla beni yakabilirdin aynur neden yapmadın diye ? Sana birşey yaparlardı diye korktum diyerek tekrar o şirin burnunu çekerek ağlamaya başlamıştın hatırlarmısın ? Ellerimle sıcak bir kor gibi basmıştım göğsüme koca başını, içimden çok daha fazla yanıyordu sanki avuçlarım. Ne tekrar burnuma giren kramptan ne yine yanan gözlerimden süzülen yaştan haberin oldu senin. Ne de onları ince saçlarına düşürmeme gayretimden aynur haberin olmadı hiç. İnsan içine böylesine işleyen saflık ve o soyleminin insan ruhunu felç eden aksları hala şakaklarımdadır!
Böylesi yücelikler edinmiş bir yürek, öylesi özel ve güzel bir bedeni nasılda tamamlayarak birbirini bulmuştu. Ve bu kutsi varlık beni nasıl nereden bulmuştu. Sanki dünyanın başı ile sonunu tutuyordum an ellerimde. Aniden hışımla kalkarak lavaboya koşmuştum hatırlarmısın ? hıçkırarak ağlamanın benle arasına koyduğum tüm setler yıkılmıştı ve benim bunu zavallı bir diş sıkma ile engeleyebilecek gücüm yoktu artık.
Türk’ün aklı gibi aşkı damı orada gelir bilmem ama şu varki sana aşık olduğumu hissettiğimde klozette oturmuş ağlıyordum ben. Odaya döndüğümde sende bende iç dünyamızı saklayıp sadece ağlamakla kaldırdığımız örtüleri tekrardan örtünmüştük. İçinde bulunduğumuz durum bakmayı konuşmayı yasaklamıştı. Lakin susmak bile konuşmaktı artık bizim için ve sessizlikte biliyordu bir şeyler anlatıp anlamayı. Şampanya içmiştik hani? aynı şişeden doldurduğum kadehlerimizden öncelikle benim içmemi beklemiştin. Sanıyorum bu kaygın dünün faciası sonrası bir çeşit kaygının tedirginliğindendi. İçine ilaç atmamdan korktuğun alkolün iki kadehinin sanki komple ilaçla doldurmuşum gibi seni çarptığına şahit olduğumda biraz önceki güya kendince tedbirinin saçmalığına ve bu durumunun o saf haline yansıyan şirin komikliğine tekrardan aşık olmuştum. Yeni ve yeniden tekrar tekrar hatırlamaktan mutluluk duyduğum ve beni neşelendiren anların başında o saçma ve tatlı halin gelir.
Kusmaktan kormana rağmen defalarca üzerime kusmuştun, sonra uyudun, yüzüne hiçnir insanda görülmeyen bambaşka güzellikte açılardan korkunç bir mükemmellik yayılmıştı. İnik göz kapakların çehreni gözlerin bölmediği kusursuz bir devamlılık sağlıyordu. O güzel ve kocaman gözlerin hiç ortada yokken bile yüzün alışılmadık bir ihtişama bürünüyordu. Ben ise mutlulukları ebedi zanneden saf bir kayıtsızlık içerisindeydim aynur.
Uyandığında ayıktın ve terbiyen gerçek durumunu bildirmene izin vermiyordu yine, ama senin isteyip istemeyeceğin herşey benim içimde olup bitiyordu artık. Kadınların zihinsel özellikleri ve ve fiziksel güzelliklerine ilgisiz kalmışımdır hep, eğer bir kadını bunlar için övüyorsam ya nezaket icabı ya da onunla yatabilmek içindi. Birtek senin ahlaki dehana ve kusursuz güzelliğine hayran kalmıştım. Sonra yine içtik, gözlerimi dudaklarından ayıramiyordum, her saçma kelimen bile bir yaşam sırrıydı benim için. Yine kustun üzerime defalarca, sarhoşken bir kaç teli kopmuş diğerleri de gevşemiş bir müzik aleti gibi çıkıyordu sesin. Ah ne tatlıydın aynuş...
Sayısız kusurun sahibi olmak kusursuz bir aşığa dönüşmesine engel değildi ve ben mutlu bir günün bütün kara günleri silebildiğine yine seninle o zaman şahit olmuştum.Tüm benliğimle kutlu bir sihirin etkisi altındaydım, dünya yine büyüktü fakat o gün bir merkeze sahip olmuştu. O gün bu gündür varlığımın üzerinde parlayan ışığın nerede olursam olayım günbegün artarak beni takip etmektedir.
Elbetteki yazılarımda duygularımdaki büyü yok, ve bir resme bakar gibi hayranlıkla uzun uzun bakacak değilsin cümlelerime belki, içimi içine hissettirebilmenin minicik bir yolu olabilse keşke. İnsan gönlü için en elzem konuda neden bu kadar başarısısız aynur ?
Peki bu en hayati hususta eksikmi donatılmışız ? ya da tanrı böylemi istedi, ulaşılamayan şeylerin ulaşılmış tan daha yüce olduğunu insan için en iyi bilen Tanrı, sevgi aktarımında aşılması gereken kritik bir eşik koymayarak bilerek isteyerek mi bu yönde bizi eksik bıraktı?
Belki bu soylem için zor fakat doğamızın lehinedir, zira varlıksal sebebimiz gereği her başarı bir süre sonra sıradanlaşıp kendini küçültmeye başlar. Eğer sevdamızı beslemek istiyorsak sözlü yazılı veya eylem yoluyla hiç mutfaktan çıkmamamız gerek.
Çok özlüyorum seni aynuş, sana dün dokunmuş olmanın mutluluğu yanında bugün dokunamıyor olmanın ıstırabı çok çaresiz kalıyor. Öyle şeyler yaşadık ve öyle talı hatıralar bıraktık ki bir birimize, onlar benim hayatımı sonsuza kadar renklendirmeye yetmesi gerekmez miydi. Oysa sanabirkez olsun dokunabilmiş olmakla bir ömür mutlu olmam lazım gelmezmiy di aynur. Bu açıdan bakınca gözümdeki değerine zarar vermiş sevgimi küçültmüş gibi hissediyorum kendimi.
Ama her zaman birimi kendi değer ve dokunuşunu taşıyor, şimdi o mesut insan ben değilmişim gibi, onun pantolonunu ceketini onun ayakkabılarını giyorum bu doğru. Fakat seninle güzel olan herşeyi bir başka ben yaşamış ta hasretinin ve ayrılığının acısını bu bene yüklemiş gibi,. Kollarımsan hiç sarılmamış gibi mahsun, seninle olabilmiş olmanın gururuyla aynı anda sensiz kalmanın şerefsizliğini yaşıyorum. Bin eksiğin bir doluluğu var içimde aynur. Sana sevgiden başlamanın alemi yok, zira o sevgi değilmidir ki senden başlar. Neden sürekli düşünüyorum seni? yok hani uyanır uyanmaz neden karşımda görüyorum seni ? Ne bu şimdi aşkmı aynur ? Bahsi geçen ilahi aşkları okuduğumda bu kadar ayrı kalmanın sensiz olmanın beni verem kanser birsey etmeliydi ama henüz değilim de? Neden böyle içim acıyor sensizlikten, neden çektiğim tüm diğer acılar yokluğun içinde kaybolup gidiyor senin ? Hasretinin sıkıntısının tek olumlu yanı ne sağlığımı ne kimsesizliğimi ne de diğer sayısız ıstıraplarımın acısını gerektiği gibi hissedemiyor olmak.
Şu an gecenin üçü aynur, niçin uyandım bilmeden sana yazmanın karşısında buldum kendimi, peki şu satırların vakti midir bu saat? Sesinin kulağıma, eşsiz güzelliğinin çirkinliğime, kadife teninin standart dokuma uzaklığını düşündükçe bilinen bütün işkencelerin bilinmeyenlerini çekiyorum. Ölüyorum, ölüyorum da onu da dersem yalan olur ki ölmüyorum da aynur.
Fotoğrafın yatağım başından uzanabileceğim ilk ve en kutsal değer. Fakat gözlerimi açıp hayalinle karşılaşarak hatıralarımızı insandan beklenmeyecek üstün bir kuvvetle zihnime taşıdığım zaman, o fotoğrafa bakma ihtiyacı bile duymuyorum bazen. Çünkü her nerye baksam fotoğraftan çok üstün bi detaya birebir sen yüzün yansıyor gördüğüm yerlere. O sebep geçenlerde tam bir gün boyunca fotoğraflarına bakmadım düşünebiliyormusun ?
Ne koltuk görüyorum ne perdeler ne halı ne yatak ne yorgan, sanki kutsal bedenine yakınlaşıp karşılıklı durarak öylece kalıyorum bilmem kaç zaman. Acıyı acısız çekme sanatı edindim, belkide sırf ruh hastalarına özgü sağlıksız bir başarıdır bu.
Varlığımın en kötü yanı yanındasızlığı, tüm ruhunla kucakladığına parmağının ucuyla değememe, burnunun ucundaki gülü koklayamama, avuçların ortasındakini tutamamanın çaresiz çaresizliğiymiş özlem. Gün boyu hayalini kurduğuna akşamına bir dakikalığına dokunulabilseydi keşke, ölmüşken yaşıyor olmanın küçük ama büyük bir ödülü olurdu bu.
Sana duyduğum sevdadan minnet faizi bekleyecek değilim. Bu sana iki tatlı söze malolsa bile güzel bir gün geçirmeme yardım et demeyeceğim artık.
Ama ah ne kadar önündesin her şeyin aynur, ne kadar da ardında, baktığım herşey senden yapılmışken ne kadarda çok şey var her şeyde senin olmadığın. Şu yarım vuran güneş tıpkı sen gibi ısıtıyor içimi,şu keskin rüzgar tamda sen gibi okşuyor ensemi. oysa sen olmasan hayat ne zor, ne kolay aynur. Kolay; olmasan olmuş olan yada olmakta olan diye birşey olmazdı, hani olan olmamış ki gerisi olsun. Zor; sen olmasan yüküm olmaz sevincim hüznüm olmaz ben böyle yanmazdım canım acımazdı aynur. Sen olmasan bu ben ben olmazdım. Gerçekten seninle olmuşluğum varmıydı benim, elini tutmuşluğum sarılmışlığım hani ? öpüşmüşmüydük biz aynur ? inanmak ne zor, ne kolay aynur!
Gözden uzak olan gönülden de olur derler atalarımız ama yanılmışlar, gönüle gerçekten girebilmiş kişi yanlışlıkla odaya girmiş olup ve çıkmak için oradan oraya gezen bir arı gibi dolaşsa bile çıkmasına imkan yok. Nasılki gözlerin hiç görmediği peygamberler milyonlarca inananın daimi içinde ise, sende benim gönlümde öyle düğüm düğümsün! Yalnızlık Allaha mahsusta değil üstelik, değilmi ki sonu olmayan sonsuzluk onun elinde,isterse kendinden bir daha beş daha yaratır. Meleklerden cihan cinlerden dünyalar hurilerden saray yaratır, ol dedimi olacak hayaller yaratır hayalimize bile gelmeyen. Rüyalar yaratır gerçeğin tam kendisi olan, ben senin sevginden başka neyin yaratıcısıyım ki ? hatta onu bile sen yarattın aynur.
Yalnızlık bana mahsus aynur. Ulaşamıyorum ya sana, insan ne garip şeylerden medet umuyor, mesela kendi burcum zerre ilgilendirmiyor beni, bugün nasıl olabileceğini burcundan öğrenebilmelere kaldım. Eğer burcunda sevimsiz bir durum okudumsa hemen kendi burcuma geçiyorum, ve ruh halimi tutturmuşsa senin burcundan okuduğuma mutlak inanıyorum. Hiçte kıymet vermezdim böyle şeylere bilirsin, şimdi nasılda modumu değiştiriyor işte onu bilemezsin. Sensizliğin bana yaptığı tek iyilik beni mütemadiyen sana hasret yaşatarak ölünceye kadar sana aşık kalacağımı kesin kez sağlaması oldu. Yanındayken uyurdum başımda güzellik erdem yani sen beklerdi, şimdi özgürken hapisim ve başucumda gardiyan jandarma ordusu dikiliyor gibi çirkinlikler bekliyor.
Sana ne kadar aşık iken ne kadar az şey verebildim. E n çok seni mutlu etmek isterdim oysa en çokta seni üzdüm, ne sana ne ailene ne evrene böyle mahçup düşmek bir derece herkesi üzmek istemezdim. Ben yillarca bağlı kalmış büyük ve yabanci köpeği salacak kadar duyarlı, sen anama kulağındaki küpeleri çıkarıp verecek kadar duyguluydun? Hata yaptım tamam, fakat sırf sevgilinim diye masum bulma zorunluluğunu hissetmeyip aksine en sert tepkiyi ve darbeyi vurmak neden aynur ?
Sen boyanla makyajınla değil, erdeminle namusunla güzelsin. Ben bir erkeğim, cinsiyetimin kusurlu filtresinden geçirmeden göremem dünyayı.
Yanlışlarımı biliyorum, hak ettiklerimin hakkını da en yükseklere koydum. Sen bana bunu yapmazdın, yaptınsa hele sen yaptın sa mutlak haketmiş olmalıyım. Ama bu kadar ağırlığın altından kalkamıyorum aynur. Bazı insanlar vardırki biz onları gömdük zannederiz, oysa onlar yüreğimiz olmuştur. Tamam soluk alıp verir gibi onları düşünmemeyi becerebiliriz belki, ama varlığımızın en derinine asla silinemeyecek anılarını bırakmışlardır. Ne kadar istekli olursan ol, beni yaşamında ne kadar kaybedebilirsin aynur? zira sen bir arkeolog olarak geçmişin gelecek için ne kadar değerli olduğunu daha iyi bilirsin. Başkalarının mutluluğu artık mutlu olmayacak kimseler için mutluluk mudur bilemem. Ben seni başka elde görmektense diri diri yakılmayı tercih ederim. Benim sevgim senin fiziki varlığının çok ötesine geçmiştir aynur.
Sevilen kişinin gerçekte bir yerlerde olup olmması yaşayıp yaşamadığını sormaması bu anlamda önemli olmaktan çıkar. O sebep daha ilk kavgamızda neden ayrılmadık diye üzüntü duymuyorum şimdi, evet belki o zaman bukadar acı cekmezdim ama sürtüşmeyle geçen her yıl ah nasıl güzeldi. Her şeyi olana verilebilecek pek birşey yoktur yaşamda, benim hiçbir şeyim yoktu sen bana seninle herşeyi verdin aynur.
Eziyet etmekte olduğu bir böceğin artık kıpırdamadığını gören bir çocuğun kaygısı düşmeyecekse içine, bunun sebebini kendimden bilirim.
Anlatılması gerekenlerin doluluğuna karşın bomboş sayılabilecek satırlarımı bitirirken, tüm varlığımla itraf etmeliyim ki;
Bizim ilişkimizde biri iyilikmi etti, güzel bir sözmü duyuldu, mutlumu olundu yüzlerimizmi güldü hepsi sendendir. Üzüntü adına, kötülük ve beğenmediğimiz en küçük hoşnutsuzluk içeren şeyler adına ne varsa hepsi benden kendimden gelir. Her şey başka olabilirdi geçmişi toparladım tertemiz çıktım karşına, fakat geleceği toparlayamadım. affet Aynur...
Mektuplar bitti, fakat sevda’nın hüzünlü bir devamı, acı ve gerçek bir sonu var..
Devamı var...
[ italik
YORUMLAR
Cerenin yüzünden okuyamıyorum . Kimseye fırsat vermedi ki ama aaa aşkolsun ya .. .böyle takipçi dostlar başına . Gelip gidip okuyor. Ya böyle bir olay olmuştu eskiden .sonra bir baktık ki yazan ve yorumcu aynı kişi çıktı. bu kısa anımı sizinle paylaşmak istedim . Ne ilginç insanlar var değil mi kalem dostu ... !
Sevgilerimle :))))
ceren76
Den(iz)
O Aynur'un kim olduğunu hayranı olduğunuz sayfa sahibi ve siz biliyorsunuz gibi duruyor. Bizim Aynur bakmaz o işlere ablacım :))))
'' Bizim ilişkimizde biri iyilik mi etti, güzel bir söz mü duyuldu, mutlu mu olundu yüzlerimiz mi güldü ? Hepsi sendendir. Üzüntü adına, kötülük ve beğenmediğimiz en küçük hoşnutsuzluk içeren şeyler adına ne varsa hepsi benden kendimden gelir. Her şey başka olabilirdi. Geçmişi toparladım tertemiz çıktım karşına, fakat geleceği toparlayamadım. Affet Aynur ! ''
... Zira yaşadığımız şeyin içinde aşk, dışında ne ararsan… Mazinin öbür yanı ki , beriki yanına benzemeyen, o ne ararsan türünden dolu.
Aşk iyiliğin değil, aşk kötülüğün giysisi. Ben soğuk zamanlardan geçerken hep üstümde taşıdığım ama sıcakta üzerimden sıyırırken yine de yanımda taşıdığım türden.
Yine o türden bir aşk, aşk olsa …