- 1253 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
BİR YASAK KİTABIN ÖYKÜSÜ...
Matbaanın 1452 yılında ilk kez bu günkü Almanya’da Jan Gutenberg tarafından kullanıldığını, Osmanlı Devletinde de 1500 lü yıllarda gayrimüslimlerin matbaa kurarak gazete ve dergilerini bastıklarını ancak Türk ve Müslüman olanların matbaa kurmak ve işletmek hususunda 1730 yılına kadar beklediklerini, 1730 yılında Said Efendi ve İbrahim Müteferrika tarafından ilk Türk Matbaasının kurulduğunu, ancak şeyhülislam fetvası ile kurulan matbaada önceleri dini nitelikli eserlerin basılmasının yasak olduğunu ve ilk basılan eserin Vankulu Lügati adındaki bir sözlük olduğunu okullarda okuduğumuz tarih derslerinden iyi kötü biliriz. Peki Türk milleti olarak matbaayı kullanmaya başladıktan sonra ilk yasaklanan kitabın hangisi olduğunu ve niçin yasaklandığını merak eden var mı? Varsa işte o sorunun cevabı.
Matbaayı kullanmaya başladıktan sonra basılan kitaplar içinde ilk yasaklanan kitabın yazarı Sümbülzade Vehbi Efendi’dir.
Sümbülzade Vehbi Efendi deyince sanırım edebiyatla çok ilgili olan arkadaşların yüzlerinde sinsi bir tebessüm belirmiştir. Zira ona ait oldukça müstehcen bir şiir vardır ki edebiyat dünyasında ’Rücu’ denen söz sanatına gösterilebilecek en muazzam örnektir.
Aslında rücu uzunca bir şiirin en son dizesinde yukarıda söylediklerinin tamamından dönmektir . Bu yönüyle bakıldığında Sümbülzade Vehbi’nin Rücusu oldukça farklıdır zira Onun beyitler halinde yazdığı rücusunda her beyitin ilk mısraında insanın yüzünü kızartacak kadar porno ifadeler yer alırken ikinci mısraında görürüz ki anlam çok farklıdır. Hatta bu rücunun bir hikayesi de vardır.
1718 de Kahramanmaraş’da doğup 1809 da İstanbul’da ölen Sümbülzade Vehbi demek oluyor ki Osmanlı Padişahlarından I. Mahmut, III.Osman, III. Mustafa, I. Abdülhamit , III. Selim , IV. Mustafa ve son olarak II. Mahmut Dönemlerinde yaşamış bir insandır.
Bahsi geçen ve bizlerin Rücu olarak bildiğimiz o meşhur şiirini de tahmini olarak III. Selim döneminde yazmıştır.
Rivayete göre padişah, Sümbülzade Vehbi Efendi’ye ’ Bana öyle bir şiir yaz ki beyitin ilk mısraını okuyunca cellat diye bağırayım, ikinci mısraını okuyunca sana bir kese altın vereyim’ der. Bunun üzerine Sümbülzade Vehbi Efendi başlar yazmaya: ( Aslında Padişah III. Selim oldukça zarif, şair ruhlu bir insandır. Böyle bir isteği ona pek de yakıştıraram ben.)
Son dizesini yazayım, daha öncekileri siz tahmin edin. Merak eden de google dan bulabilir.
Son dize şöyledir:
Sen her gece gelesin ben Vehbi’ye veresin.
Esselamü aleyküm, aleyküm selam.
Sümbülzade Vehbi dediğimiz zaman akla gelen ilk şey işte bu dehşet şiir olmakla birlikte asıl görevi kadılık olan Sümbülzade Vehbi’nin daha pek çok eseri vardır ki bunlardan en bilinenleri Tuhfe-i Vehbî, Divan, Lütfiyye-i Vehbi, Nuhbe-i Vehbi, Şevk Engiz ve Münşeat adlarını taşır.
Divanı 5732 Beyitten oluşur ve Sünbilistan olarak da bilinir.
İşte bu eserler içinde 770 beyitlik ve münazara tarzında yazılmış olan Şevk Engiz adlı eseri Türk Tarihinde yasaklanmış olan ilk basılı eser olma özelliğini taşır.
1789-1797 yılları arasında bir tarihte yazılmış olduğu tahmin edilen Şevk Engiz oldukça ilginçtir. Günümüzde bile oldukça marijinal karşılanabilecek bir eserdir. Zira eserde bir zenpare ( Zampara, kadın-kız düşkünü) ile bir mahbubperest ( Oğlan düşkünü ) arasında kadının mı yoksa oğlanın mı daha güzel olduğu, hangisiyle aşkın ( daha doğrusu seksin ) daha haz verdiği üzerine bir münazara vardır. Ancak daha da ilginci böyle bir münazarının sonunda varılan ortak noktanın ilahi aşk olmasıdır.
770 Beyitlik eser işte bu münazara eden iki iki kişinin tanıtımıyla başlar. Şöyle ki:
nakl eder bir sühan-ārā-yı cihān
pir-i şūride-dil-i tāze-beyān
der ki var idi iki ehl-i fücūr
şehr-i İstanbul içinde meşhūr
birisi sırmalı zen-pāre idi
biri gök gözlü ġulām-pāre idi
ikisi biri birinden rüsvā
iki şeytān idiler recme sezā
her biri māhir idi kārında
šan’at-ı mefsedet-āŝārında
kullanıp kārların gündeliğe
işemezdi ikisi bir deliğe
Sonrasında neler vardır neler...Mesela:
....bir żiyāfetde bulunsaydı gidi
yediği cümle kadınbūdu idi
....olsa da çatlıyacak mestāne
mezesin eyler idi kestāne
....tāzeniñ öpmeden evvel yedini
būs ederdi odada makadını
....görse bir tāze fidan-veş hūb-rū
derdi virmez mi aceb şeftālū
....nice yerlerde kazık kakmışıdı
yani çok dünbelere çakmışıdı
....koyuna gel kuzucuġum der idi.
söğüşünden ţoya ţoya yer idi
Zenpare ile Mahbupperestin tanıtımları yapıldıktan sonra her ikisi de kendi düşüncesini savunmak için bir sürü sözler sarfederler. Tabii ki porno adeta zirveye varmıştır bu kısımda. Yani edebiyat demek ille de edep demek değildir Sübülzade Vehbi’ye göre. Yer yer imalarla devam etse de günümüzde bile yazmaktan çekineceğimiz mısraları o rahatlıkla yazar.
Ancak 770 Beyitlik bu eserin sonlarına doğru zenpare de mahbubperest de bir sonuca varamazlar ve şöy bir karar alırlar:
bir azizi edelim bāri hakem
ne ise hükmü tutulsun muhkem
bi’t-terāżi edecek basţ-ı makāl
belki ol eyleye hall-i işgāl
lik ammā ki o muhtār-ı aziz
ola yüz iffet ü šāhib-perhiz
v
aidetinde otura halvetde
gözü ne tāzede ne avretde
Bu karardan sonra her ikisinin de hakem tayin edecekleri şahsın bir evliya olmasına karar verilir. Bu evliyanın gözü de ne kadında kızda ne de oğlanda olmamalı ki tarafsızca karar versin.
Peki böyle biri var mıdır? Eserde var olduğunu görüyoruz.
yani mānend-i cenāb-ı Moravi
evliyā zümresiniñ pişrevi
Moralı diye bilinen bir evliya...( Moralı Seyyid Ali Efendi...Aynı zamanda Osmanlı Devleti’in Fransa’ya gönderdiği ilk daimi elçi.) Onun özellikleri de beyitler halinde anlatılır. Beyitleri uzun uzun buraya almasam da şu beyit sanırım Moralı Evliyayı tanıtmaya yeter.
zurefādan idi ehl-i dil idi
kāmil insan diyecek kāmil idi...
Bu iki günahkar kul ( yani kadın düşünü ve oğlan düşkünü) sanki çok normal bir konuda fikir danışıyorlarmış gibi evliyanın huzuruna varırlar ve derler ki:
beli küstahlık ammā sözümüz
yok hużūruñda egerçi yüzümüz
biliriz çünkü hakikatde veli
kim erenlerde olur afv-ı celi
bizi kıldı o ümid-i mebrūr
hāzır-ı šavma aziz-i hużūr
iki gümrāhız eyā ehl-i reşād
bizi kokıl šavb-ı šavāba irşād
keşf edip müşkilimiz şād eyle
hıżr-veş gel yetiş imdād eyle
Evliya Moralızade bu iki kişiye ’ müşkiliniz nedir? ’ diye sorar. Sonra?
bu-muhābā o edebsiz gidiler
kavl-i bāţıllarını söylediler.
Yani eserin aşağı yukarı 650. beyitine kadar bu iki günahkarın fiilleri ballandıra ballandıra anlatılır ama daha sonra yukarıdaki beyitte olduğu gibi her ikisine de edepsiz denir Sümbülzade Vehbi tarafından. Edepsizlerin tüm edepsizliklerini, en ince teferruatına kadar anlatan da o dur, yapılanların edepsizlik olduğunu söyleyen de o.
Her neyse...
Evliya bu edepsizlerin daha ağızlarını açtıkları anda dertlerinin ne olduğunu, neyin münakaşasını yaptıklarını ve kendisini nasıl bir şeye hakem yapmak istediklerini anlar ve döşenir her ikisine de.
hālet-i vecde gelip hū diyerek
hāy şaşkın bu nedir bu diyerek
cūş edip cezbe ile eşk-i teri
ţās-ı pür-hūna dönüp dideleri
dedi ey yolsuz olan ehl-i fücūr
başa çıkmaz bu reh-i dūr-ā-dūr
rāh-ı aşka bu mudur doġru sebil
ki sebilini eder söz tehbil
aybdır şehvete meyl ü niyyet
ki odur hašlet-i hayvāniyyet
böyle dünyāda edenler tuġyān
olamaz vāšıl-ı hūr u ġılmān
bir pul etmez sözüñüz hep kāsid
ikiñiz birbirinizden fāsid
fikriñiz vesvese-i şeyţāni
zikriñiz daġdaġa-i nefsāni
nefs-i emmāreye uymak ne hatā
heb onuñdur bu emārāt-ı hevā
böyle pirāne našihāt ederek
semt-i irşāda bu yoldan giderek
döndü zen-pāreye bakdı pek pek
dedi ey eski kavak telli bebek
kār edip mel’anet-i vesvāsı
keşf edersiñ averāt-ı nāsı
ba’żı zen kaçmasa da ādemden
sen kaçır nefsiñi nā-mahremden
akl-ı nākıšları iġfāl itme
öyle şeyţān gibi iżlāl itme
ehl-i ırżı çıkaranlar başdan
başların kurtaramazlar ţaşdan
haddini bilse cezāsı ne cezā
olur iblis gibi recme sezā
etme bu yolda fedā mā-meleği
hāšıl eyle melekāt-ı meleği
kimyā-yı ilmi de bilse farażā
mümkün olmaz yine zānide ġınā
derd-i nisvān ile olma ġam-gin
āhir-i kār olursuñ miskin
harem-i ġayra nazar ayn-ı haram
bak helāl[e] zen ise ašl-ı merām
etdi zen-pāreye çün böyle itāb
döndü hem muġlime de kıldı hitāb
dedi ey mel’abe-ārā-yı fesād
ne oyunsuñ bilirim hey berbād
yeter aldatma yeter eţfāli
hācı yatmazla edip iġfāli
nice bir pir ü rū-yı nefs-i habiŝ
pāk-i ma’šūmı edersiñ telviŝ
ţıfl-ı mahcūbuñ açarsıñ gözünü
getirirsiñ yere hayfā yüzünü
ne revādır düşünüp nice hayāl
kār-ı nā-pākiñ ola sū’-i amel
mel’anetler edesiñ oġlana
šoñra uydum diyesiñ şeyţāna
ameliñ öyle olunca herze
arş-ı rahmāna verirsiñ lerze
ben ne hācet edeyim şerh ü beyān
hubh-ı ašlisi iken ayn-ı ıyān
zir ü bālāsını eyler imān
ma’ni-i aleyhā sā felehā
makbulān kārı değildir ol kār
onda der-kārdır elbet idbār
ol nazar-bāz-ı cemāl-i mahbūb
çār-mıh etme šakın ey menkūb
evvelā gerçi mu’āteb kıldı
šoñra rıfk ile muhāţab kıldı
darılıp etmiş iken levm ü itāb
yine müşkillerine verdi cevāb
Sonra aşkın ne olduğunu anlatır evliya Moralızade...
dediğim fehm edesüz ey yārān
edeyim müşkülüñüz bāri beyān
hüsn-i hūbāna ger olsuñ müştāk
pāk-siretde gerekdir uşşāk
aşkdır māide-i rūhāni
ki anıñ lezzetidir vicdāni
aşkdır nūr-ı tecelli-iclāl
rūy-ı hūbānda eder arż-ı cemāl
sen de ol nūruñ olup hayrānı
nazar-ı pāk ile kıl seyrānı
mazhar ol aşk-ı šafā ayına
rūh-ı cānāndır oña āyine
ādemiñ añla nedir šūretini
šāni’iñ fehm edesiñ kudretini
eyle dikkatle aña imānı
seyr edip andaki hüsn ü ānı
o kalem gibi keşide kāşı
nice çekmiş göresiñ nakkāşı
aşkdır defter-i hüsnüñ varakı
haţţ-ı hūbāndır anıñ her sebakı
haller ol varaka dökdü nukaţ
yokdur onda bilesiñ harf-i ġalaţ
sen hemān ţoġrı oku etme hatā
hoş yazılmış varak-ı mihr ü vefā
zülf-i cānāneye kim olmaz esir
o eder şāhları der-zencir
zendedir tābābed-i āşık olan
can fedā eylemede šādık olan
aşkdır nām veren uşşāka
çıkarır şehr-i teni āfāka
nice āŝarda Kays u Ferhād
olunur şimdiye dek hayrıla yād
belki şöhret vere hayvāna dahı
añılur bülbül ü pervāne dahı
bi-alāka olamaz aşk-ı mecāz
baġlanur silk-i hakikatle o rāz
aşk-ı hāliš gibi iksir olmaz
māyesi kābil-i taġyir olmaz
kalpazanlıkla eder çok bi-hūş
kalp akçe gibi kalbin maġşūş
ţoġrı rāhı şaşıran divāne
eremez vašla düşer yābāne
mā-hašal olmayacak nā-pāki
āşık-ı pākiñ olur mu bāki
zende mümkün beli tahsil-i -helāl
tāzeniñ zevki kuru seyr-i cemāl
lik mahbūb vü gerek mahbūbe
sāliki vāšıl eder maţlūba
aşk-ı pākize olur her yerde
yani hem tāzede hem duhterde
arada olmaz ise fil-i şeni
āşıkıñ kubhu olur hüsn-i sani
böyledir aşk-ı mecāzi deresi
ki iki güzeli olur kanţarası
bir gözü duhter-i nāzikterdir
biri de tāze-i şevk-āverdir
ikisinde dahı yok bim ü haţer
kūy-ı aşka ikidir rāh-ı güzer
ikisinden de geçer ġayret eden
ţoġrıca rāh-ı hakikiye giden
ikisi de eŝer-i šun-ı hekim
her biri mazhar-ı hüsn-i takvim
seyle gitme çıkagör ol dereden
uġurup geç o iki kantaradan
yani girdāb-ı günāha ţalma
ha’r-ı deryā-yı belāda kalma
fıskıñ envā’ı mülevveŝ çirk-āb
Rahim-Allāh li-men ţāb u ţāb
Evliya Moralızade’nin bu nasihatlarından sonra ne olduğunu da söyle dile getirir Sümbülzade Vehbi:
nuţk edip böyle o pir-i āgāh
eyledi anları pür-nāle vü āh
her biri vallahi hayrān oldu
etdiği kāra peşimān oldu
nefesi böyle edince tesir
bunlara tövbe verip hażret-i pir
eyleyip rehberi-i rāh-ı reşād
kıldı tašvib-i ševāba irşād
ţarik fāsidi kıldı āgāh
bildiler n’idigini gittikleri rāh
bu iki müfsidi etdi ıšlāh
eyleyip her birini ehl-i šalāh
sālik-i rāh-ı hakikat kıldı
šanasıñ hıżr idi himmet kıldı
içirip nuţkı ile āb-ı hayāt
edicek def-i zalām-ı zulmāt
edip anlar dahı şeyhe bi’at
tayb u tāhir çıkıp etdi avdet
aġlayıp eyleyerek sineyi çāk
oldular hāšılı pāk-ender-pāk
ne kadar var ise de cürm ü kušūr
afv eder tayyibi ol rabb-i ġafūr
diyelim biz de haţāya tevbe
laġv-ı bihūde edāya tevbe
kıššadan hišše meÿālinde hemān
edip eğlenme gibi basţ ü beyān
Ve son olarak eseri Manisa’da yazdığından bahsedip okunması ve okuyanların ’ Ne güzel nazım’ demeleri dilekleriyle noktalar.
yazdı Vehbi bunu Maġnisā’da
lafz-ı bi-rābıta ma’nāsı da
yine ammā okudukca zürefā
gülerek eyleyerek kesb-i šafā
belki derler ne güzel nazm-ı laţif
yazmış ol pir-i civān-tab-ı zarif
lafz u ma’nāsı aceb zevk-āmiz
nāmı olsa yakışur Şevk-engiz.
Ašma altında 38 numarada Ali Rıża Efendi Maţbaasında
tab olundı.
Fi 5 Ramazan 1286 sene
Ancak...Sümbülzade Vehbi Efendi bu eserini zarif insanların okuyup ’ Ne güzel nazım.’ diye öveceklerini umarken bu eser Türk edebiyatının yasaklanan ilk basılı eseri olmuştur.
Kaynak: [BAHADIR SÜRELLİ---XVIII. YÜZYIL OSMANLI ŞİİRİNDE DEĞİŞİM VE SÜNBÜLZÂDE VEHBÎ’NIN ŞEVK-ENGÎZ’İ ( Yüksek Lisans Tezi ) ]
YORUMLAR
Hocam vallahi ne demem gerektiğini bilemedim. Yani yazıyı okudum. Cidden kaldım öyle. Katoliklerdeki durumu da yaz da bir bir olsun nolur.
Sevgiler saygılar.
Serhat BİNGÖL
Savaşa başlamadan önce kurulan otağa da ilk önce hamam inşa eden bir devlet anlayışı o hamamı sapık ilişkiler için mi kurdu? Değil elbette. Müslüman inancının gereği İnsani nedenlerle rüyalanıp gusül abdesti alması gereken askerlerin abdestlerini alması ve şehit olduğunda ruhunu tertemiz teslim etmesi içindi.( o hamamların bir kısmı harabede olsa halen varlar) Bunu düşünen ve böylesine ince anlayışına sahip bir yapının söylendiği gibi sapıklıklarla işi olmaz. Kaldı ki, başımızı kaldırdığımızda tüm Anadolu'da gördüğümüz camiler,mescitler, medreseler vs bu imanlı anlayışın icraatlarıdır.
Söyleyecek çok şey varda bu yorum köşesinden bu kadar oluyor.
Sana saygı ve sevgilerimi sunarım.
Vedat Keleş
Kimileri şunu diyor ama : Sadece Osmanlı'da değil Ortadoğu toplumlarındaki eşcinsellik temaları ünlü arap şairi Ebu Navas'ın gazellerinden, İbn Kuzman'ın , İbn Hamdis'in eserlerinden, Abbasi döneminin ünlü bilgini El Cahiz'in çeşitli yazılarından, nice eserlere, minyatürlere varıncaya değin geniş bir yelpazede işlenmiştir. Sanırım onlar bu konuyu, müslm-gayrimüslüm ekseninde hiç tartışmmaışlar. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Bir de günümüzdeki oğlancılıkla, dönemin oğlancılığı bir mi? Yani efendiler, köleler dünyasında gönül ilişkisi veya gönüllülük bir kimlik veya tercih olabilir mi?
sami biberoğulları
Sevgili Serhat
Ve sevgili Vadat...
Konu Türklerde matbaanın kullanılmaya başlamasıyla birlikte basılan ve yasaklanan ilk kitap idi. Kitabın niçin yasaklandığını anlatabilmek için de içeriği hakkında bilgi vermek zorundaydım değil mi?
Yani konumuz Osmanlı'da oğlancılık var mıydı, yok muydu konusu değildi. Hele hele böyle bir durumun Katolik dünyası ile karşılaştırılması hiç değildi.
Ha Osmanlı'da oğlancılık var mıydı, yok muydu konusunda da bir yazım var sitede.
http://www.edebiyatdefteri.com/154987-iki-yazi-birden-1-hoca-bana-fena-takti-2-osmanlida-escinsellik-ve-cive/
Katoliklerde var mıydı yok muydu? Sorusuna gelince. Yahu onu dahi yazmıştım aslında...
http://www.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=156817
Anlaşılan ya benim yazılarımı okumuyorsunuz. Ya okuyorsunuz ama unutuyorsunuz...
Selam ve sevgiler herkese.
Aynur Engindeniz
Şunu söyleyip bitireyim. Ister bu yazı altında ister alakalı yazılarının altında bu konu tartışılabilir. Faydasız bir tartısma olduğunu düşünsem de. Yeter ki durumu karalama ya da nefsi müdafaa pozisyonuna indirgemeyelim.
Herkese selamlar saygılar.
Vedat Keleş
Konu hakkında görüş bildirirken bazı ifadelerin altını daha belirgin olarak çizmem gerekirdi sanırım. Anlaşılmadığımı düşünüyorum. Geçmişten günümüze eşcinsellik meselesi, değerlendirme ve çözümü açısından ivedilik taşımıyor. Bu yüzden konuyu liste başı yapıp tartışmanın da fayda sağlayacağını düşünmüyorum. Bilindiği gibi bir şeyin yasaklanması sonuçtur/cezadır. Yasaklanmasına sebebiyet veren, konu, içerik, fiil, durum ise neden/suç. Sonuçlar üzerinden yapılan değerlendirmelerin sığ olduğunu düşünmüşümdür hep. Kitabın yasaklanmasından değilde yasaklanmasına neden olan durumdan bahsetmemin sebebi de bu. Kaldı ki Sami Bey’in yazısında da başlık değil içerik hakim. O yüzden ‘konu bu değil’ demek gerçekçi olmadığı gibi içerikle de ters düşen bir durum. Niyetim polemik değil. Aslında Serhat Bey’in yorumuna cevap yazmamın iki nedeni var. Birincisi, politik, etik, dini, ahlaki reflekslerle verilen, herhangi bir ispata veya delile gereksinmeyen net yanıtlara (yoktur ya da vardır gibi, müslim ya da gayrimüslim gibi) karşı ciddi derece de alerjim olmasından. İkincisi, muhalif /çatlak sesleri sürekli birilerinin kötü niyetlerine alet olan, piyon, maşa gibi gören hatta ‘dangalak’ sözüyle zirveye taşıyan anlayışları mesnetsiz ve saldırgan bulmamdan.
Saygılar.
Serhat BİNGÖL
Benim size uzun uzun müslim, gayrimüslim toplumların sosyokültürel ve sosyopisikolojik faklılıklarını anlatacak vaktim yok. Şu anki cevabı da günlük koşuşturmam ve mesai saatlerim den kendime ayırdığım zaman sınırlarında yazabiliyorum.
Ne Osmanlıda, nede ‘’halis Müslümanlar’’ arasında hiç bir zaman sapıklık ve sapkınlık kurumsal veya sosyal bir yapı olarak işlev görmemiştir. Bunun kültürel ve sosyolojik bir çok nedeni vardır. Bundan kaynakla, bu tür söylemler Müslümanlara ve Türk İslam devleti olan Osmanlıya alçakça atılmış, siyasal içerik iftiralardır.
İslamiyet öncesi ‘’cahiliye devri’’ denilen dönemde müşrikler arasında oğlancılık başta olmak üzere üvey annesiyle cinsel ilişki kurmak, aynı ev de iki kız kardeşi aynı anda düzmek ve kadınları (eşlerini) cinsel ilişkide kullanmak üzere takas etmelerine ve kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeye varıncaya kadar vs gibi yaşanmış sapıklıkları İslam alimi Abdulaziz ed-Dûrî’ den günümüz tarihçisi Neşet Çağataya kadar popüler olan olmayan yüzlerce İslam aliminin eserlerinde geçer. Bunun yanı sıra ünlü İslam alimi İbn’i Sina; Felsefe, Mantık,matematik,Fizik, Kimya, Astronomi, Arkeoloji ilimlerinde devrinin en önemli çalışmalarını yapan alimdir ama esas ve en büyük uzmanlık alanı tıptır. Hayatının önemli bir bölümünü gezginci olarak geçiren İbn’i Sina, gayrimüslim toplumlarda görülen ve tıpta, onun dönemine kadar hiç bilinmeyen: cinsel yolla geçen hastalıkların tespiti ve genetik bilimle ilgili çalışmaları da vardır.Bildiğim kadarıyla genetik bilimden bulaşıcı hastalıklara kadar bir çok bilimsel çalışmaları günümüzde tıp fakültelerinde okutulmaktadır.
Yani bana ‘’Osmanlıdaki sapkınlıkların hemen hepsinin gayrimüslimlere ait olduğuna dair demografik bir araştırma veya veri mi var? Diyorsunuz! Ne Osmanlısı,Vedat bey, ben size bundan dört bin yıl önceki kavimlerden günümüze gayrimüslimlerin yaşadığı sapıklıklar dan bahsediyorum örneğin: Lut kavminde yaşanan sapkınlıkları! kaynak mı? kutsal Kitabımız Kuran-ı kerim. Bu konu da Hud suresinin 77-81. ayetlerin tefsiri ve Lut kavminin helak edilmesi hakkında bilgi verir yani o ayetlerde yaşanan sapıklıklar ayrıntılı belirtilmiştir. (lut kavminin sapıklıkları Tevrat ve İncilde de geçer) jeolojik ve arkeolojik çalışmalar sonrasında kutsal kitaplarda geçen helak edilmiş lut şehrinin coğrafi yeri de tespit edilmiştir.
İnsanlığa gönderilen son ilahi kitap olan kuran-ı kerim, miladi 610 yılı Ramazan ayının Kadir Gecesinde Mekke dışındaki Hira Nur mağarasında iken Cebrail aleyhisselam tarafından peygamber efendimize ilk ayetler olarak indirilmiştir. Bu aynı zamanda ortalama her Müslümanın bildiği ve Kuran-ı Kerim’le sabit olan bir İslam inancıdır.
Bilindiği gibi İnen ilk emirde ‘’İkra (oku) emridir. Buradaki oku emri kimi alimlerce ve tasavvuf ilmine göre, sadece düz bir yazıyı oku anlamında değil, aynı zaman da hayatı da (oku) anlamına geldiği söylenir
Kısacası öyle ya da böyle okumak güzel şeydir yeter ki inkarcı ve hastalıklı bir kalple değil, rasyonel bir bakış açısıyla akıl süzgecinden geçirilerek okunmasıdır.
Ha! Bir de sormuşsunuz ya! ‘’günümüzdeki oğlancılıkla, dönemin oğlancılığı bir mi? Diye doğrusu pratikte bildiğim bir konu değil ama şunu iyi biliyorum. fizyolojik olmasa da günümüzde öyle hain oğlanlar var ki, metre kareye kaç tane düştüğünü hesap etmek bile çok güç.
Vedat Keleş
Vakit hepimiz için değerli. Bu konuda mütevazi davranmayacağım bende. Bunları yazmaya başladığımda yediği yirmi geçiyordu. Şimdi yediği kırk dokuz geçiyor. Bittiğinde daha ne kadar geçer bilmiyorum. Bildiğim geçip gidenin sadece zaman olmadığı. Ne Osmanlı’da ne de “halis müslümanlar” arasında sapkınlığın kurumsal veya sosyal bir yapı olarak işlev görmediğini belirtmişsiniz. Doğru. Bende aksini söylemiyorum zaten. Sadece bireysel değil kamusal alanda da yaygın olduğunu belirttim. Buradaki kastım, Osmanlı’da eşcinselliğin kimlik gibi genel bir kavram olduğu değil, efendi-köle ilişkisi içerisinde çoğunlukla tercihlerden bağımsız olarak işleyen bir süreç olduğudur. Bu sürecin sizin bahsettiğiniz gibi müslüman olup olmamakla doğrudan bir kan bağının olduğunu düşünmüyorum. Siz de bunu fark etmiş olacaksınız ki “halis müslümanlar” olarak revize etmişsiniz söylediğinizi. Daha makul ama yine de açıklayıcı bulmuyorum. Osmanlı toplumunda eşcinselliğin varlığı ya da bunun tartışılması neden Osmanlı’yı karalama, küçük düşürme, itibarsızlaştırma çabası olarak görülür anlayabilmiş değilim. Gerçek ya da hayali düşmanlarımız bizleri asimile etmek için bunu fırsat mı biliyor? Eğer mevzu ahlaki olarak çöküşse günümüz daha nicelikli ve nitelikli örneklere sahip, geçmişe gitmeye ne gerek var? Bahsettiğiniz alimler ve eserleri de çerçevisini çizdiğimiz Osmanlı’da eşcinsellik konusunun dışında ve kronolojik olarak hayli gerisinde. Evet, İslam eşcinselliğin her türlüsünü yasaklamıştır inananlarına. Lut kavmini ve ilgili ayetleri de biliyorum. Böyle bir ilişkiyi ben de tasvip etmiyorum. Sadece dinimizce haram kılındığı için değil aynı zamanda etik ve estetik sebeplerim de var. Ancak bu sebepleri gerekçe göstererek ne homofobik ahlak bekçiliğine soyunmaya hakkım var ne de kimilerinin tercihlerini şiddetle bastırmaya. Şimdi ben bunları söylüyorum diye belki de kaşlarınızı çatıp, gözlerinizi kısarak bakıyorsunuz. Çünkü aynı dili konuşmuyoruz sizinle. Belki de bunların hiç birine gerek yok. Belki de en başından beri Sami bey doğruyu söylüyordu: “Konu bu değildi”
Sümbülzade Vehbi’nin Rücusu oldukça popüler. Tabii onu bu kadar bilinir yapan kösnüyü(esasında bunun adı çiftleşme isteğidir ama böyle yazılınca daha edebi ve edepli duruyor) şiir içerisine ustaca yedirmesi değil sadece. Bu beyitleri yaşadığı dönemin koşulları içerisinde cesaretle yazabilmiş olması da şairi günümüzde ilgi odağı yapıyor. Yazınızı okuyanlarda şöyle bir algı oluşması muhtemel: “Osmanlı’da bir kitabın yasaklanıyor olması olağan da oğlancılığın kitaplaştırılacak kadar yaygınlaşması olağan dışı...” Günümüz Türkiye’sini marjinal, Osmanlı’yı ise mutedil kabul edenler için, ‘Şevk Engiz’ de bahsi geçen konuyu anlayabilmek hayli güç. Ancak biraz araştırıldığında Osmanlı’da eşcinselliğin sadece bireysel değil kamusal alanda da yaygın olduğu görülecektir.. Hamamlardaki mahbuplar, yeniçeri ocağındaki civelekler, haremdeki ağalar... Elbette aristokrasi ya da saray ‘oğlancılığı’ ile avam ‘oğlancılığı’ arasında yaygınlık, şekil ve işleyiş olarak farklılıklar vardır. Bunun tespiti tarihçilerin görevi.
Eşcinsellik, oğlancılık, ibnelik...adı her ne ise 1858 yılında Tanzimat fermanıyla suç olmaktan çıkarılmış. O yıllarda pek çok Avrupa ülkesinde hala yasakken üstelik. Homofobik davranıp bununla dalga geçiyor değilim, yanlış anlaşılmasın. Aksine dönem itibariyle çok ileri ve doğru bir karar olarak görüyorum. Yazının hayli dışına çıktım farkındayım. Aff ola. Güzeldi yazınız. Yeni şeyler öğrenmenin zihindeki tadı farklı. Bu tadı bonkörce verdiğiniz için teşekkürler.
Selamlar.
Değerli hocam vallahi küçük dilimi yuttum :))) . Vay arkadaş birde şiirde iki laf ettik diye çok ayıp falan diyorlar. Bence bir yalnışın yalnış olduğunu göstermek için gayet mantıklı bir yol seçilmiş. Hiç bilmediğim bir konuyu yine sayenizde öğrenmiş bulunuyorum. Teşekkürler.
Sevgilerimle...
sami biberoğulları
Yine de sen sen ol yazma. Şekilde de görüldüğü gibi o devirde de bu devirde de yasaklanıyor.
Selam ve sevgilerimle.
İyi geceler...Sami Hocam,o "muzır "şiiri burada tarihçi arkadaşımız o kadar güzel okumaktadır ki...Sık sık tekrar eder,daha doğrusu biz isteriz,o okur.Ancak şu satırların da Sümbülzade Vehbi'ye ait olduğunu bir yerlerde okumuştum."Eyleme zamanı zayi,deme kış,yaz;oku yaz!"
Konu güzeldi.Biraz ben de çalıştım bu konuya...Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi'nin fetvası da,Kont De Marsigli'nin İstanbulda tanık olduğu "eyleme" kadar da dağarcığımdadır.
sami biberoğulları
O muzır şiir zaten Tarihçiler olmasa edebiyatçıların bulup buluşturacağı bir şiir değildir. Biz olmasak unutulup gider )))))))))
İşin doğrusu Sümbülzade vehbi'nin bu kadar tanınıyor olduğunu bilmezdim. Baksanıza Kahramanmaraş , hemşerisine nasıl sahip çıkmış.
Edebiyatımız adına güzel bir şey bu.
Yorum için teşekkürler. Hayırlı geceler.