- 1710 Okunma
- 12 Yorum
- 3 Beğeni
T`aciz
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Derin bir kuyudaydım kendimi bildim bileli. Her defasında çabalaya çabalaya kuyunun ağızına kadar tırmanmayı başarıyordum ne hikmetse. Tam gün yüzüne çıkacakken gerisin geri en dibe itiliyordum birileri tarafından. Tekerürden ibaretti yaşamak için ayak diremelerim. Yediğim her darbe en başa döndürüyordu tek başına bırakılmışlığımın da etkisiyle . En ağırından sınayordum sanki.
Ne yarim ne yarenim oldu adam gibi, bu boktan düzen içinde.
Seçebildiğimiz bir tek yalnızlık vardı seçmek zorunda kaldığımız, ihanet etmeyen bir tek yalnızğımız vardı.... Kronik acı!
Geçmişe götürüyordu beni her çıkmaza düşmüşlüğüm gidenin ardından. Uçurum dayadığında keskin bir bıçak ağzı gibi boğazını boğazıma son bir çığlık ya annemi ya da ablamı arıyordum. Uzakta olmalarının verdiği çaresizlik değildi bu. Yanlarında olsam dahi içimdeki tufan onların saçının bir telini bile savurmayacaktı. Bunu bilmek çok acı olsa da arıyordum işte varlıklarını.
Gurbetine sığamayınca insan telefonlara sarılıyordu. Hasret gidermenin en aciz yoluydu belki de sılayı aramak. Bu alışkanlığımın başıma getireceklerinden habersiz, her zorluğa düştüğümde bir umut telefona sarılır olmuştum.
Ablamla sık sık yaptığımız telefon konuşmalarımızda eniştemin telefonu ablamdan aniden alıp, teselli vermeleri beni bilinmez bir nedenle hep rahatsız etmişti.
-Geçecek kızım geçecek, en zor olanı başardın bunlarla mı baş edemeyeceksin. Güçlüsün sen... Neleri ezip geçtin, seninle gurur duyuyoruz. Hadi üzülme, gül bir kere hadi... Ağlama artık.
+Ben artık güçlü olmaktan bıktım, güçlü olmak zorunda bırakılmaktan, dayatmalarınızdan...
Sonrasında uzun uzun malum olan nutuklar... Hiç biri beni teselli etmezken bir de bunaltıyordu işin açıkcası. Ablamla konuşma istediğimi yarıda bırakan enişteme kızıyordum içten içe. Ona anlatamıyacağım sorunlarım oluyordu haliyle. Sırf içimi döküp bir iki satır nasihat alır, çare bulurum sıkıntılarıma diyeydi çaresiz arayışlarımın sebebi. Dünyanın parasını veriyordum telefon görüşmelerine hiç yoktan.
Gün geldi, artık kimseyi aramaz oldum. Vazgeçtim kendimden bile. Çözüm sunamıyordu kimse. Rahatları yerinde olan insanların beni anlaması çok zordu. Geç de olsa anlamıştım. Benim uzun süren sessizliğim merak uyandırmış, eniştem sürekli arayıp duruyordu. Cevap vermeme konusunda kararlıydım. Uzun uzun nutukların faydasını nasılsa göremeyecektim. Onlar zengin hayatlarına devam ediyor ve lüks yaşantılarından yakınıyorken... Benim sıfırdan başlayıp toprağı tırnaklarımla kazıyarak hayatta kalmaya çalışıyor olmamı anlamalarını beklemek aptallıktı. Diğer yandan da insanların zulmüne karşı direnmemi anlamalarını hangi akla hizmet düşündüysem. En çok da kendime kızıyordum aslında. Şöyle bir hesap yapınca dünyanın parasını vermiştim telefon görüşmelerine yıllarca...
Allahın tek bir günü kimse beni arayıp sormamıştı. Neymiş efendim cok yazıyormuş.
Israrla telefonum çalıyordu gün aşırı, ablamın ev numarasını sürekli ekranda görmek bıkkınlık vermişti. Geri dönmek içimden hiç gelmese de arıyordum bazen. Utanma hesabına. Yine mecbur kalıp geri aradığım günlerden birinde, eniştem telefonun diğer ucunda telaşlı bir sesle,
-Kızım bizi neden aramıyorsun, ne oldu sana! Merak içindeyiz! Özledik!
+Arıyorum ya, geçen konuştum ablamla.
-Öyle mi? Hiç söylemedi, demek ben olmadığım zamanlarda arıyorsun.
+Öyle denk geliyor.
-Alışmışım seninle konuşmaya, aramadığında eksikliğini his ediyorum. Özlüyorum. Yoksa ben sana aşık mı oldum.
Derin ve şeytani geliyor bana sonraki sessizlik...
Boğazım kuruyor, yutkunuyorum. Buz kesiyorum. Duyduklarımın iğrençliği yüzümü kıpkırmızı yapıyor. Duymazdan gelip,
+Ben işe dönmeliyim ablamlara selam söyle, iyi günler.
Pat kapatıyorum telefonu yüzsüzün yüzüne. Şoku üzerimden günlerce atamıyorum. Ağabey gibi gördüğüm biri tarafından taciz mi edildim? Bunları duymak utandırmıştı bir kez daha insanlıktan.
Nasıl önlemler alabilirim diye kara kara düşünüp dururken, zihnim almıyordu olanları. Yabancı olsa cevabını verir kendinden uzak tutarsın...
Yaz tatillerinde karşılaşırsak ne yapacaktım. Sorular, sorular dönüp duruyordu zihnimi alaşagı ederek.
Kimseyle paylaşılacak gibi de değildi. Kadına yüklerlerdi suçu, biliyordum. Ablam bunu fark etmiş olabilir miydi? Bu yüzden aradığımı enişteme söylememişti belki de. Aman Allahım! Düşüncesi bile korkunçken nasıl baş edecetim bu kabusla.
Taşıyamadığım bu yükü biriyle paylaşmanın derdine düşüyordum. Psikoloğa gitmeye kadar varsa da arayışlarım... En son diğer ablamla konuşmak geliyor aklıma. Anlatma çabalarımı boşa çıkarıyor o da. Kulaklarını tıkayıp duymak istemediğini söyleyince uzunca susuyorum... Nefret etmek istemiyormuş eniştesinden. Ya ben ne yapacaktım! Yani kardeşi!
Saplantılı bir şekilde sürekli arıyordu, sapık. Ben cevap vermeyince defelarca özür içerikli mesajlar yazıyordu. Yanlış anladığımı bana zarar vermeyi asla aklına getirmediğini ve adıma laf getirmeyeceğini... Şerefsiz! Bunda benim suçum neydi? Niçin benim adım çıksındı ki? Kendi yaptığı adilikten erkek olduğu için suçlanmayacağını bilinç altına yerleştirdiği yüzsüzlükle söylüyordu.
Eniştem, bana hiç bir şekilde ulaşamıyacağını anlayınca ablama ya da kızlarına aratıyordu. Konuşmanın tam ortasında aniden ellerinden kapıyordu telefonu. Ya da kimsenin evde olmadığı zamanlarda ev telefonundan cağrı bırakıyordu. Ben ablam zannedip geri aradığımda onun sesisini duyduğum an buz kesiyordum. Tüylerim diken diken, soğuk bir sesle kısa cevaplarla geçiştiyor, ablamı ve kızları sorduktan sonra bir bahane bulup telefonu kapatıyordum panikleyerek. Sesini duymaya bile tahammül edemediğim bu adamla düğün, cenaze vb günlerde nasıl yüzyüze bakacaktık. Cehenneme düşsem bu kadar acı çekmezdim gibi geliyor. Aklımın ucundan bile geçirmediğim şeylerin başıma gelmesine alışmıştım aslında. Yine de bu çok ağırdı, kendimi taciz edilmiş kirlenmiş his ediyordum. Erkeklere olan nefretim katlanarak çoğalmıştı haklı olarak...
Korktuğum başıma gelmiş, bir yıl kadar sonrasında kızının düğününe gitmem için ailece baskı yapmaya başlamışlardı bile. Kesinlikle gitmeyecektim, kararlıydım. Gidersem, onunla yüzyüze gelme düşüncesi bile tüylerimi ürpertmeye yetiyordu. Konuşmayı bir yana bırakırsak...
Annem “çok özlediğini” düğüne gelmemi istediğini ısrarla söylüyordu her telefon konuşmamızda. Vicdanıma oynuyordu etrafımdaki herkes gibi.
- Belki ölürüm, gel göreyim...
Baskılara dayanamayıp uçak biletimi bir başka şehre alıyorum. Kına gecesi günü o lanetli şehre gidip ertesi gün düğüne, diğer günde dönme planları yaparak. O kargaşada bana bir zarar veremez diye düşünüyor olsam da içim hiç rahat değil. Bir başka şehirde yaşayan ablamda üç hafta kadar kalacağımı onlardan gizliyorum. Haber vermeden gitmenin en iyisi olacağını düşündüğümden. Annemin de onlarla birlikte yolumu gözlerken duyup üzülmesini istemiyorum. Başka bir kentte düğün gününü beklerken tatil yaptığımı gizliyorum. Bir kaç gün sonrasında eniştemin bir şekilde Türkiye`ye geldiğimi duymuş olması tepemin tasını attırıyor. Pislik! Hayal kırıklığıyla küçük ablamı arıyor,
-Neden bize gelmedi? Annen de burada onu bekliyoruz. Çok üzüldük. Biz ona ne yaptık ki, o böyle yapmazdı bir sorun mu var...
Utanmadan yaptığı baskı, yüzsüzlüğü beni çileden çıkarmaya yetiyordu. Anneme olan zaafımı kullanmaya çalışıyordu, şerefsiz!
Küçük ablamı döne döne tembihliyorum. Düğün için gittiğimizde beni bir an bile yalnız bırakmaması için yalvarıyorum adeta. Söz vermesine rağmen korku içindeyim.
Oraya vardığımız da ev çok kalabalık, bu iyi. Kocaman ev farklı şehirlerden ve yurtdışından gelen davetlilerle dolup taşıyor. Yaz olduğu için herkes terasta, evin içi bomboş kalıyor bazen. Biri su istese veya tuvalete filan gitmeye kalksam... Ya arkamdan gelirse? Normalde ev işlerini her geldiğimde benim üstlenmeme alışmışlardı. Buna karşın bu sefer ortalarda görünmemeye dikkat ediyordum mecbur kalmadıkça.
Kızların oturduğu odadan çıkmıyordum. Hiç bir şekilde yanyana gelmemeye dikkat ediyor olsam da o bir yolunu bulup laf atıyordu gelip gecerken, pislik! Balkona sigara içmek için çıkmaya bile çekiniyordum. Beni göremiyeceği bir köşede sigaramı içmeye gittiğimde yerinden kalkıp mutfağa geçerken sataşıyordu her defasında.
-Sen ne kadar yabani olmuşsun kızım gel iki kelime sohbet edelim.
Hiç utanması yoktu! Huzursuz olduğumu bile bile üstüme gelmesi ona olan nefretimi çığ gibi yuvarlıyor ne kadar büyütecekse büyütüyordu.
Her defasında duymazdan gelip ya telefonumdan bir şeylere bakıyor ya da bir başkasıyla konuşarak geçiştiriyordum tehlikeyi. Adamın inadı inattı yılmıyordu. Yeğenimle mutfakta salata yaparken gelip kızını yanağından öperken fırsat bu fırsat uzanıp beni de yanağımdan öptügünde öfkeyle kıpkırmızı kesildim. O anda dişlerimi öyle bir sıktım ki, içimden küfürler dizdim dizebileceğim kadar annesini anarak. Allahım, nasıl böyle bir hata yapmıştım! Yeğenimin ve annenim yalvarmalarına dayanamayıp düğüne gelmiş olmakla kabuslarımı ikiye katlamıştım. Daha dikkatli olmalıydım ama nasıl.
Bayanlara iki oda ayrılmıştı, beş altı kişi bir odada olmamıza rağmen korkudan uyuyamıyordum. Uyuduğumuz odanın penceresi kapalı balkona açılıyordu. Sadece ablamaların yatak odasındaki kapıdan bu balkona geçilebiliyordu. Gece sıcak olmasına rağmen üstümü tamamen örtüp gözlerimi sımsıkı kapıyordum. Örtünün altında uyumadan sabahlıyordum korkuyla. Cam tarafından gelen tuhaf sesler aklıma kötü kötü şeyler getiriyordu. Balkondan beni gözetledigi düsüncesine kapılıyor, ürkerek iğreniyordum. Odayı paylaştığım bayanlardan birinin o sesleri cıkardığını bir yıl kadar sonrasında bir sohbet esnasında öğreniyordum ancak. Garibim, ağrıdan uyuyamayıp bacaklarına masaj yapıyormuş meğer. Tövbe yarrabbim aklıma neler getirip azap cekmişim.
Tuvalete gitmem gerektiğinde ablamı uyandırıyordum, su içmeye bile yalnız gitmeye çekiniyordum. Gece boyunca sigara içme istegimi erteleyerek hiç uyumadan sabahı etmiştim. Erken saatlerde altı gibi sigara içme isteğime bir türlü engel olamıyordum. Terasta da uyuyanlar vardı. Evdeki hiç kimsenin bu saatte uyanacağı aklıma bile gelmiyordu. Daha öncesinde de tatillerimi bu evde geçirdiğim zamanlardan biliyordum herkes dokuz gibi uyanıyordu. Ben hep yedi gibi uyanır sigaramı içer sekiz gibi kahvaltıyı hazırlardım. Ayaklarımın ucuna basa basa olabildiği kadar sessizce mutfağa gidip sigara mı yaktım. Aniden koridorda bir ses duydum! Kalbim çarpmaya başladı korkudan tir tir titredim! Eniştem mutfağın kapısından içeri girer girmez,
-Günaydın, erken uyanmışsın, hayırdır? Sabah sabah sigara içmeyi halen bırakmadın mı sen?
Kafasını iki yana sallayarak cevap vermemi bekledi. Yüzüne bakamadımsa da ilk içeri girdiğinde yüzündeki sucluluk ifadesini anlık da olsa görebildim. Üzgün ve çaresiz bir bakış mıydı yoksa? Öfkeden gözüm dünyayı görmüyordu.
Bende tık yok, donup kalmışım olduğum yerde. Ardından ablam koşar adımlarla mutfağa geldi. Telaşlı ve korkulu idi yüzündeki ifade. Hem çok sevindim kurtulduğuma hem de ablamın içinde yaşadığı şey neyse çok üzdü ve yerin dibine batırdı beni. Kadın olduğum için utandım, tiksindim kendimden. Durumun farkında olmalıydı. Sonrasında kızdım ablama nasıl böyle bir şeyi kabullenip halen evli kalabiliyordu bu sapık adamla. Öfkelendim, kadına dayatılan her şey midemi kaldırdı bilmem kaçıncı kez....
Herkes bir arada terasda oturmuş başka şeylerden bahsederken, eniştem alakasız bir şekilde konuyu her defasında bana getiriyordu. Benim soğuk olduğumu, ondan kaçtığımı, iki kelime sohbet etmediğimi, adam yerine koymadığımı vb anlatıp duruyordu. Yanlış anlaşılmak gibi bir derdi yoktu adamın. Dengesini yitirmiş olmalıydı.
Ortaokul dönemlerinde, çocuklara bakmakta zorlanan ablama yardım etmek amacıyla bir yıldan fazla bir süre yanlarında kalmışlığım olmuştu. O zamanlar benimle tek kelime konuşmayan aksi adam sürekli konuşan geveze biri olup çıkmıştı. Saçlarımı okula giderken toplayıp örerdim uzun olması sebebiyle. Hafta sonları dışarı çıktığımdaysa açık bırakırdım. Bir gün dışardan eve doğru yürüdüğümde balkonda beni izlediğini farketmiştim. Eve vardığımda her zamanki alaycı ve asabi gülüşüyle,
-Kızım sen çingene misin bu kadar uzun saç mı olur, topla ya da kestir. Böyle daha güzel göründüğünü mü sanıyorsun.
Diye beni kaç kez azarladığını hatırlıyorum. Nasıl da yerin dibine sokardı beni, pislik! Kıyafetimden tutun da her şeyimde bir bahane bulup ablama kızardı.
Şimdiki halleriyle birleştirince hatırladıklarım aklıma iğrenç şeyler getiriyordu. Acaba o zamandan beri mi farklı gözle bakıyordu düşüncesine kapılıyorum ister istemez. Yıllarca ağabeyim gibi görüp sevdiğim birinin yarattığı tramva anlatılacak, atlatılacak gibi değildi.
Üç gün sonrasında kendimi canhavliyle havalimanına attığımı hatırlıyorum bir. Kazasız belasız kurtulduğuma şükür ediyorum. Yılmadan cep telefonumdan sürekli arıyor, cevap alamayınca mesaj yağmuruna tutuyordu.
-Biliyorum, bu seni son görüşüm, artık buralara bir daha gelmezsin. Neden bana cevap vermiyorsun.
Benzer şeyleri tekrarlayıp duruyordu mesajlarında. O yazdıkça daha çok kirlenmiş his ediyordum kendimi, mühtiş bir tiksinti hissiyle küfürler savuruyordum sessizce söylenerek. Etrafımdaki yolcular duymasa da yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu yüz ifademden anlıyor olmalıydılar. Başımı kaldırdığımda üzerime cevrilmiş meraklı bakışlarına yakalanıyordum insanların.
Sinirlerimi iyice yıprattığı yetmiyormuş gibi bunu devam ettirmeye kararlı görünmesi beni çileden çıkarıyordu. Allahım, nasıl kurtulacaktım! Korkudan kuytuya sinmiş tirtir titreyen serçe gibi hisediyordum kendimi, avına pençesini kaldıran akbaba gibiydi bakışları her karşıma çıktığında!
Beş ay sonra....
İş yerinde mola saatinde kahvemi, sigaramı içiyorum, sakin bir gün. Bir yandan da netten bir şeyler okuyorum. Küçük ablam çağrı bırakıyor, tekrar tekrar. Çalışma saatimde pek hayra alemet değil bu. Geri dönüyorum ulaşamıyorum. Meraklanıp, mesaj atıyorum!
+Bir sorun mu var, hayırdır!
-Ablaları ara.
+Neden, bir şey mi oldu.
-Enişte ölmüş!
+Ne, nasıl ya!
-İntihar
+Hadi oradan.
-Yatak odasının balkonunda camaşır asma demirinde asılı bulunmuş bu sabah!
Bu benim kurtuluşum mu? Donup kalıyorum! Ablam ve kızları...
Sude nur haylazca
YORUMLAR
Çok etkilendim, hiç tahmin edemeyeceğim yerlere sürükledi beni öykü.
Öyküdeki ana kahraman gibi utandım, kızdım, küfür ettim, şaşırdım, korktum ve başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Sonu da beklemediğim gibiydi.
Ne kadar anlatsam az gelecek. Yüreğin dert görmesin, çokça tebrikler
-Sude Nur Haylazca-
selamlar
Duyarlı bir yüreğiniz olduğunu biliyorum,eminim yaşanmış bir olayı kaleme aldınız.Günümüzde bu ve buna benzer daha kötü olaylar yaşanılıyor.Kimi zaman gün ışığına çıkıyor,kimi zaman gizli kapalı kapılar ardında kalıyor.Tacizin,şiddetin her türlüsü kötü. ALLAH ım kimseye bunu yaşatma neolur.Hikaye nin sonunda itiraf edeyim bir oh çektim içimden,lağini buldu diye ahlaksız,kutluyorum Sude hanım,sevgimle
yazmak, yaşamak kadar zor
okuyucunun yüreğine ne kadar ağır geliyorsa bu ve buna benzer olaylar
yaşatanların vicdanında o kadar hafif kalıyor
intihar sebebi bunalımdan olsa gerek
bunlarda herhangi bir insani duygu aramamak gerek
içimizi burkan bu tip hikayeler maalesef fazlasıyla yaşanmakta
ama dileğimiz ve duamızdır daima
hiç kimsenin böyle olaylarla karşılaşmamasıdır!
yüreğine kış düşmesin kuzen
sevgiyle kal
-Sude Nur Haylazca-
Ve kuzenim
Kıymetlisin
Uğradığın için teşekkürler
Selamlar
çoluk çocuk, akraba hatta öz evlat dinlemeden saldırıyorlar. sadece cinsel olanı değil her türlüsü iğrenç. bunların, dışa yansıtamasa da kendilerini intahara kadar götürecek gizliden bir pişmanlıkla yaşayan türü olduğu gibi, artık kişiliği tacizcilik tarafından tamamen ele geçirilmiş, hiç pişmanlık duymayan türü de var. varmış.
-Sude Nur Haylazca-
Önyargılar değil midir bizi bir kaç adım hayattan geri tutan
Selamlar
Hikaye boyunca enişte kişisinde intihar edebilecek derinliği görmedim ben. İntihara daha yakın duran anlatıcı kızdı. Adamı daha çok yılışık bir tip olarak tanıdık. Sapık diyemiyorum çünkü yazar o kısmı örtülü tutmuş. Ahlak dışı mesajlardan, konuşmalardan ya da hareketlerden haberdar değiliz. Adamın intihar etmesi için iki sebep var o zaman. Ya gerçekten kadını çok sevdi. Ya da içindeki ahlaksız düşünceler yüzünden vicdan azabına dayanamadı. Ben bir okur olarak daha ileri gidip abla kişisi adamı bir şekilde öldürüp çamaşır askısında göndere çekti diye düşünebilirim. Yazar bu hakkı bize tanıyor. Her şeyin a'sını b'sini detayıyla anlatıp, kendi gördüğünü bize de göstermek yerine okuru da öyküye dahil ediyor. Fotoğraf çekmek yerine sahneye ışık tutuyor diyebiliriz. İyi yazıldığında sevdiğim bir tarz. İmgelerle gölgelenmemiş, gizem acı öfke vs. dozunda tutulmuş. Yani benim okur zevkime göre.
Tebrik ediyorum. Sevgilerimle.
-Sude Nur Haylazca-
Bakış açısına göre şekil alabilecek bir durum aslında
Kahramanımız ahlaki değerlerinden yola çıkarak olayları isimlendiriyor ve algısıyla
Dışardan biri de dengesizlik, aşk, saplantı, yanlış anlaşılma orta yaş sendromu vb sıfatlarla isimlendirebilir
Okuyucu özne olursa yani kahramanın yerine kendini koyarsa ancak sonuca varabiliyor
Vakit ayırdığınız için tesekkür ederim
Selamlar
Bu gerçek bir öykü mü bilmiyorum ama genelde bu tacizci tipler öyle intihar falan etmezler. Bu pislikler genelde karşıdakini öldürene yada insanlıktan çıkarana kadar durmazlar. Bu şerefsizler bencildir çünkü. Onlar için kendilerin daha önemli bir şey yoktur. Kendi duyguları ve dürtüleri doymalıdır. Kendi canları dünyanın en değerli şeyidir ve asla ona kıyamazlar. Kafaya taktıkları her kim ise onu elde etmenin her yolunu denerler .Baktılar ki olmuyor en son öldürebilirler bile. Çünkü o kafaya taktıkları bir kişi değil onların arzuladığı bir nesnedir. Ya sahip olacaklar yada başkasına vermemek için yok edecekler. Bu manyakların ruh hali genelde böyle olur. Ancak öykünü sonunda intihar etmiş olması hem yazarın hemde okuyanın ruhunu rahatlatmıştır. Öykü sizin tabi ki . Bu son benim de hoşuma gitti aslında. tebrik ederim.
Sevgilerimle..
-Sude Nur Haylazca-
Teşekkürler
Selamlar
İnsanların hayatlarını mahveden insanlara lanetler olsun. Onlar ki geberip gitseler de açtıkları yaraların izleri asla silinmiyor.
-Sude Nur Haylazca-
-Sude Nur Haylazca-
Sudecim sen naptın, nasıl bir öykü yazdın...
Su gibi öykünü su gibi okudum ve inan afallayıp kaldım.
Hem öykünün kurgusundan hem de bu kadar güçlü yazmandan;
dili olsun, akıcılığı ve yaşamsal boyutu olsun harika bir öykü bu...
Yaz, dedim sana,
hani güzel yazdığını biliyordum, kalemin iyidi
ama bu kadarını tahmin etmezdim.
Yazının başında, giriş kısmında bir kadını bu psikolojiye koyan
ne olabilir, diye düşünmeden edemedim.
Ama sona geldiğimde, tekrar başa dönüp tekrar bakamadım o travmatik hale...
"Gün geldi, artık kimseyi aramaz oldum. Vazgeçtim kendimden bile.
Çözüm sunamıyordu kimse. Rahatları yerinde olan insanların
beni anlaması çok zordu.
... Benim sıfırdan başlayıp toprağı tırnaklarımla kazıyarak
hayatta kalmaya çalışıyor olmamı anlamalarını beklemek aptallıktı.
Diğer yandan da insanların zulmüne karşı direnmemi anlamalarını
hangi akla hizmet düşündüysem. En çok da kendime kızıyordum aslında.
Şöyle bir hesap yapınca ..."
Zaten bu kısım beni benden aldı, hikaye aynı olmasa da,
ne kadar beni anlatıyor, diye düşündüm...
Her kadın bir diğerine baktığında biraz da kendini görmüyor mu ne de olsa;
olaylar, hikayeler aynı olsun ya da olmasın,
duygudaşlık başka bir yakınlık Sudecim...
İnsan sevdiği bir insanın güzel bişey yaptığını görünce
nasıl da gururlanırmış... Bunu hissettim yeniden ve daha birçok şeyi yazıyla birlikte...
Sen hep yaz, olur mu,
çokça sevgimle,