- 403 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÜŞÜMEK
Üşümek
Ne yazdımsa dönüp bir önceki yaşanmışlığa baktım.
Üşümek yazdım misal ve geçmişin o sahte yanılsamalarına döndüm.
Dönüp baktıklarım ve yansıyanlardan gördüklerim; Sahteydi.
Sonra bu cümle yanlış mı oldu diye sordum, geçmiş olan gerçek; dönüp bakmak mıydı sahte olan.
Sahte olan, benim bir limanmış gibi bakma eylemim belki de.
Bir liman yok belki de sahte olan algılarım kimbilir.
Düşündüm düşündüm, ve düşündükçe de üşüdüm.
Gerçek mi sahte mi diye sormaktan çok; bir daha ardıma bakmamaktı belki de gerçekliğim.
o kadar çok düşündüm ki bakacak bir ard bırakmadım kendimde.
Un ufak eyledim zihnin eleğinde.
Sıyrılmak istedim geçmişten ve onun sanrılarından.
…..
…..
Ama şimdi ben bundan söz etmeyecektim ki. Zihnim oyun oynadı yine bana.
Ben sana şimdiden söz edecektim.
Tüm bedenime ilmek ilmek işlemiş üşümekten söz edecektim .
Şimdinin aktığı odama dönen gözlerimden ve kaskatı kesilmiş zihnimden söz edecektim..
…
Üşüyordum.
…….
Üşüyordum ifadesi. birinci tekil şahsın Şimdiki zamandaki soğuk hikayesiydi .
Anlayacağın üşüyen bedenimin hikayesi…
Mevsim zemheri, hemde dibine kadar ayaz…
Geçmişin o her zaman bildiğimiz, sığındığımız, acı, tatlı aldatıcı sıcaklığı vardır ya, o sıcaklık işte şimdinin hakiki soğukluğu karşısında donuyordu.
Şu okuduğun yahut duyduğun var ya şu an ;
hani parmaklarımdan ve sesimden dökülen bu harf u sesler varya ,
işte onlar lapa lapa tanecikler be arkadaşım..
Sen bunu okuduğunda şimdiki anım geçmiş olacak, sen bunu gelecek zamanın bir başka şimdiliğinde okuyacaksın, ama öyle amansız bir tutkuyla istiyorum ki can, şimdiki zamanın titremelerini, üşümelerini, çaresizliğini hissetsin, senin yazıyı okuyacağın geleceğinin şimdisi.
Bak ne takıldı aklıma şimdi arkadaş…
Diyorum ki, yazık bu Adem kızı Havva oğluna,
Vallahi Yazık bize be ey insan.
garu beladan beri, zaman hep değişiyor demi…
Dinle şimdi,
yaşadıklarımız hep aynı yahut hep ayrı olsada,
ve hep aynı hep ayrı duygular beslesekte, hiçbir şey aslında aynı değil, değişen zaman karşısında.
Ama Asıl zalımlık ve yazıklık ne biliyom mu sen,
Durmak nedir bilmeyen, sürekli değişen bu haylaz zamane çocuk karşısında, duygularımızı hep aynı kelimelerle anlatmak mecburiyetinde bırakılmak.
Yani diyorum ki arkadaş,
Sana verilen 29 tane ses,
Hadi bilemedin birkaçı kaçak, bir kaçı yasak seste senden olsun,
sonsuz ihtimal barındıran ses kuyusundan, gönül ipiyle,
coşkuyu,
kederi,
aşkı,
acıyı,
ayrılığı,
kavuşmayı,
savaşmayı
barışmayı ..
ve en çokta şimdiki ÜŞÜMEYİ çıkarmaya çalışmak, tam bir zalımlık be iki gözüm.
Ya… dertliyim ben kekommm, hissettinmi birazcık beni..
Hani diyorum, sesler çıksa kuyudan da kendileri,
ses verse,
yahut konuşsa
ve yahutta eyleme kalksa, bizim yerimize ne olurdu be arkadaş.
….
Bak şimdi, şu hınzır ÜŞÜMEK kelimesi varya , onu düşün.
Sonsuz uçsuz bucaksız bir çölü düşün.
İster kuyunun kör halinden ister çölün bilinmeyen coğrafyasından bu sesler katar katar çıka gelse.
Katır kervanın başında Ü sesi yola çıksa , bir sonraki kervanın Ş olduğunu birazdan onunla buluşup akıbeti meçhul bir diyara gideceklerini bilse ne olurdu acaba.
İki ses katarı bribirlerine bağlansa “ÜŞ” halleriyle yola çıkıp , fizan çölünün sınırsızlığında ilk yolcumuz Ü sesi kendi ikizi Ü görse şunu sorarmıydı acaba?
Ya ikizim bu durağımız biraz ıssız gibi, hele sen bana bi deyiver, alçak ve yüksek basınçlı bir hava dalgasından hangisiyle karşılaşacağız ilerde?
Dese ipin ucunu yakalamış olurmuydu akıbetinin.
Ne güzel lafontan hikayesi dimi, …
eveett güzel arkadaşım,
sonrasında sona geliniyor akıbetin. “ÜŞÜ” kervanının ü-ş ve –ü katır yolcuları dönülmez bir yola girip, birbirlerine takılıp bir sonraki durak yolcusu M daha sonraki durak yolcuları –E ve K ile buluşarak ÜŞÜMEK diyarına varsalar, varsalar,
ve… ve vardıklarında ki an
İşte bu an, saygıdeğer dinleyiciler ve sevgiye değer okuyucular, o an,
O an sizlerde bu kervanda ki katırlar gibi ÜŞÜMEK denilen ıssız ayaz sisli zemheri diyara yolculuğu hissedermiydiniz.?
Yani arkadaş, ben yazdım yazmasınada , sen üşümeyi hissedebildin mi,
yani sen Ü,Ş,Ü katırlarının yolculuğunu duyduğunda yahut okuduğunda, vucudunda bir ısı kaybı oluştumu, son duraktan sonra iliğine kadar dondun mu, donup öyle kaldın mı,
işte bütün mesele bu candostum , sadece bu..
bir kaç paragraf evvelsi yazdıydım,
Sen bunu okuduğunda şimdiki anım geçmiş olacak, sen bunu gelecek zamanın bir başka şimdiliğinde okuyacaksın, ama öyle amansız bir tutukuyla istiyorum ki, şimdiki zamanın titremelerini üşümelerini çaresizliğini hissetsin, senin yazıyı okuduğun geleceğinin şimdisi.
Off off…
şimdide ne isyan edesim var duyguların alayına.
Ne olurdu biz harflerin dublörü olmasak,
Kıyamet mi kopardı sahi,
diyelim ki koptu,
o kıyametin şimdiki kıyametten altta kalır ne yani var Allahın aşkına.
Yanlış seslendirmelerin yapmacık hayatlarını oynuyoruz kendi filmimizde.
Ne olurdu çevirmen olmasak.?
yaşadıkalarımızı anlamayanların da anlaması için,
anlaşılması için alt yazıyla anlatmaya çalışan çevirmen olmasak?…
yanlış tercüme ile taklitçi ömürler yaşatıyoruz kendimize ve kendimiz haricinde ki herkese….
..
……
…
Ah be yabancılığım,ah …
Bu lal 29 ses var ya, zar-u zar olsa, kulakları işitene.
Anlıyorsun yazılanları demi.
lakin aynı yaşanmışlık duygusu vermiyorsa ne yapmalı şu aciz yazamayan yazar kardeşin.
Yani diyorum ki, okuduğumuzu anlıyoruzda , anladığımız yaşanmışlık duygusu vermiyorsa ne yapmalıyım ben?
Mesela, Yazarlık meslek değil aslında, yazma eylemini yapan kişinin o an ki uğraşıdır diye açıklama zorunda kalmamak ne güzel olur be arkadaşım..
Zihinde olanı akıtabilmek aniden …
Misal,
Hançerdi, ayağıma inen şubat ayının ayazı desem anlarmısın üşüdüğümü ey dost,
Anlarsın sen, anlarsında
peki hissedermisin o anki yalnızlığımı,
bak dinle,
göğsümün heybesinde tek seferlik bir nefesle söylüyorum,
hisset beni,kullanıyorum sana minnacık nefesimi,
hissediyormusun yalnızlığımı?
mesela kramplar giren, o ayak tabanının ovalımsı boşluğunda saklı kasın acısını,
yada şartlanmış bir refleks olan sönük kaloriferden sıcak dileyen yanlarımı,
ve kalorifer demirinin ve de onun soğuğunun ayağımdaki soğuğu ısıttığını,
noktası olmayan bir cümle gibi, bir ürpertinin bedenime yazıldığını,
yazamadığı yerde kazıdığını,
yörünge de donup kalan bir dünya gibi ,güneşe hep uzak kalacağını bilmek gibi bir duygunun, zihnimde korkulara hasıl olduğunu;
kendi zihnimin etrafında, dönüp dolaşıp patinajlar yapıp kocaman bir kara delik açtığımı,
o delikten ölüm gibi her şeyin,
zihnimin, duygularımın
acılarımın
kederlerimin
mutluluklarımın kaybolmasını istediğimi,
hatta şu an en çokta kontrol dışı titreyen bedenimin ritmlerinin yitip gitmesini arzuladığımı hissedebilirmisin sayın hep kıymetli ama her şeyime yabancı arkadaşlığım …
…
…….
…………
sonlara mı geliyorum ızdıraplarımın,
sorular fokurduyor buzul bir diyarın kaynağında,
Nefesimde ki buhar cigaradaki duman neden ısıtmıyor ellerimi ey xweda?
O el ki, rahminde kaderimin, ölümümün çizgisinin taşıyan bir ana.?
Nefesimde bir açlık kokusu, birde buram buram tütün kokusunu zerkeyledim kollarımdaki devrimci tüylerime.
Dem soğuk bir dem, dem,tüylerin şaha kalkması için bulunmaz bir dem.
İnsanı yalvartan bir dem.
Hani diyorum,
Bir kutup ayısı gelse de sorsam; sen ne içiyon be ayı arkadaş,?
ne üşüyon ne acıkıyon.
Kutup senin olsun, bana ayılıktan bir katre hormon ver başka bir şey istemem.ver ki şu demi ayazı dönüştüreyim bir nebze ılığa.
…….
…..
Üşümenin kaçıncı merhalesindeyim acaba,
tüm cevaplardan arındım mı acaba,
artık ben kendime dair bir cevap verecek saf bir rüyayı gördüm mü acaba.
Ne çok acaba var kafamda.
Üşüten bir kafanın seslerimi bu sualler, ben buzdolabının içinden mi yazıyorum da bu kadar üşüyorum yarab?
Tanrım ruhum mu terk ediyor bedenimi, donup kalan bedenim kangrenleştimi sahi.?
Ruhumun selameti, gövdemin kadavraya bağışlanmasımıdır ey ömrüm?
Bu kalemin mürekkebi yine mi dondu, yine mi içimden son bir buhar takviyesi,
……….
Tamam , tamam da arkadaş ama niye,
ite kalka,ha bi gayret nidaları niye,
bu çabam niye tabut renkli masanın coğrafyasında.
…….
….
Vasiyetimi yaşıyorum galiba.
Bırakacak bir donuk bedenim var arda kalanlara.
Beni bu masayla gömün mü yazsam.
Onu da götüreyim mi yanımda.
Yoksa, masanın altına gömün mü yazsam?,
Ne oluyor la bana,
ne çok soru soruyorum ,
kime soruyorum ,
soruyormuyum gerçekten,
soruyormuyum gerçekten derken ki o kısır sual döngüsüde nedir acaba...
Bu soru girdabında boğulurken,
bir bu eksikti diyeceğim bir soğuk süvari dalgası geçti üzerimden…..
.,store perdeyi bilirsiniz işte, kesitlidir yahut şeritlidir. Store perdenin elek kısmından dalga dalga bir süvari esinti geliyor şimdi. Kapatmalıyım hemencicik.
Ruhum hadi gel bedenime geri , bir kere olsun gel, en dibine vurmuş bir insanın tövbesindeyim gel, gel ki talan etmesin süvariler uyuşan dirsek yanlarımı.
Kahrolası perdenin zinciri,
neredesin,
….
surun kapılarını kapayan zincir hangisiydi şimdi,
….
offf offfff,
kapa kapa kapa , ….
…
Kapa-dım
sanırım oldu galiba….
Zincire vuruldu bu dalgada , darısı diğerlerinin başına…
bir dalga daha savruldu bu akşam demek tekrar tekrar …..
…
…
……
bekledim bir müddet yazmadan,
bir bardak çay alayım istedim onuda beceremedim.
….
…..
Bardak ha, gözyaşı kuyusu bardağım,
bardağım soğuktan kristalize olmuş desem inanmayın,
zira kristal halinin membası şubat ayazının tecavüzüne uğradıktan sonra dökülen sessizlik göz yaşlarıdır .
Gözyaşım donup kalmış be arkadaş.
Gözyaşı sıvı olunca akar yatağını buluyorda , donunca çakılıp kalıyor herhal. Onu da öğrendim
Gözkapaklarım varya, giyotin gibi sert biçimde iniyor aşağıya,
fazla suyun ihracı için değil,
gözümdeki bebeğe batan, donuk anıların biçilmesi için.
Söylesene madam, donuk damlalar mıdır dağılan, yoksa paramparça olan anılar mı…
bir şeylerin anlamını bulması için tükenmesi gereken sorular mıdır,
misal şimdi diyelim ki; sorular lal olsa , dil verecek mi bir alaz; ıssız ensemde.
Yok be cancağızım yookk. Ne yapsam ne etsem bir faydası yok.
dibine kadar üşüyorum ben…
Çay bardağı, donuk, ifadesiz bir duvar gibi duruyor karşımda.
Etimden çok kemiğini hissetiğim ellerimle kavradım belini, kanı çekilmiş damarlarım ısıtmadı saydam rengi.
Usulca aldım ağır ağır onu, ve ellerimi indirdim kasıklar vadisine.
Bedenimin yanardağına geldim , tutturdum iki lav vadisinin arasında, ve çektim üzerinden ellerimi…
bir dem sonra, evet kısacık bir dem sonra,
çıt diye bir ses geldi, kaldıramadı sıcaklığı körpecik gövdesi.
mandal misali sıktığım bardağı kasıklarımı gevşeterek bıraktım ,
ve içinde barındırdığı çatlaklıkla yuvarlandı masanın ayaklarına.
O bardak ki,
O ayakların altında bir cennet istiyordu belki sadece,
lakin kasıkların cehenneminden geldiği biliniyordu maalesef.
Anlayacağın günahkardı ve bu yüzden ıssızlıktı mukaderratı.
Heyhat, Çektim bakışlarımı o günahkarın üzerinden mecburen,
Ve yeniden düştüm üşümenin derdine…
Üşümek ne garip bir haldi.
Üşümekten kaçan gözümün telaşesini takip ediyordu zihnim..
donup kalmaktan korkan Gözüm masa lambasına ilişti.
Bembeyaz lambanın, gözlerimi kamaştıran ışıltısı yine geçmişe götürdü zihnimi,
Taklalar attığımız çocuklulğumuzun kar minderleri , kardan adamları ….
Ah be masa lambam ah be cereyanlı masa lambam…
…
….
Cereyanın ne hoş bir sedası var içimde şimdi.
Tuhaf ama…
.
.
Cereyana kapılmak. Cereyan etmek.
Misal ,cereyana kapılmak, bilirsin işte iki açık yer arasında esen rüzgar. Ama soğuk rüzgar.
Masada cereyanın yuvalandığı cam parçası, ateş közü sanki beni ısıtıyor, cereyan lambasının göz kamaştıran aydınlığından dolayı, boynunu eğmiş ,ışığını ve ısısını masanın tahtasına vermiştim.
Şimdi bu küçük camın başını , elimin dış tarafındaki tarak kemikleriyle taradım. Ellerim ısındı sanki.
hoş bir sedadan hoş bir kandırmaca…
Sanırım…..
kendimi kandırıyordum işte.
Zira ne kadar ısınırsa ısınsın ellerim,
hep üşüyen yanların esaretindeydi her yerim.
…
…
Yoruldum yazmaktan, donup kaldım ayazdan, düştü düşecek kalemim, bitsin artık bu aldatmaca yar…
Anla artık yar
, hisset artık yaradanım,
Ne yaparsam yapayım,
üşüyen yanı varsa tenimin,ısısı bertaraf oluyor gövdemin.
Hisset artık.Hissetttt.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.