- 2275 Okunma
- 27 Yorum
- 4 Beğeni
edebiyat olmayan gerçek şeyler
Az bir şey kaldı. Bile isteye kendimi yiyorum. Sağlık açısından -buna psikolojik durum da dahil- mesleki açıdan, zaman açısından, dostlar açısından, edebi kaynak açısından...kısaca hangi açıdan bakarsam bakayım olandan tüketiyorum. Kötü şarkılar dinliyorum. O kadar kötüler ki iki saat sonra saatin kaç olduğunu yahut günün hangi evresinde olduğumu kestiremiyorum. İşte ya da evde konuşulan her şeyi, çoktan bitmiş bir maçın arkasından yapılan yorumlar gibi algılıyorum. Meslek gereği büründüğüm rolden kurtulamıyorum. Oysa beş buçukta benim mesaim biter, yaka kartımı çekmeceme atıp eve giderim. Ama öyle olmuyor işte. Arkamdan geliyorlar. Rüyalarıma giriyorlar. Alt benlik çöplük gibi. Mezarlık gibi. Çamaşır suyu içsem her şey tertemiz olacakmış gibi hissediyorum. Hastaların hepsinde telefonum var. Böyle bir mecburiyetim olmamasına rağmen, tanıştığım gün avuçlarına özel numaramı sıkıştırıp "beni gece gündüz arayabilirsin." diyorum. Öyle de yapıyorlar. Çoğunlukla onlar için yapabileceğim tek şey, en güzel şey ellerini tutup gülümsemek. Bu onlara iyi geliyor ama ben bitiyorum. Gerçekten yavaş yavaş öldüğümü hissediyorum. O bakışlar, o ağıtlar, o lanetler, o çaresizlikler...Oysa bu mesleğe ilk başladığımda engelli birine dokunmaya bile çekiniyordum. Bir nevi iğrenme duygusuyla kasılıp kalıyordum. Bunu yenmem çok zor oldu. Ama uzun sürmedi. Artık onlara bin yıldır görüşüyormuşuz gibi samimiyetle sarılabiliyorum. Fakat hep ağlıyorlar. hep hep hep. Bunu ancak yaşayan bilir. Sürekli umutsuz, hasta, ölmek üzere, yürüyemeyen, göremeyen, acı çeken, madde bağımlısı insanlarla bir arada olmak insan ruhunda nasıl bir tahribat yapar, ancak yaşayan bilir. Etrafıma bakıyorum. İnsanlar benim gibi olmak yerine duyarlılıklarını sınırlamayı seçerek kendilerini koruma altına almışlar. Mesela onlar bir insana “vaka” yapılan işe “süreç” diyebiliyorlar. Bu benim midemi bulandırıyor. Ama bakıyorum insanlar da haklı. Bu katlanılabilir bir durum değil. Kapkaranlık bir fanusun içindeyim. Fanusun içi güzel oysa. Her şey elimin altında. Bütün güzellikler parmak ucu mesafemde. Ama karanlık olduktan sonra…Araba koşulmuş, bacağı yaralı bir at gibiyim. Beni vurmasınlar diye canımı dişime takıp koşuyorum. Bunu yaparken birgün beni vurmalarına gerek kalmayacağını da biliyorum. Neyim, kimim, iyi miyim, kötü müyüm? Neden herkes bu kadar mutlu görünüyor? Gerçekten öyleler mi, yoksa ben mutsuz olduğum için mi bir derece daha yukarımı bahtiyar görüyorum? Gerçek ne? Neredeyim? Sirkin görünen tek hayvanı ben miyim? Yuvarlak ışığın altındaki tek hayvan. Yazmak…Bilgisayarın başına oturduğumda yine kötü bir şarkı açıyorum. Sonra bildiğiniz boşluğa bakıyorum. İçimden geçen kurguları yazıya döksem insanları kusturacak kadar hızlı, korkunç, tuhaf bir şeyler çıkacak ortaya. Yapmak istediğim bu değil. Duvarlar açılıyor, çatı kalkıyor, yer kırılıyor. Sesler yüzler, korkular, kaygılar bütün kırıklardan içeri sızıyor. Hanemi de koruyamıyorum. Belki kırk kere yataklarında uyuyan eşimi ve çocuklarımı kontrol ediyorum. Eş ve çocuklar. Dünyanın bütün pisliğinden ırak tutmaya çalıştığım varlıklarım. Onların yanı benim en huzurlu olmam gereken yer. Ama aksine, en çok acıyı onlarla birlikteyken çekiyorum. Bu atın kırık bacağı en çok kendi bahçesinde koşarken acıyor. Hiçbir şey yokmuş gibi minicik bir bebekle mavi mavi şarkılar söylüyorum. Resimler yapıyorum. Çatlayasıya gülüyoruz. Ama. İçimdeki işçiler sürekli olarak geminin kazanına kömür dolduruyorlar. İçimde acayip şeyler oluyor. Acayip şeyler. İnandığım her şeye şüpheyle bakıyorum artık. Sonra bir de bunun için acı çekiyorum. Nasıl böyle şeyler düşünebiliyorum diye. Beynimi kafamdan çıkartıp tütsü çubuklarını o yumuşak dokusuna daldırarak karşısına oturup sigara yakma istiyorum. mantığı nerede nasıl kullanması gerektiğini bilmediği için. Kaygıların gerçek olmadığını algılayamıyor ama yaratıcının bir açığını yakalamayı umut edebiliyor. Geri zekalı. En çok beynimden nefret ediyorum. Aynaya bakmaktan da. İkisi eşit. Baktığım kişi kendim değilmiş gibi hissediyorum. Asla ben olamam o. Döküldüğü kabın şeklini alabilecek kadar iğrenç bir şey o. Her ortamın suratı. Karadenizli, oh ne güzel, esprili, neşeli. Güzel bir taklitçi oysa. Güzel bir yalancı. Kalp ilacı kullanıyor ama o aynadaki surat ölmeyecekmiş gibi nasıl bakabiliyor öyle. İşte bunu kimse bilmiyor. Hiç kimse. Çünkü yalnızlık tek başına olmak değil. Bu, insanın kendi için ördüğü bir duvar. Neden yaptığını çok da bilmeden. En kötüsü de ne biliyor musunuz; bütün bu olan bitenin bir suçlusu yok. İşte o zaman diyorsun ki “ben mısır koçanının uç kısmındaki taneye dönememiş oluşumum. Ne mısırım, ne değilim. Allah böyle istemiş.” İki kere Allah’ın işine karışmaya kalktım. Sonrası daha kötü oldu. Artık inandım. Bazı insanlar lanetiyle inerler dünyaya. Başlarının üzerinden daima gri bulutlar ve beyaz şimşekler geçer. Sevilmek ya da takdir edilmek değerini yitireli çok oldu. Birinin beni sevmesi sakız çiğnemek kadar gereksiz. Sevilmek ekstra yük, sorumluluk, rol getiriyor. Ben zaten yürüyemiyorum. Zaten insan zehirlenmesi yaşıyorum. Bazen herhangi bir dolmuşa binip bilmediğim bir ilçenin parkında kendime gelmeye çalışıyorum. Bu çoğunlukla iyi geliyor. Yine o kötü şarkılardan birini açıyorum. Başımı ellerimin arasına alıp kendime yanında olduğumu hissettiriyorum. Kalbim çok hızlı atıyor. Birinin aksiyon filminin en etkili sahnesinde dahi sarf edemeyeceği eforu benim kalbim…Sürekli bir ağlamaklı hal ama ağlamamak. Sürekli derin nefes almak. Sürekli bir yüksekli fobisi. Binlerce metrelik bir binanın kenarları açık balkonunda dikiliyormuşum gibi korkunç, çok korkunç…
Hepsi bu. Bütün bunları neden yazdığımı bilmiyorum. belki de az bir şey kaldığı için...
YORUMLAR
Sizi sadece edebiyatçı kimliğinizle tanıyorum. Seyrek aralıklarla bu siteye girmeme sebep de sizsiniz. Yazılarınızı okuduktan sonra çoğunlukla boşluğa bakarken buluyorum kendimi. Bazen bir kenar mahalle delikanlısını, bazen bir köylüyü anlatıyorsunuz ve ben sizin anlattığınız kişi oluyorum bir anda ve bir süre o karakterin etkisinde kalıyorum. O betimlemeler, o anlatım, o ters köşeler... Aşırı doz almamak için günde birden fazla yazınızı okumuyorum. Bu güne kadar onlarca değişik karaktere can verdiniz yazılarınızla. İlk kez kendinizden bahsettiğinizi görüyorum. Hatta bu yazı da bir ters köşe mi diye tereddüt edip bir kaç yoruma verdiğiniz cevaplara baktım. Bu vesileyle sizin mesleğinizi de öğrenmiş oldum. Kızım bu yıl Kadın Doğum uzmanı olma yolunda asistanlığının ilk yılında. Geçtiği süreçleri ve yaşadıklarını yakından izliyorum. Şimdiden yaşadığı bunca stresle bu işin sonunu nasıl getireceği konusunda endişe duyuyorum. Çok uyarmıştım bu mesleği seçmemesi konusunda ama "seviyorum" demişti. Benim hiç bir zaman ilgi duymadığım bir mesleğiniz var. Bütün günü hastanede, derdine çare arayan mutsuz insanların arasında geçecek bir ömür fikri bana hiçbir zaman cazip gelmedi. Bu ülkede görevini layıkıyla yapanlar asla cezasız kalmaz. Bu da ayrı bir gerçek. Hele özel telefonunuzu hastalarınıza verecek kadar bağlıysanız işinize, özel yaşamınızı ayırmanız da mümkün olmuyordur. Bu yüzden küçük damlalar içine aktıkları kabı doldurmuş ve taşmak üzere anladığım kadarıyla. Buna benzer bir durumu 2000'li yılların başında ben de yaşadım. Kendimi tanıyamıyordum. Çocuklarım benden korkar olmuşlardı. Olur olmaza gereksiz aşırı tepkiler göstermeye başlamıştım. Psikolojik destek almak iyi olur düşüncesi ile bir hastanenin ilgili servisine gittim. Etrafımda sıra bekleyenlerin durumunu görünce irkildim. "Ne işim var benim burada" dedim kendi kendime. Adımı söylediler girdim içeriye. Doktor "hoş geldiniz" derken bilgisayarına benden önceki hastayla ilgili olduğunu düşündüğüm veriler girmeye çalışıyor, bir taraftan da bana beni dinlediğini, sorunumun ne olduğunu anlatmamı istiyordu. Ben onun için az sonra gönderilip, yenisi çağrılacak sıradan bir vakaydım. Oysa benim bambaşka bir dünyam vardı ve bu dünya ile baş etme konusunda bunalmış, yardıma ihtiyaç duyuyordum. Yüzüme bile bakmadan benim anlattıklarımla bana nasıl yardımcı olacaktı ki... Neyse isteksizce de olsa anlatmaya başladım. Amacım mümkün olduğunca bu süreci kısa tutup bir daha dönmemek üzere oradan uzaklaşmaktı. Birden doktor kızıp bağırıp çağırmaya, klavyesini yumruklamaya ve hastanenin yeni sitemine küfretmeye başladı. Anladığım kadarıyla yapmaya çalıştığı veri girişi sırasında bir sorun yaşıyordu. Neyse kendisini teskin edip müsaade istedim ve bir daha görüşmemek üzere ayrıldık. Çıkarken bana ilaç yazdığını 1 ay sonra tekrar gelmemi söylediğini anımsıyorum. Gitmedim tabi ki. Ama aslında bu doktor bana çok yardımcı oldu, beni kendime getirdi. Hayata başka bir açıdan bakmama sebep oldu. Bazen kendimizi dünyanın merkezine koyar ve her şeyin üzerimize geldiğini hissederiz. Böyle bir dönemdi benim yaşadığım. Oysa mezarlıklar yerlerinin doldurulamayacağına inanan insanlarla doluydu. Kimler gelip kimler geçmişti bu dünyadan. Biz de bir şekilde gelip geçecektik. Gözümüzde çok büyüttüğümüz hayat çok anlamsızca ummadığımız bir anda bitebiliyordu. Sanki oldukça yüksek bir yerden kendime bakıyor ve kendimi eleştiriyordum. Bu bana çok iyi geldi. Yeni uğraşlar bulmalı ortamımı değiştirmeliydim. Öğle araları 1 saatlik boşluğumda spora başladım. En az 3km. koşuyor, koşarken hiçbir şey düşünmüyordum. Duş alırken vücudumdan süzülen terlerle birlikte sorunlarımdan da uzaklaşıyordum sanki. Bir günü 2 gün gibi yaşamaya başlamıştım. Öğlen olsa da koşsam diye bir hedefim olmuştu. Sabahları işe giden 6 Km'lik yolu da yürümeye başladım. Sabahın erken saatinde doğa daha yeni yeni uyanırken, egsoz gazları her yanı kaplamamışken yürümek çok iyi geliyordu. Her gün değişik sokaklardan geçerek ulaşıyordum hedefime. Meğer ne güzel ne değişik sokaklar varmış yakın çevremde. Dikkatimi çeken bir eve bakıp, orada yaşayan insanların kim olduklarını, nasıl bir hayatları olduğunu falan düşünerek yürümek güzeldi. İşi işe başladığımda düşünüyordum. Her şey daha güzel olmaya başlamıştı. Üstelik vücudumda forma girmeye başlamıştı. Bir süre sonra ingilizce kursuna kaydoldum. Haftada 3 gün mesai bitiminde koşarak kursa yetişiyor, 3 saatlik dersin ardından eve dönüyordum. Hem spor hem de kurs çevresinden yeni insanlar tanıyor, iş dışında farklı konulardan söz edebiliyorduk. Bunların ardından Yüksek Lisans yapmaya başladım. Bunun için okumam emek vermem gerekiyordu. Kısa bir süre önce söyleseler inanmazdım ama bütün bu farklı alanlara zaman ayırmama rağmen işim de aksaksız yürüyordu. Hatta daha pozitif, daha ılımlı halim etraftakilerin gözünden de kaçmıyordu. Şimdi de yaşamım bu felsefe ile devam ediyor ve çok mutluyum. O gün o psikiyatrist bana hangi ilacı yazdı bilmiyorum ama bana kazandırdığı yeni bakış açısı sayesinde bu gün 2 lisans, 1 yüksek lisans, akıcı İngilizce, Arjantin Tango dansı, dalgıçlık lisansı ve bir çok sertifika kazandırdı. Bu yıl 50 yaşıma girdim. Geçen gün kendime oyuncak bir helikopter aldım. Evde uçurup duruyorum. Çokta güzel oluyor:))
Sizi yazılarınızdan tanıyor ve seviyorum. Anlattıklarınızı kendi koşullarında yaşamış biri olarak bu süreçten nasıl kurtulduğumu anlatmaya çalıştım. Bizim için önemli ve değerlisiniz. İç dünyanız soyadınızla müsemma. İyi ki varsınız...
Biliyor musun, bu yazını şimdi okudum ve dedim ki" şu hayatta her şeyin bir doğru zamanı var" ve kendi adıma bu doğru zamandı.
Hani birini kendine çok yakın hissedersin de sebebini bir türlü bulamazsın.
Ki birileriyle ortak noktalar yakalamaya çalışıp "aynı ben" demeyi seven insanlardan da değilim.
Aynı ben diye bir şey yok çünkü.
Kaldı ki insanların samimiyetsizlikleri ve kendilerini farklı ya da benzer gösterme çabaları hep rahatsız etmiştir beni.
Bazen birinin yazdıklarını okurken ya da anlattıklarını dinlerken ansızın midemin bulandığı olur. Mecazi anlamda söylemiyorum bunu cidden o an deli gibi midem bulanıyor ve burnuma kötü kokular geliyor.
Bir anne olarak hamilelikten bilebilirsin bu duyguyu.
Aslında bunları anlatmayacaktım.
Ne anlatacağımı unuttum:)
Şu kadarını söyleyeyim toparlamak maksadıyla;
Parçası olduğumuz evrendeki, temas ettiğimiz her insan, her duygu öyle bir parçası oluyor ki benliğimizin, içimizde binlerce insan, binlerce yaşanmışlık var. En azından ben öyle hissediyorum.
Ve hep bir sorgulama.
Sorgulama nedeniyle hissedilen huzursuzluk...
Ben kimim ki, neyi değiştirebilirim çaresizliği...
Ve yaşadığın güzelliklerden tat almanı engelleyen bir suçluluk duygusu...
Evet insan mutlu hissettiği için utanabiliyor çok zaman.
Dedim ya ne anlatacağımı unuttum:)
Ama seni çok iyi anlıyorum bil ve nabzım deli gibi atıyor çok zaman.
Sevgilerimle aynur...
Sen kendin olmayı başarabilen nadir insanlardansın ve bu çok değerli.
Aynur Engindeniz
Bu yazıyı yazdığım günü düşünüyorum. Tamam artık ben yaşayamam dediğim günlerden biriydi. Arada olur böyle. Hani şu yüksek yerden atlayıp tekrar yukarı sıçramak beydi öyle bir şey. Öl, diril.
Beni anlamana sevindim. Anlaşılabilmek artık karaborsa bir şey. Bazen gözünüzün önündekiler bile uzak, bazen uzakta hiç görmediğiniz biri çok yakın.
yazarın bizzat kendini anlattığı yazıları sevmiyorum ama kendim bunu neden yaptım bilmiyorum. İçimdekileri hikayelere yedirmeye alışkındım oysa :) Şükür ki yalnız değilmişim bunu gördüm.
Son cümlen ise benim için onur. Öyle miyim bilmiyorum ama senden duymak güzeldi.
Çok sevgilerimle Deniz. Teşekkür ederim.
Bütün yazılarınızı severek okumaktayım. Bu sayfadaki size ait her yazınız beni farklı heyecanlandırıyor.
Çok değerli yazarım; dün gece elektriklerin olmaması sebebi ile okuyamadığım ve sabah uyanır uyanmaz okuduğum ilk yazı yazınızdı.. İşte dedim. Tam da insan kendi içine böyle düşüp kendi çıkmaz olmaz ve çelişkilerini hem de bir hafta sonu yorgunluğunda içten ve etkileyici bir dil ve bir o kadar da sade olarak anlatabilirdi.
Yazıya çok değerli yorumlar yapılmış, lakin bir iki şey de ben katmak istiyorum.
Hastanede çalışan biri olarak ortamı ve yaşanılanları çok iyi biliyorum. Bazen Allahın en çok hastanede işinin olduğunu düşünmeden edemiyorum. Çünkü yüzlerce darda olan insan ve tanrıdan dilek var. Hastaneler en az ibadet alanları kadar kutsal bir yer. Doktor ve sağlık personeli olmamama rağmen yüzlerce hastalar ve sizin gibi fedakar sağlık çalışanları ile iç içe olunca size ve sizin gibi fedakar çalışanlara saygım ve sevgim bir kat daha artıyor. Ben tüm sağlık çalışanlarını kirleri temizlerken kendisi eriyerek azalıp yok olan sabuna benzetiyorum.
Bazen dolaptaki sağlık çalışanı formalarına imrenerek bakıyorum. Çünkü onlar günü hastanede bırakabiliyorlar. Oysa sağlık çalışanları çalışma kıyafetlerini hastanede bırakırken hastalarını kafasının içinde yanında götürüyor. Telefonları sürekli açık ve ulaşılabilir olması gerekiyor. Bütün gün hastalar ile uğraşıp, hatta onların bir kısmını kaybedip üzgün ve yorgun bir kafa ile akşam evinde eşine ve çocuklarına gülümsemeleri gerekiyor. Ya da bir iki dakka önce kaybedilen bir hastadan sonra bir başka hastaya gülümsemeleri gerekiyor. Evlerinde varsa sorunları onları hiç bir şekilde kafalarında taşımamaları gerekiyor. Çünkü önlerinde sağlığına çare arayan dertlarine derman olunulması gereken yüzlerce hastası var.
Biz hastaları elimizdeki imkanlar ile en iyi şekilde rahat ettirebilmenin çarelerini ararken, çözümler üretirken çoğu zaman karşımızdaki insanlar bizi sadece görebildikleri ile değerlendirirler. Bizim Hastane Müdürünü ne zaman arasan hastanededir. Mesaisi sabah yedi akşam sekiz dir. Ve bizler de her acil durumda gönüllü olarak hazır ve nazırız dır.
Galiba benim de içimi dökesim varmış.
Sevgi ile kalın.
Fatma Oral tarafından 4/22/2017 3:14:56 PM zamanında düzenlenmiştir.
Fatma Oral tarafından 4/22/2017 3:16:01 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
O kadar çok uyarana maruz kalıyoruz ki, sanki bilinçli bir şekilde delirtilmeye çalışıyoruz gibi hissediyorum bazen. Tabi ki bu benim hissim ama zamanın aleyhime işlediğini düşünüyorum. Etrafıma bakıyorum, insanlarda bir telaş, bir ağırlık, bir depresyon hali. Mutsuzluk o kadar sıradan bir şey oldu ki, mutlu birini görünce insan şaşırıyor ve mutlu oluyor. mutluluk da keder de bulaşıcı bir duydu. Tıpkı esneme gibi. Ne yapmalı bilmiyorum. İki yıl sonra çalışmayı bırakıp yaşamak istediğim hayata odaklanmayı düşünüyorum. tabi hala sağsam. Bir köye gidip yerleşeceğim. hayali bile güzel.
Umarım sizin için de hayat çok daha güzel olur.
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Sevgiyle kalın.
Canım canım canım..O sardunya kokulu kalemini gizemli çizgilerle örülü gök yüzüne açılan avuç içlerini bir abla şefkatiyle öpüyorum. Gerek yazıda gerekse yorumlara verdiğin yanıtlarda alınacak ne çok dersler var. Edebiyat yapmak kolay iş ancak kendi gönül ve akıl edebiyatında gerçeklere yolculuk yapmak çok zor iş.
Sonsuz Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Konusulması gereken bir konuydu benim icin. Farklı bir seyler duyacağımı umdum. Fakat netice de baska bir gerçeğe ulaştım.
Cok sevgilerimle.
Merhaba...
Öncelikle yazılarınızı ne kadar özlediğimin ve uzunca bir zaman siteye, bu sayfalara ve size uğramadığımın farkına vararak ürperdim…
Bazen nedenini bilemediğimiz bir kırıklık kuşatır benliğimizi, basiretimiz bağlanır adeta ve bir düğüm nefessiz bırakır ya...
Kendime sorma gereğini bile duymadım o içsel kırıkların dayanaklarını. Ve özümdeki masumane duyguların anaç kollarına bırakarak huzur buldum, ikna oldum bu art niyetsiz uzaklıklarım nedenleriyle. Biliyor, inanıyordum ki benim tanıdığım ve özümde kendimce tarif ettiğim Aynur can, önyargılarla inandığı dostlukları/dostları kolay kolay yargılamaz! Ama yine de içimde tarifini yapamadığım bir yangı ciğerimi cızıldattı bu nedensiz mesafeler adına...
Geçmişte bu sayfalarda okuduğum her bir yazınızla ilgili duygu ve düşüncelerimi kendimce bir içtenlik ve gerçeklikle ifade etmiştim ve bu yazıların derlenerek bir kitapta toplanmasına dair samimi istencimi paylaşmıştım sizinle.
Şu anda okuduğum yazınız karşısında kaleminize duyduğum özlemin dayanağı da işte o geçmişteki paylaşımlarınızdaki muazzamlığın devamı.
Sevgili Aynur can,
Öteden beri insan karakterleri ve her bir karakterin çok boyutlu tahlil ve çözümlemelerini içeren yazılarınızı okumuş biri olarak, diyebilirim ki siz, bu anlamda inanılmaz bir derinliğe, zenginliğe sahipsiniz; gerek özünüzde barındırdığınız vasıflar gerekse bu vasıfları yazıya döken kaleminizin maharetiyle.
Bugüne değin kurgulayarak yazdığınız her bir yazının özü gerçek yaşamdan gözlemleyerek, deneyimleyerek ya da bilhassa yaşayarak edinilen ana renklere dayanıyordu. Siz bu renkleri kendi iç zenginliğinizle daha da çeşitlendirip yeşerterek yeniden ve yine hayata dolayısıyla da o hayatın merkezindeki İNSAN’ a sunuyordunuz. Bu sefer baltayı taşa vurarak en zor olanı yaptınız.
Kendi değer yargıları içinde hayata tutunan ve kendince bu değerler çerçevesinde -özsaygıyı koruyarak-yaşam sürecini tamamlamaya ve aynı anda hayata (kabuğun dışı ve içiyle bir bütün olarak) değer katmaya çalışan bir yetişkin olarak;
Bir yandan bu değerler halkası dışına sarkmamaya, öte yandan iradeniz dışında olagelen ( sosyal/toplumsal yaşam içinde)bir sarkıklık karşısında iç muhasebenizle kendinize ayna tutmanız…
Bu aynada -aslında başkalarının yanlışlarını ve o yanlışlarda kirlenen insanı kendi görüntünüzle yer değiştirerek –gıyaben- ağır bir yükü yükleniyorsunuz. -Başkalarının yetersizlikleri, niyetleri, hataları, eksiklikleri ve bu yetersizlikler(engeller) karşısında çektikleri ıstırabı içselleştirerek (zaten hayatın/toplumun her birimize biçtiği rollerin yüklediği ağırlık yetmiyormuş gibi) ruhunuzda gitgide derinleşen o “vicdan, merhamet, şefkat ve sorumluluk ve hiçlik” duygusuyla bir an (yerçekimi etkisine benzer bir çekimle) dibe çekildiğinizi düşünüyorsunuz. Sığındığınız en güzel, en anlamlı, en masum liman olan AİLENİZ’ i gördükçe de bu gizli ıstırap daha çok yakıyor içinizi, ifade edemediğiniz kaygılar ve koruyucu müşfik duygular kuşatıyor aynı anda benliğinizi. Böylece garip bir kuşatılmışlık duygusu sarıyor, bunaltıyor ruhunuzu. Oysaki isteseniz bundan kurtulabilirsiniz; umarsız, bencil, kendine dönük bir düşünce savrukluğuyla. Ama sizi siz yapan o iç dünyanız, karakteristik özellikleriniz izin vermiyor; dağılsanız da, tükenseniz de…
Aslında bu durum sizi daha güçlü, daha dirençli, sabırlı ve İNSANCIL kılıyor. Zaman içinde bunu anlıyorsunuz. Çünkü yaşamdaki çok şey gibi iç dünyamızdaki bu karmaşa da geçecektir, boyut değiştirerek.
Okurken içim burkulup hüzünlere gark olsam da; her zamanki gibi yalın, doğal, samimi, çözümlemeli ve gerçeklere dokunan çok boyutlu, çok işlevli bir yazıydı. İçsel bir yolculuktan (karanlık bir tünelden) açık alınla ışığa çıkmak gibi…
Muazzamdı, etkileyiciydi, öğreticiydi, gerçekti…
Kaleminiz daim olsun…
Aynur Engindeniz
Sevgilerimle.
Sevgili Aynur kardeşim. Yazınızı ilk satırlarını okuyunca içinde olduğunuz ruh halinizin mevsimsel geçiş dönemi yani bahar yorgunluğu olabileceğini düşündüm. Size de papatya çayı önerecektim ancak yazının ilerleyen bölümlerin de olayın daha vahim olduğunu gördüm ve sizi çok iyi anlıyorum. Çünkü eskiden ben de hayatı kendime sürekli sorun ederdim aynaya bakıp kendisine küsen ve aylarca konuşmayan biriydim. Öyle ki, arkadaşlarımın araya girip aracılık etmesiyle ve onların sayesinde kendimle barışıyordum....:)))
Tabi aynadaki yansımaya küsmem işin şakası fakat anlatıp anlatmamakta ikilemde kaldığım anım gerçek. Uzun bir mevzusu olan yaşadığım bu anımı özet haliyle ve en kısa şekliyle anlatırsam olası ihtimalle yaşama dair bazı olayları kafaya takmama konusunda ya da şükür ve mutluluk olgusunun birbiriyle ne kadar ilintili olduğunu anlama ve sahip olduklarımızın kıymetini bilme noktasında bir miktar etkili olabilir.
Geçmişte siyasi nedenle ve suçsuz yere yaklaşık on metre kare bir alanı uzunca bir zaman dört kişi ile bir arada ve keskin sidik kokusu içerisinde geçirmek zorunda kalmıştım. Güneş ışığı görmüyor günün gece ya da gündüz olduğunun bilmeden ve zamanımın belli saatleri sorgu adı altında şiddet görerek geçiyordu. Dışarıda olsa asla yenmeyecek yemekleri yemek zorunda kalmak ve tahta bir sedir üzerinde yatmakta cabasıydı. Uzatmayayım nihayetinde özgürlük günü gelip çatmıştı.Özgür olduğum ilk gün dışarısı günlük güneşlikti. Beni karşılamaya gelen aileme kucaklaştıktan sonra onların eve dönmelerini beni yanlız bırakmalarını istedim. Yaşadıklarımı daha önce tecrübe etmiş ruh halimi anlayan abim durumu anlayışla karşılamış ve beni yanlız bırakmış onlar hep birlikte eve gitmişlerdi. O gün karmaşık duygular içerisinde saatlerce tek başıma yürüdüm. Etrafıma ve gelen geçen insanlara deliler gibi bakıyor ve adeta yaşamı yeniden algılamaya çalışıyordum. Neticede o gün kendime bir söz verdim asla yaşamdaki hiçbir soruna yenilmeyecek ve yılgınlık göstermeyecektim. Yani bir bakıma bir daha aynaya baktığımda kendime küsmeyecektim. Emin olun aldığım bu karar sonrasında yaşamda karşılaştığım her sorunun üstesinden geldim. Yani özet halinde aktardığım anımla şunu söylemek istiyorum. Asla hayata ve kendine küsmeyeceksin.
Kıymetli kardeşim iç dünyanızı paylaştığınız samimi yazınızı ve kaleminizi gönülden kutlarım.
Saygı ve sevgilerimle.
DEVRİM DENİZERİ
Ömrünüze bereket selam ve sevgiler yolluyorum moda sahillerinden..
Aynur Engindeniz
Tesekkurler abi. Sevgiler saygılar
Bu sıkıntılar sadece sizin değil bu çağda yaşayan birçok insanın yaşadığı sıkıntılar. Temel sebebi insana modern hayatın dayattığı yoğun iş hayatı. sanayi devriminden önce çoğu insan kendi hayatından mutluydu. şehir hayatıyla alakası olmayan çoğu insan yine mutludur. insan başkalarının ne düşündüğünü, ne hissettiğini bilmediği için yaşadığı yabancılaşmayı sadece kendisinin yoğun yaşadığı yanılgısına kapılabiliyor. sizin farkınız bunu derinden hissediyor oluşunuz, tarif edebiliyor oluşunuz. sonuçta bu da edebiyatla ilgili. saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim. Saygılar
baska hayatlara degmeden yasadigini bilmez insan.
rus edebiyatindan ingiliz ebebiyatindan yada baska baska ulkelerinn edebiyatindan cok bizim anadolunun edebiyatini her zaman yeg tutmusumdur. onlarin onemsizliginden degil bu elbette, kahramanllarina dokunamadigimdandir. sen dokunuyorsun iste bazi zamanlarda elinden sadece bu gelsede.
farkinda olmaman ilginc, o kadar homur homur etmissin ama seni sen yapan bu insanlar iste.
yuruyelim yenge..
Aynur Engindeniz
Bazı insanlar zayıf işte. Bu o insanların suçu değil elbette. Sadece ölmelerine kızıyorum. O sekilde ölmelerine. Hiç adil gelmiyor.
Yürüyelim, gittigi yere kadar.
Selamlar.
yarası yarasına denk gelenler anlar birbirini derler
haftanın iki günü mobil görevim oluyor gönüllü olarak gidiyorum
özellikle dağ köylerine yatalak hastalar ve engelliler için özellikle çocuklar şehre ulaşamayanlar nakillerinde problem yaşayanlar Halk sağlığı müdürlüğünün bir hizmeti ne kadar yeterli olabiliyorsak kısıtlı imkanlarla o kadar işte
her neyse uzun hikaye
aynı yaralarla ve sorgularla kapatıyorum çoğu kez haftayı
iyi bilirim ne zordur insanın kendi içine ağlaması kendini öfkeyle suçlu sayıp parçalaması ya da bir suçlu araması
yzatmayacağım affola
Ara Güler demişti sanırım
Hayat küçük insanların hikayesidir İngiltere kraliçesinin hayatı bir .ok değildir diye
yaşanmamış yarım kalmış başlamadan tamamlanmış o kadar hayat
ama inanç sistemimi ve değerlerimi oturtalı çok oldu
yoksa bu işin sonu beni tekrar şamanizme götürürdü ya da başka bir inanca
özetle Allah deyip ötesini bırakanlardanım
ezcümle böyle işte
çok güzeldi yazı ve özel
sizi okumak çok farklı ve ayrıcalıklı
saygılarımla değerli Yazar
DEVRİM DENİZERİ
en güzel en değerli armağansınız. Hayatınız yoğun geçiyor belki ama bizler sizi çok özledik. Şiirleriniz yazılarınız gözlerimizde tütüyor eşsiz Yazarım.
Selamlar sevgiler esenlikler bizim diyarlardan kucak dolusu.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum. Selamlar.
Bir sürü şeyler geçti aklımdan. Katar katar cümleler. Pahada hafif, yükte ağır misali. Sonra bir dolu susmak geçti içimden. İnsan yenilgiyi mi kabul ediyor zamanla yoksa mücadele etmeyi mi anlamsız buluyor konusu hala muamma zihnimde. Yazını okuyunca her insan ne kadar da sur aslında kendine ve çevresine onu anlamış oldum bir kez daha. Uyumsuz diye bir film vardı ona benzetirim dünyayı ve kendimi ya da kassandra embriyosu gelir yine aklıma. Aslında aklıma daha bir sürü şeyler gelir. Sonra yine vazgeçerim harflerden. Son aylarda hep yaptığım gibi. Yaşamak ehil işi galiba Sevgili Aynur. Bitecek ve gideceğiz nasılsa düşüncesiyle bakanlardanım gökyüzüne.
Yazının içinde altın günleriyle mutlu olan kardeşlerden bahsettin ya ben de özellikle izlerim çok nadir de olsa katıldığım grupları. Ne şanslılar derim derine dalmayanlar için.
Aslında yüzmeyi çok iyi bilirim lakin denizin üzerinde bile çok açılınca sadece yatıyor ve kendimi denize bırakıyorum. Alıp götürsün kendi diye. Ben mi yorgunum yoksa vazgeçiş mi diyorlar bilmiyorum lakin
Derin bir sükutu çektiğim üzerime doğrudur. Varsın bugün de bu yazıyla yalnız olmadığımızı düşünüp minik bir tebessüm oturtalım yüzümüze. Sonra susalım yine...
çok sevgiyle.
Aynur Engindeniz
Hayat boyle iste. Yapacak hicbir sey yok. Yazıldı, yasıyoruz. Bakalım son sahnede ne olur.
Sevgiler canım.
-Ezrak Rahel-
:))
Aynur hanim,
genis anlayisiniza guvenerek farkli yorum yapmak istiyorum. telefondan yazdigim icin az ve oz olacak.
yaziyi okuyunca sasirdim dogrusu
malumunuz kuluz, kulluk vazifelerimiz var. bu vazifeler icinde koca dunyanin derdini yuklenmek diye bir sey yok. tamam insaniz, duygularimiz var ama kendimizi paramparca etme gibi luksumuz yok. sagligimizda bize emanet. hem kendimizi bitirinceye kadar acidigimiz insanlarin Yaradani var, Ondan daha cok merhamet sefkat sahibi degiliz ki, kendimizi bitiriyoruz. Elbette elimizden geleni yapacagiz ama gucumuzu asan seyleri yucd Rabbimize havale edecegiz. Allah yar ve yardimcimiz olsun.
selamlar,
abdullah
hotamisli tarafından 4/21/2017 10:36:04 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Ve amin, Rabbim hepimize merhametiyle muamele etsin. Merhamet...
Saygılarımla.
hotamisli
farkli bir meslegim oldugu icin yasadiklarinizi bilemem ve sorunuza cevaben sunu dusundum. Belki standart, basma kalip bi sey ama yine bir cevap olabilir. ayni durumda olan tek siz degilsiniz, het bir meslektasiniz sizin gibi hissetmiyordur diye dusunuyorum. Birileri demek ki yanlis anlamayin kendini bitirircesine kaptirmiyor. bence bana sordugunuzun muhatabi mesleginde kendini kaybetmeyenlerdir.Allah yardimcimiz olsun.
iyi geceler
Aynur Engindeniz
Size de sevgiler.
Birileri “Cehalet erdemdir” diye yazmış Feriköy Mezarlığı’nın çokta yüksek olmayan duvarına. İki ay önce görmüştüm. Belediye silmiş midir yazıyı yoksa yerinde duruyor mudur, bilmiyorum. Yazının bir başka versiyonuna Atlas Sineması’na da adını veren eski pasajın boyası dökülmüş duvarında rastladım: “Cehalet mutluluktur” diyordu. Doğruluğu bir tarafa, benzer iki önerme de çok bilmenin, çok düşünmenin insanı mutsuz edeceği konusunda hemfikir. Size, ‘etrafınızda olup bitenleri çok düşünmez ve irdelemezseniz mutlu olursunuz ya da en azından kendinizi mutlu hissedersiniz’ temalı bir reçete yazmayacağım tabii. Merak etmeyin; sözü dönüp dolaştırıp kendime ve ‘bence’lerime de getirecek değilim. Ama şunu söyleyebilirim: Eli kalem tutan insanlar duygular konusunda pek alçak gönüllü olmuyor. Kafamızın içinde dinmek bilmeyen uğultuların sadece bize has olduğundan o kadar eminiz ki bizden bağımsız bir dünya düşünemiyoruz. Kaynağını bizden almayan bir acı, mutluluk, şaşkınlık, sevinç, korku mümkün değil. Her şeyin hem nedeni hem de sonucuyuz. Ama asıl önemli olan o değil. Şu: Kendini sözle ve yazıyla başarılı bir şekilde ifade edebilen çoğu insan, çevresindeki her şeyi profesyonel dürtülerle kendisine çevirmeyi biliyor. Bu yeteneğini, dışarıdakilere kendini anlatmak yerine, kendi üstüne doğrultarak kullanıyor. Kendi acısını en değerli kılıp, derinleştiriyor. Özetle: Kendini hedef tahtası yapmamalı insan.
Saygılar.
Aynur Engindeniz
hastalarımdan birini engelli aracına yerleştirdim. Tekerlekli sandalyesi kendine aitti ve kadın kısmen de olsa yürüyebiliyordu. Hemen yanında yatalak bir teyzeye aldığımız tekerlekli sandalye duruyordu. Kadın sandalyeyi okşayarak "Bu ne kadar güzel, çok kibar ve hafif görünüyor. Baksana benimki çok kaba." gibi laflar etti. O an içimden ona kızdım. Memnuniyetsizliği bana dokunmuştu. Sandalyeyi götürdüğümüz kişinin tamamen yatağa bağlı olduğunu ve bu tekerlekli sandalyeyle hiçbir zaman rahatça geçemeyeceğini kendisinin imkanlarının daha müspet olduğunu falan söyledim. O yine de omuz silkip "Olsun" dedi. "Ben de bundan isterdim." Ağır engellilerde bir de bu var, ikna etmek ya da pozitif düşünceye sevk edebilmek çok çok zor. belki aylar isteyen bir çaba sonucu biraz...Bunu neden söyledim. Evet insan edebiyatçı olsun olmasın en yüce kendi acısını görür. Belki de bu yaradılış gereği. Çünkü bilindik şey başkasının bilinmeyeninden daha ağır. İnsan kendinden fazla uzaklaşamaz. O yüzden edebiyatçıların acılarını yücelttiklerine kısmen katılıyorum. Klinik durumlara hiç girmiyorum ki, bazılarına göre bu kendinden gidiş bilinçli bir şeymiş gibi algılanabiliyor. Kendi kendine etti cümlesini sıkça duyarız. Oysa öyle değil ya, gerçekten değil. Gerçekten değil.
Netice de çok çok doğru söylediniz: İnsan kendini hedef tahtası yapmamalı. Buna evet. Ama nasıl? Bütün zırhlar erir. İstanbuldaki üç yılanlı taşın bir savaşta kaybeden tarafın askerine ait zırhların eritilmesiyle yapıldığı söyleniyor. görünür görünmez bütün zırhlar eritilip aşılmaz, kırılmaz, sarsılmaz başka bir şeye çevriliyor.
Cehalet mutluluktur bence de. Ama esas mutluluk bir köyden hiçbir zaman dışarı çıkmamaktır. Hal öyleyken de sorunlar yaşanır ama derinliği sanmıyorum ki kent insanının çok gezen gören ve okuyanınki kadar derin olsun.
Teşekkür ederim açıyı genişlettiğiniz için Vedat Bey. Saygılar.
Vedat Keleş
ne kadar düşüncelerle boğuşursan o kadar aşağı çekilirsin. recm edilmeye benziyor bu biraz. vücudunu göğsüne kadar toprağa gömmüşler ve her önüne gelen gelişigüzel bir taş fırlatıyor sanki. çırpınışlarını kimse görmüyor, sesini kimse duymuyor. ama bir kerede nefesini tüketip kurtulamıyorsun da, çektiriyor o kadar ki. beynin kuş yuvasına dönmüş ama kanatları kırık ve uçamıyorlar. her şey gözüne batıyor, her şey üstüne geliyor, her şey fazla ve kaçacak yerin yok. sessizce azar azar seni kemiren şeyler var ama tanımlanmayan, adı konulmayan sadece derinden hissedilen sarsıcı şeyler. özellikle beynin ve kalbin. beyin sürekli bir şeyler salgılıyor, kalbin duracakmış gibi ama durmuyor, hep çarpıyor-çarpılıyor. sen biliyorsun, sesini sen duyuyorsun sadece.
kalbinde bi ağırlık, yüklü vagonlar gibi başı sonu belli değil ilerliyor paslı rayların üstünde ağır aksak. kazma kürekle oyulan kalbinden, beyninden sürekli doldurulup, boşaltılan şeyler var oraya. hazine mi arıyorlar, mezar mı kazıyorlar belli değil. iyi mi, kötü mü, hayrına mı kestiremediğin şeyler yani. ne karşı koyacak gücün var ne de çabuk pes edecek kabulleniş ya da herhangi bir skorla sona eren bir yenilgi de değil bu. her gün ringe çıkarılmış gibisin ve her musabaka öncesi sabırsız ellerin üst üste yumruklarını geçirip açtığı çukurları hâlâ karnında hisseden o ezilmiş *oks torbasından da kaybettiğin yüzünü soruyorsun anlamsız bir şekilde.
işte soğanları-domatesleri böyle kıyıyoruz tahtanın üstünde. ama ben inatla bu işler için hâlâ avuçlarımı kullanıyorum ve seviyorum galiba parmaklarımı kesip kanatmayı. evet seviyor olmalıyım yüreğimi de bölüp parçalamayı böyle.
kötü olan tarafı ne biliyor musun, törpülene törpülene bi süre sonra da bi şey hissetmiyorsun artık. ama oraya gelene kadar baya bi badireler atlatmış olman gerekiyor. koşucular gibi engellerden atlaya atlaya ömrünün yarı yolunu katediyorsun ve ama sonunda kendin bi engelli olup çıkıyorsun. duygularının iyice haşatı çıkmış ve düşüncelerin tekerlikli sandalyeye mahkum. elinde avucunda kalan bir dirhem mutluluk varsa o bile intikam alırcasına protezli bacaklarını gözüne sokup çıkarıyor 'beni sakat edip bıraktın!' dercesine. böyle hasımlı evini paylaşan sisli gölgeler. kalbin acıyor değil mi? benim acıyor ve kimseye anlatamıyorum. ağıza alındı mı nefes borum tıkanıyor hemen...
geriye iyi olan yalnızca çocuklar kalıyor. o gül yüzlü çocuklar! ve biz o çocuklara sevgiyi aşılayacağız daha...
hayat işte burda yeniden başlıyor koşusuna. çürüyen etine soramıyorsun bile 'bugün nasılsın gülüm?'..
-eh nasıl olim işte manava gidiyodum da, evde domates soğan kalmamış..sen nasılsın Dudu teyze? emmi, çoluk çocuk iyisiniz inşallah?:)))
e yani sokakta tanıdık birini görmeyelim bari yoksa böyle sivri biberli, göz yaşartıcı sohbete saracağız gülüm...olacağı buydu zaten. offf Aynur ben en iyisi mutfağa gidim bi şeyler kıyim..'uzun ince bir yoldayım' canhıraş acı acı kıyıyorum bi şeyler...sazın teline patlıcanları asıp kurutayım güneşte bari de tam olsun...
Allah benim belamı versin susmayı da beceremiyorum ki!
Aynur Engindeniz
kafamdakileri benden daha iyi anlattın. kafalar iyi benzeşiyor. hayretle okudum her satırı. sanırım ben de Yekta Beyin benim için düşündüğünü senin için düşünüyorum.
bir daha kendine beddua etme lütfen. bulmuşuz işte baksana, daha ne olsun. seviyorum seni.
Gule
anneler sinirliyken çocuklar gülüyor biliyor musun..benim hınzırlar hep öyle yapıyor, ben sinirliyken karşımda kıs kıs gülüp sonunda beni de güldürmeyi başarıyorlar...
öpüp kucaklıyorum seni...
kendimi Gothika'nın bakışları gibi hissediyorum ve diyorum ki..Yapma Aysu. Böyle oturup yavaş yavaş ölümünü izliyorum. Yazma ve yazmama anları.. her ikisi de hasta ediyor beni..
yazarlık bu işte..Nasıl kurtulacağımızı da bilmiyorum. Yani aklıma bu geldi...
Aynur Engindeniz
lacivertiğnedenlik
"Bunlar bazen her insanda olur" diyecektim.
"Merak etmeyin Filiz hanım bu normal halim" demişsin.
O zaman ben de gerçeği söyleyeyim:
Bu kadar iyi olma.
Bu kadar duygusal olma.
Çok okuma, fasla bilme.
Kimseye acıma.
Kimseyle dost olma.
Küçüklerini sevme.
Büyüklerini sayma.
Bak bakalım nasıl rahatlayacak, nasıl huzur bulacaksın.
Can bacım benim...
Aynur Engindeniz
Selamlar Aynur Hanım,
Ömer Lütfü Mete'nin "Dışı tenha insanın içi mahşer" diye bir dizesi var.. Sanki bu dizenin karşılığı olmuş yazınız.
Her daim mutluluklar dilerim. Sevgiler...
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Efendim, bir yoruma yazdığınız cevapta "İlk defa kendimi anlattım" demiş de olsanız, "Bu atın kırık bacağı en çok kendi bahçesinde koşarken acıyor" gibi bir imge üretmişsiniz ki, artık bu anlatının edebiliğinden rahatça söz edebiliriz...
Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Aynur hanım, iyi misiniz?
Yani içinizi dökebildiniz mi ki sanmıyorum ancak biraz olsun nefes alabildiniz mi?
Hani İsmet Özel diyor ya
"
İnsanlar
hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır
o ferah ve delişmen birçok alınlarda
betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır
çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim
şakaklarıma dayanınca güneş
can çekişen bir sansar edasıyla
uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum
kadınların sahiden doğurduğuna
toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum
nicedir kavrayamam haller içinde halim
demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm
bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü
su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum
duydum yağmurların gövdemden ağdığını."
Ben aklımı kaçırmamak için insanlardan kaçtım hayvanlara saklanayım dedim baktım ki orası daha da kötü işin içinde insan varsa her yer cehennem ve hiç bir şeye yetememek çare olamamak...
Aynur Engindeniz
İsmet Özel için de deli diyorlar. Ne güzel deli o.
Siz hayvanlar alemine yöneldiniz. ben ise evimin teraslarını botaniğe çevirdim. iyi geliyor gerçekten. Çiçekler çok iyi geliyor.
teşekkürler.
Şükür et. Her türlü şükür bu.
Başkalarının acısını duyumsamak kötü bir şey değil. Sadece dengeyi korumak gerekiyor.
Bölünmüş bir kadın olarak değil hayatın her anında aynı kadın olarak.
Büyük kıza arkadaş, ufak olana anne, kocaya karı ya da hastaya yardımcı olacak şekilde değil hep aynı kadın, aynı Aynur..
Son nefesi verirken, toprağa girerken yalnız yine bir sen olacaksın. Bu yüzden bölünmeden, tek bir halde iyi duyguları aklına korumaya çabala hep.
Dahası da var elbette ama neyse..
Aynur Engindeniz
HakkınSesi
Ama bunu şöyle düşün: maneviyatı eksik olmak mevzusu çok derin. Af edersin şahsi algılama genel diyorum yine, iki namaz, üç yasinle maneviyat olmuyor. Derin bir anlayış gerekli. Bunun sancısını çekmek gerekiyor. Delilik değil daha çok saflaştırma bir nevi. Gördüğün bir engelliyi düşün. Usta marketinde istediği değişikliğe gidiyor. Yani tabir de yanlış olmasın , Rab sahibi olduğu kuluna istediği şeyi yaşatabilir. Egomuz öyle dahil oluyor ki, saflasma, manevî boyuta geçişte insan ruhen maraza uğruyor.
Günlük işler gibi, az da olsa günlük devam etmekte erinmeyeceğin virdin olmalı. Eğer bu noktada kendini saflaştırma adına vermezsen, aklın kuruntularla boğulur.
Basit bir araştırmayla görebilirsin ki, özellikle batı dünyasında maneviyatı öncül hayat dinamiği sayan bayanlar da artış var.
Hayat herkes için bir yönüyle zorluk barındırır ama konuşarak ya da laf salatası ile değil o öz manevi frekansla ilerlemek gerekiyor.
Bazen başımı kumun icine sokuyorum bazen mor dağım var. Oraya saklaniyorum.
Insan olmak en zor sanat. Bunu zaman zaman yaşıyorum. Ustedinden gelmenin en iyi yolu saklanmak..Kolay degil ama yapmak zorundayiz. Huzurlu günler Aynur...
Aynur Engindeniz
Kendimiz olmak istiyoruz ayan beyan aslında kendimizi sunduğumuz hayat sofrasında ısrarla bizi yemelerine de izin veriyoruz.
Kıskançlığın lüzumu yok demek hep desturum oldu neden mi bunu dedim?
Deniz hanıma verdiğiniz cevaba denk geldim ve aklıma düştü ömürlük dostumun aslında bir ömür beni kıskandığını tam otuz yıllık dostluk sonrası fark ettiğim oysaki mutlu bir yuvası vardı ve benim sahip olmadıklarımla örülü idi hayatı ya benim neyim vardı???SADECE VE SADECE HAYALLERİM. PEKİ BEN ONU KISKANMIŞ MIYDIM???ASLAAA.
Ama görünen o ki; yanlış bir yol tutturmuşum lakin kıskançlık özürlüyüm sadece kendimi suçluyorum hala neden bir baltaya sahip olmadım diye.
Sevgili Aynur hanım, konuyu yine kendime getirdim ama bir düşünün bakalım; neden hala ve neden ki neyin mücadelesini veriyorum ve veriyoruz da???
Cevabını biliyorum ve yeni keşfettim.
Psikolojiye gelelim: Sırf hayatı ve kendimi çözmek adına psikolojide eğitim aldım mesleğimi bir kenara bırakıp ve evet, katılıyorum: ONLARIN KENDİLERİNE HAYRI YOK.
Bize tek gereken sevginin dolduracağı o dünya ve sahip olduklarımıza şükür.
Yine de çözümsüz kalıyor çoğu şey.
Arkası yarın sevgili dostum.
Mutlu kalın.
Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Sevgi ve şükür evet kulağa güzel geliyor. Şükür konusunda tevekküle döndüm, razı geldim. sevgiye ise ihtiyacım yok. dedim ya ekstra yük getiriyor sevilmek. Ama sevmek güzel.
Gülüm Çamlısoy
Bolca sevmek zaten hayattan nasipleneceğimiz ne var ki haricinde?
Sevgimle hep.
Anlıyorum... Anladım sizi...
Ama anlatamıyorum desem, samimi bulmaz çoğu kimse...
Ama işte böyle hissettirdi yazınız...
Aynur Engindeniz
Sevgili Aynur yapılan araştırmalara göre dünyanın en mutsuz çocukları bizim ülkemizdeymiş. Bir yetişkin olarak mutlu olman ve kendini iyi hissetmen çok saçma olurdu. Bence sen normalsin :)))
Kalbine dikkat ...!!! Geçmiş olsun. Bazen açılıp dökülmek iyi geliyor insana. İyi ettin yazdın. Ohh mis gibi olmuş bence.
Sevgilerimle..
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
sahra
Aynur Engindeniz
Çok fazla düşünmek ve çok fazla sorgulamaktan sevgili Aynur.
Bazen ben de öyle şeyler düşünüyorum ki kendi kendime şaşıyorum daha sonra. Mesela mavi renge hepimiz mavi diyoruz ama acaba benim gördüğüm mavi ile senin gördüğün mavi aynı mı? Mesela şekere tatlı diyoruz hepimiz ama benim tatlım ile senin tatlın aynı mı?
Daha pek çok böyle olur olmaz şeyi düşündüğüm vakidir. Bir noktadan sora tozutma başlıyor ki onu bile sorguluyorum. Benim tozutmamla bir başkasının tozutması aynı mı?
Sanırım buna psikolojide tükenmişlik sendromu diyorlar. Ya da ne bileyim mutlaka vardır bir adı.
Neyse...Ben daha fazla saçmalamadan toz olayım.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları tarafından 4/21/2017 6:26:38 PM zamanında düzenlenmiştir.
Aynur Engindeniz
Sevgiler, saygılar hocam.