- 911 Okunma
- 10 Yorum
- 2 Beğeni
AYAKKABIMIN TEKİ DENİZE DÜŞÜNCE...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Vapurdaydım, sigara içmek istiyordum. Bu nedenle yolcu vapurunun her iki yanındaki tahtadan yapılmış sıralara oturdum. Saatlerce yürümüştüm. Ayaklarım oldukça yorgundu.
Oturduktan sonra yolcu vapurunun demirlerine doğru ayaklarımı uzattım. Topuklarım acıyordu. Hafiften ayağımın topuğunu serbest bırakıp biraz rahatlatacaktım güya.
İşte olan olmuştu bile!
Ayakkabımın teki denize düşmüştü. İçim bir hoş olmuştu tabi, ama hemen kendimi toparlamıştım. Omuz silkip Diğer tekini de atıp rahatlamıştım. Bu kez de herkes sesli bir şekilde gülmeye başlamıştı. Bir yandan da meraklı bakışlar üzerimden kayıp denize doğru başlar eğilmişti.
Ayakkabım denize düşünce, vapurdaki tüm gözleri üzerimde hissetmiştim. Merak duygusu bir virüs gibi bir anda herkese yayılmıştı.
O anda inanın hiçbir şey umurumda değildi.
Kimseyi görmüyordum. Ama herkes beni görüyordu.
Bende diğer ayakkabımı denize atıp, iki ayağımı vapurun küpeştesine dayadım. Yaktım bir sigara.
Sarayburnu’ndan batan güneşin keyfini çıkartmaya başladım.
20 dakika sonra vapur Beşiktaş İskelesine yanaşmıştı. Çok ilginç, beni gören her insan kenara çekilip, geçmem için bana yol veriyordu.
O anda kendimi Kraliçe II. Elizabeth gibi hissetmiştim. Yani egom tavan yapıyordu. Ağır ağır iskeleden geçip şıpıdık şıpıdık iskele çıkışına doğru yürümeye başladım.
Havada tatlı bir nisan esintisi vardı. Baharın o kanı hareketlendiren heyecanı hafif bir yorgunluk hissettirse de kışın ayazını ruhumuzdan sıyırması yüzümüzü aydınlatmaktaydı.
2o dakika öncesi yolcu vapurunun dışında bir sigara içimlik zamanda 2 ayakkabıdan olmuştum.
Çorabımın tabanında asfaltın aşındırmasına bağlı yırtılmaları hissediyordum.
Kuyruğunu dik tutan kediler gibiydim. Yalınayak yürümeme mi, yoksa kimseye aldırmamam mı insanların bakışlarını üzerime mıhladığı o an, aklımdan geçen tek bir şey vardı: Cihangir’deki evime nasıl gidebileceğimdi. Allah’tan yağmur yağmıyordu. Yerler ıslak değildi.
Dolmuş durağına doğru giderken küçük bir kız çocuğunun kıkırdayarak annesine : "Anne kadına bak ayakkabısız yürüyor!" sözleri kulağıma çalındı.
Ona hafiften bir sevecen gülüş fırlattım.
Tam dolmuş durağına yaklaşmıştım ki, omzuma bir el dokundu:
"Hanımefendi, hanımefendi bir dakika bakar mısınız?"
Başımı çevirdiğimde sesin sahibinin 40’lı yaşlarda iyi giyimli bir erkek olduğunu gördüm. Meraklı yüz ifademi görünce;
"Kusura bakmayın, aslında vapurda söyleyecektim, ama çekindim."
Kaşlarım şaşkınlıkla yay gibi alnımın yukarısına doğru gerilmişti:
"Bana ne söyleyecektiniz beyefendi?"
Sanırım yüz ifademle beden dilimle beyefendinin bana söyleyeceği sözcükleri iki dudağının arasına kırmızı bal mumu gibi mühürlemiştim.
Kısa bir suskunluk olmuştu:
"Şey, ben diyecektim ki..."
Merak duygumuz, aşk ve öfke duygularımız gibi insanın en vazgeçilmez duygularından biriydi. Acaba bana ne söyleyecekti?
Ses tonumu onun çekimser duruşunu fark edince yumuşatmıştım:
"Evet, sizi dinliyorum."
Adam hızlı hızlı konuşmaya başladı:
"Eğer beni yanlış anlamazsanız, arabam hemen şurada park halinde. Sizi gideceğiniz yere bırakmayı önerecektim."
Gerçekten güzel ve yerinde bir teklifti. Üstelik de yüzlerce kişinin içinde belki de tek cesur olan kişiydi.
Beyefendinin yüzündeki mahcup ifadesiyle ilgisi karşısında şaşkınlığım yerini hoşgörüye bırakmıştı.
"Ah, teşekkür ederim çok ince düşüncelisiniz."
Cesareti katlanmıştı ki;
“Siz burada bekleyin, ben hemen aracımı buraya getiririm; daha fazla yürümemiş olursunuz böyle.” demez mi?
Ki ona teşekkür ettikten sonra teklifini reddetmeyi düşünüyordum. Ama beyefendi sözcüklerimin "evet" anlamına geldiğini, algılamış olmalı ki, iki üç adımla yanımdan uzaklaşmıştı. Bense ardından baka-kalmış, sadece; "Ama ben..." diye sözcüklerimi çakıl taşı gibi ağzımın içinde yuvarlamıştım.
"Acaba o beyefendi gelmeden bir taksi mi, çevirsem?" diye düşünmeye başlamıştım.
Öyle ya, hiç tanımadığım bir insanın aracına neden binecektim ki? Gözlerim Karaköy ve Taksim’den akan trafikte sarı taksi aramaya başlamıştı. Dolmuş da gelmemişti. Bense öylece durakta beklemek istemiyordum.
Tam o sırada bakışlarım Halk Pazarının olduğu yöne doğru kaydı. Açık tezgâhlarda giysiler, ayakkabı ve terlikleri görünce yüzüm aydınlanmıştı.
Bu kez de adımlarımın rotasını o yöne çevirmiştim. Aracını almaya giden beyefendiye kabalık olacaktı belki de ama en azından riski göze almayacaktım.
Ee bu koca şehrin adı İstanbul’du. Her çeşit insan yaşamaktaydı. Boşuna dememişler; "72,5 Milletin yaşadığı şehirdir İstanbul," diye...
Açık Halk Pazarına varır varmaz ilk dükkâna yaklaştım. Bakışlarım tezgâhta topuksuz ayakkabılarda dolaşırken düşünüyordum:
"Yahu, benim cüzdanımda bir ayakkabı alacak para yoktu ki..."
"Acaba kaça satıyorlar?"
Ben böyle ekşi yüz ifadesiyle bakınırken dükkân sahibi genç bayan yanıma yaklaştı:
"Size nasıl yardımcı olabilirim bayan?"
Dükkân sahibesi genç bir kızdı. Üstelik de ses sanatçısı Sibel Can’ın sanki ikizi gibi kopyasıydı.
O anda ayaklarıma bakmış olmalı ki, gülsün mü, konuşsun mu bilemedi zavallım. Onun şaşkın hali öyle hoşuma gitmişti ki, konuşmasına fırsat vermedim:
"Komik olan ayaklarımda ayakkabının olmayışı değil, komik olan nedir biliyor musunuz hanımefendi?"
İlgiyle sordu:
"Nedir?"
Hoş bir gülüşle karşıladı sözlerim onun sorusunu:
"Ayakkabı alacak param evimde. Evim de Cihangir’de. Ve ben evime nasıl gideceğimi düşünürken sizi fark ettim. Kendime gülüp duruyorum şu son yarım saatte..."
Maviş gözleri öyle hoş gülüyordu ki. Hani yüzü aydınlatan gözler mi, yoksa yanakla, dudaklar mı? Diye sorsalar bana "gözler," diye yanıt verirdim, inanın.
Genç kız tezgâhtan bir ayakkabı seçip konuştu.
"Demokrasilerde çareler tükenmezmiş, bakın bu model size çok yakışacak. Ayak bileğiniz ince çünkü..."
Bir anda içim o genç kıza öyle kaynamıştı ki, sanki yeryüzüne inmiş bir melek gibiydi. Ayakkabıları ayağıma geçirir geçirmez, elim çantama uzandı. İçinden çalıştığım bakanlığın kimliğini çıkartıp, ona uzattım:
"Bu iyiliğinizi asla unutmayacağım. Yarın ayakkabınızın ücretini mutlaka ödemek için yine buraya geleceğim."
Adının Fatoş olduğunu öğrendiğim genç kız, uzattığım kimliğime şöyle bir bakıp, "Olur mu öyle şey canım? İstediğiniz zaman gelir, ödersiniz. Ben insanın gözlerinden anlarım ödeyip ödemeyeceğini. İnsanlık hali, benim de başıma gelebilirdi."
Onun anlayışı karşısında öyle mahcup olmuştum ki, sadece teşekkür etmek yetmezdi. Bir anlık durgunluğumu görünce elimden tutup beni küçük dükkânına çekti:
"Hadi gelin birlikte bir kahve içelim."
Yaşamımda içtiğim en güzel kahveydi.
Biz sıcacık kahveleri yudumladıktan sonra, adet yerini bulsun, diye kahve fallarına öyle dalmıştık ki; beni aracıyla evime bırakmayı teklif eden kişiyi çoktan unutmuştum bile.
Daha sonra o beyefendiyle tekrar karşılaştık tabi. Hem de "Dünya küçükmüş," denilir bir karşılaşmayla...
Balıkesir Akçay yazlık evimizin alt kata su basmasıyla evimizin ve alt katın hasar tespiti için sigortadan bilirkişi çağırmıştık. İşte yıllar sonra aynı kişiyle evimizin hasar tespiti yapılırken karşılaşmıştık.
O gün onun sigorta müfettişi olduğunu öğrenmiştim.
Kahvelerimizi içerken geçmişteki o anları söyleşip gülümsemiştik...
Emine Pişiren
"...Gerçek Yaşanmış Bir Istanbul Anısıdır."
YORUMLAR
Anı ki ne anı...
İçinde "insana/hayata dair " onlarca mesajı olan bir yaşanmışlığın muhteşem anlatımı...
Sıcacık, akıcı yalın dilinize bayıldım! Biliyor musunuz Emine Hanım, okurken metnin nasıl bittiğini anlayamadım ve finalde devamını istedim, sayfalarca da olsa devamını...
Bir yanda dünyanın gerçekten de küçük bir köy olduğu düşüncesi, bir yanda her insanın yaşayabileceği bir olay, öte yanda "iyi insanların" her yerde her zaman olabileceği gerçeği...
Her zaman ve her koşulda iyiden/iyilikten/iyi insan olmaktan vazgeçmemek dileğiyle, kutluyorum bu muazzam paylaşımınızı ve güçlü kaleminize saygımla dostluk selamlarımı gönderiyorum...
emine pisiren
Öncelikle geciken yorumumdan dolayı beni ne olur hoş görün.
Hastane ve ev arasında gidip gelmekteydim, şu son haftalarda...
Ayrıca yorumunuzla gönendim.
Çok mutlu oldum.
Sağ olun.
Selam ve sevgilerimle
Çok güzel tatlı bir anı yazısı olmuş. Evet hepimizin de başına gelebilir di.
Sevgilerimle
emine pisiren
Yorumunuz beni çok mutlu etti.
Teşekkür ederim.
Selam ve sevgiyle
Kaçırdığım bir yazı idi malum tembellik.
Güne gelmesi isabet olmuş.
Çok beğendim.
Kutluyorum yüreğinizi.
Selam ve sevgilerimle efendim.
emine pisiren
İnanın bende öyle oldum :))
Geç kalan yanıtlar veriyorum.
Beğeninizle gönendim.
Sağ olun.
Sevgiyle
emine pisiren
Size az da olsa neşe kattıysam, ne mutlu bana.
Sağ olun.
İstanbul' da da görev yapmış biri olarak adeta olayı sizinle beraber yaşadım.
Hani "Olmaz olmaz" derler ya hakikaten "Olmaz olmazmış"
Yıllarca o vapurlarda seyahat ettim. Böyle bir olayın olacağı aklımdan dahi geçmemişti.
Benim başıma gelse ne yapabilirdim?
Şimdi düşünüyorum da; şaşkınlıktan sizin yaptıklarınızdan hiç birisi aklıma gelmezdi.
Rezil olurdum belki.
Anınızın ilginçliği yanında o kadar güzel sohbet tadında anlatmışsınız ki etkilenmemek mümkün değil.
Çok teşekkür ederim.
Selam ve Saygıyla...
emine pisiren
Haklısınız.
İstanbul gibi bir cangılda yaşamak, hele yolda yürümenin zorluklarını bilenlerdeniz.
Lakin kadın yalın-ayak yürüyünce pek dikkat çekiyor da bir erkek yürüyünce acaba insanların bakış açısı nasıl olurdu?
Hiç bu açıdan bakmamıştım.
Yorumunuzu beğeniyle okudum Bedri Bey.
Teşekkür ederim.
Selam ve saygıyla
Çok şekersiniz ya! Anı şahane! Demek ki insanımız hala yardımsever, umut verici...
Gülümsettiniz
Var olunuz
Sevgilerimle
emine pisiren
Gülümseyen gözleriniz hep ışısın.
Siz de şu an beni mutlu ettiniz.
Teşekkür ederim.
Selam ve sevgiyle
oyyyy ne güzel bir yazı..insanın içini ısıtıyor inanın ve de günümüzde insanlıgın bitmediyinin kanıtı....kutlarım...insanlar birbirini sevdiyi sürece hep var olacak güzel dünyamız dönmeye devam edecektir...gül diyarından selamlar..puanım tamdırrr
emine pisiren
Gülüşünüz tee buraya kadar yansıdı, mutlu oldum.
Sağ olun.
Selamlar.