- 473 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Allah ile mi aldatılıyoruz!
Toplum içinde dini bütün Müslüman olarak kabul görmenin ön koşulu riyakâr ya da hilekâr olmak mıdır?
Ya da;
Dindar sayılabilmek için ille de hurafelere ve şirke meyilli olmak mı gerekir?
Bu soruyu kime sorsanız doğal olarak sert bir tonda “hayır” cevabı alırsınız. Cevap bu kadarla sınırlı kalmışsa kendinizi şanslı saymalısınız. Zira “seni gidi zındık, din düşmanı” diye hakaretlere maruz kalmanız da kuvvetle muhtemeldir. Hatta din adına katliniz vacip dahi görülebilir ve maazallah diri diri yakılabilirsiniz de!
Böylesine sivri girişle yazıma başlamamın sebebini merak edenlere, takiyye ile saklanmaya çalışılan hayatın gerçeklerini görmek için gayret göstermelerini öneririm. Aksi halde takiyyelerle oluşturulan sis bulutu kalktığında çok geç kalınmış olabilir! O zaman geri dönüp bakıldığında, elde ne din-iman ne demokrasi ne insan hakları ne özgürlük ve ne de vatan diye bir şeyin kalmadığını görmek uzak ihtimal değildir. İçinden geçmekte olduğumuz süreç, tam da böylesi bir akıbeti doğurabilecek tehlikelerle doludur.
Bu nedenle; cehaleti, ululadığımız millet kavramı içinde görerek masum saymak, yapabileceğimiz en büyük hata olacaktır.
Aklı başında hangi ülkeye bakarsanız, eğitim sorunlarını büyük oranda halletmiş olduklarını görürsünüz. Evrensel değerler arasında olan demokrasi ve özgürlük en sağlıklı ve en doğru şekilde, eğitim sorunlarını aşmayı başarmış toplumlarda hayata geçirilebilir. Kaldı ki, bir yandan demokrasi nutukları atıp, diğer yandan eğitimi baltalayacak adımlar atmak, olsa olsa demokrasiden uzaklaşmaya yönelik atılmış adımlar olabilir.
Fazla gerilere gitmeden yaklaşık yirmi – yirmi beş yıldan bu yana insanların inançlarını istismar edenleri anımsayalım. Kişi isimlerini burada zikretmeyeceğim ama kurumlaşmış isimlerden sadece birkaçını, ilk aklıma gelenleri söyleyeyim; Jetpa, Yimpaş, Kombassan, Deniz Feneri .
İstismar konusunda bireysel faaliyet gösterip hatırı sayılır sayıda insanı etrafında toplamayı başarmış isimler de var elbet. Onlar da herkesçe bilinmekte!
Bir yandan derin devlet suçlamalarıyla Ergenekon davası olarak bilinen soruşturma sürerken, yukarıda sıraladığımız istismarcılar nedense adaletin gözünden kaçmakta ya da üstünkörü geçilerek uzantıları korunmaktadır!
Şimdi soruyorum:
Bu istismarcı kuruluşların asıl hedefinde ne vardır ve neyi istismar etmişlerdir?
Cevap çok açık;
Asıl hedefte Mustafa Kemal Atatürk’ün Milli Mücadele ile kurduğu çağdaş, laik, demokratik hukuk devleti bulunmaktadır.
Tarikatlarca muhakeme yetileri ellerinden alınmış, eğitim düzeyi düşük saf dindar insaflarımız da bu hedefe ulaşabilmek için basamak olarak kullanılmış, hem maneviyatları hoyratça istismar edilmiş hem de maddi olarak sömürülmüşlerdir.
İstismarcılar, izledikleri yolla öylesine büyük ekonomik güce ulaşmışlardır ki, neredeyse devletin her kademesinde boy göstermeye, her kurumunda yuvalanmaya başlamışlardır. Ekonomik güç onlara toplumun şekillendirilmesinde büyük etkisi olan medya imkânını da sunmuştur. Satılık birçok kalemşör, küçücük menfaatleri uğruna ülkeyi baştan aşağı zehirlemeye yönelik çok önemli mesafeler kat etmişlerdir.
Bütün bu yazdıklarıma katılmayanlar da olacaktır elbet. Onlar da kendilerine şu soruları sormak isterim;
Şayet yazılanların aksine, tarikatlar aşırı din pompalayarak toplumu zehirlemiyor ve din diye sundukları Kuran dini ile bağdaşıyor olsaydı, son yıllarda topyekun dejenerasyona bu denli maruz kalınır mıydı!
İnançlar bu denli siyasi propaganda malzemesi yapılarak istismar edilmemiş olsaydı, yıllardır debelenip durduğumuz böylesine derin ekonomik ve siyasal çıkmaz içinde olur muyduk!
Eğer bütün bu yaşananlar İslamiyet’i tasfiye değil de mevcut dinci siyasal kanadın ve dinci basının vurguladığı gibi kurtuluş yönünde atılan adımlar olsaydı bu adımların öncüleri yolsuzluk, vurgun, talan bataklığında kulaç atıyor olurlar mıydı!
Eğer gidişat doğru ise Kuran’ın da reddettiği türbelerden medet umma eğilimlerindeki artış ürkütücü boyutlara ulaşır mıydı!
Bir yandan içki yasağı uygulamaları yaygınlaşıyor ve basına da yansıyan tatil beldelerinde mayo ile sokağa çıkma yasağı tartışılıyorken, hayatta kalmak için bedenini pazarlayan ev hanımlarının sayısındaki patlama boyutunda ki artışı neye yormalıyız!
Bunca zamandır dillerinden dinsel söylemleri düşürmeyen, dinselleştirdikleri birtakım objeleri (türban gibi) gündemde tutmak için özel gayret sarf eden bazı politikacıların söylemlerine itibar ederek kendisini dindar olarak gören insanların vebalini kim nasıl üstlenebilecek!
Son olarak da;
Sayın, Yaşar Nuri Öztürk’ün “Allah İle Aldatmak” adlı kitabında da vurguladığı gibi ülkemizin saf dindarları Allah ile aldatılıyor mu!
İşte bütün bu sorular aklıselim cevaplarla buluşmadıkça, inancına tek rehber olarak Kuran’ı gören, insan olabilmenin şuuru ile vatansever, samimi dindarların vebali son yıllarda ülkemizde mantar gibi çoğalan dolar milyarderlerinin yakasında yafta olarak asılı kalacaktır.