15
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
1587
Okunma
Elimden geldiği kadar çok kitap okumaya çalışırım. Her okuduğum kitapta çok farklı bir dünyaya gider, yazarın aklına hayran olurum. “Bu kadar malzemeyi bulup bunu roman haline getirmek zordur” diye düşünürüm sonra da.
Bazı olaylar ister istemez yazmaya yöneltir insanı. Aslında yaşayan her insanın hayatı bir romandır. Kimi kısa, kimi uzun, kimi heyecanlı, kimi dramatik. Gördüğümüz bakış açısına bağlı olarak değişir hepsi.
Çevremin geniş olmasından kaynaklı sanırım; hayatı roman gibi olanları ben değil, onlar beni buluyor.
Bulunduğumuz toplantıda anlatılan konuların bana ilginç gelen kısımlarını telefonuma kısaca not alıyordum. Dışarıdan bakıldığında sanki birine mesaj atıyormuşum gibi görünüyordu. Beni dikkatle izliyormuş meğer. Sonradan, konuşurken söyledi izlediğini.
*
“Benim de anlatacaklarımı not mu alacaksın yoksa kafanın içine mi yazacaksın?” diye sorarak yanıma geldi.
Büyük bir bahçede, etrafı camlarla çevrili kış bahçesi kısmında, kalabalık bir grup olarak oturuyorduk. Hem dışarıdaki güzelliği yaşıyor, hem de üşümeden çaylarımızı içiyorduk. Dışarısı soğuk olmasına rağmen, etrafımıza konan ısıtıcılarla içerisi çok güzel ısınmıştı. Birkaç garson sürekli yanımızdaydı. Herkesin servisinin dört dörtlük olmasına gayret ediyorlardı. Oturduğumuz yerin az ilerisindeki havuzdan yansıyan suyun dansı, zayıf gün ışığında bile arada gözüme çarpıyor, sıcacık yaz günlerini aratmıyordu.
Zenginliğin çok güzel bir şey olduğunu düşünmeye bile başlamıştım ki; lafa daldı.
-Gel hadi, koltuklarımızı biraz ileriye çekelim.
“Olur” anlamında başımla onayladım
-Zenginliği düşündün değil mi?
-Olsa fena olmazdı.
-Derler ya “Allah her şeyin hayırlısını versin” diye; evet kızım, Allah her şeyin hayırlısını versin. Seksen iki yaşındayım. Bu yaşa gelene kadar çok şey geçti başımdan. Daha ne kadar yaşayacağımı bilmiyorum; ama yaşadığım sürece daha çok şeyler göreceğimden de eminim. Sana şimdilik çok kısa bir bölüm anlatacağım hayatımdan.
Merak etmiyor değildim; ama doğrusu pek bir şey de beklemiyordum.
-Yaşım altı iken, annem en son kız kardeşimi doğururken vefat etmiş. Ev kalabalık, tek göz bir oda… Yeni doğmuş bir bebeğin ağlamalarına, ben ve diğer iki kardeşim, ne olduğunu anlam veremediğimiz gözlerle bakıyoruz. Her kafadan bir ses çıkıyor. Babam bundan sonra ne yapacağını kestiremiyor. Sonrası benim için uzun bir karanlık. O zamanlar için aklımda kalan tek sahne bu.
-Zaten altı yaşında bir çocuğun aklında da fazlası kalmaz bence.
Galiba hafife almıştım anlatılacakları. Yine de nezaketen dinliyordum.
-Yavaş yavaş bazı şeyleri algılamaya başladığım zamanlar, yaşım on iki olmuştu. Fransa’da, çok iyi bir okulda eğitim görüyordum. Annemle babam, benim çok daha iyi olmam konusunda sanki birbirleri ile savaşmaktaydılar. Gördüğüm rüyaları, o köy evini, ağlayan bebeği arada onlara anlatıyordum. “Bunlar sadece okuduğun kitaplardan aklına takılanlar” diyor, geçiştiriyorlardı beni. Üzerinde durmuyordum o zamanlar; ama yine de dönem dönem aklıma o düşünceler takılıyordu.
Hayat öyküsü ilginç bir hal almıştı.
-Yaşım yirmi sekiz olduğunda, iyi bir eğitimim, iyi bir işim ve yeni rahmetli olan babamdan çok büyük bir miras hakkım vardı. Babamdan kalan fabrikanın başına geçtim. Gençliğin verdiği heyecanla, bazı şeyleri değiştirme çabasındaydım. Öncelikle babamın kendi yaşından büyük asistanını değiştirip, yerine benim gibi düşünen birini almayı planladım. İşe yeni başlayan asistanım yirmi iki yaşındaydı. Fiziği çok güzeldi ve iki dil birden biliyordu. Bana çok yardımcı olacağına kesin gözüyle bakıyordum. Onu görür görmez zaten garip bir çekim gücüne girmiştim. Türk olduğunu, köklerinin Türkiye’de olduğunu söyleyince, ilgim daha da artmıştı. Türklere karşı nedenini bilmediğim bir sempatim vardı. Bu konuyu ne zaman ailemle konuşsam konuyu hemen kapatırlardı. Defalarca Türkiye’ye gittim geldim. “Beni buraya çeken ne var?” diye İstanbul’un o güzel manzarası eşliğinde çok düşündüm. Bir türlü bulamadım.
-Yoksa?
-Asistanımla her geçen gün biraz daha yakınlaşıyorduk. Bana Türkiye’nin Mardin denen bir ilini anlatıyordu. Gerçek ailesinin orada olduğunu, kendini büyüten ailesi ile bir gün mutlaka bir araya gelmek için uygun zaman bulacağını, şimdilik ailem dediği insanları üzmemek için fazla bir şey yapamadığını söylüyordu. Bazen, bir elmanın diğer yarısı gibi gördüğüm asistanımla geçirdiğimiz uzun ve güzel sohbetler sonucunda, onunla evlenmeğe karar verdim. Bu kararı önce ona açıklayıp olumlu cevap aldığım zaman, annemle tanışma zamanı geldiğine karar verip, onları bir araya getirdim. Asistanım, yani müstakbel eşimle beraber annemin evine gittik. Daha önce, bu kızla ilgili anneme hiçbir bilgi vermemiştim. Konuşma esnasında, benim zaten bildiğim; ama annemin duyunca sararıp renkten renge girdiği konuşma gerçekleşti. Türk olmak, Türkiye’nin Mardin ilinden olmak, annemi çok gerginleştirdi. Kız arkadaşım evden ayrıldıktan sonra, uzun bir sohbet beni bekliyordu.
-Anlamıştır anneniz bir şeyler.
-Annem çökercesine oturduğu koltuktan bana bakarak, “Artık bazı şeyleri anlatması gerektiğini söyledi. Bugüne kadar gerçek anne baba bildiğim ailem, meğer beni Türkiye’den, Mardin’den almışlar. Geçmişimi unutturmak için çok büyük bir mücadele vermişler. Evlenmeyi düşündüğüm arkadaşımı görene kadar da bunun hep iyi bir karar olduğunu düşünmüş annem. Asistanımla olan ten ve fiziksel benzerliği görünce neye uğradığını şaşırmış. Anlattıkları beni şaşkına çevirmişti. Ertesi gün konuyu asistanımla paylaşınca, aynı şoku oda yaşadı. Birbirimizden duygusal olarak uzaklaşmaya, araştırmaya başladık.
-Kardeş çıkmayasınız sakın!
-Şimdiki teknoloji olsaydı, belki daha çabuk öğrenirdik çoğu şeyi. O zamanlar yoktu işte. İkimizde de hummalı bir çalışma başladı. Ailelerimizden aldığımız bilgileri toparladık. Türkiye’ye geldik. Gerçeği o zaman Türkiye’de, Mardin’de bulduk. Meğer biz kardeşmişiz. Âşık olduğum kız benim aslında kız kardeşimmiş. Rüyalarımda gördüğüm, ailemin “Okuduğun kitaplardan etkileniyorsun” dediği şeyler hep gerçekmiş. Gerçek babam, annemin vefatından sonra bize bakamayacağını düşünüp hepimizi dünyanın dört bir yanına parayla satmış. O yıllarda bunu nasıl yapabildiyse yapmış işte. Uzun zaman ve uğraşlar sonucu, diğer iki erkek kardeşimize de ulaştık. Sana “Kısacık bir bölüm anlatacağım” dedim. Şimdilik bu kadar…
-Ama ben kız kardeşinizi merak ettim. Bulduğunuz sonuçlardan sonra ne yaptı?
-Haa omu?
Gülümsedi. Bahçenin diğer tarafında oturan kızına seslendi.
-Kızım halanı çağırsana, bak burada onunla tanışmak isteyen birisi var.
Gülhun ERTİLAV