DOĞA YÜRÜYÜŞÜ
DOĞA YÜRÜYÜŞÜ
Kasımın ikinci yarısı idi… Hava normalin üzerinde sıcak ve açık geçiyor. Kışlıkları giymemize izin vermiyor.
Bir cuma günü akşamı babam;
-Hazırlan… Pazar günü Doğa Derneği’nin düzenlediği dağ yürüyüşüne katılacağız, dedi.
Çoğunlukla evden çıkmam. Zamanımı bilgisayar başında geçiririm. Dedem, baba- annem ve akşamları eve gelen babam bu durumumdan yakınırlar.
“Anlaşılan babam, bu hafta sonu bilgisayardan uzaklaştırmak istiyor.” Her karşı çıkışlarım gibi yine karşı tavır takındım. Olağan tartışma ve didişmenin ardından, babam;
-İkizler de geliyor. Anne ve babasından izin aldım. Sen gelmezsen ayıp olmaz mı?
İkizler!…
Deniz ve Toprak’tı…
Onlarla birkaç yıl önce bir yaz kampında tanışmıştım. Yaz kampı, ben ve onlar için aileden uzak kendi başımıza kalışımızın ilki idi…
Kafalarımız uyum sağlamıştı. Arkadaş olmuştuk. Daha sonrav da zaman zaman bir araya geldik.
İşin içinde onlar olunca akan sular durdu.
-Baştan söylesen de beni yormasan olmaz mı?
Diye karşı duruşumu sürdürdüm. Fakat yüz kaslarım gevşekti.
-Bak sen şunaaa… İkizleri duyunca nasıl da gevşediii. Benimle olmak istememenin belirtisi… Kendini nasılda ele verdi.
Sitemini şaka yollu belirttiğini yüzünün sevecenliği ile sezdirdi.
Anlaştık… Babamın arkadaşları ile yapacakları “doğa yürüyüşüne” katılacaktım.
O geceyi ve cumartesiyi doğa yürüyüşünde neler yapacağımı düşünerek geçirdim. Nasıl bir doğa ile karşılaşacaktım?.. Bildiğim kırlar, dağlar, ormanlardan ayrı nelerle karşı karşıya kalacağım aklımı kurcalar oldu.
Pazar sabahı babam seslenince gözlerimi açtım. Pencereden içeriye güneş ışığı sızmıştı. Bu, iç açıcı görünüm, havanın iyi olacağına işaretti.
Kalktım. Her günkü gibi hazırlandım. Kahvaltıyı babaannem hazırlamıştı. Baba-annemin zorlamasıyla yiyecekleri mideme yarı isteksiz indirdim.
Bir kaşık üzüm pekmezini “üşümemem için” içirmesi yok mu? …
Babaanneme karşı duramıyor, onu üzemiyorum. Pekmezimi de istemsiz istemsiz yut-tuktan sonra çantamı sırtladım. Doğa yürüyüşünün ilk adımını eşikten çıkarak, attım.
Babam arabayı çalıştırmış beni bekliyordu. Arabaya bindim. Hareket ettik.
Babam;
-Önce ikizleri alacağız. Kestel kavşağında minibüsle gelen arkadaşlarla buluşacağız. İnegöl yolundan Domaniç dağlarına gideceğiz, dedi.
İlk kez Pazar günü sabahın erken saatinde Bursa trafiğine çıktım. Yol oldukça boş... Arkadaşlarıma daha önceleri uzun süre içinde gidiyorduk. Bugün ise oldukça çabucak ulaştık. Sanki bizim evden birkaç sokak ilerdeymişler gibi...
Babam, arkadaşlarımı aramamı ve aşağıda olduğumuzu bildirmemi istedi. Aradım.
Deniz ve Toprak hazırmışlar. Geldiler. Anne ve babası da geldi. Hoş beşleşirken bir taraftan da babam arkadaşlarımın sırt çantalarını arabanın taşınacağına koydu. Esenleşip, yola koyulduk.
Biraz sonra dağ yürüyüş gurubu ile buluşacağımız noktaya geldik. Minibüs yoktu. Beklemeye başladık.
Güneş, iyice kendini gösterdi. Nede olsa kasımın erken saati… Dışarısı serin. Arabada bekledik.
Deniz ve Toprak’a,
-İlk kez böyle bir geziye çıkıyorum. Gideceğimiz yeri, merak ediyorum. Ya siz? Diye sordum.
Deniz,
-Biz de ilk kez gidiyoruz. Babamlarla yaptığımız piknikleri saymazsak, dedi.
Babam;
-Bunu da bir tür piknik olarak değerlendiriniz. Kır yerine dağlık alanı seçtik. Seçilen yerde konaklayıp eğlenme yerine de yürüyeceğiz. Yorulunca dinlenip yükselti boyunca yine yürüyeceğiz, dedi.
Bu konuşmalar arasında minibüs geldi.
Gelen gurupla babamlar merhabalaştılar.
Toprak;
-A… Tuna da geliyor. Onu bizim arabaya alalım, dedi
Tuna’yı ben de tanıyordum. İkizlerde karşılaşmıştık. Toprak, Tuna’ya seslendi.
Ben öne geçtim. Kemerimi bağladım.
Yürüyüş lideri,
-Önce giden Tahtaköprü’de beklesin, dedi.
Sözleştik… Hareket ettik. Ankara yolunda gidiyoruz. Bir taraftan da ellerimizdeki telefonlarla oynuyoruz. Telefondan başımızı kaldırıp, çevrede gördüğümüz yeni bir şeyi görmemiz için bir birimize sesleniyoruz. Kulaklıklardan bir birimizi duymuyoruz tabii… Göstermek istediğimiz durumu kaçırıyoruz.
Babam;
-Telefonları elinizden bırakır mısınız? Dedi. Devamla.
-Yakın çevrenizi tanımanız için bu geziye çıkardım. Aranızda sohbet edin. Telefonla yalnız kaldığınızda, boş kalıp, can sıkıntınızı giderirsiniz, diye uyardı.
Minibüs bizi geçmişti. Neden ona ulaşıp, geçmediğimizi arkadaşlarım babama arada sırada soruyorlardı. Babam, duymuyor, hızını artırmıyordu. Ben biliyorum ki “babam hız yapmaz.” Arkadaşlarıma boşuna kendilerini yormamalarını, söyledim.
Aramızda havadan sudan, okuldan, öğretmenlerden konuşurken Ankara yolundan, tek şeritli yola döndük. Yol ayrımında “Tahtaköprü, Oylat” tabelasını gördüm. “Tahtaköprü’ nün “yerleşim yeri olduğunu anladım. “Oylat” sözcüğünü evdeki sohbetlerde zaman zaman dedem ve babaannemden duymuştum.
Arkadaşlarıma;
-Babamın doğum yeri Oylat Kaplıca’sının bulunduğu Hilmiye köyüdür.
Babama dönüp.
-Baba, Oylat’ a neden hiç gelmedik? Bir hafta gelelim, dedim.
Babam;
-Çocukluğumda birkaç kez gediğimizi deden anlatırdı. Ben anımsamıyorum. Doğru diyorsun. Bir gün gelelim. Deden, baharın çok güzel olduğunu anlatır. Hilmiye’de çalışırken hafta sonlarında kaplıcaya giderlermiş. Baharda arkadaşlarını da alalım pikniğe gelelim, dedi.
Kısa bir süre gitmiştik ki; Oylat tabelası sağı, Tahtaköprü ise solu işaret ediyordu. Sağda biraz yukarıda bir köy göründü. Köyü gösterip;
-Dedemin çalıştığı köy bu mu? Soruma babam;
-Hayır. Anımsadığıma göre bu köyden sora olmalıdır. Dedenlerin anlatımında Hilmiye’nin dere boyunda olduğu aklımda kalmış.
Sola döndük. Biraz sonra Tahtaköprü’ ye girdik. Kasaba görüntüsü var. Meydan gibi bir yerde minibüs duruyordu. Babamın arkadaşları çay bahçesinde çay içiyorlardı. Biz de indik.
Çaylar içildi. Ekip yöneticisi Tahsin Amcanın işareti ile arabalara bindik. Tahsin Amca babama;
-Siz, bizi izleyin. Bir birimizden kopmayalım, dedi.
Minibüs önde biz arkada yol boyu yükselerek gidiyoruz. Ağaçların aralarından akıyoruz. Ağaçlar çoğunlukla yapraklarını dökmüştü. İskelet gibi “bir deri bir kemik” gibi çıplaktılar. Adeta arınmışlar. Kışa hazırlık bu olsa gerek. Kar ağırlık yapmasın diye yapraklarını atmışlar. Bazılarında ise sarının değişik tonlarını algılatan görünüm var. İlgimizi çeken renkleri birbirimize gösteremeden geçiyorduk.
”Geride kaldı. Eyvah. Dur.” Babam:
-Çocuklar, acele etmeyin o güzelliklerin içine gidiyoruz. O çok hoşunuza gidenlere dokunacaksınız, diyerek, durmuyordu.
Yol, dönemeçli. Önümüzdeki minibüsü bir görüp, bir kaybediyorduk ki ağaçsız, düzlük bir alanda minibüs yoldan ayrıldı. Durdu. Yürüyüşçüler taşıttan inmeye başladılar.
Babam,
-Yürüyüş bölgesine geldik. Her halde, dedi
Yoldan ayrıldık. Minibüsün yanına yanaştık. Park ettik. İndik.
Güneş, ağaçlar arasından kendini gösteriyordu. Çevreye fırlayıp, koşuşuyorduk ki; babam seslendi.
-Gelin, çantalarınızı alın. Hava güzel görünüyor ama montlarınız elinizde olsun. Her an üşüye biliriz. Anında giyebilelim, dedi.
-Arkadaşlar!… Diye;
Tahsin Amca ünledi. Etrafına toplandık.
-Her birliktelikte olduğu gibi, bu birlikteliğimizde de sıkıdüzen (disiplin) olmalı. Bunun için sizlerden önermelerime özen göstermenizi rica ediyorum. Yürüyüş alanını tanıyorum. Vahşi bir alan değildir. Katılımcıların çoğunun bu yöreye ilk kez geldiğini ve ilk kez böyle bir etkinlikte olduğunuzu düşünüyorum. Dağcılıkta uyulması gerekenler hakkında sizlere uzun uzun anlatımda bulunmayacağım. Ancak; temel bazı uyarılarda bulunmak istiyorum.
Yürüyüş kolunda bir birimizden kopmayacağız. Önümüz ve arkamızdakileri kulak ve göz duyularımız uzaklığında olacağız
Yürüyüş yolundan sağa sola sapma da yapmayacağız.
En az üç kişiden oluşan gurup olacağız
Yol ayrımlarında arkadakiler bizi görünceye dek bekleyeceğiz.
Kısa süreli de olsa yürüyüş kolundan habersiz kopmayacağız.
Yürüyüşümüz kısa süreli olacaktır. Çünkü şu anda saat 11.00’e geliyor. En geç 15.30’da taşıtların yanında olacak şekilde zaman ayarına uygun gidiş ve dönüş yapacağız, dedi.
Tahsin Amca’ya,
-Söylediklerinizden “telefonumuzdan müzik dinleyemeyeceğiz, sonucunu çıkardım. Bir de üç kişilik sınırını anlayamadım, açıklar mısın? Diye sordum.
Tahsin Amca gülümseyerek,
-Müzik dinlemeyi iyi anlamışsın. Ben o değin sınırlamayayım da kulağının biri senin biri bizim olsun diyorum. Anlaştık mı?
-Tamam… Ya üç kişilik sınırlama…
-O, dağcılığın olmazsa olmazıdır. Çünkü vahşi doğada sporcunun nelerle karşılaşacağı önceden bilinmez. İstenmeyen bir olumsuzlukla karşı karşıya kalınınca biri arkadaşı ile kalır. Üçüncüsü yardım getirir. Yardımcı oldum mu? Diye gülümsedi.
Bu ön bilgi beni “dağcılık sporu” hakkında bilgi edinmeye güdüledi. Eve gidince Google Dedeğe sorup araştırmalıyım diye kendi kendime görev verdim.
Tahsin Amca;
-Anlaştık mı arkadaşlar, diye sordu. Yanıtın olumlu olduğunun işaretini aldı.
-O halde ben en önde gideceğim. En arkadan da biriniz sorumlu olsun, dedi.
Babam,
-Ben çocuklarla en arkada olayım, dedi.
Yürüyüş, başladı. Orman içinden yükselen yola girdik. Biz dört taze doğa yürüyüşçüleri en arkadan giriş yaptık. Babam da hemen arkamızdaydı.
Yol toprak yoldu. Taşıt işlediği teker izlerinden belli oluyordu. İzlerin üstü sarının kahverengiye doğru türlü tonlarındaki yapraklarla kaplanmış. “Sarının bu kadar çok türünün varlığını sonbaharı doğada görmeyen bilemez her halde.”
Her adımda ayakların hareketiyle çıkan “haşur huşur “ sesleriyle ilerliyoruz. Ayaklardan gelen ritimli ses, kulağıma gelen “özgün” müziği bastırıyor.
Sağımız solumuz çıplak ağaçlar, tepemizde gökyüzü görülen bir ortamdayız. Güneş, ağaçların tepesinde görülüyor. Sonbahar serinliği bu gölgelik alanda kendini hissettirmeye başladı. Babamın arabadan indiğimizde “ montlarınızı elinize alın” uyarısına “başlarda ki tepkimin haksızlığını anlayacağım galiba..."
Ayakların çıkardığı uyumlu sesler arasında yürüyoruz. Gözümüz sağda ve solda… Yanımızdakileri sanki unuttuk. Yalnız yürüyormuşuz gibi… Kuşlar alanı terk etmiş. Bizlerin konuşma sesleri, ayaklarımızla ezilen kuru yapraklardan çıkan ses dışında farklı ses duymayacağız hissi uyandırıyor. Hava serinliyor.
Küçük yürüyüş kümeleri arasındaki açıklık gittikçe açılıyor.
Dörtlü yeni dağcılar, şakalaşarak, gülerek önümüzdekilerden kopmamaya çabalıyoruz. Babamın zaman zaman şakadan da olsa sıkıştırdığı oluyor. Bizde babamı kızdırmak amacıyla sağa sola saparak O’nun sıkıştırmasına tepkisel davranışlar göstererek yükseliyoruz.
Ancak önümüzdekileri görebiliyoruz. Yol yer yer dikleşiyor. Aynı zamanda da keskin dönüşler ve dönemeçler nedeniyle öndekilerden uzaklaşıyoruz. Onları görmüyoruz. Zaman geçtikçe bizdeki enerji azalmaya başladı. Konuşmamız, sağa sola koşuşmalar, şakalaşmalar azaldı. Enerjimizi; yürüyüşten kopmamaya, babamdan uyarı almamaya odaklandık. Yorgunluk belirtileri başladı, arada sırada oturmaya yönelim şakaları ile durumumuzu yansıtmaya çalışıyoruz. Bu tür eğilimlerimiz üzerine… Babam:
- Yakında dinlenme yaparlar. Kopmayalım, diyordu.
Biraz daha yürüyünce önde ki gurubun açık alanda toplandığını gördük. Alan, çevreyi kuzeye sırtımızı dönünce güneyde geniş görüş açılı adeta kuş bakışı görünümlü bir alandı. Gurubun yanına hızlıca varıp, kendimizi yere attık.
Tahsin Amca:
- Dinlenirken bir taraftan da yiyeceklerimizi yiyelim. Zaman kazanalım, dedi.
Yiyecek ve içeceklerin çantadan çıkış sesleri yayıldı. Biz dörtlü taze yürüyüşçü biraz ilerideki kayayı işaret ederek aramızda anlaşıp, oraya koştuk. Kaya fazla uzak değildi. Kayadan aşağı vadi daha görünümlüydü. İlerdeki alan sis altındaydı. Net bir şeyler göremiyorduk.
Bir taraftan soğuk sandviçlerimizle açlığımızı giderip, enerji alırken soğuk çay kutularındaki çaylarımızı içtik. Öyle iştahla tükettik ki, yetmedi. Yiyeceklerin azlığından yakındık. Çevre görünümünden, okuldan, öğretmenlerden, gelecekten konuşurken yürüyüşün başladığı işaretini aldık.
Tahsin Amca saatine bakıp;
-Bir saat daha tırmanıp, dönersek planladığımız saatte arabaların yanında oluruz, dedi
Başlangıçtaki düzende yola girdik. Dinlenmenin verdiği dinçlikle daha enerjik hareket ediyoruz. Koşuşlar, sağa sola sapışlarla babamı kızdırıyoruz. Babamdan;
-Yoruldunuz. Hava gittikçe serinliyor. Terlemeden yürüyünüz.
Uyarısını alıyoruz ama kim dinler.
Taşıt sesi, egzoz dumanı, gibi kent kirliliğinden uzak olmanın özgürlüğünü yaşıyoruz. Gür ağaçlıklar arasından geçerken avazımız çıktığı değin bağırarak, sesimizin yankısını duyup, hangimiz daha çok ormanı seslendirdiğimizi yokluyoruz.
Yapmayın!…
Etmeyin!…
Bağırmayın diyen yok!...
Bu oyunlar, şakalar arasında kendimizden geçmişken bir de baktık Tahsin Amca yanımızda.
Bu, geriye dönüşün başladığının işareti idi. Artık çıkış bitti. Dönüş başladı..
Bir anda günün bittiği işareti oldu, Hüzünlendirdi. Bir taraftan da sevinç duyumunu içimize düşürdü. Bu duygunun bizim dışımızdaki yürüyüşçülerde de olduğu yüzlerinden okunuyordu. Dönüşün işaretindeki mutluluk “ eve dönüyoruz muydu”? Başkası olamazdı.
“Her gün okula gidişimde zorlanırdım. Ama uçarak giderdim. Okulda arkadaşlarımla olacağım. Koşacağım. Oynayacağım.
Anne, babamın dur!… Yapma!… Etme!... Şunu getir!… Şunu götür!… Şunu yapmalarından uzaklaşıyordum. Son ders zilinin çalışıyla da; eve dönüşün sevinci dolardı içime… Evde olmak… Güvende olmak… Duyguları mıydı bu coşkuyu yaratan. Her halde…“
Şu anda da bu duygu içine girdik.
Dönmüştük… Yakıntı duymadığımız bu günlük yaşam bölümü artık geçmişte kaldı. Gerçi kentin kirliliğine gidiyorduk. İşin bu boyutu bizi rahatsız etmiyor. Adımlar, yorgunluğa rağmen daha seri, uzun aralıklı atılıyordu. Kendimde bunları hissediyorum. Yanılıyor muyum? Kuşkusu ile çaktırmadan büyüklerin hareketlerini gözlüyorum. Onlarda da aynı duygu izini gördüğümü sanıp, rahatlıyorum. “Eve dönüş…”duygusunun yaşı yok. Gözlemi beni rahatlatıyor. Farklı bir sezişle karşılaşmamak için“kimseye” durumu sormamaya karar verdim. Sevincim kursağımda kalsın istiyordum.
Çıkıştaki aralıklı yürüyüş kolu inişte daha toplu olduğu gözden kaçmıyor. Konuşma ses tonları, gülüşler, şakalaşmalar, yer yer ”elim sende” oyunu gibi koşmalar, çıkışta geçen süreden daha erken taşıtlara ulaşacağımızı işaret ediyor. Acaba havanın serinliği daha hızlı hareket etmemizi mi sağlıyor? Düşünülebilir. Ama her ne olursa olsun “eve dönüyor” olmanın duygusundan arınmak işime gelmiyor.
Dinlenip, çantamızdaki ağırlığı mideye indirdiğiz alanı görmeden geçtik. Oysa burada arkadaşlarımla kayanın başında oturup, çevreyi kuşbakışı izlerken, konuştuklarımız artık bir anı oldular. Gelecek için atıp, tuttuklarımızı acaba hangimiz gerçekleştireceğiz? Gelecek için bir birimizden etkilenerek kurduğumuz kurmacalar, belki de geleceğimizi yönlendirmede etken olacaktır. Yaşam bunu ilerde kanıtlayacak.
Öyle görülüyor ki tümümüz yorulduğumuzu sezdirmeden, daha dayanıklılığımızı sergiler gibi gidiyoruz. Ama çıkıştaki şakalaşmalar ve sohbetin oranının düşük olması aslında her birimizin rol yaptığının işaretidir.
Arabalara planlanandan yarım saat daha erken ulaştık.
Dönüş hızının bende bıraktığı hızlılık değin olmadığını böylece test etmiş oldum.
Minibüsle gelenlerle vedalaştık.
Yenisinde buluşma dilekleri karşılıklı dilendi.
Tahsin Amca; biz çocuklara;
-Sizler de bir başka düzenlemeye katılmayı istemede samimi misiniz?
Hepimiz birden sözleşmiş gibi,
-Evet… Çok güzel bir gün yaşadık… Size çok teşekkür ederiz…
- Öğleyse haydi arabalara… Yenisinde buluşmak üzere…
16.01.2014
Himmet ERSOY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.