- 1089 Okunma
- 7 Yorum
- 5 Beğeni
Ziyafet
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ziyafet
İçi teneke kutularla dolu koca poşeti sırtına attı. Kirden rengi kaybolmuş gömleğinin sadece tek düğmesi kalmıştı onu da iliklemek yerine iki ucundan düğüm yapmıştı. Siyah saçları uzamış, tozdan, kirden grileşmişti. Gözünün önüne düşen perçemini ikide bir kafasını sallayarak arkaya atıyordu.
On- on iki yaşlarında zayıf, esmerdi. Dudakları dişlerinin arasında kadim bir yurt edinmişti sanki, ısırıyor, derilerini dişlerinin arasına alıp tükürüyordu. Ve gözleri...
Kocaman bir oyuk , karanlık bir mağaraya benziyordu küçücük yüzünde. Korku, öfke kıpırtıları gölgelemeye çalışsa da dikkatli bakıldığında şefkat, ilgi isteği imdat çığlıklarıyla gün gibi ışıldıyordu.
Her zaman soluklandığı parka doğru yürüdü. Gözlerden uzak ağaçların altında bir banka oturdu. Cebinden bir tel tütün çıkardı dudaklarına götürdü yaktı. Bir iki nefes çekmişti ki yanına oturan gölgenin sesiyle başını yana çevirdi
- Başka sigaran var mı ?
Şöyle bir süzdü sesin sahibini. Kendinden bir iki yaş büyük, temiz kıyafetli, temiz yüzlü bir çocuktu. Kendisine benzeyen tek şey gözlerindeki tedirginlik, korku ve kederdi.
- Başka yok ama istersen bundan çekebilirsin.
Bu cevap karşısında temiz yüzlü çocuğun gözleri daldı. Sıcacık bir eve, iki çocuğun paylaşamadığı çikolatalara ve bir kadının sevgi dolu birazcık sitemli sesine yolculuk yaptı.
- Oğlum ne olur kardeşine de versen size paylaşmayı öğretemedim bir türlü.
Çocuğun sesiyle kendine geldi
-Şşşttt oğlum istersen çek dedim
- Yok sağ ol sen iç.
İçi el vermemişti bu kirli, kara yüzlü çocuğun dudaklarının değdiği sigaradan çekmeye.
-Ben Ali, senin adın ne
-Çağrı
-Geçen gün de gördüm seni burada
-Evet ara sıra gelirim
-Maşallah paça düzgün çalışmıyorsun herhalde ?
Çalışmak... Çağrının düşünceleri gene onu o sıcacık eve götürdü.İşten yorgun argın gelen babasının yemekten hemen sonra kanepede uyuklaması canlandı gözünde. Annesinin evdeki işleri yaparken çektiği zorlukları tatlı bir serzenişle anlatışını duydu. Çocuklara göre bir şey değildi ki çalışmak...
Ali’ nin sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı
- Haydi hoşça kal ben gidiyorum
- Ben de gelebilir miyim seninle ?
Olur manasında başını salladı Ali. Neden diye sormadı. Dar sokaklardan geçtiler hiç konuşmadan. İkisi de hüzünlü bir sessizlik için anlaşmışlardı sanki. Yıkık dökük binaların arasından geçtiler ve diğerlerine nazaran daha sağlam duran iki katlı bir binanın bahçesine girdiler. Irık bırakılmış kapıyı ardına kadar açtı Ali. Kapının önünde ürkekçe bakan Çağrıya biraz alaycı bir edayla gülümsedi
-Gelsene oğlum ne bakıyon öyle, saraya götürecek değildim ya seni.
Camları poşetle perdelenmiş büyükçe bir odaya girdiler. Üç adet eski püskü sünger yatak, bir iki tane de battaniye göze çarpıyordu. Bir duvarın dibinde de kalın kartonlar seriliydi.
Ali poşeti boşalttı bir köşeye, tıngır mıngır sesler çıkararak beton zemindeki yerini aldı teneke kutular.
***
Hava kararmıştı. Ali ile Çağrının yanına iki çocuk daha gelmiş ekmek ve peynirden oluşan akşam yemeğini yemişlerdi. Daha sonra yaşça diğer çocuklardan daha büyük biri daha gelmiş selamsız sabahsız yataklardan birine uzanmıştı. Yemekten sonra hepsi sigara yaktılar. Çağrı içi sızlayarak içti, içine her çekişinde yüreğinin tam ortasına bir avuç kül bıraktılar sanki.
Sağdan soldan, havadan sudan konuşmalardan sonra Ali sordu merak edilen soruyu:
-oğlum niye kaçtın evden ?
Çağrı cevap vermek yerine soruya soruyla karşılık verdi:
- Sen niye kaçtın
Güldü ali. Ağlar gibi güldü, kızar gibi güldü, kahırla güldü. Ama güldü. Gülmese ağlayacaktı. Aliden önce diğer çocuk söze girdi:
-Onun hiç evi olmamış ki...
Sonra bakışlarını Ali’ ye çevirdi
-Sahi Ali sen yetimhaneden niye kaçtın buradan iyiymiştir orası en azından çeşit çeşit yemek yerdin.
-Eh iyi yanları vardı tabi, sıcak yemek , temiz yatak
Biraz durdu, yüzüne tatlı bir gülüş yayıldı Ali’ nin
- Anneler vardı hepsi iyiydi ama emine annem çok iyiydi...severdi beni, öperdi...tombul bembeyaz elleri vardı yüzümü okşardı...birde Kazım amca vardı, beni hep odasına çağırırdı...
Sustu. Dili kocaman olmuştu sanki, ağzında çeviremiyor söylemek istediğini söyleyemiyordu...gözleri bulutlandı, yüzüne gölgeler düştü...uzaklarda bir yerlerde şimşekler çaktı, yıldırımlar düştü, ağaçlar alev aldı ve o ateşte bir çocuk yüreği tutuştu...
Gözlerine hücum eden yaşları elinin tersiyle sildi:
- Boş verin beni. Çağrı sen söyle niye kaçtın evden?
-Babam dövdü
-Çok mu dövdü oğlum
- Yok bi tokat attı
-Niye?
- Sigara içerken yakaladı
-Lan git oğlum bi tokat için mi kaçtın evden?
Ali başıyla çocuklardan birini gösterdi:
- Yusuf’un yediği dayakları yeseydin ülkeden kaçardın herhalde.
Çağrı hariç hepsi güldü. Yusuf yaşça hepsinden küçük duruyordu. Sapsarı saçlı, ela gözlü , kalın dudaklı güzel bir çocuktu.
- Üvey babam dedi kemerle döverdi...beni dövmesine dövsün de anamı da döverdi...ama ikimizi de kurtardı anam , bi gece boğuverdi adamı...
Yine bir sessizlik kapladı viraneyi. Her çocuk kendi dünyasına daldı. Selamsız sabahsız gelip uzanan , diğer çocukların abi dediği genç doğruldu yatağın üstünde. Elindeki poşeti ağzına götürdü, derin derin içine çekti. Kalktı, yalpalaya yalpalaya Çağrının yanına geldi, torbadan derin bir nefes daha çekti. Yüzünde yaralar vardı, gözleri kanlı,bakışları şimşek gibi çakıyordu. Ayağıyla Çağrının dizine ufak bir tepik salladı.
- Ooo beyzademize babası bir tokat atmışmış, hemi de sigara içtiği için. Bok iç oğlum bok iç. Adam seni düşündüğü için vurmuş, seni sevdiği için, bak paketin üstünde öldürür yazıyor, ölmeni istemediği için. Ölümü bilmezsin tabi, oğlum ölenler bi daha gelmez.
Bir nefes daha çekti, sesi daha sert , daha öfkeli çıktı bu sefer
- Babam olsaydı da tokat atsaydı, ananın , babanın vurduğu yerde gül bitermiş bilmez misin...sen sokakların tokadını ye de gör. Sokaklarda yaşamaya devam edersen sigaradan sonra nah buna başlarsın, bu da yanaklarında gül değil böyle yaralar açtırır.
Elini yanağına götürüp yüzünde çıkan iltihaplı lezyonları gösterdi. Kafasını torbaya gömdü adeta ve derin derin içine çekti kokulu maddeyi.
Sunturlu bir küfür savurdu, yere tükürdü, burnunu çeke çeke uzaklaştı, kapıdan çıkarken hala homurtuları duyuluyordu.
***
Gece yarısına doğru yattılar. Çağrıya kartonları gösterip burada uyu dediler. Çağrı ceketini çıkarıp başının altına koydu, külçe gibi uzandı kartonun üzerine. Cebinden düşen cep telefonu pat diye ses çıkardı ve bütün gözler telefona çevrildi. Yusuf seslendi yerinden kalkmadan
- Yarın telefonu sat da bize döner al oğlum
***
Çağrı hariç hepsi uyumuştu. Bir sağa döndü Çağrı bir sola. Tertemiz yatağını, annesinin alnına kondurduğu iyi geceler öpücüğünü özlemişti. Daha evin kapısından çıkar çıkmaz pişman olmuştu ama inadından dönmemişti. Sonra da korkusundan dönemedi. Ama şimdi burada uyumak, sokakların çocuğu olmak daha büyük bir korku salmıştı yüreğine. Gözlerini kapattı. Annesini hayal etti. Alnında hissetti kadının dudaklarını ve ağlamaya başladı. Yorgunluktan, üzüntüden sızdı kaldı.
***
Sabaha doğru uyandı. Sessizce kalktı, ceketini, ayakkabısını giydi. Tam odadan çıkacaktı ki geri döndü , telefonunu Yusuf’un yatağına bıraktı.
***
Evlerinin lambaları yanıyordu. Bir müddet uzaktan seyretti, bütün cesaretini toplayıp bahçe kapısından içeri süzüldü. Tek katlı bakımlı bir gecekonduydu. Oturma odasının camına yaklaştı, Yarı çekik perdeden içeri baktı. Annesi ve babası yan yana oturuyorlardı. Annesi ağlıyordu, babası isyan kokan bir sesle
-Elim kırılsaydı da vurmasaydım dedi
Çağrının yüreği kabardı, canı yandı, hızla cebinden çıkardığı anahtarı kapının kilidine soktu. Ağır ağır açıldı kapı. Genç kadın yerinden fırladı, genç adam şaşkın, suçlu, şefkatli bakışlarını çocuğa dikip
-Oğluuumm diyebildi...
***
Ertesi akşam Yusuf elinde döner paketlerinin olduğu poşetlerle viraneye daldı:
-Oğlum bu akşam ziyafet var ziyafeettt diye bağırdı...
frezya
YORUMLAR
Görünmez olmak kadar yıkıcı bir şey yoktur diye düşünürüm bazen. Bir insanın ölümüne üzülmek bile ölen için bir mükafattır aslında. Bu zavallı evsizler öldükleri zaman bile farkına varılmıyorlar. Yaşadıklarını hiç ama görmüyoruz. Hiç umursamıyoruz.
Bir anı : Bir gün bizim İzmir'in meşhur Konak meydanında bir yere yetişmek için hızlı hızlı yürüyordum. Yanımdan bir sokak çocuğu geçerken istemsiz bir şekilde kenara çekildim. Neden bilmem korktum bir an ondan. Zavallı çocuk ''Ne yaptım da korktun be abla ?'' dedi. İçimde bir şeyler koptu. Çok üzüldüm. Arkasından gidip durdurdum ve ondan özür diledim. Aç olup olmadığını sordum. Çok acıkmış zavallıcık. Hemen yakında bir hamburgerci vardı. Oradan istediğini al dedim. Üç menü söyledi .Seslenmedim. Birini yedi .Diğerlerini paket yaptırdık.
''Bunlar kime ?'' diye sordum. Kardeşlerime yani kardeşim kadar yakınlarıma dedi.Ailesini sorunca gözleri doldu ve ''Boş ver be abla'' dedi. Ona sarılıp yanından ayrıldım. Yol boyunca ağladım. Eline para vermek istemedim. Gidip bali falan alıyorlar diye. Ama onu orada öylece bırakıp gitmekte beni çok üzmüştü.
Sevgilerimle.
asude_vuslat
Ne demiş atalarımız.
Tok olan tüm dünyayı tok sanır/ Aç olan alemde ekmek yok sanır.
Çağrı anlamıştır mutlaka sahip olduklarının kıymetini. Ama daha da çok anne ve özellikle babası anlamalı sahip olduklarının kıymetini.
Çok çok güzel bir yazıydı ve güne de yakışmış. Tebrik ederim.
Selam ve sevgilerimle.