- 930 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GİTMİYORUM,SADECE ÖLÜYORUM SEVGİLİM
Geceyi üstüne örter gibi çarşafı kapadı üzerine.
-Üşüyor,dedim.
Geldiğinden beri tek sözcük etmemiş,öylece yatağın ucuna kıvrılmış,gözlerini yere,eski bir kilimin motiflerine sabitlemiş,ellerini bacaklarının arasına alıp sadece susmuştu.
-Üşüyorsun,dedim fısıltıyla.
Duymadı,duymak istemedi belki de.İncecik vücudu varla yok arasındaydı o çarşafın altında.Dayanılmaz bir istek duyuyordum ona sarılmak için. Ve biriktirdiğimiz tüm susmaların diyeti olarak haykıra haykıra ağlamak istiyordum.Onu bu gece bana getiren nedir diye düşündükçe beynimin duvarlarına karanlık çarpıyordu.Hızla pencereye açtım ,rüzgarın kanatlarının yüzümü sıyırarak onun düzensiz soluğuna nasıl da karıştığını izledim.
-Üşüyor,dedim.
Gözüm yeniaya ilişti.Birçok şair dolunaya şiir yazmıştı,oysa yeniay o boşlukta asılı duruyordu ve boynumda bir ilmekle yarını orda asılı görüyordum.Belki de ezberlerimiz bir güzellikten,farklılıktan daha fazla yer kaplayarak insan idrakının yüzeyselliği ile dalga geçiyordur.Dolunayda,orada bir ölü gibi yatan sevgilinin suretini görmek yerine yeniayda kendi imhasını görmek daha gerçekçiydi belki kim bilir.Derin ve kısık bir ses böldü dağınık düşüncelerimi döndüm öylece yatıyordu orda varla yok arası.
-Üşüyor,dedim.
Ne olacağını bilmeden öylece yatağa diktim gözlerimi.Üzerine kapanıp haykıra haykıra ağlamamak için dayanılmaz bir istek ruhumu ele geçiriyordu.Oysa orada olduğunu bilmekle yetinmek zorundaydım.Ya yeniden giderse.Üşürüm.
-O da üşüyor,dedim.
Beraber dinlediğimiz şarkıları hatırlamaya çalıştım.Birçok ezgi,birçok söz bir boşluktan aşağıya gürültüyle düşüyor gibiydi ve ben onlara dokunamıyordum.Oysa daha iki pazar önce bu şarkıların birinde saatlerce susmuştuk.Omuzumda soluğunu duyduğum o gece bir şarkı fısıldamıştı kulağıma ama şimdi yoktu.Bir deprem olmuş ve tüm şarkıları enkazın altına hapsetmiş gibiydi.Ulaşmaya çalıştıkça dipte kalıyordum.
-Üşüyor,dedim.
Düşünmemelisin böyle şeyler,ben ağladıkça odanın ısısı düşüyor ve kesik kesik nefesi soğuğa karışıyordu.Dayanılmaz bir istek,varla yok arasındaki o görüntüye sarılmaya zorluyordu beni.Oysa orada öylece yatmasına bile razıydım.Anla ölüm arasına kurulmuş gibiydi zaman.Ay yer değiştirdikçe göğün yüzünde etime batan acının iğneleri sıtma nöbetine tutulmuş bir hasta gibi sarsıyordu beni.Sabah olmamalıydı.Ya yeniden giderse.Daha iki pazar önce burada bana sarılmış ama güneş doğunca karanlığa meyledip çıkıp gitmişti.Bir daha hiç aydınlıkla yüzleşmemiştim,güneşe husumetim bundan belki de.Artık bütün günler karanlık bir ölümdü.Masadaki bozuk saate ilişti gözüm,uzun zamandır orda ve ben varlığını ne çok zamandır unuttum bilmiyordum.Masa ahşap,ayağı kırık, saat bozuk,nefesi kesik kesik,orada işte varla yok arası bacaklarını bir cenin gibi karnına çekmiş, yatıyor.
-Üşüyor,dedim.
Oysa oyuncak bebeklerden bir hastaneden bahsedecektim sana.Yolları hep çamur,mevsim hep sonbahar.Sarı,hazan,yağmur,hüzün diyecektim.Sonra bırak debelensin ruhum dedim usulca bir pervanenin kanatlarında,bu eski sargıda,bu eski surette yalnızlığı okumaktan bozuk bir imlaya benziyordum şimdi.Gereksiz,anlamı yok eden ve cümlelerden atılması gereken üstüne kara çekilmiş bir imla.
Şimdi ordasın varla yok arası,kesik kesik soluğunla öylece yatıyorsun karanlığın içinde.Her defasında olduğu gibi yeniden sana doğru attım adımımı sen çağırmadın beni.Sen hiç çağırmadın beni.Ben hep içimde dayanılmaz bir istekle sana koştum.Hiçbir şey kalmamıştı aramızda sana göre,her şeyi tükettiğimizi söylüyordu gözlerin,bana ise hiç soluk kalmamıştı sen bunu söylerken.
-Bir nefeslik daha kal,diyememiştim o sabah,sen usulca giderken.
-Biraz daha kal ve dol göğsüme,diyememiştim.Ama şimdi burdaydın işte varla yok arası,kendine sarılarak öylece yatıyordun kesik kesik nefesinle.
-Üşüyor,dedim,o haline uzun uzun bakınca.İkimizin hikayesine ne çok benziyor şimdi gece.Geçip gidecekti birazdan.Sesimi bir radyonun bozuk frekansına hapseder gibi fısıltıyla;
-Peki ya sen,gidecek misin,diyorum güneş perdenin ardında karanlığı savarken.Perdeleri daha sıkı kapatıyorum gün girmesin içeri.Öylece yat orda istiyorum.İçerinin yeterince siyah giyindiğine inandığımdan sana dönüyorum.Yatağın ucunda oturuyorsun,bakışların yerde yine.İçimde sana koşmak için dayanılmaz bir istekle öylece kalıyorum.Kapıya doğru ayaklarını sürüye sürüye gidişini izliyorum.Ellerim benim değil sanki,ayaklarım benim değil.Hükmüm geçmiyor,uzanamıyorum,gelemiyorum sana.Bunu görür gibi elin kapının kolunda sakince dönüp bana bakıyorsun.Gözlerin bir karanlığın ardı,gözlerin ömrümün aydınlık yaması,gözlerin yeniayı içine hapsetmiş,gülümsüyorsun.Sesimi bozuk bir radyonun frekansına hapseder gibi hırıltıyla tek kelime dökülüyor dudaklarımdan;
-Gidiyor musun?
Öylece duruyorsun orda uzansam dokunacağım,koşsam sarılacağım.gülümsüyorsun.
-Gidiyorum,diyorsun.
Sesin bir öyküden geliyor sanki.Sesin bir öyküde bir çiçeği eziyor.Elimde çiçek ölüsüyle yarım öyküler anlatıyorum diğer elime o öykünün içinde.Avucumda tırnak izim birikiyor gidiyorsun.İki pazar önce gittiğin gibi gidiyorsun.Uzun uzun bakıyorum karanlığımdan aydınlığa doğru adım atmana,uzun uzun bir aşkın boşlukta savruluşunu izliyorum.
-Neden geldin,yeterince gitmiş olmak için mi?Neden geldin? Neden bu kadar üşümüşken bana geldin?
Gözlerin halen yeniay halen karanlığın ardı gülümsüyorsun.
-Bu kabus benim kabusum,üzerime örtüp gittiğin kabus.Sen gidince iki pazar önce ben yeniaya bakarken bir ilmekti yaşamla aramdaki bağ.Uzun uzun günlerce bir ipin ucunda gözlerim yeniayda bekledim.Şimdi bana gidiyor musun diyorsun sevgilim?Ben iki pazar önce,sen bir aşkı boşlukta savurup sırtını dönüp gittiğinde iliklerime kadar üşürken öldüm.Dedim ya bu benim kabusum ve ben ölürken orda öylece umarsız duran sendin.Gidiyor musun diyecek kadar bile zaman tanımamıştın bana oysa.Bir ömrü yaşamamak neyse de sen bir yürekte hiç ısınmamış olmak ne demek biliyor musun sevgilim?
Korkma gitmiyorum,ölüyorum sevgilim.
Kapının çarpan sesiyle irkildim.Pencerenin önünde olmam gereken ben,onun az önce yattığı yerde yatıyordum.Loş odada onu aradım.Üşüyordum.İçimde sokaklara çıkıp deliler gibi koşma isteği duyuyordum.Çiçek ölüsü kokusu duydum.Perdeyi aralayan gün içeri dolalı çok zaman olmuştu.Neden olduğunu bilmediğim bir sebepten yorgundum.Ruhum sabaha kadar bir savaş meydanında defalarca kılıçlardan geçmiş gibi soluksuz ve yaralıydı.Bilmediğim bir şarkının sözlerini mırıldanırken yakaladım kendimi.Kötü bir rüyanın etkisinden kurtulmak için ne yapılırdı hiç öğretilmemiştim oysa.Yaşam tüm hızıyla akarken hemen karışmalıyım ona,rüyalar hatırlamamak içindir belkide.
Koltukta duran o sefil ve hüzünlü paltoya değdi gözüm.Sanki doğduğum günden beri sadece bunu giymişim izlenimi veren o palto kendimden iğrenmem için yeterliydi bu sabah.İç cebime ne aradığımı şimdi hatırlayamadığım belki de hiç bir zaman bilmediğim o şeye ulaşmak için elimi götürdüğümde bir kağıdın soğukluğunu duydum.Gitmekle kalmak arasında kalır ya insan bazen soluksuz ve uzun uzun.öylece bir ömür kadar uzun ve bir gençlik kadar hızlı akıp giden zamanlar geçti parmak uçlarımdan.İnsan kendinden ne kadar öteye gidebilirdi ki?Üstelik tüm yollar insanın beynindeydi ve dönüş hep kendineydi.Boğazımda bir hırıltıya karışan soluğumla ne olduğunu bilmediğim o sarı(hazin,hüzün,yağmur,sonbahar ve gurup vakti)kağıdı çıkardım.İki cümleden oluşan bir mektuptu cebimde bir posta kutusunda ömrünü tüketmiş bir haber gibi bekleyen.Bazen uzun uzun düşünür ama tek cümleyle anlatırdık ya acıyı,işte ellerimin arasında duran uzun uzun çekilen bir acı bir cümleye sığdırılmıştı.
-Gitmiyorum sevgilim,sadece ölüyorum.
Umut ve bir yürekte gerçekten ısınmış olma şansı hızla kapıdan çıktı.Yaşanması mümkünken yaşanmamış bir aşkın boşlukta savruluşunu duydum.Ellerimi sakladım kendimden.En çok ellerimin kimsesizliği akıyordu gözlerimden.Ben kaybetmiştim,ben gerçekten kaybetmiştim...
Necla BEKTAŞ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.