- 420 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
0064 - MENDİLİMDE KAN SESLERİ - KISACA
MENDİLİMDE KAN SESLERİ
"Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla..."
Edip CANSEVER
KISACA
1947 yılında yayımlanan “İkindi Üstü” adlı kitapla başlattığı şiir serüvenine arka arkaya yayımladığı kitaplarla devam edip, yolculuğunu on altıncı şiir kitabıyla noktalayan şair, şiirlerinde anlam, yapı, dramatik unsurlar ve dekor konularına önem vermiş; anlaşılmaz, kapalı, soyut ifadeler kullanmayı yeğlemiştir.
İlk şiirlerini 1950’lerde yayımlamaya başlayan Cemal Süreya, İlhan Berk, Turgut Uyar, Sezai Karakoç ve Ece Ayhan gibi şairlerle birlikte öncülük ettiği İkinci Yeni hareketinin, Cumhuriyet sonrası Türk şiirinin değişmesi ve gelişmesinde büyük bir rolü olan, ilk şiirlerini Garip akımının tesirinde kalarak yazan, yaratıcı ve özgün şiirleriyle o dönemin önemli temsilcilerinden olan Edip Cansever’in ’Mendilimde Kan Sesleri’ adlı şiiri, 1974 yılında çıkan ‘Sonrası Kalır’ isimli kitabında yer alır.
Şiirleri incelendiği zaman hemen hemen hepsinde benzer tema ve düşünceler üzerinde durduğu, yeni bir şiir dili yaratmaya çalıştığı görülür ama bu şiirin dili, konusu ve imgeleri diğerlerinden farklıdır, toplumcu şiir anlayışına yakındır, ona zamanının toplumsal ve siyasal şartları göz önünde tutularak bakılmalıdır. Çocukluğu ve gençliği İnönü, sonrası Menderes dönemine rastlar. O dönemde devlet ekonomi politikalarına ağırlık vermiş ve Türkiye, modern dünyada kapitalist sistemin bir üyesi olarak yer almıştır. İkinci Yeni şairleri ilk şiirlerini o zamanlarda yayımlamaya başlamışlar. O iki dönemin şiirleri de İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki olumsuzlukları, ekonomik sorunları, politik zıtlaşmaları, toplumsal çatışmaları dile getirir, onlarla savaşır, baskıya ve otoriteye başkaldırı feryatlarıdır. 1950 sonrası Türk şiiri, Batı’daki sanat hareketlerinin tesiriyle soyut, kapalı ve bireyci hale gelmiştir.
Edip Cansever’in şiirlerindeki kişilerin hüzün, mutsuzluk, yalnızlık ve karamsarlıklarının sebebi, içinde bulundukları toplumun içler acısı halidir ama belli bir ideolojiyi yansıtmaz. Bireyi ele alır. Tümevarım metoduyla fertten topluma gider. Okuyucuya, yönetimin ve toplumun aksayan yanlarını bireyden seyrettirir.
Şiirlerinin tamamında sesle anlamı kaynaştırmış, harikalar yaratmıştır.
Edip Cansever, şiirinde varoluşçu felsefeden faydalanmış ama şiirlerini felsefi bir sistem üzerine kurmamıştır. Bunalımdan bahseden, varoluşdaki amacı sorgulayan ama cevap alamayan mutsuz, umutsuz ve karamsar bireyi anlatmıştır.
Bu şiirde önceki şiirlerindeki karamsarlık pek yoktur. Hatta iyimserlik, onun yanı sıra romantizm bile vardır. Umudun dürtülerek harekete geçirilmesini, umutsuzluğun yatıştırılmasını istemektedir ama kendisi ülkenin geleceğinden endişeli ve umutsuzdur. Oysa o umudu taşımaya ne kadar isteklidir!
Monolog olarak yazdığı bu şiirde, karşısında kimse yoktur. Düşünmekte ve birine, aslında tüm Türk Halkına hitap etmekte, fırsatların kaçırılmış olduğundan yakınmakta ve şair olarak bir şey yapamadığı için hayıflanmakta, herkesten ve gelecek nesilden özür dilemektedir. Karamsardır. Tasarlananların yapılması için çok geç kalınmıştır.
Edip Cansever, farklı sözcükleri bir araya getirip, onların çağrıştırdıklarının düşünülerek anlaşılmasını okura bırakır, onlara beyin jimnastiği yaptırır. Bu teknik ona hastır. Bu şiirde de öyle yapmıştır.
Mendil ile kan… Beyazla kırmızı… Türk Bayrağının renkleri… Kanı çokça, beyazı yok denecek kadar az… Bu iki rengin bir araya getirilmesiyle görme ve dokunma duyularını, ses sözcüğüyle de işitme duyusunu harekete geçirir. Okur beyazda kırmızıyı hayaller ve kanın çığlığını tüm canhıraşlığıyla işitir ve ürperir!..
Kan, kırmızıdır. Sıcaktır, ateştir, aşktır, canlılıktır, şehvettir. Doğumu da ölümü de simgeler. Bu şiirdeki kan, bembeyaz mendili, bir top humayini lekeleyen, mahveden kandır!
Bu mendil, limanlarda, garlarda, garajlarda gidenlerle gelenlerin birbirlerine salladıkları, ayrılık acısının, gurbet burukluğunun sembolü olan mendildir. Birbirlerinden ayrılanların kanayan yüreklerinden gözlerine dolan ve kanlı akan gözyaşlarıyla ıslanmıştır. Yakınlar birbirlerinin ciğerlerinden sökülürcesine ayrılmakta, ciğerleri veremlilerin ciğerleri gibi kanamaktadır ve kan tükürme raddesinde, derin bir üzüntü içindedirler! Ayrılık, ciğerlerine hançer gibi saplanmış, yerini kanatmakta kanatmaktadır… Karşılıklı kan ağlamakta, hıçkırmakta, öksürüklere boğulmaktadırlar. Veda cümleleri, hıçkırık ve öksürük sesleriyle kesilmektedir. Mendillerdeki içler acısı kan, haykırmakta haykırmaktadır!..
Ahmet Abi, Türk toplumunu simgeler. Ahmet Abi’nin sevgilisi olduğu hayal ettirilen kadın Türk kadınıdır; tertemiz, bembeyaz, ütülü, lekesiz, el değmemiş, bir top patiskadır. O kadının doğurup yetiştirecekleri çocuklar büyüyecekler ve ülkeyi bu durumdan kurtaracaklardır.
İstasyon ve pazaryerleri karmaşayı, gürültüyü ve kalabalığı sembolize eder. Nasıl pazaryerleri dağıldığında geriye döküntüler, atıklar, kâğıt parçaları yani kirlilik kalırsa, Ülkede de durum öyledir. Ne yazık ki o hale getirilmiştir. Geride karmaşa ve huzursuzluk kalmıştır.
O, ülkelerinde bir iş tutamayan, geçim sıkıntısı içinde kıvranan, o yüzden Almanya’ya çalışmaya giden insanların çoğu köylerin derme çatma evlerinden, kenar mahallelerindeki gecekondulardan çıkmadır. O garibanlar, ülkenin ne halde olduğunu anlatan öykülerdir. Her biri bu ülkenin suyunu, toprağını, çiçeğini, dağlarının eğimi gibi somut kavramları bünyesinde taşır. Hasret ve yalansa soyuttur.
İşçileri taşıyan tren, bir zamanlar cepheye asker taşıyan trenlere benzetilir. Her iki tür yolcu da savaşmaya gitmektedir. İki grup da emeğiyle, kanıyla canıyla… Her ikisindeki insanlar da kendilerini feda edenlerdir. Biri bildiğimiz savaş, diğeri ekonomik savaş… İki kesimin de birbirinden pek farkı yoktur.
Umutlarımızı yitirmiş, hayalsiz kalmışız. İnsanımız yerlerini yurtlarını terk ederek gurbet ellere gitmek zorunda kalmış. Eskiden teknoloji yoktu ama o zamanlarda herkesin gelecekten bir beklentisi vardı. O zamanlar Ülkece bütün hayallerimizi kaybettik. Büyük bir ümitsizliğin içine düştük.
Edip Cansever, alışık olduğumuz sözdizimini bozar. Bazı öğeleri atlar ya da bazı ekleri birlikte kullanmaz. Bu şiir diğerlerine nazaran çok sade ve açık bir dille yazılmıştır. Bunda sözdizimsel sapmaya, mantık dışı söyleyişe ve alışılmamış bağdaştırmalara rastlanmaz.
Yalnız ‘üzünçlü bir ev görüntüsü’ tamlamasında hüznü ve kederi anlatırken sözcüksel sapma yapmış, ‘üzünçlü’ sözcüğünü dilimize katmıştır.
“Ve avlularına ‘bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi’
“Yani bir cep aynası alım-satımına belki’ dizelerinde anlam biraz zora sokulmuş.
Avlu sözcüğü cezaevlerini anımsatır. Burada Yurt sathı olarak kullanılmış. Özgürlüklerini kaybeden yükümlülerin, yani halkımızın kalplerindeki sıkıntı, kuyu halkasıyla sıkıştırılma şeklinde dile getirilmiş. Sözler değerlerini yitirmiş, üstü horoz resimli teneke arkalıklı cep aynası kadar değeri kalmamış.
Şiirdeki işsizlik, bilinç, halk; Türkiye, Malatya, Nazilli, Edirne, İstanbul, cezaevi ve memleket kelimeleri bir araya getirilerek toplumcu duyarlık ifade edilmiş.
Şair, şiirlerinde tiyatro unsurlarından faydalanır. Diyalog ve monolog tekniklerini kullanır. Anlatımlarında, manzum öykülerdeki gibi tek olay yoktur. Bunlar uzun olup, tamamen düşüncesinin sesidir.
Şairin, hüznünü ve iç sıkıntısını yansıttığı bu şiir dram, hatta trajedidir. Bu trajedide kendisi de vardır.
Mekân olarak istasyon, otel ve meyhaneler gibi kalabalık yerleri seçer. Burada ülkemizin içinde bulunduğu durumu anlatmak için istasyon ve pazaryerini kullanmıştır. Bu şiirinde bir dramı, çelişkiler ve karşıtlıkları göz önüne sererek, insanları da hareket halinde gözler önüne sermiş.
İngiliz edebiyatçısı olan Eliot’un ‘nesnel karşılık’ kuramını önemsemiştir. İnsanı veya duyguları anlatmada nesneleri gayet güzel kullanır. Duygu, düşünce ve coşkularını nesnelerle ifade eder.
Bu şiirinde dili daha açık ve anlaşılır… İmge kullanmamış. Değişik malzemeleri dekor olarak kullanmış, somutla soyutu ifade etmeyi gayet güzel başarmış. Nesnelere değişik bir açıdan bakmış, onları derinlemesine incelemiş ve her birine farklı duygular yüklemiş.
Şairin bakma, görme ve hissetmesi diğer insanlardan farklıdır. Bavul, file, paket, kolonya ve su şişesi bir araya getirilmiş, yolculuğun hüznü ve gurbetin burukluğu en güzel ve farklı bir biçimde okuyucuya hissettirilmiştir.
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlerde büyüyen bu işçiler, trenleri tıklım tıklım doldurarak çalışmak ve ekmek parası kazanmak için memleketlerini bırakıp gurbete gitmektedirler. Şiirdeki nesnelerden biri de resimdir. İki şekilde ele alınmıştır. Biri alelade bir yere çiziktirilen, diğeri gerçek haliyle insanımızdır ki çok değerlidirler. Ne yazık ki hasret çekmek zorunda bırakılmışlardır.
Şiirde geçen her nesneye farklı duygular yüklenmiş. Mendildeki kan da hazin pastanın avaz avaz bağıran kreması olmuş.
Hüzün ifade eden sözcüklerin bir araya getirilmesiyle uyum, tekrarıyla ahenk sağlanmış.
Şimdi bu şiiri inceleyelim:
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 0064