- 895 Okunma
- 10 Yorum
- 6 Beğeni
YIKINTI TANECİKLERİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
(Hüzün üçlemesi-2)
Hayali mektuplar yazıyorum kendime. Yazıyorum ama göndermiyorum, hayalin bile hayali olarak kalıyorlar. Nasıl anlatılır ki yaşamın alnına yapışıp kalmış bunca zalimlik ve bitmeyen kıyım iklimi. Bütün gün hissiz güzsüz dolaşıp duruyorum bize ait olmayan sokaklarda. Düşünüyorum; bu sokaklar, bu şehirler ve bacalarından yabancılık tüten bu huzursuz ülke bizim değilse kimin? Taşlar bile cevap vermiyor bu soruya, taşlar ciddiye almıyor yumruk yuvası ellerimi.
Akşam babam ve babamın tütünsü soluğu geliyor içi bulut dolu evimize. Babam bize her geldiğinde biriktirdiği ne kadar düşsüzlük varsa onlar da arkasından geliyor. Evin içi baya bi kalabalık oluyor tenhalıktan. Babamın yüzündeki yıkıntı taneciklerine bakıyorum. Hiç genç olmamış babamın. Hayat kavgası yüzünden hiç âşık olamamış, âşık olmaya zaman bulamamış babamın, ah! Hep masalın dışında kalmış kendi yitik ömrünün acısına rağmen “üzülme oğlum, üzülme” diyor:
“Burası korkunç bir bilinmezliğin merkezi. Yeryüzü sözcüklerinin aciz kaldığı hatalı gölgeler atlası. Gidilecek başka bir yer yok. Yarın mahkûm edebilirler seni de diğer sesli harfler gibi. Ama yenilgiye alışma sakın oğlum. Bütün ideolojilerin içinde ölümün kokusu var. İnsanlar yaşatan şeylerin peşinde olmadığı için bu hale geldi dünya ve Dünyanın insandan başka anlamı yoktur. Hayat anlayışımızı kurtarmak istiyorsak, insanı kurtarmamız gerekir.”
Yazmaktan vazgeçip kalemi kâğıdı bırakıyorum masanın üzerinde.
Masa güceniyor, masanın zoruna gidiyor.
Masa sırtını dönüyor bana. Özür dilerim masa.
Yanlışa yanlış demek suçlamasıyla görevden uzaklaştırılalı altmış beş gün olmuştu. Boşlukta kalmıştım. Yaptığım başvuru üzerine bugün Hüzün Bey beni şoförü olarak yanına aldı. Yeniden çalışmaya başladım. Yeniden eve ekmek ve küçük sevimli kölelikler götürmeye başlayacaktım. Ama göndermediğim mektupları yazmaya devam edecektim. O masanın kalbini kıramam ki. Masa kardeşim gönderilmemek için yazılan o mektupları seviyor. Onlarla var oluyor. Yine kâğıt kalem ve düzenli dağınıklığımla yanında olacaktım. Her sabah ve her gece yalnızlığımın saçlarını özenle tarayıp bilişsel çıkışsızlığa yollayan sevgili masam benim en değer bilen dostumdu. Ona alıştım.
Aniden bir lakaya girmiştim arabayla. Dikkatsiz davranmıştım. “Oğlum çok dalgınsın be, önüne iyi baksana” dedi haklı olarak arkada oturan sevgili patronum Hüzün Bey. Daha ilk günümdü. Ama bana oğlum demesine kızmıştım. Ondan kaç yaş büyüktüm hâlbuki. Ne yapalım katlanacaktım, ekmek parası. “Nereye gidiyoruz efendim” diye sordum:
“Sen sür, herhangi bir yer yok, nasıl olsa gideceğimiz hiçbir yer seslerin yuvası değil, nasıl olsa her yer mutsuzlukla dolu, şu an gitmekte olduğumuz yer de gidişsizliktir, yani yeni bir mutsuzluk ihalesi varmış, kaçırmayalım, eee bu ihaleyi de alıp akşama kutlarız, sen şu müziği açsana hele” dedi.
Çok şaşırdım. Şu Hüzün ne kadar da mutlu böyle!
Açtım hemen müziği. Müziğin dişleri vardı.
Zevkten adeta dört köşeydi Hüzün. Adi herif!
O eğlenmesine devam ederken ben üzülme sanatlarının en iyi sanatçısı olmayı düşlemeye başladım. Off en sevdiğim şey. Neyim eksikti ki köşe başlarını kapmış diğer üzülme sanatçılarından! Enfes bir gri görüntüler denizi ve ölümsüzlük teklifleri dönüp duruyordu başımın etrafında. Biraz düşünmem lazım teklifinizi deyip ağırdan satıyordum içimdeki hiçlik vadisini. Bazen baş ağrılarımın; beynimdeki doğum sancıları olduğunu düşünüyorum demiş ya Niçe, belki bendeki de öyle bir şeydir. Hem benim bu dalgınlığım bilinç dışı bir düellodan kalmaydı. Herkese nasip olmayan bu yara oldukça verimli bir kaynaktı benim için. Babamın yüzündeki yıkıntı tanecikleri bana da geçmişti. İmgenin biri girip biri çıkıyordu benliğimden. Soylu bir akıl hastasıydı duygusal zekâm.
Eyvahhhhhhh! Yine büyük bir lakaya girdim sanırım. Düşsel yakıtla çalışan arabanın kontrolünü kaybettim. İnsanlar, sayılar, sarsıntılar ve seyyar duygular sırasıyla esas duruşa geçtiler. Birden kendime gelip yüzümdeki kelimeleri havluyla silmeye çalışırken bir uçurumun ağzına geldiğimizi son anda fark ettim. Patronum Hüzün Bey korkudan altına etti. Ardından küfürler yağdırıp arabadan indi. Annemle ilgili küfürleri alıp kenara koydum. O az ötede korkudan kirlettiği muhterem kıçını temizlerken, ben öylece uçuruma baktım, uzun süre baktım, sandım ki uçuruma uzun süre bakarsam o da bana bakar. Bakmadı, tahminimce işi gücü vardı uçurumun.
Etrafa saçılmış olan hayal artıklarını topladım ve hemen yola devam ettik. Mutsuzluk ihalesinin yapılacağı yere gelmiştik. İnip saygıdeğer patronumun kapısını kusursuz bir kavram kargaşalığıyla açtım. Arabadan indi ve yüzünü yüzüme yanaştırdı. Yine bana kötü şeyler söyleyip hakaret edeceğini düşündüm. Gözlerini gözlerime kilitledi. Gözlerinde hırs, kararlılık ve korkunç bir boşluk vardı. “Bu ihaleyi alacağız koçum, başka yolu yok” dedi. Aldı da. İhale alma konusunda çok başarılı olduğunu söylemeliyim.
Yorucu ve yaralayıcı bir günün sonunda, nihayet sahtelikler alanından içi sis kentleriyle dolu evime attım kendimi. Masanın üzerinde; çiçek ustaları, hafıza işçileri, direniş öyküleri, birkaç tane inanma ihtiyacı, söz ağacı, güneş ülkesinden gelen tomurcuklar, yeni yıkıntı tanecikleri ve daha bir sürü yoldaş eylem hazırlığı içindeydiler gönderilmeyecek yeni mektuplar için. Kısa boylu bir sözcükle gözlerimi kapatıp başımı masaya koydum. Masanın kalbi sarılmak kokuyordu.
(Nisan 2017)
(Yazıda geçen "Dünyanın insandan başka anlamı yoktur. Hayat anlayışımızı kurtarmak istiyorsak, insanı kurtarmamız gerekir" sözü Albert Camus’ye aittir.)
YORUMLAR
e aşk olsun sana ama:)))))
az önce şiire yorum yaparken yazacaktım da son anda çekindim de vazgeçtim...bak aynen şöyle diyecektim: 'bana çok sevdiğim bir şairi hatırlatıyorsunuz, bir kalem bu kadar mı benzer birbirine?'
eğer yalanım varsa şurdan şuraya adım atmiyim:)))
ayyyy çok sevindim seni gördüğüme! ben de diyordum nerelerde? niye yazmıyor?
hep yaz emi hep yaz sen!
çok güzel süprizdi bu nasıl sevindim anlatamam!
sevgiyle yürektesin her zaman...
Dramatik Buluntular
İnsan hisseder diye düşünüyorum. Hissetmişsin, sağolasın.
ve bazen gitmek istersin seni öldüren şeylerden kaçmak, düşsel şehirler bulmak istersin. Ama şunu anladım; gitmek edebiyat tarihinin en büyük komplosudur.
Tekrar teşekkürler Yürek insanı
Dramatik Buluntular
Sevgiler...
Dramatik Buluntular
Dramatik Buluntular
sığınabileceği tek yer; hayalleridir
Sevgilerimle
Dramatik Buluntular
Tekrar merhaba
Ruhsal cinnet, tam sessizliktir. ruhum, gizliliğim, açıklığımın aşırılığında kayboluşumdur. (bir yerde secde)
Gözlerim yorulmaz; güneş onu oyunda tutar. Dinçleştirmez, düzensizliğe bir içerik vermez. Arzunun unutuşunu ustaca oynar. Çağırır ve kovalamaz.
Güzel bir yüz, hiçbir piyesin maskesi olmaz. Zira şölen, yumuşaklığıyla mütecaviz bir göktür, battığımız, battıkça doruklaştığımız, yüceliklerimizi kaybettiğimiz ve bizi mütevazı yapabilecek tüm tiksindirici olasılıklardan kurtulduğumuz.
Her insanın içinde iki taraf vardır; biri iyiye bulaşırken, diğeri kötülüğe el uzatır.Ben bu yıkıntının en uçurumunda bekliyorum
Sen bekleme dostum..
Dramatik Buluntular
Sevgiler...
Dramatik Buluntular
Anlatım şekli ve sözcükleri sadece cazibe merkezidir
Ama anlatılan ve yaşanan gerçektir
Uzun zamandan beri aydınlık ve karanlığın savaşı var
Şartlar eşit değil
Ama çok büyük mücadeleler var.
Sokaklarda işleri bir fermanla ellerinden alınan öğretmenlerin direnişi var
ve işini geri istedikleri için her gün tartaklanan, göz alına alınıp götürülen.
Medya yazmıyor bunları, gündem olmuyor
Benim burada anlattığım da bunlardan biri
Sadece içsel bir yansımasını betimlemeye çalıştım.
Bu içsel yolculuğa eşlik ettiğiniz için teşekkürler.
Bir insanı ekmeğinden men etmek nasıl bir kafanın sahibidir..ideolojiler gözlüğü..benden olmayanlar yaşamasın..
Dramatik Buluntular
Direnerek ayakta kalan tek muhalif sendikal örgüt
Anladın sanırım.
16 Nisanda istedikleri bunun sürekli hale gelmesi...
Dramatik Buluntular
Sevgilerimle...
1-
Aslında her mısrası bir hikaye başlığı gibi; giriş-genişleme-sonuç; ve her paragrafı bir sahne; nesneler dile geliyor ve özne ile nesne bir diyalog içine giriyor ve her cümle bir piramidi inşa eder gibi duruyor. Ustalık ve sanatsallığın gözle görülebilir hali...
Kimleri mi anlatıyor? Bizleri yani insanların anlatamadığı, duyumsayamadığı hallerimizi anlatıyor.
"Taşlar bile cevap vermiyor bu soruya, taşlar ciddiye almıyor yumruk yuvası ellerimi."
2-
"Akşam babam ve babamın tütünsü soluğu geliyor içi bulut dolu evimize."
Sinemasal terime göre bu paragraf çok boyutlu bir sahne ve bu sahneyi her yönetmenin zevkle çekeceği bir sahnedir. Kelimelerle veya anlamlarla resimler göstermek sinemasal bir yöntemdir ki burada o sahneyi görür gibi oldum... Ah babalar trenler dolusu keşkeleri varken bazen hiç, düşsüzlük ve yorgunluğu eve taşırlar tam benlik gibi bir hallerdi.
3-
“Burası korkunç bir bilinmezliğin merkezi.”
Her gün dünya kıyametini senaryolaştırıp insanlığa, insana ampirik yollarla egemen kılan Üstekiler, hayatımıza bilinmezlik uçurumlarını açtıkça açıyorlar ve batak düzen bir yaşam sunarlar.
4-
Hüzünler, h,iç olmaklar, düşsüzlükler ve yıkıntılar; yıkıntılar…
Ve arada bir dünya masalı yaratan sahte masal anlatıcıları hükme doymazken; Hükmetmeyi bir maharet sayarlar; yandaş, kandaş yardımcı hikâyelerle kendini hükmedene sunarken insanları ve insanlığı yok ettiğinin farkında değiller.
Final
Yıkıntı taneciklerinden bu kadar anlam çıkartan ve dünya düzeni kadar insan düzenini de dile getiren kaç “deneme” yazısı vardır? Hele yazarın nesnelere can katıp dile getirmesi ve bizim için birer vazgeçilmez şeyler olduğunu duyumsatması; ben masamı, mürekkebimi daha çok sevmeme neden oldu. Fakat metayı alet olarak görürsek efendisi, amaç olarak görürsek kölesi oluruz demeden de geçemeyeceğim.
Sonuç olarak, bir hayal ülkenin(yazarın dünyası) direngen imgelerinin insan üzerinde tesir ettiği harikulade bir anlatım…
Alkışlıyorum… Çok ama çok başarılı; yolunuz açık olsun efendim
Dramatik Buluntular
Harika bir yorum
Yeniden yaşattın
Sevgiler
Saygılar...