- 569 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
-UÇ MARTI UÇ MAVİLİKLER SENİN-
Bir zamanlar bir martı ailesi yaşar. Pek çok mensubu vardır bu ailenin. Üç kuşak bir arada musmutludur. Zaten martılar sosyal canlılar değil midir? Aile fertleri, gri ve beyazın oluşturduğu farklı desenlerin yanı sıra başlarındaki siyah benekle birlikte alacalı bir renk cümbüşü sunarlar aynı zamanda. Öyle ki; “insanın alacası içindeyken, martılarımızın alacası ise dışındadır.” Kim bilir her dem olduğu gibi belki de. Bembeyaz bulutlar arasında özgürce kanat çırparken semaları masmavi gökyüzüdür. Martı ailesinin bireyleri altlarında uzayıp giden denize doğru süzülürken maviliklere karşı sema etmektedirler.
Ailenin küçük fertlerinden biri olan Zeki adlı martı gün gelir bu rutin faaliyetlerden sıkılır. Hani şöyle limon misali deriz ya. Aklı fikri uzaklarda, uzak diyarlarda, kaf dağının ötelerindedir keratamızın. Zümrüdü Anka kuşunu mu merak edip durmaktadır acep? Yine ailenin yaşlı ve bilge üyesi olan Berker adlı martı dededen dinledikleri de onun bu duygusunu, tecessüsünü kamçılar ya. Beri yandan bu aile büyüğüne karşı saygısı da sonsuzdur. O kadar ki; onun anlattıkları doğrultusunda uzakların tehlikelerinden de haberdardır aslında. Fakat işte “okur âlim tutmaz zalim” Sözünün hükmü de işler inceden.
Berker dede dedik ya; “güngörmüş eyyam geçirmiş”, hani “kaç köprünün altında yatmış” cinsindendir. Bir ara izdivaçta yapar. Gelin hanım yabancı bir martı topluluğuna mensuptur. Fakat dedemizin yıllar önce Martha adlı martı ile yaptığı bu evlilik kısa sürer, yürümez. Yıllar sonra bile Berker dede bu evlilikten söz ederken ilk bakışta garip gelir ya “mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” Der dururmuş. Meğer çok sevdiği Martha nineyle evliliğinin bir ömür boyu sürmemesinden dolayı yüreği üşür dururmuş dedemizin.
Gelin hanımın o dem terennüm ettiği dizelerde küçük martımızın yıllar sonra bile dimağını süsler durur. Uç martı uç özgürce, masmavi gökler senin, kanat aç enginlere, ne ummanlar bil senin.
Berker dede gençliğinde hızlı hayat sürer. Öyle genç ölmeyi de hedeflemez canıımm! Şu kadar ki, çok yer gezmesinin neticesi olarak, hemcinsleriyle mukayese kabul etmez derece de dünya görmüş bir martıdır. Bir seferinde “martı Jonathan’la” Bile görüşür. Özgür ve lider martı Jonathan ile tanışmaya can atan torunu Zeki, en çokta Berker dedenin bu konudaki aktarımlarına bayılır ya.
Afacan martımız bu bilge büyüğüne hemen her şeyi sorar durur ya, beriki de anlatmaktan hiç sıkılmaz. Mesela birinde bizim cingöz sorar: Yengeçler neden yan yan yürür? Kendilerinden daha güçlü avcılardan sakınmak adına hani bir kaygının nişanesi olarak mı böyle davranırlar? Haadii! Buyur burdan yak şimdi. Tabi martı dede sakince anlatır. Evladım der; yengeçler yan yan yürür çünkü bacakları sadece bu yöne doğru bükülür. Birde bunların kemancı olanları vardır ki, büyük virtüözdürler. Hani geç bu masalsı söylemleri deriz ya o hesaba gelir. Ama bu şekilde tabir edip küçüğün şevkini kırmaz da.
Birinde de bizim köftehor, karabatakları merak etmiş. Dede hemen balıkla beslenen, gagası uzun ve sivri, kara tüylü bir deniz kuşu olduklarından bahseder. Hatta bir başka özgürlükçü ve tecessüsü geniş canlı olan “küçük karabalığın” Ki nurlar içinde uyusun, bir karabatağın midesinde son bulan hazin öyküsünü de çıtlatmaz mı? Dedik ya martı dede uzakların cazibesini, albenisini olduğu kadar meşakkatlerini, tehlikelerini de bilen martıdır. Üstelik küçük martıyı da canından çok sevmektedir.
Küçük martı karabatak hikâyesine iyice sardırır da, kulağına çalınan sözlüksel bir notu da araya sıkıştırır hemen. Peki dede der; karabatak gibi ne demek? Yavrum der dedemiz; “karabatak gibi bir görünüp bir kaybolmak” Onun tam şekli. Yalnız bu deyiş insan denen mahlukâtı nitelendirmede kullanılır demeyi de ihmal etmez. İnsanların bazısı vardır ki; karabatak gibi bir görünüp bir kaybolurlar da ondan demesin mi?
Haşarı martımız söz insanlardan açılınca artık muhabbeti iyce koyultur da. İnsanlar bir de bizi gürültücü diye anarlar değil mi dede diye sorar? Onu ne sen sor ne ben söyleyeyim der dede. Onların bir trafikleri var yeryüzünde hangi canlı o volümde gürültü yapar ki diye sualvari de karşılar. Martıların dünyası kuşkusuz doğal seslerle örülüdür. Demem o ki, “su sesi ve kanat şakırtısından” Hoşlanır onlar.
Martımız dedesini huşu içinde dinler dinlemesine de, yine aklı fikri uzaklardadır. Nazari olarak öğrendiklerini tatbik etmek, bir de dünyayı kendi gözüyle görmek istemektedir. Hani derim ki; bir gece sabaha karşı gün ağarmadan daha yollara düşecek gibi durmaktadır.
L.T.
YORUMLAR
Bir martının peşine takılıp gidesim geldi. Üstelik gelmeyen vapurları beklemekten vazgeçmeyen o güzel insanlara martı öyküleri anlatmak.
Tebrikler
güzeldi.
levent taner
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...
martılar ve özgürlük
çok güzel bir konuya dem vurmuşsunuz yazınızla
kutlarım Levent Bey
saygılarımla
levent taner
Katılımınızla şeref verdiniz
Saygı ve selamlarımla...
Hoş bir yazı....Gel de şimdi "martı" romanındaki J.Livingston'a hak verme !
-Uçmak,benim için karın doyurma aracı değil bir yaşam biçimi olmalı!
Öyle der ve sonsuza kanat açar...(Aklımda kaldığı kadarıyla ...)
levent taner
Katılım ve katkınızla şeref bahşettiniz her dem olduğu gibi
Saygı ve selamlarımla...
levent taner
Denizin ezgisini duyurur martılar
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Saygı ve selamlarımla...