- 518 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMANA KARŞI YARIŞ
ZAMANA KARŞI YARIŞ
Güzel Türkiye’mizin batısında olduğu gibi doğusunda da öncelikle halledilmesi gereken sorunun eğitim ve sağlık olduğu konusunda herkes hemfikirdir.
Beytüşşebap’taki sağlık sorununu anlatırken; Sağlık Ocağında personel yetersizliğini mi, malzeme, ilaç yokluğunu mu öncelikle ifade etmemin daha doğru olduğunu kestirmede biraz zorlanıyorum. Öncelikle kalifiye eleman yokluğunu söylemek daha doğru olur galiba. Olması da çok şey ifade etmezdi zaten. O kurumda görev yapan herkesin mazereti hazırdı her zaman. Rahatlarını bozacak bir iş verildiğinde hemen “can güvenliğimiz yok” diyorlardı. Sağlık personelinin terör örgütünün hedefi olmadığını ifade etmenin hiç yararı olmuyordu. Görevlilerin küçük bir kısmı üzerlerinde bir tehdit hissetmede samimiyse de büyük kısmı da yan gelip yatmak için bu mazereti kullanıyordu. Hele hele yerli personel için endişeye hiç mahal yok iken, onlar, dışarıdan gelenlerden daha çok feveran ediyorlardı. Beni üzen asıl şey; küçük bir azınlığın güvenlik mazeretini kullanmakla birlikte her fırsat bulduğunda Terör Örgütünün ağzıyla konuşmaktan kaçınmamasıydı.
Yerli personelin verimsizliğine ilaveten askeri personelin eşlerine de görev yaptırmak neredeyse imkansızdı. Ebe ve hemşire olan asker eşlerinin büyük çoğunluğu köylere gitmeleri gerekirken merkezde oturuyorlardı. İlçe Merkezinde bulunan Sağlık Ocağındaki bunca personel yığılması için bu tabiri kullanmak bile yetmez. Subayların bazıları, adeta eşlerinin görevden muaf tutulmasını bekliyordu. Bunu, yapmakta olduğu görevin bir gereğiymiş gibi düşünüyor, evde oturacak eşlerinin kamudan maaş almalarını hakları gibi mütalaa ediyorlardı. Onlara göre, bölgede öncelikle yapılması gereken güvenliğin sağlanması olup diğer hizmetler, bu görevi kolaylaştırma amacına hizmet edecek şekilde düzenlenmeliydi.
Kafalarının rahat olması için eşlerinin görev yapmaktan çok, güven içinde bulunmaları, bunu sağlamak için gerekiyorsa evde oturmaları dahi meşru kabul ediliyordu jandarma çevrelerinde. Bu görüşlerini bazen ima yoluyla, bazen de açık bir dille ifade ediyorlardı. Gerçekten, askeri personelin eşlerinin kırsal kesimdeki görevlere gönderilmeleri, onları da doğal olarak terör örgütünün hedefi durumuna getirecekti. Olmadık yerde sorunlarımıza bir sorun daha eklemenin ne gereği ne de zamanıydı. Hal böyle olunca; hem onlardan beklediğimiz verimi alamayacak, hem de rütbeli askeri personelin morallerini bozacak ve görevlerini olumsuz şekilde etkileyecektik. Galiba bölgeye gelen güvenlik görevlilerin çalışan eşlerini bölgeye getirmemeleri en doğru çözüm olurdu.
Jirki Aşiretinin merkezi durumunda bulunan Çaman Köyü’ndeki sağlık evine o köyde konuşlanan Jandarma Bölüğünün Komutanı olan şahsın hemşire olan eşini görevlendirmiştik. Sağlık evlerinde yalnız ebeler görev alabilirler. Ancak, merkezde görevlendirmemiz halinde, her halükarda hiçbir iş yapmadan sağlık ocağında oturacak olan o hemşireyi, ebelerin görevlendirildiği köy sağlık evinde görevlendirmede fazla sakınca görmemiştik. Bölük komutanı durumunda olan üsteğmen, sağlık evinin kapısını dahi açtırmaya gerek görmeden sağlık problemi olan vatandaşları bölüğündeki askeri doktora yönlendirerek sorunu kendince çözmüş, hemşire olan eşini evde oturtarak devletten maaş aldırmaya devam etmede sakınca görmemişti. Oh be, ne dünya!
Aybaşında maaş almak üzere Sağlık Ocağına gelmeye bile gerek görmeyen üsteğmen eşi olan hemşirenin, bu iş için birliklerindeki as subaylardan birini göndermesi, bardağı taşıran son damla olmaya yetmişti. Ocak sorumlu hekimi, sağlık evi hemşiresini görev konusunda talimatlandırması gerektiği için hemşirenin kendisini görmesi için mutlaka ocağa gelmesini istemişti. Doğal olarak da bu şekildeki maaş ödemesine izin vermemişti. Bir süre sonra o hemşireyi yerinde denetlemeye giden sağlık ocağı doktorunun askeri personelden bir dayak yemediği kalmıştı.
Çalışmayı neredeyse unutmuş tembel yerli sağlık personel sorununa bir de asker eşlerinin isteksizliğini eklediğimizde işimiz daha da zorlaşıyordu. Önleyici sağlık hizmetleri dediğimiz çevre sağlığı hizmetleri, aşılama çalışmaları bölgede neredeyse durma noktasına gelmişti. Bu durumun doğal sonucu olarak; salgın hastalıkların çıktığı yönünde sık sık ihbar alıyorduk. Böyle durumlarda çok hızlı hareket edilerek duruma müdahale etmek gerekiyordu. Sağlık Ocağında birkaç doktor görev yapıyorsa da, salgın hastalıklara yerinde müdahale etmek üzere köylere seyahat etmek için pek istekli değillerdi. İsteksizliklerini can güvenliğinin sağlanamaması mazeretine dayandırıyorlardı.
Sağlık Ocağındaki bu zafiyeti kırmanın tek yolu, grup başkanı pozisyonunda olan doktora sorumluluk aşılamaktan geçiyor olmalıydı. Bu düşünceden hareketle, bu doktor üzerinde durarak sonuç almaya çalışıyordum. Sözünü ettiğim doktor, telkinlerimden olumlu şekilde etkileniyor, bir şeyler yapmak zorunda olduklarını kabullenerek diğer doktorları da teşvik etmeye çalışıyordu.
Eczanesi olmayan ilçelerde görev yapan doktorların ecza dolabı çalıştırabilmeleri yasal haklarıdır. Bu uygulama, hastaların tedavileri için gerekli olan ilaçlar ancak bu yolla temin etmeye imkan vermesi sebebiyle oldukça yararlıydı. Beytüşşebap’ta eczane olmaması nedeniyle Sağlık Grup Başkanı olan doktor, bu uygulamadan yararlanmıştı. Uygulama, doktorun işine yaradığı gibi Beytüşşebap’lı hastaların da işini kolaylaştırıyordu.
Bu ilginç uygulamayı, sağlık hizmetine ivme kazandırmak için başka bir şekilde daha kullanmayı düşünmüştüm. Doktorların parayı çok sevdikleri halk arasında söylenir hep. Ben, kutsal olan bu mesleğin mensuplarını genelleme yaparak karalamayı hiçbir zaman doğru bulmadım. Para kazanma isteği bütün insanlar için her dönemde geçerlidir. Maddi teşvik o mahrumiyet bölgesinde hizmetin daha iyi ve hızlı götürülmesi için önemli bir araç olarak kullanılabilirdi. Biz de bu aracı kullanmada bir sakınca görmemiştik. Salgın hastalık ihbarını aldığımız köylere doktoru daha kolay göndermenin bir yolunu bulmuştuk nihayet. Ecza dolabı olan doktorun gittiği hastalardan fakir olanların ilacını fakir- fukara fonundan ödemeyi kabul etmemiz halinde sorun kalmıyordu. Tek sorun, buralardaki fakirlerin tespiti olacaktı galiba. Bunun halli de mümkündü. Çünkü o köylerde ağaların dışında neredeyse herkes bizim fakirlik çıtamızın altında kalıyordu.
“Yiğidi öldür, hakkını yeme” demiş atalarımız. Ben de doktorun kendisine gösterdiğimiz kolaylığı hiç istismar etmediği hususunda hakkını teslim etmeliyim. Her defasında gittiği köylerde gerekli muayene ve kontrollerini yapıyor, ilaç uygulaması gerektiği hallerde, reçete yazarak ilaçları memurumuz huzurunda hastalara teslim ediyordu. Yani anlayacağınız, hem fakir ve muhtaç vatandaşların ayağına kadar sağlık hizmeti götürülüyor, hem de doktor ilacını satarak bir miktar para kazanması nedeniyle köye gitmeye razı oluyordu. Bizim doktor, ecza dolabını kapatmış olsa, hastalara yazılan reçeteler Cizre veya Hakkâri’ye minibüslerle gönderilerek ilaç temin edilebilecekti.
Sağlık hizmetleri alanındaki bu yetersizliklerle boğuşurken bir akşam telefonum çalmıştı. O ilçede ne zaman telefonum çalsa yüreğim ağzıma gelirdi. Çünkü oralarda çoğu zaman çalan telefonlar hayra alamet değildir. O nedenle, telefonumun her çalışı bana her zaman “eyvah! Yine bir şey mi oldu?” dedirtmiştir. Telefon açan bir köylü vatandaş idi. Kaymakamlık Konutu telefonunu aradığına göre önemli bir sorunu var demekti. Gerçekten, daha söze başlar başlamaz ciddi bir sıkıntıyı dile getireceği anlaşılmıştı. Beni böyle düşündüren; üzüntüsünün, ürkek ve telaşlı ifadesine yansıydı.
Bozuk ve yetersiz Türkçesiyle eşinin doğum hastası olduğunu, doğum yapmada zorlandığını, acılar içerisinde kıvrandığını, doktor yetişmezse çocuklarının yetim kalabileceğini söyleyerek feryat ediyordu. Ayrıca, köylerinin yolunun olmadığını, patika şeklindeki yollarının da kardan kapalı olduğunu ifade ederek çaresizliğini de haykırmaktan geri kalmıyordu. Elimden geleni yapacağımı söyleyerek telefonu kapadım. Ne yapabileceğimi kestirmem gerekiyordu; ancak çok çabuk. Çünkü karşı tarafta ölümle boğuşan ve Devletinden yardım bekleyen genç bir kadın vardı. Maazallah! En küçük bir gecikme hem hastayı kaybetmemize, hem de dört küçük çocuğun annesiz kalmasına sebep olacaktı.
Böyle bir sorunla karşılaşıldığında aklınıza ilk aranacak isim elbette ki doktor olacaktır. Ben de aynen öyle düşünmüş ve ilk olarak doktoru aramıştım. Ancak, o güne kadar itiraz etmeden yola çıkan doktorumuz nedense eski iştahında değildi. “Gecenin bu saatinde nasıl gideriz, yol kapalı, ayrıca da canımızı sokakta bulmadık. PKK o yolda bizi kurşuna dizer” sözleri içeren mazeretleri sıralayıp durmuştu. Ayrıca, kendisinin pratisyen hekim olduğunu, böyle hastalara ancak kadın doğumcu bir doktorun yardımcı olabileceğini söylüyordu.
Doktorun ileri sürdüğü mazeretlere hak vermekle birlikte, bunların o anda hiçbir anlam ifade etmediğini, Hakkâri’den böyle bir doktoru bırakın gecenin bu saatinde yarın gündüz vaktinde bile getirtemeyeceğimizi, kendi imkanlarımızı kullanarak olabildiğince yardımcı olmamız gerektiğini belirterek onu bu göreve gönderme konusunda ikna etmeye çalışmıştım. İkna için, insan hayatının her şeyin üzerinde olduğundan tutun da Allah rızasını hatırlatmaya kadar bir dizi dil dökmüştüm o kısa sürelik zaman zarfında. Terör örgütünün doktorları hedef seçmediğini, ayrıca böyle bir vakaya müdahale etmek üzere gidecek görevlilere yönelik her hangi bir eylemin altından kalkamayacağını, halk nezdinde zaten olmayan itibarının tamamen tükeneceğini bildiğini, bunu göze alamayacağını söyleyerek doktoru rahatlatmaya çalıştım.
Doktor ve refakatindekilerin güvenliğini sağlamak üzere yeteri kadar güvenlik görevlisi görevlendirmeyi isteyince, jandarma komutanının doktordan daha çok feveran ettiğini hayretle müşahede ettim. Genel Komutanlığın emri olması nedeniyle o saatte kesinlikle kuvvet çıkaramayacaklarını, ancak, mahalle bekçileri ile geçici köy korucularının kaymakamlık emrinde olduğunu, istememiz halinde onları görevlendirebileceğimizi söylüyordu pısırık jandarma komutanı. Kendisine, fazla kaybedecek zamanımızın olmadığını bu nedenle çok hızlı hareket ederek yeterli sayıda mahalle bekçisi ve korucunun hemen tedarik edilerek kaymakamlık lojmanının önüne gönderilmesini istemiştim. Hazırlıklar o cenapta devam ederken yeniden doktora dönerek güvenlik güçlerinin hazırlanmakta olduğunu, kendisinin de yanına yeteri kadar ebe ve personel alarak hemen Kaymakamlık Lojmanının önüne gelmesini sağlamaya çalışıyordum. Bir taraftan da hasta tarafına telefonla dönerek doktorun yola çıkmak üzere olduğunu, biraz daha dayanması gerektiğini söyleyerek moral vermekle meşguldüm. Aslında o gece ben de ekibe katılmayı düşünmüştüm. Ancak, aldığım fazla kiloların ve antrenmansızlığımın ekibin hızını keseceğini söylediler. Ayrıca da benim ekipte olmam ekibin can güvenliği açısından daha büyük risk teşkil edecekti.
Meslek hayatımda bu kadar çaresiz kaldığımı hatırlamıyorum. Can çekişen bir insana yardım elini gecikmeden uzatmak isteme iradem olmasına rağmen bu irademi uygulamaya geçiremiyordum.
Yoğun çabam sonucu korucu ve bekçilerden oluşturulan tim refakatinde doktor ve ebe gece saat 21.00 sıralarında yani vatandaşın yardım talep ettiğinden bir saat sonra hareket edilebilmişti. Yaptığım iş, oldukça riskliydi. On beş kadar güvenlik görevlisinin hayatını da bir anlamda tehlikeye atmıştım. Ancak, ölümle pençeleşen bir insana yardım için gecenin o saatlerinde yola çıkan insanlara, görev statüleri ne olursa olsun saldırmanın altından kimsenin kalkamayacağını, terör örgütünün dahi bu hassasiyeti dikkate alacağını biraz da iyi niyetle hesaba katarak bu organizasyonu yapmıştım. Gecikmeye rağmen mutlu ve umutluydum. Gönderdiğim doktor her ne kadar kadın doğumcu değilse de yanındaki ebenin yardımıyla doğuma müdahale edebileceğini düşünüyordum.
Müjdeyi hasta sahibine vermiş ve takriben bir saatlik bir yolculuktan sonra kendilerine ulaşabileceklerini söylemiştim. Sevinmişti garibanım. Hem de düşünemeyeceğiniz kadar çok sevindiğini telefondaki ses tonundan anlaşılıyordu. Telefonu kapattıktan sonra heyecanımdan yerimde duramıyordum. Aşırı duygusallığım yine depreşmişti. Ağlamaya neredeyse hazırdım. Ekibimizin bir saatlik yolculuğu devam ededursun, o bir saatlik süre benim için bitmiyordu bir türlü. Odanın içinde bir o yana bir bu yana dolanıp duruyor, gelecek müjdeli haberi bekliyordum. Kendi kendime; “yolun yarısı geçilmiştir artık, köye yaklaşılmıştır” diye düşünürken telefonum yine çaldı. Arayan aynı şahıstı. Doğum hastası olan kadının kocası. Sesi bu kez daha farklı çıkıyordu. Adamın ağzından dökülen kelimeler, duymak istemediğim şeyleri ifade ediyordu maalesef. Telefonun karşı tarafında bulunan o çaresiz adam, karısını kaybettiğini, ancak, bebeğin sağlıklı şekilde dünyaya geldiğini söylüyordu. Bizim ekip hala mahalleye varamamıştı. O an sanki dünya üstüme yığılmıştı. Köhne kaymakamlık lojmanın basık ortamında Eşim Leyla Hanım ile birlikte üzülmüştük; gözyaşlarımız sel olmuş akmıştı adeta. Adam, çabalarım için teşekkür etmiş ise de yıkılmama engel olamamıştı. Gönderdiğim ekipteki doktor ve ebe her ne kadar bu işin ehli ve uzmanı değillerse de doğum gerçekleşmeden oraya ulaşmalıydı. Yapılabileceklerin hepsi yapılmalıydı. İnsanlarımızın kafasındaki o kutsal devlet kavramının gereğiydi bu.
Neydi bu ölümün sebebi? İnsanların yerleşim yerlerinden uzak, her hizmetten yoksun bir konumda konuşlanmış köhne toprak evlere oturtarak zaten ağır aksak yürüyen sağlık hizmetlerinden tamamen mahrum bırakılması politikası mıydı? Aile planlaması konusunda hiçbir şey yapmayan, nüfus artışını, kalkınmanın ve güçlü devlet olmanın gereği sayan yanlış politik zihniyet mi?
Sebebi ne olursa olsun; en temel insan haklarından bile yararlanamayan, o ana dek hiçbir sağlık hizmetiyle tanışmamış insanların dramına şahit olmuştum o gün. Olayın aciliyetine binaen alelacele ile ilçenin yetersiz olan imkanlarını olabildiğince hızlı harekete geçirerek yaptığım o küçük operasyonun amacına ulaşmaması gayet doğaldı. İlçe halkının, Devletin üstüne düşeni yaptığını, ancak takdir-i ilahinin böyle tecelli ettiğini düşünmesi, belki de tek tesellim olmuştu. Yaşamaktan büyük bir üzüntü duyarak anlattığım o olay ile çarenin, hem bir avucumuzdakini diğer elimizle tutacak kadar kolay, hem de Everest Tepesinin zirvesine tırmanmak kadar zor olduğunu görmüştüm.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.