- 457 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SESSİZ ŞEHİR 3
SESSİZ ŞEHİR 3
Aslında; hepimiz geçiciyiz ve misafir’iz bu dünyada. Sadece farkında değiliz, ancak birileri öldüğünde aklımıza geliyor ölüm. Ziyaret ettik ve gidiyoruz.
Son yüzyılın belki de en önemli filozoflarından biri olan Osho’nun mezar taşında “Osho bu dünyaya hiç doğmadı, bu dünyada hiç ölmedi. Sadece 1930-1990 yılları arasında dünyayı ziyaret etti.” yazar.
Hal böyle iken ve memleketim de misafir olarak yaşarken, şimdi bu memlektin başka bir bölgesinde misafir olarak yaşamaktayım. Lakin; bir diğer yanım oradadır, işte bu yüzden kayıtsız kalamıyorum.
Bu gün misafiri olduğumz bu dünya da en az bulunan şey, sevgidir. Onu arayarak mı yaşıyoruz, yoksa hissederek mi yaşıyoruz. Kirlenmemiş ve lekelenmemiş bir sevgiyi ve ya dostluğu ömrümüz boyunca taşıyabilirmiyiz.? Kendimizi kandırarak; sahte sevgi ve sahte dostluk tiyatroları içersinde birer kahraman mı; yoksa figüran mıyız.?
İç dünyamız, düşüncelerimizle ters orantılı. Çok dindarmış gibi gözükse de; ruhumuz iç düyamızla cebelleşip duruyor. Düşüncelerimiz ve yaşam biçimlerimiz sürekli yer değiştirir hale geldi. Özümüzden koptuk, içimizdeki dünyaya karşı ve bize sunulan ve dayatılan sahte değerlerle, kendimize karşı; hızlı bir şekilde yabancılaşıyoruz.
Bir fotoğrafçı düşünün, bir topluluk resmi çekerken şöyle seslenir “Çekiyorum herkes gülümsesin” ve birden bütün yüzler istemeden de olsa gülümser görünmek için tebessüm etmeye çalışırlar. Fakat bu sahte bir tebessümdür. Burada bir emir vardır “Gülümeyin!!!” bir dayatma vardır. Refleks olarak gülümseme zorunluluğu vardır…
Hem köle, hem filozof olan Epiktetos, bacağını bükerek eylenen efendisine “Ayağımı bükme, kırarsın” demiş. Bacağı kırılınca da, sanki haklı çıktığı önemliymiş gibi, “Kırarsın demedim mi”? diye acısını önemsemediğini göstermiş. Sonra da haklı çıkmanın boş gururuna kapılarak kırılan bacağını sessizce sürükleyip götürmüş...
Hayatımızı suskun bir seyirci gibi, yazmadan, çizmeden, konuşmadan mı yaşamak zorundayız. Bakın!!! Çanların kimin için çaldığı belli… Tabi ki bu halk için çalmıyor… anlayasınız diye bu cümleyi kullandım. Değerli gördüğünüz ve çamura batmış hayatınızı dahi yitirmek istemezsiniz herhelde. İşte bu yüzden; hep susar, konuşmaz ve yazmaz insanlar…
Bu cümleleri şimdi söyleyeceklerime giriş olsun diye yazdım. Değinmek istediğim konu başkadır.
Yazımın başında; memleketimden ayrı olsam da bir yanım oradadır demiştim.
Bizim bölgemizde siyaset din üzerine yapılır desem belki yanlış söylemiş olurum. Bizim halk’ın önüne neyi koyarsanız koyun, hemen kalbul görür. Yeter ki; ulaşamayacakları yerleden bakın. Başınızda fotör, elinizde telsiz oldumu yeter. Kürsüye çıkın, biraz dinden, biraz peygaberden ve biraz da duyguları okşayacak şekilde söz ederseniz, hele; birde makam ve mevkii sahibiyseniz kabul görmişsünüz demektir. Sonrası zaten kolaydır.
Şimdi biraz geçmişe giderek sözlerime devam edeyim;
Kimleri ağırlamadı ki bizim memleketimiz İsmail YK lar, Soner ARICA lar Anlaralı turgutlar… Kasaların ağzı sonuna kadar açıldı onlar için… onbinler ödendi. Güldük eğlendik, Şimdi ise göz yaşı dökmek için, başkalarını ağırlıyor bizim memlket ve 60 binler ödeniyor...
2007- 2008 yılları olsa gerek. Bizim memlektte yayla şenlikleri olurdu. Bu şenlikler; memlketimin insanlarını eylendirmek için ve ya başka siyasi çıkarlar için mi yapılır bilmem. Sanatçı demek için bin şahit gerek ki; yüklü miktarlarda paralar ödenerek, kurumların kazanımları şenlikler adı altında yıllarca peşkeş çekilmiştir. Dansözleri dahi dönderdik Düzoba yayla şenliklerinde. Dedim ya!!! Bu halkın önüne neyi koyarsanız onu alır.
Hiç unutmam; Erecek yayla şenlikleri adı altında düzenlenecek olan bir organizasyon için; hiçbir menfaat ve çıkarım olmadığı halde; O gün kü; Belediye Başkanının makamına çıktım. Başkanım dedim, yakın bir zamanda şenlik yapılacağını biliyorum. Bu şenlikler için kimlerin getirilmesi gerektiği planlarının yapıldığını da biliyorum. Fakat benim sizlere bir önerim olacak!!! Memleketimizin insanı ve TRT sanatcısı Cem ÇELEBİ arkadaşımdır. Kendisi ile bu konuda müşaverede bulundum. Vokalleri ve yerel sanatçıları ile birlikte, sizin öngördüğünüz şenliği aratmayacak şekilde yapacaklarını söylediler ve karşılık olarak sadece yol parasına tekabül eden 5 bin lira karşılığında gelecekler. Bu konuyu değerlendirmenizi istiyorum dedim.
Ne mi oldu; tabi ki kabul görmedi ve onlar!!! düşündüklerini ve planladıklarını ortaya koydular. Kim mi geldi dersiniz? Birkaç sanatçı bozuntusu ve ismini hatırladığım sadece Ankaralı Turgut…
O, gün hep birlikte Erecek yaylasına çıktık. Türküler söylendi, şaka şamata gün akşam oldu. Fakat halk çok sevdikleri, Ankaralı Turgut beyin sahneye çıkmasını bekliyordu. Kısa bir anons geçildi “Ankaralı Turgut akşam saat yedide; stadyumda sahne alacaklardır. Çok sevgili halkımıza duyurulur.” Anonsu duyan ve uzaklardan gelen halkın içinden birçoklarının söylediklerini buradan alanen yazamıyorum. Anlayın işte…
Akşam olmuş ve sayın halkımız Ankaralı Tugut’u dinlemek için stadyumda toplamışlar ve ilçemizin ileri gelenleri hanımları ile birlik ön sıralarda oturmuş protokol tamamlanmış hazır ve nazır bekleniyordu… Saat sekiz oldu, dokuz oldu fakat Ankaralı Turgut bir türlü sahneye çıkamıyordu. Assolistler en son çıkarya sahneye biz öyle sanıyorduk. Bu arada bilgisayarlardan verilen oyun havaları ile, insanlar oyalanmaya çalışılıyordu. Bu arada havai fişekler de gök yüznü aydınlatıyordu.
Nihayet Turgut bey sahneye çıktı. Ses ve gürültüler kesildi. Bütün gözler Ankaralı Turgut’a döndü… “Arkadaşlar” diye başladı söze… Alkış(!) sonra “ Arkadaşlar kusura bakmayın, Ankaradan çok acele çıktık ve CD’yi Ankarada unutmuşum.” Bu nasıl bir aşağılamadır, nasıl bir aşağılatmadır… Turgut için bunların hiçbir önemi yoktu. Çünkü 50 bin lirayı organizasyon öncesinden zaten cebe indirmişti.
İşte böyleydi bizim hallerimiz. Yazılsa kitaplara sığmaz…
Bizim memlekette her ailede bir veya iki imam vardır. Kısadan meslek sahibi olmak için İmam Hatip okulları tercih edilir ve kısa zamanda imam olunur. İşte bu kadar imamın , hocanın ve üsdüzey insanların olduğu bölgeye; geçtiğimiz günlerde bir hoca davet edildi…
Ben onun ismini ağlayan adam koydum. Neye ağladığı da belli değil. Tam bir melankolik. Meşhur olmuş, TV kanallarında kendini destanlaştırmış Meşhur Nihat Hatipoğlu; o kadar imamın ve hocanın bol olduğu bölgeyi irşad için gitmiş ve bir destansı proğram sergilemiştir. Sakın kızmayın bana kimseyi aşağılamıyorum ve kıyas ta yapmıyorum. Fakat; bizim halk, Ankaranın bağlarında çiftetelli oynar, hurma bahçelerinde ise göz yaşı döker ve bütün bunların karşılığın da da milyonlarca para öder...
Şimdi soruyorsunuzdur bütün bunları neden yazıyorsun.? Söyleyeyim.
Kısa bir süre önce; Nihat Hatipoğlu’nun memlketime gidişi ile ilgili bir yazı kaleme almıştım. Bana karşı birçok şeylerin söylendiğini duydum. Detaya girmekte istemiyorum. Çünkü umurumda değildir söylenenler. Şunu belirtmek istiyorum ki; acaba ilçem halkı kendileri adına kuruma hizmet için gelen paraların dün Ankaralı Turgutlara 50 bin liralar peşkeş çekilirken; Bu gün memleketinin hertarfı İlhiyatçı prof ve imamlarla dolu olan bu memlkete Nihat Hatipoğlu ne verdi acaba… Yanlışım varsa düzeltiniz aldığım bilgiler doğrultusunda söylüyorum ki; bu şahsa ödenen para da 60 bin liradır. Yazık değil mi?
Acaba halkımız 60 bin lira’ ya karşı, halkın düşünce tarzı değişti mi ki? Kaç damla göz yaşına karşı, kaç para ödendi, bunu sorgulayan oldu mu hiç… Allaha emanet olunuz, sağlıcakla kalınız.
Ekrem SAYGI
01.04.2017
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.