- 1182 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İLK YARA
Sınıf başkanının “Dikkat!” çekmesiyle koştuşarak yerlerimize geçip ayağa kalktık.
Öğretmenimiz her zamanki ciddiyetiyle sınıfa girip hepimizi baştan ayağa süzerek “Oturun.” dedi.
Sessizce oturduk. Önce öğretmeni sonra birbirimizi süzdük.
Temizlik kontrolü, dedi yerine oturur oturmaz öğretmenimiz.
Hemen kara önlüklerimizin sol üst cebinde katlanmış halde bulunan beyaz mendillerimizi önceden bize öğretildiği gibi sıranın üstüne koyduk. Ellerimizi de tüm tırnaklarımız görülecek şekilde mendilin üzerine koyarak beklemeye başladık.
Öğretmenimiz ceketinin iç cebinden bir dolma kalem çıkararak önündeki sıradan başladı teftişe.
Ön sıradan başlayarak kalemle önce saçların dibine bakarak bit ya da pire olup olmadığını ardından tırnaklarımızın ve yakalarımızın temiz olup olmadığını kontrol etti.
Ben her akşam tırnaklarımı anneme kestirirdim, kirli olmamasına rağmen yakamı yıkatırdım. Annem ise en beyaz yaka senin yakan deyince mutluluktan uçar ertesi günü alacağım “Aferin.” ödülünün hazzını bir gün önceden bir kez daha hissederdim.
Sıra bana geldiğinde ışıl ışıl gözlerimle öğretmenimizin gözlerinin içine bakarak verdiği sorumlulukları yapmanın onurunu ve mutluluğunu duyardım.
Öğretmenimiz “Aferin, kişisel temizliğin her zamanki gibi güzel.” dedi ve arka sıraya geçti. Tüm sınıf arkadaşlarımı bir kahraman edasıyla süzdüm.
Sınıfımızda tırnaklarını kesme alışkanlığı olmayan ya da tırnak makasları olmadığı için tırnaklarının içi kirli gelen arkadaşlarımız da arada oluyordu. Saçları uzun olanlar teneffüste müdür odasına giderek öğretmenimizin saç tıraş makinasıyla sıfır numaraya vuruluyorlardı.
Sınıfın temizliği bitmişti. Öğretmenimiz hangi dersi yapacağını söylemesini bekliyorduk.
Birinci, ikinci sınıflar Türkçe; üçüncü, dördüncü sınıflar matematik; beşinci sınıf hayat bilgisi, dedi.
Hemen defter ve kitaplarımızı çıkardık. Öğretmenimizin bizi ödevlendirmesini bekledik. O, tek tek yanımıza gelerek neler yapmamız gerektiğini, dersimizi nasıl yapacağımızı, doğru yapıp yapmadığımızı kontrol ediyordu.
Canımızın sıkıldığını anladığında ya da ödevlerimizi onun istediği gibi yaptığımızda gülümseyerek “teneffüs” derdi.
Teneffüse koşarak çıkmamamız konusunda defalarca tembihlemiş olmamıza rağmen koşturarak bahçeye çıkardık. Bahçeye çıkan ilk kişi olmanın mutluluğunu çoğu kez tatmışımdır. Yine bahçeye ilk çıkan bendim. Bahçemiz engin bir kerpiç çitle çevrilmiş geniş bir çakıl bahçeydi. Lastik ayakkabımın önünde ilginç bir taş gördüm ve hemen eğilerek onu alıp incelemeye başladım.
Bu taş oval, siyah, ince ve genişti. Taşın çevresi jilet gibi keskindi. Taşla biraz oynadıktan sonra geriye doğru esneyerek taşı arkadaşlarımın olmadığı bir yere doğru fırlattım. Fakat taş falso almış bir top gibi attığım yerden uzaklaşarak arkadaşlarıma doğru yaklaşmaya başladı. Saniyeler içinde hedef aldığım yerin tam zıttı bir noktaya yaklaştı ve arkadaşlarımdan birine isabet etti.
Birden taşın isabet ettiği arkadaşımın başına üşüşmeye başladı tüm sınıf. Bağrışları, çağırışları duyan öğretmenimiz saniyeler içinde bahçeye çıktı. Ben de arkadaşlarıma yaklaştım.
Dördüncü sınıfta olan Mesut’un sağ gözünün altı yırtılmıştı, üstü başı kan içindeydi. O da korkudan ağlıyordu, seli sümüğüne karışmıştı.
Öğretmenimiz Mesut’un cebinden mendili çıkararak kanı temizlemeye çalıştı ama kan durdurulamıyordu.
Hemen ilk yardım çantasını getirin, diye emir verdi. Birileri müdür odasına giderek ilk yardım çantasını getirdi. İçinden pamuk, oksijen çıkararak yaralı yeri temizledi, fakat kan hala durmuyordu. Oraya sargı bezi keserek tampon yaptı.
Kim yüzünü kesti senin, diye Mesut’a sordu.
Mesut, gözünün oraya bir taş fırlatıldığını ama taşı kimin attığını görmediğini söyledi.
Sessizce kimse duymadan, içimden: “Taşı ben attım.” dedim. Az kalsın sınıf arkadaşımı kör ediyordum. Korkudan kıpkırmızı olmuştum. Aslında öğretmenimizin sorduğu cevabı kıpkırmızı olan suratım veriyordu.
Bana dönerek “Oğlum, sen gördün mü atanı?” dedi.
Görmedim, dedim kekeleyerek. Oysa taşı atan bendim, arkadaşımı istemeyerek de olsa kör edecektim.
Taşı ben attım dersem belki köyün bekçisini çağırarak beni hapse atacaklardı, belki de bir daha asla okuyamayacaktım belki bir daha asla bana aferin demeyecekti öğretmenimiz.
Öğretmenimizin sert ve üzgün bakışları Mesut’a bakarken o, siyah lanet taşı neden havaya fırlattığımı kendime yüzlerce belki binlerce kez sordum.
Mesut’a baktıkça gözünün altındaki kesikten kanlar inceden yüzüne oradan elbiselerine ve yere süzülüyordu.
Babam, Mesut’un elinden tutarak yakında bulunan sağlık ocağına götürdü. Bu geçen süre içinde dünyanın en kötü insanı ben olmalıyım diye düşündüm. Kendim neden olduğum bir olayı görmedim diyerek yalan söylemiştim. Bu, benim hayattaki ilk yalanımdı. O an kendimden iğrendim. Bir daha sevilmeyeceğim korkusu, arkadaşlarımın benimle oynamayacakları korkusu, doğruyu söylememe engel olmuştu.
On dakika sonra öğretmen ve Mesut okul bahçesinde belirdi. Meraklı gözlerle Mesut’un gözünün altında birkaç dikişi inceledim. Dikişlerin üzerinde tentürdiyot lekeleri vardı. O dikişler benim yüzümden olmuştu. Yüzüne baktıkça kendi yüzümü görüyordum. O anı bir daha hayal ediyordum. Taşı esneyerek atıyordum, koşup Mesut’un önüne geçerek taşı gözümün altında hissediyorum. Herkes başıma toplanıyor bağrışışlar, çağırışlar içinde.
Öğretmen soruyor: Kim attı o taşı?
Ben sessizce içimden kimselere hissettirmeden “Ben attım öğretmenim.” diyorum.
Sonra arkadaşlarımın birden beni çekiştirerek “Neden ağlıyorsun sen?” dediklerini işitiyorum.
Ağlamıyorum ki, gözüme toz kaçtı benim diyerek hıçkıra hıçkıra ağladığımı anımsıyorum.
31.03.2017-İstanbul
YORUMLAR
Hikayenin icerigi biraz huzunlu ama anlatim tarzi harikaydi.
Severek okudum tebrikler
Kaleminiz daim olsun ustad.