- 330 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sevdanın karanlığında basar kâbuslar…
Sözcükler, cümleler, uzun uzun yazılar yazdım sana sayfalar dolusu,sayfalarca…
Her cümlenin sonuna sen sevgimi yapıştırdım, unutulmazlarımın içinde olduğunu içim genişleyerek yazdım sana.
Gittiğim yerleri, seni aradığım yerleri, yollarda çürüdüğüm zamanları, titreyerek dinlediğim şarkıları, göz yaşlarımla dinlediğim şarkı sözlerinden alıntılar yaptım seni tarif etmek için.
Sevgimi anlatmak için, acılarımın büyüklüğünü söyleyebilmek için şarkılardan güç aldığımı, tükenen gücümün içindeki mecalsiz halimi yazdım sana, bilesin sevgili dedim…
Sözlerini yazılarımla tekrarlayıp, sevgin gücümü gösterdim sana, yılmadım yoksunluğundan yaşamaya, yılmadım yalnızlığımla baş etmelerimden, gün geldi, gülümsedim hatırladığım anılarla, gün geldi içime aktın acılanmalarımla, umutsuzlaşmadım, sadece avuttum kendimi tatlı yalanlarla zaman kazandım…
Yaşamın arkasındaki kara düşlerden vaz geçtim, hep kendime küçük hediyeler verdim, meselâ senden bir yazı okudum sanki yanımdaymışsın da bakışıyormuşuk gibi veya arabamın güneşliğine sana yazdığım kısa cümleleri koydum sanki sen gelip oturacakmışsın o koltuğa da alıp eline o yazımı okuyacakmışsın gibi heyecanlandım durdum cidden…
Ama artık yoruldum sevgili, gözlerim, sen yazıları okurken, karıncalaşıyor artık dilim, gözlerimden karartılar çıkıyor ve ben her şeye rağmen senle yokluğunda bile yaşamaya devam edeceğim derken bile unutsuzlağa kapılıp son günlerimi yaşıyorum demiyor sadece gözlerinde o parıltıyı özlüyorum sevgili…
Her şeye rağmen senle yokluğunda bile yaşamaya devam edeceğim…
Senin ağrıyan yanını avuçladığım zaman, içim acılanırdı, geçmişin acılanmaları ile şimdiki acılanmalar üst üste gelir, ben seninle acılarda birleşirdim ruhsal açıdan...
Yarınlar umrumda değildi, sadece sen gülüşün bağlardı beni hayata, kasılan bedenim sen sancılarına duyarlı olunca anlardım acılanmanın sadece kendi bedeninde değil de sevdiğinin bedeninden de yapışırdı bedenime ve senin acılarınla birleştirdikçe kendimi, yaşamın gerçeğinde bulurdum kendimi, artık yaşam düz düşünmemi kısıtlayıp sevginin acılanan bedeninde buluyordu kendini...
Çoğu zaman dua ederdim “acılanmasın artık, dayanma gücü kalmadı, ona sabır ver Allahım” derken o acılanmalar içinde alevlenir dururdu…
Biz birbirimizi acıların içindeyken bile severken sadece yaşamın bu kesitine bakarken dünyaya sadece umarsızdık...
Her şeye rağmen senle yokluğunda bile yaşamaya devam edeceğim…
Gecenin ayazı düşmüş omuzlarına, uykusuz ve yorgun, anıların girdaplarında dolaşırken serserice, bir baş ağrısı doluşmuş bedenine. Ve bir yalnızlık çıkmazında dolanırken düşünceleri, sadece birkaç damla göz yaşı ile irkildi…
Bu kadar sağanak düşüncelerin arasından ki içinde tarifsiz bir acılanma vardı, sevgiye, sevdaya dahil olmuş benliğinde, haykırdığı acizlikle “sevdanın karanlığında basar kâbuslar” diye…
Artık bir başka türlü kanatıyor eski şarkıların ruha düşüşü…
Artık kabuğu an be an kopan bir yarasın sen, ki ben tüm şarkılarla dinlendiriyorum ruhumu…
Hiç beklenmeyen bir zamanda hayatıma girip, hâlâ direniyorsun çıkmaya, sanki perçinlenmiş iki beden olduktan sonra, kopuşamayan ruhlar bağıydı bu yaşam...
Tut ki yaşamın uzun zamanına sığan kesitinde sen varlığı vardı, tut ki az biraz güldük, sevindik, hayata tutunduk ele ele oldukça, tut ki vardık hep ikimizde, tut ki sen ve ben birbirimizi çok seviyorduk ve hayatımızın o anlarında hiç pişmanlıklarımız yoktu, geleceğe ait rüyalar veya düşüncelerde uçuşurken beynimiz, biz birbirimize sevdiğimizi haykırırken dağlarda, tut ki yankılar oluşurdu dağ eteklerinde ve kuzular emişirdi annelerinde, o seslerin arasında, tut ki ben seni sevdiğimi haykırmışım dağlara ve gülüşmüşüz ki, arda kalan yaşama sığmış o gülüşler derken, bu günkü acılanmaların beklentisi hiç var olmuş muydu içimizde…
Sahi, biz hiç çektiğimiz acılar kadar, mutluluğu içimizde hissettik mi?
Bir kırlangıç akşamıydı, yorguna düşmüş gün sonu, sedece bakışlardaki düşler vardı yorulmayan…
Bazen şimşek çakar, yağmur yağar ya, yorulurlar ya kırlangıçlar, bir beden sarsılır ya güneşin son ışıklarına doğru, sahipsiz kalır ya endişeli kanat çırpınışlar, uzaktan bir kaval sesi çıkar ya ortaya, bir düş sona erercesine yıldızlar peydahlanır ya gökyüzünde, umutlar sallanır ya uzun uzadıya sabahı özlercesine ve yağmur dökülür can bulacak toprağa, bir filiz sallanır tek damla suyu taşırcasına.
Kaval sesinde burukluk, özlem, kimsesizlik, yoksunluk, uzağa sıçrayan bakışlar, bir şehir ıslanır, bir şehirde bir adam ıslanır, kavalın sesi ıslanır özlem terleri ile, dar nefesler düşer göz kapaklarından sarkan bakışlarla, uzaklar yakın eylenir düşüncede, hasret yakın eylenir Süvayda da…
Bir kanat sesi yapışır sessizliğe, bir baykuş sallanır çatı köşesinden, bir beden sallanır hasret sesine, bir adam sallanır kaval sesiyle, uzağa düşer düşünceler, kayıp sabahlara uzanır kaybolacak sevinçler, sevdanın hasrete düşmüş kaval sesidir bu alınlardan boşalan terlerle ve özlem kanat takmış sanki uzaklara doğru, yol uzun, hasret ağır, bel kemiğni büker bu yük ve bir ezan sesi açar yeni umutlara kapı…
Belki en uzun gecenin en talihsiz düşünceleriydi bu pencere pervazına yapışmış alından terlerle dökülen ve yeni günün sabahına heveslenen umutlar doğar an be an…
Umutlar peydahlanır sabaha uzayan gecelerden…
Aslında gecenin yorgunluğu, kapısına serilmiş bir umut bekleyişiydi…
Gecedir soluğumuzu kesikleştiren, kimseye ulaşmaz darlıklarımız, sadece gün ışığına düşer hasret, kurtuluşa uzayacak yol gibi, dörtduvar, bir kapı ve tavan, nefeslerin hürriyetini daraltan, sessizliğe düşen hisler, sessizlikteki bekleyişler, sadece göz kapaklarındaki ıslaklıklar düşer yüreğe, bir kasıntı vücüt ölçüsüne sığmış, düşüncelerin girdaplaştığı bir zaman uzantısı, kısırlaşmış sevinçler, rüyanın dışına düşmüş pişmanlıklar bir gerçeklikle, sadece içte zıplayan bir umut, boş verilmiş tüm isteklerin içine düşmüş bir sevgi bağı ve hasret, yarın yine sabah olacak ve tüm bu hasretler azacak, yüzümüzde kan kızarıklıkları ile ve senin pervasız bakışların bile artık olmayacak, yummak istediğim gözlerimde,…
Aslında böyle yaşanmalıydı geceler, böylesine sallanmamalıydı beden, böyle bir gecede sen dolmalıydın nefes aldığım havaya ve ben senle düşler kurup dağıtmalıydım bu kasveti, son kez bile olsa düşlemeliydim gülüşünü içime saklayarak, sadece sen nefeslerimi almalıydım bedenime seni saklayarak…
Şimdi anlıyorum ki yalnızlıkla yaşanacak geceler de sevdaya dahilmiş…
Ona hak eden olarak baktıkça şimdilerde, sadece acımasız düşlere düşerim…
Ve
bu hak eden
ne demek
önce onu düşünmek gerek ama her şeyin de bir son saniyesi var, o da o son saniyede oldu, sonlanarak unutulacak ne varsa bir kenara itilmiş sadece sen uğruna kaleme sarılmış gibi kalem deşiyor cümlelerle geçmişimi eski düşlerle…
Dedim ki o cümlede, hürlükle ve mutlulukla gölgesine bastığımız her şeyin, şimdilerde ve anladım ki acının gölgesi yok…
…dil ateşi de tadar bedeni de yakarmış. Yani yanmadan yaşadım sayılmaz, yaşamadan yanılmazmış…
Süveyda kitabından... Berna Uslu Kaya…
Bu cümleye bağlamıştı tüm yaşam nefeslerini, bu cümlenin içinde kavruldu bedeni, bu cümlenin anlamında karardı yüreği, çürümedi, direndi siyah kanının gücüyle, hayatın ardında kalmıştı tüm düşünceleri, bir yokluksa eğer içindeydi, bir hasretse eğer ölümdeydi kavuşması, bir beklentiyse eğer sonsuzluktaydı gözleri, bekledi yanmayı, bekledi yaşamayı, bekledi yaşamadan yanmayı, terk etmedi umudu, terk edilmedi umuttan, yılları sakladı içine, bekledi yanarak, bekledi unutmayarak, yaşayarak yanmayı…
Tüm gecelerimdeki düşlerimi hep çocukluğuma sakladım, kimseler bilmedi hâlâ çocuk kaldığımı, uçurtmaların ipi hep elimde kaldı, uykudan uyandığım zamanlarda, hele, ekmek kokusu, hele azıdişimle parçaladığım ekmek kokusu ve tadı, büyüdüğümde hiç koklayamaz olduğumu sansam da, ben hep çocuk kaldım ıslak düşüncelerde, yaşam bu olmasa gerek, ama ben alışamadım daha büyümeye.
Tüm gecelerimdeki düşlerimi hep çocukluğuma sakladım, kimseler bilmedi hâlâ çocuk kaldığımı, uçurtmaların ipi hep elimde kaldı, uykudan uyandığım zamanlarda, hele ekmek kokusu, hele azıdişimle parçaladığım ekmek kokusu ve tadı, büyüdüğümde hiç koklayamaz olduğumu sansam da, ben hep çocuk kaldım ıslak düşüncelerde, yaşam bu olmasa gerek, ama ben, alışamadım daha büyümeye, ama hâlâ küçük yalanlarla aldatıyorum kendimi, çocuk olduğuma dair...
Yağmurla düştü gözümden yaşlar ıslak ziftin üstüne, karanlık ışıltısı oldu gözlerimdeki ıslaklık, sen varlığı darmadağın etmiş düşüncelerdeki benliğimi, artık hayatı kolluyorum dar nefeslerle…
Yağmurlar yağdıkça ve içimdeki o çocuk ıslandıkça, kaybettiğim tüm yaşanmamış zamanların ardına baktıkça, unutulmazların üstünü sisler kapladıkça, darmadağın olmuş sevgi adına yürek içi sızılar, beklenmeyenlerle gelen olgularla var olmaya çalıştıkça, yaşamın tüm bağışlanacak anları oluşuyordu…
Yağmur doluşuyor içime, buz kesiyor bedenim, sokaklar buz kesiyor, sokaklara yağmur doluşuyor usul usul, sanki asfalt sızlıyor, kurumak üzere olan yapraklar ıslanıyor, hayat ıslanıyor aslında ama söylenmiyor, söyleyemiyorum, çünkü ben eskilerdeki zamanlarda, yağmurlarla ıslanırken sen yanımdaydın sevgili, sen ve ben ıslanırken gülüşürdük, avuçlarımızı birbirimizde ısıtırdık ama gene de gülümserdik yaşama, hem de yarınlara…
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.