BEN HİÇ BÜYÜMEDİM Kİ...
Benim çocukluğum, sade, mütevazi, kıt kanaat geçinen ailemin yanında geçti. Her şey çok samimi, herkes çok içten ve özeldi çocuk gözümle... O yıllarda, yalnızca vitrinlerde gördüğüm oyuncak ve şekerlere bakarken bile ne kadar mutlu olduğumu şuan çok daha iyi anlayabiliyorum.Senede bir ay bulunduğum, odaları gaz kokan köyümün mis kokan topraklarında oynarken, çatlamış ellerimizle sıcağın altında ayçiçeği keserken, ananemin tütün kokan o ılık nefesiyle bize anlattığı o unutulmaz masalları dinlerken dünyanın çirkinliklerinden ne kadar da uzakmışım... O saf duygularla mutluluğu nasıl da katıksız yaşamışım...
Ben hastayken, babamın çırpınışlarının, sevgisinin ve şefkatinin yalnızca o dönemlere ait birer anı kırıntısı olarak kalacağını nereden bilebilirdim ki? Nereden...
İçimde hiç büyümeyen bir çocuk var, kıpır kıpır, hayat dolu, sevecen. Bir o kadar da incitilmiş, ürkek ve şefkate aç. Şimdi durup, etrafıma bakınıyorum alelacele, yüreğimde delice edindiğim bir umut... Anlamakta gecikmiyorum. Bilmem kaç asır geçmiş büyümelerinin üzerinden? Tanıdık tek bir çocuk yüzü yok. Ben hep olduğum yerde, zamana inat, içimdeki çocukla uğraşırken, olup bitenleri fark edememişim neyazık.
O hiç büyümese de, birilerinin ona vereceğini umduğu süslü oyuncaklarla ya da gerçek olmasını dilediği pembe düşlerle oyalanmıyor artık. Artık onun da sıkı sıkıya sahiplendiği, kimsenin yıkamadığı düşleri var. Asla yenilmeyen bir kalbi ve hala hayata umutla bakan çakmak çakmak gözleri var.
O hiç büyümedi. Ama zaten onun büyümesini hiç istememiştim ki...