BAĞAÇ EKMEK
BAĞAÇ EKMEK
Güz kendini gösterdi. Yayla, Conata indi. Çayırlardaki ot yığınları birer birer gün geçtikçe yok oluyorlar. Hayvanları otlatmak kolaylaştı. Şaşort morbetleri de bu kolaylıkla okuldalar.
Köyde çift zamanıdır. Gübre taşınır tarlaya. Bir taraftan da kışlık un öğütülür. Odun hazırlığı sırada... Nekeri olanlar, taşır. Mısır dövülür, kurutulur. Bu iş güç yoğunluğunda çocuk, çocukluğuna bırakılır mı?
Cumartesi günü öğlende okul tatil oldu. Hep olduğu gibi... Çantasındakileri eve bıraktı Ezgi. Yaylanın yoluna düştü. Yengesi yaylada yalnızdır. Ona arkadaş olmak görevi verilmiştir bir kere.
Ezgiler’de akşam sofrasında yarın planlanır. Herkes sabah kalktığında görevinin ardından koşsun diye. Ertesi akşam sofrasında da gün içinde yapılanların sonuçları aktarılır bir birine.
Ciknalaya yukarı süzülür Ezgi. Yayla yoludur bu yol. Sırtında pazartesinin kitap, defterleri. Bir de yengesinin unu. Birkaç poğaçalık... Karnı aç. Midesi sırtına yapıştı, yapışacak... Yengesinin yaylada olmayacağından emindir. Ekmeğinin olmayacağı usundan geçmez. "Çadısı varsa süte doğrar yer. Ya da kaymağa... Kurgusuyla midesinin önüne yatar yol boyu.
Yolun uzaklığı, yokuş olması vız gelir, tırıs geçer. Sırtındaki yüke aldırmaz. An önce yaylaya ulaşacak. Yengesine yardım edecek.
Yengesi, amcasının karısıdır. Amcası ölü. Yengesi onlardan kopmaz. Niye kopsun ki... Kimi kimsesi yok... Kaç kaçlıkta Alaca’da kimsesi kalmamış da sahiplenmiş dedesi. Gençlik çağına girmekte bir kız çocuğu. Köye gelince bırakmaz. Büyütür... Sonra da amcasıyla evlendirir. Ailede yengesi yayla işleri uzmanıdır. Kışlık hayvan ürünlerini üretir.
Ezgi, yaylaya ulaştı. Düşündüğü gibi yengesi yok. Kapı kilidini bildiği yerinden aldı. Kapıyı açtı. Sırtında ve elindekileri bırakır bırakmaz ekmek teknesine koştu.
"A!... O da ne?... Bir purugül ekmek yok... "
Ekmeğin olmaması açlığını iyice azdırır. Midesinde uyuyanlar kapan büktürmeye başlarlar.
Ocak başına oturur. Omuzları üzerindeki başını iki elinin arasına alır. Kara kara düşünme başlar.
"Şimdi ben ne yapayım. Karnını doyurmadan gelir misin köyden? Böyle kalırsın ayazda."
Ayazın soğukluğu şok yapar onda.
" Ben un getirmedim mi? Getirdim...
O halde hamur yoğurup, ekmek yapamaz mıyım? Esen yeli, tüm acı, korkuları yok eder. Bu ana dek ekmek yapma girişimi olmamıştı Ezgi’nin. Yenge ve annesini gözlemle-menin dışında.
Başarır mıyım başaramaz mıyım düşünce karışıklığı içinde kala kalır. Karnından gelen sinyallerle aklından geçen başarısızlık çağrılarını duymazdan gelir. Öteler başarısızlık bağırtılarını. Yengesi ile annesinin hamur yoğururken yaptıklarının CD sini izlemeğe başlar.
Tekneyi, astamı , suyu, tuzu, eleği, unu hazırlar. Ellerini sabunlar. Başlar unu hasıl etmeye. Benzerini oyun oynarken az mı yapmıştı. Hamurun hasıl ediliş kıvamını uygun görerek tepur üzerinde poğaçayı yapar. Örtüsüne sarar. Ekşimesi için bekleme yerine koyar. Pilekiyi kızdırmak için odun hazırlar. Hayvan otlatmaktan gelişlerde sırtlarında kuru çalı getirirler. Yakacak eksik olmaz yaylada.
Pilekiyi dayar. Sekiye oturur. Yaptıklarıyla, yapması gerekenleri bire bir eşleştirerek kontrol etmeye başlar.
-Unu eledim mi? Eledim.
-Hamuru ılık su ile yoğurdum mu? Yoğurdum.
-Tuz kattım mı? Kattım.
-Ekşi hamuru kattım mı? A!... Maya katmadım. Hamurun mayalanmasını bekliyorum. Vah akılsız başım vah!...Vah ki ne vah!..
-Şimdi ne yapmalıyım? Bu andan sonra maya katılmaz. Annem ve yengemden böyle bir şey görmedim, duymadım.
Düşünce çokluğu içinde kalır. Düşünceler arasında yuvarlanırken, güneş de Kilise Tepesinin zirvesine tırmanmaktadır. Yengesi de ha geldi, ha gelecek.
Açlığına çözüm üretme girişiminin yanında yengesinden de olumlu tepki almayı düşler.
Evet!... Artık yapacak bir şeyin olmadığı kararına varır. Bağaç bağaç pişirmekte kilitlenir. Pilekilerin arasındaki odunları ateşlemek için ocağın geresinde ki kibriti alır. Çıra kütüğümden bir parça kıymık koparır. Çakar kibriti. Çıra parçasını tutuşturur. Tutuşan çırayı, pilekiler arasındaki çalılar içine bırakır. Çalıların tutuşuşunu bekler.
"Evet... Çalılar tutuştu."
Bu eylemi; köyde ocak başında annesi, yengesi, babası, gözetiminde yapmıştı da kendi kararıyla kendi kendine ilkti.
Aralarında ateş yanan pilekileri geçen ilkbaharda Satıgilin Emine Yengeye yaptırmıştı annesi... Babası atın heybesinde Anagert’ten tıka getirmişti. Annesi de ona; "git Satıgilin Emine Bacıya söyle işi yoksa yarın gelsin de pileki yapalım. Toprak hazır" söylemişti de "o ge-çeye gidip çağırmıştı." Ona düşen işler arasında da izlemişti onları.
"Emine Yenge, toprağı hamur yoğurur gibi yoğurdu. Örtmenin altına serdiği hasır üzerinde çamura tepsi şekli verdi. Elini tas içindeki suya batırıp çıkarıp şekillendirdi. Bitirince; bir hafta kurusun, sakın ellemeyin. Ondan sonra kuvvetli ateşte pişirin, güle güle kullanın" diye tembihlemişti annemi...
Bir hafta sonra annem, kuruyan pilekileri aldı. Ocakta üstten bir birine değer, alta ise oldukça açık, ara boşluk arasına odun parçaları dizdi ve yakı. Yanan odunların ısısı ile o, kırmızı toprak rengindeki pilekiler, ateşi yuttukça grileşti. Renk dönüşümü her tarafa yayılınca da soğumaya bıraktı.
Ezgi onları soğumaya bırakmayacak. Paratanlarla tutar alttakine poğaçayı koyar. Diğerini üstüne kapattır. Üzerine kor halindeki közleri döker. Ocağın sıcak yerine kaydırır. Üstteki korların kül haline dönüşümünü beklemeye başlar. Bu durum poğaçanın piştiğinin imidir. " Yengem ve annem bu durumda pilekiyi açıp, bakarlardı" gözlemini anımsadı.
"Belki o ana dek yengem de gelir" düşüncesi rahatlattı.
Coşku içindedir. İçi kıpır kıpırdır. "Yaptığı poğaça bir şeye benzeyecek mi? Yengem nasıl karşılayacak? Pişirdiğim ekmek, ekmek olacak mı? Yenilebilinecek mi? Hiç kuşkum yok yengem de açtır. Geleceğimi biliyor ama geldiğimi bilmiyor. Yaylada akşamlık ekmeğinin olmadığını biliyordur. Bu da onda sıkıtı yaratıyordur. Benim hamur yoğurup, bağaç da olsa ekmek pişirdiğime sevinecektir" düşünceleri bir biri ardından akar.
Ocağın başında özgürce karar verip yaptığı yaratısının nasıl olup, nasıl karşılanacağının kurgusu içinde yüzerken yengesinin sesini duyar. Daldığı düşten uyanır. Dışarı koşar.
Yengesi, sırtında çalı çırpı, elinde sopası, önündeki inekleri, danaları ağıla kapatma çabasındadır. Yaylanın kapısında kendini gösterir. Ezgi, yengesinin yüzünde güllerin açtığını duyumsar. Yardım etmek için aşağıya uçar.
Yengesi:
"A!.. kızım gelmiş. Bir tanem gelmiş."derken sırtındakileri bırakmak için odunluğa yönelir. Ezgi de hayvanları ağıla doldurmaya çabalar. Hayvanlar ağıla girince çiçgarı kapar. Artık tüm hayvanların karınları tok ve güven altındadırlar. Sağılacak ineklerin sağım işi var. Sağımın acelesi de yoktur. Danalar emmeyi inekler de emdirmeği unutmuştur.
Yengesi;
- Benim karakaşlım, kara gözlüm iyi ki geldin, der.
Özlemle sarılır öper. Köyden haber sorar, konuşurlar. Birden ekmeğinin olmadığını anımsar. Endişe ile;
-İnekleri sağmadan önce ben bir cadı vurayım. İnekleri fener ışığında da sağarız,der.
Yengesini bırakmaz. Yanaklarını elleri arasına alır. Gözlerini yengesinin gözlerine diker.
-Ben hamur yoğurdum. Ekmek pişiyor... Amma maya katmayı unuttum.
Suçunu evetleğen suçlu utancıyla önüne bakar. Duyduğuna sevinen yengesi; çene-sinden tutar, kaldırır, yanaklarından öper.
-Mayasız olsun kızım. Ekmek ekmektir. Büyümüş de yengesine ekmek pişiriyor. Diyerek tekrar sarılır. Sözüne de devam eder.
-Deneye deneye öğreneceğiz kuzum. İyilere o zaman ulaşılır. Biz büyüklerin ne çok yanlışlarımız, eksiklerimiz oldu bir bilsen... Halâ daha olmuyor mu sanıyorsun? İş güç arasında geç kalınca bilerek çook bağaç poğaça pişirip, sofraya koyduk. Çabucak ekmek pişirmenin yoludur o. Unutma!... Ya da cadi pişirmek. Bunu da unutma, der. Ardından da:
-O zaman haydi külekleri al da gel. İnekleri sağıp, yaylaya öğle çıkalım.
Yaptığı eğleme karşı yengesinin yaklaşımı Ezgi’nin kendine güvenini katladı. Koşar adım yayladan külekleri aldı. Yengesi de Sarıkızı okşayarak sağıma hazırlıyordu. "İneklerimiz yengemin tatlı diline alışıktılar. Onun o sevecen ses tonu, boyunları ve çene altlarını okşar-kenki boyunlarını uzatışları, kuyruk sallayışlarıyla sanki süt vermeye hazırız iletisi verirler."
Yengesi sağarken ineklerin boyunlarını, alınlarını, kulak altlarını kaşıyarak yardım eder Ezgi. Sıra ile Sarıkız, Gülbeyaz, Nazlı ve Karakızı sağdılar. Sarıkız ile Gülbeyaz’ın gittikçe süt verimlerinin azaldığını, diğerlerinin kısır olabileceklerini öngördüğünden söz eder yengesi. Öbür üçünün tamamen sütten kesildiklerini ve kışın erkenden doğum yapacaklarını da eklerken ses tonu sevinç duyumu aşılıyordu.
Küleklerin biri Ezgi’de diğeri yengesinde ağılın çiçgarını bağlar yaylaya çıkarlar. Yengesi feneri yakar. İkisi de iyice acıkmışlardır. Sofra hazırlığına girişirler. Ezgi, sofra örtüsünü serer. Peşhunu örtünün üstüne koyar. Pilekiden poğaçayı çıkarır. Yengesi:
-Sıcak poğaça ile tereyağı iyi gider, der.
Tereyağı ve yeni mayaladığı yoğurttan bir tas yoğurdu sofraya getirir. Sıcak poğaçayı tereyağına bandıra bandıra, yoğurda çala kaşık karınlarını doyururlar. Yengesinin poğaçanın tadındaki doyumsuzluk övgüleri Ezgi’yi utandırır. Önüne baktırır. Ama için için de sevinir. Sevincinin üstünü iyice örter. Bir taraftan da yengesinin poğaçalarını tutmadığını öne sürerek övgülere karşılık verir. İçinden de;
"İtiraf etmek gerek fena ekmek olmamış. Bu değin olacağını beklemiyordum" düşünüşüyle yaptığını kendi de beğenir.
Sofrayı toplar Ezgi. Bulaşıkları yıkar. Yengesi de yatağı serer. Hava soğuktur. Ocakta yanan çalıların feri geçmektedir. Yorgundurlar. Yatarlar. Yengesinin sıcacık koynuna sokulur. Sabah Şaşaverdina’da hayvanları otlatacak. Oyun oynayacak. Sakız açacak. Kurguları arasında uykuya teslim olur. 08.06.2016 Himmet ERSOY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.