Ajan No: Pi Sayısı Ya Da Çalgıcı
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Berbat bir güne gözlerini açarken gerinmesine, iki yana açmış olduğu kollarının üzerinde yatan kadınlar engel oldu. Bir süre tavanı izleyip, aniden doğrulunca geniş yataktan aşağı düşen Sağ Kol Kadını’nın sersemce kafasını kaldırıp etrafına bakındıktan sonra tekrar uykuya dalması tam olarak beş saniye sürdü. Yataktan kalkmadan önce, bu hareketlenmeyle kafası, yatağın dikine hafif sol yanından aşağı sarkık vaziyette, çıplak kalçaları havada kalmış horlamaya devam eden Sol Kol Kadını’nın kıçına bir öpücük kondurdu. Ve çoğunlukla boş içki şişelerinin, yiyecek artıklarının oluşturduğu dağınıklığı süsleyen renkli balonların arasından çıplak ayaklarıyla geçerek koridora açılan kapıya geldi. Kapı önünde durdu, dün geceyi birlikte geçirdiği kadınlara baktı. Eğildi, yerden bir balon aldı, ağzıyla boom sesi çıkararak patlattı. Kadınlarda kıpırdama olmadı. Başka bir balon aldı; aynı hareketi tekrar ve daha yüksek sesle yaptı. İki kadın da kafasını kaldırıp ona baktı. Kadınlara, “uyuyun hadi” demesiyle ikisinin aynı anda “tamam” deyip, tekrar horlamaya başlamaları bir oldu. Tuvalete yöneldi.
Geceki ufak bir oyundan sonra donunda kalan telefonu, çişini yapmak için donunu indirmesiyle yere düştü, birkaç saniye sonra da çalmaya başladı. Gizli numara. İşini bitirdikten ve duşunu alıp, kurulandıktan sonra yerde ısrarla çalmaya devam eden telefona eğildi, aldı, açtı.
“Evet” dedi gizemli sayılabilecek kısık bir sesle.
“Çalgıcı?” dedi bir erkek sesi.
“Yanlış numara” diyerek telefonu kapatmasını, yüzünü avucunun içine alarak oflaması izledi.
Elindeki telefon inatla çalıyordu. Açmadı. Kadınların yanına döndü. Horlamalarına dikkat kesildi, kafasını iki yana sallarken güldü. Yerdeki Sağ Kol Kadını’nın üstünden atlayarak yatağa sırtüstü uzanırken Sol Kol Kadını yataktan düştü. Telefon hala elindeydi. Çalmaya devam ediyordu. Bir anda açtı.
“Yanlış numara dedim ya!”
“Ah, o Akdeniz’in pi sayılı temmuz akşamları” dedi öteki. Bu kez konuşan hoş sesli bir bayandı.
“Kimsin sen?” diye sordu, yine gizemli sayılabilecek kısık bir sesle.
“José Montserrate Feliciano García”
“Yanlış numara dedim ya be!”
“Yirmi yedi” dedi kadın ve devam etti, “Jim Morrison, Jimi Hendrix, Janis Joplin, Kurt Cobain…”
“Tamam, yeterli” diye karşılık verdi Çalgıcı, “adresi ver.”
Kahvaltısını etti. Sonra giyindi. Boy aynasındaki yansımasına baktı. Mavi kot pantolon üstünde yerini almış olan kırmızı gömlek, mavi ceketin altında, boynu beyaz bir kravatla sıkılana kadar halinden memnun görünüyordu. Çalgıcı, beline kadar uzanan sarı saçlarını toplayıp at kuyruğu yaparken kendine göz kırptı, ZZ Top modeli sakallarını sıvazladı. Ardından koridora çıktı, kilitli bir odanın kapısını açtı. Kilitli dolabın en altında duran hard case gitar çantasını alarak dışarı çıkarken kapıyı tekrar kilitlemedi. Çıkış kapısının güvenlik kodlarını girmek üzereyken durdu. Çantayı bırakarak, Horlayan Güzeller Odası’na geri döndü. İki çıplak kadını bir süre izledi. Sonra sırayla kaldırarak kadınları omuzlarına aldı. Gözlerini ara ara açıp bakınan kadınlar horlamaya devam ediyorlardı.
Sadece kendisinin yaşadığı bu beş katlı eski binanın üçüncü kat merdivenlerini inip dışarı çıktı, kapı önünde kendisini bekleyen kırmızı arabaya yöneldi. Önce arka kapıyı açtı; iki kadını içeri tepti. Sonra çantayı bagaja yerleştirdi. Sürücü koltuğuna oturdu. Arabayı buluşma yerine; Katledilmiş Orman’a doğru sürerken, solunda gri bulutlar giyinmek üzere olan güneş, şehrin her yanını saran kötülük tohumlarını gün yüzüne çıkarmaktan başka bir halta yaramıyordu. Az ilerde, bu virane şehrin yıkıldı yıkılacak binalarından ikisi arasında kadının biri sefil bir adamın kafasına dayadığı silahın tetiğine basarken, daha ilerde taş duvara dayanmış kadın, bir herifin belini bacaklarıyla sarıp, veletlerini içine alırken kendinden geçmiş görünüyordu. Ve bunlar ne yanından hızla geçen; eli bıçaklı bir psikopattan kaçan başka bir insan evladının ne tam karşısından arabalarını süren güvenlik ekiplerinin ne de diğerlerinin umurundaydı. Herkesin tek derdi vardı; kendi kıçını korumak.
Arabayı hızla sürerken cama düşen ilk yağmur damlasının radyoda çalan The Doors’un Riders On The Storm’unun başlamasıyla gelmesi güzel bir tesadüftü. Yağmuru seviyorum, gök gürültüsüne tapıyorum diye mırıldanırken, gözünü, çıkardıkları sesle keyfinin içine eden Horlayan Güzeller üzerinde gezdirdi, dudak büktü. Şarkı biter bitmez arabayı durdurup, onları, bir ayyaşın şaşkın bakışları arasında, oturur vaziyette bıraktığı kapının bir geneleve ait olması da tesadüftü.
Katledilmiş Orman’ı ortadan bölen toprak yola girerken hızını azalttı. Birkaç dakika sonra yüz metre kadar ileriden gelen siyah arabayı görünce de durdu; araba çalışır vaziyette beklemeye başladı. Silecekler sevgililerine sulanan yağmur damlalarını sağa sola savuşturuyordu. Etrafına bakındı; yanmış kül olmuş ormana. Zihninde, envaiçeşit canlının diri diri, cayır cayır yanması, yanarken çıkardıkları korkunç sesler belirdi. Kahkaha attı. Karşıdan gelen araba çamur sıçratarak hızla yanından geçerken kafasını yavaşça çevirip arkasına baktı. Tekrar öne döndüğünde, yine yüz metre kadar ileriden gelen arabayı gördü. Yavaşça gelen araba yanında durdu. Siyah arabanın açılan camından kendisine bakan gorille bir süre göz teması kurduktan sonra, o da camı açtı. Goril, kalın sesiyle, “Çalgıcı?” deyince başıyla onayladı. Siyah arabanın açılan kapılarından, bir kurt, bir tavşan ve bir ayı indi. Maskelerini gerçeğinden ayırt etmenin zor olduğu bu adamlardan Ayı, şoför koltuğundan kaldırıp kendisi otururken Tavşan ve Kurt onu arka koltukta aralarına aldılar. “Üzgünüz” dedi Tavşan, “gözlerini bağlamak zorundayız.” İtiraz edemedi. Goril’in takibinde yol aldılar.
Gözlerindeki bağ çözüldüğünde loş kırmızı ışıklı bir odada tekerlekli sandalye üzerinde yarı çıplak vaziyetteydi. Az önceki yağmur dönüşmüş, Goril’in suratına tekrar tekrar inen büyük elleri olmuştu. Her “uyan”a bir tokat. Her uyanmayışa bir tokat… Uyandığını anlayana kadar artı birkaç tokat… Tokat yağmurunda kıpkırmızı! Eller eller! Eller yetişsin imdadına! Refleks eşittir acı. Sandalyeye bağlıydı. Bağırmak istiyordu. Konuşmak istiyordu. Ağzı bağlıydı. Goril’e uzanan el Tavşan’ınki oldu, tamam uyandı, der gibi baktı sevimli yarma. Kurt sandalyenin arkasına geçti. Ayı’nın da nezaretinde ittirmeye başladı. Uzun, loş mavi ışık ve her iki yanına sıralanmış silahlı kuzular hakimiyetindeki koridordan, garip yaratık desenli halıyı eze eze geçtiler.
Loş mavi hakimiyeti girdikleri salonda da devam ediyordu. Salon silahlı kuzular tarafından çembere alınmıştı. Ne bir koltuk, ne bir masa, ne de herhangi dallama bir eşya vardı, duvarları süsleyen ekranları saymazsak. Dev ekranlar. Kimi bir caddeyi, kimi dağlık bir alanı, kimi bina içlerini, kimi sürüsüyle başka haltları gösteren dev ekranlar. Kaçan, kovalayan silahlı insanlar, patlayanlar, aslandan, kaplandan kaçanlar… Çemberin ortasında beklediler. O, Ayı, Goril, Tavşan, Kurt yarı çemberinde, Ayı, Goril, Kurt, Tavşan, silahlı kuzular yarı çemberinde, hepsi birden dev ekranlar çemberinde beklediler. Herkes sağ taraflarında kalan kapıya bakıyordu. Baktılar, beş dakika kadar… Kapının nihayet açılmaya başlaması loş mavinin ölümü, sarı ışığın doğumu oldu. Kapıdan çıkanın talimatıyla ağzını bağlayan bez, ellerini, bacaklarını bağlayan ipler keskin bir bıçakla kesilip söküldü. Bu, telefonda kendisiyle konuşan hoş kadın sesiydi. Şaşkın şaşkın ses sahibine baktı; anlamsızca bağırması yediği tokatla ve ardından kafasına dayanan silahla kesildi. Anlamıyordu. Anlayamıyordu. Sadece korkuyordu. Karşısında üç tekerlekli bisikleti üstünde rengarenk çiçek desenli bir elbise içinde, altın saçlarıyla duran en fazla beş yaşındaki kıza şaşkın şaşkın bakıyordu. Kız sert gözlerle ona bakıp, “o salak sensin demek” derken kızdan çıkan yetişkin bir kadının sesiydi.
“Nasıl bir isim lan bu?” diye devam etti kız, kucağındaki lap topa bakarak. “Arkadaşlar internette siteni tesadüfen bulmuşlar. İlginç bir tasarımı var. Ajan No: The Çalgıcı ha, tek kişilik orkestranız ha? İzledim videolarını otu boku bir elektro gitarla çalıyon, düğünleri, geceleri katlediyon… Orkestra bir durum da yok yani… Artiz misin lan sen şerefsiz? Doldurmuşsun siteni de abuk sabuk silah havası verilmiş gitar çizimleriyle filan. Bir suikastçı havaları, bir mafya ayakları… Nerde yaşıyon oğlum sen? Neymiş, aşağıdaki telefondan bana ulaşan kişiler şu şifreli sözcükleri aşağıdaki sıraya göre doğru bir şekilde söylediklerinde benle iş görüşmesinde bulunma hakkı kazanırlar. Ne lan bu? Aha girdim şifreyi… Düştün işte benim gibi bir psikopatın, Ayşe’nin, Testere Ayşe’nin eline. Gördün mü şimdi ebeninkini?
Ellerini çırpan Testere Ayşe, “oyunu ona anlatın, oyun başlasın” talimatı verdi ve az önce çıktığı kapıdan içeri girerken “ha, bu arada” diye ekledi, “bunu sana neden yapıyoruz biliyor musun? Sırf zevk için.”
Onu kırmızı odaya geri götürdüler. Biri saçlarını biri sakallarını kazıyan iki ördeğe korku dolu, yaşlı gözlerle bakmaya çalışırken, başı dönüyordu. Tıraş biter bitmez gelen Kedi, elindeki aletleri Çalgıcı’nın keline dayamadan önce sordu; “ne işliyoruz?” Kapıdan girerken Tavşan, “kurbanın numarası yazıldıktan sonra altına, Ajan No: Pi Sayısı, yazılacak dedi, “önden, arkadan, yanlardan kafanın fotoğrafını almayı da unutmayın.
Her şey hazırdı. Duvarında sadece tek dev ekranın olduğu ufak bir odadaydılar. O, Tavşan Ve Kurt. Üçü de ayaktaydı. Ona dev ekranı işaret eden Tavşan, “bak gözüm” diye başladı söze, “oyun alanın burası. Minicik, yüz metrelik alan. Şimdi oyun şu; bak bir kendine önce, eğ kafanı, ne görüyorsun? Şimdi, sana enjekte ettiğimiz iğnenin etkisiyle onun farkına varmamış olabilirsin.” Eliyle Çalgıcı’nın cinsel bölgesini kapatan cisme şaplak atarak devam etti, “bu dedi çok özel bir bekaret kemeri. Kurt kardeşimizin fikriydi, diye devam ederken fikir sahibi eliyle göğsüne hafifçe dokunarak başını eğdi. Kemerin ilginç bir çalışma mekanizması var. Şimdi sen yine iğnenin etkisiyle, kemerin bir uzantısı olan ve götüne giren incecik şemsiyenin farkında olmayabilirsin, ki şanslıysan yani oyunu kazanırsan olacaksın, ki sana güveniyoruz başaracaksın.” Tekrar eliyle kemerin ön bölgesine şaplak atarak devam etti, “bu bölgeye kendi ufak ama etkisi büyük olacak bir bomba yerleştirdik. Arka taraftaki, yani götüne giren şemsiye onun kumandası” biraz durdu ve gülerek Kurt’a tekrar baktı, “yani Kurt, böyle de esprili bir arkadaşımız… Zaman ayarlı bir kumanda bu; geçen her dakika ucu biraz açılarak ilerliyor, her beş dakikada bir miktar… Hedefi, yani, yine arkana yerleştirdiğimiz öndeki bombayı patlatacak düğmeyi, tam yarım saatte bulacak şekilde ayarlandı. Tavşan, Çalgıcı’nın suratını hafifçe birkaç kez tokatlayıp, kemerin ön tarafındaki kilidini gösterdikten sonra, “senin amacın, sana vereceğimiz şifreyi söyleyerek Anahtar Taşıyıcı’yı bulmak. Şifreyi söyle anahtarı al.
Bir arabadan aşağı itilirken duyduğu son söz, “süren başladı” oldu. Yağmur, kemeri ve çıplaklığı üstüne tüm şiddetiyle yağıyordu. Düştüğü yerden kalkarken gözlerindeki bağı söktü. Bağdan ıslak yola düşen kağıt parçasını aldı, yazıyı, akşamı aydınlatan sokak lambasının ışığına tutarak okudu: Şifre: Deliliğim Tüm İnsanlığa Armağan Olsun. Çılgınca koşturmaya başladı, yol üstündeki dükkanlara giriyor, bağırıyor, bir süre tepki bekliyor, gelmeyince başka bir dükkana giriyordu. Bir dükkan sahibinden yediği okkalı yumruğu hissedemeyecek kadar kendinden geçmişti. Kollarını iki yana açmış şifreyi haykırıyor, karşısına çıkan tek tük arabaların önüne atlıyor camlarını yumrukluyordu. Kızgın gizemli bir güç kara bulutları kafa kafaya tokuştururken üstüne boşalan delilik, beynini esir alan saatli bombanın tik tak tik taklarıyla iş birliği içinde onu tamamen ele geçirmişti. Şemsiyeli bir kadına koştu onu omuzlarından yakalayıp salladı; “Deliliğim tüm insanlığa armağan olsun! Deliliğim tüm insanlığa armağan olsun!” Kadın çığlık attı, kaçmaya başladı. Karşısına çıkan bir adamı omuzlarından tutup salladı; şifreyi bağırdı. Adam yumruk attı. Sonra da çıkardığı bıçağı ona savurdu. Hemen kaçtı. Bir evin avlusundan atlayarak kaçarken adam küfür ediyordu, “yakalayın sapığı, yakalayın!” komutlarıyla. Şimdi de bıçaklı bir adamdan kaçıyordu. Adam peşini bırakacağa benzemiyor olduğu gibi ona başkaları da katılmıştı. Önce üç kişi, sonra beş kişi daha, on kişi, yirmi beş kişi… Kaçıyordu, ardına bakmadan... Kendini o harabeye güçlükle attı. Bu üç katlı bir binaydı. Yer yer yıkık dökük duvarlarından sokak lambalarının ışığı ve yağmur sızan yapının, dökük merdivenlerini koşarak tırmanmaya başladı. Yoruldu; bir köşeye sindi. Sırılsıklamdı. Titriyordu. Kafasını kaldırıp, ıslak gözlerini peşindekileri kontrol etmek için etrafta gezdirdi. Onu gördü. Karşı odada duvar dibine sinmiş kendisi gibi keli dövmeli kırmızı elbiseli kadını, “deliliğim tüm insanlığa armağan olsun” diye bağırdı, tekrar tekrar bağırdı. Kırmızılı Kadın, “kaybettim” çığlıkları atıyordu, çıldırmışçasına, “kaybettim kaybettim!” Çalgıcı, kadına yaklaştı, omuzlarından sallayarak şifreyi tekrarlarken peşindeki grup izini bulmuş, onlara yaklaşıyorlardı. Bir anda odaya doluştular. Gruptan vurun sesleri yükselirken, kadın çığlık çığlığaydı, “kaybettim! kaybettim!” Kadın patladı. Diğerlerini de paramparça ederek.
Testere Ayşe, dev ekranın başında toplanmış Goril, Ayı, Tavşan Ve Kurt’a dönerek, “muhteşem” dedi ve sesini yükselterek ekledi, şu Çalgıcı’ya giydirdiğimiz dandik, plastik bekaret kemeri yerine, ona anlattığımız şekilde bir kemer yapabilir misiniz? Bir kurban üstünde böyle bir şeyi cidden uygulamak istiyorum.” Arkalarındaki, Kırmızılı Kadın’ı patlatan kumandayı hala elinde tutan beyaz önlüklü Baykuş, “deneriz efendimiz” karşılığını verdi.
YORUMLAR
sabah spor salonunda bisiklet sürerken kan ter içinde okudum yazıyı. arkamda koşu bandında koşturan adamın o sinir olduğum ritmik ayak seslerinden ötürü çok konsantre de olamadım açıkçası. bazı cümleleri başa dönüp birkaç sefer okumamdan ötürü, bir de cebin küçük ekranından, o da yetmezmiş gibi bir de sporun üstüme yüklenişinden olsa gerek yaklaşık yarım saat kazandırdı bana...aa dedim iyi yarım saatim kalmış sadece. işin komik tarafı böyle açık alanlarda okumak riskli bazen. yani sakıncalı. bazı yerlerde sesli güldüm ki allah'tan spor aletlerinin gürültüsünden sesim de gümbürtüye gitti çabucak farkedilmedi. en azından öyle ümid ediyorum. amaaan ya da duyulsun umurumda değil!.
neticede akşam sessiz sakin okuma niyetindeydim ama üst üste çalan telefonlar bu sefer de rahatlık vermedi. sadece uyku-uykusuzluk ikileminde gidip geliyorum sürekli. özellikle arka arkaya gördüğüm kãbuslardan ötürü uykuda da artık huzursuzum. hatta öyle bir kãbus ki rüya mı gerçek mi kendim de ayırd edemiyorum artık. rüyamda rüzgãr gibi çok uğultulu bi ses kulaklarımdan giriyor ve bana sanki bi şeyler üfürüp sallıyor. ama öyle acayip bir şey ki kulaklarımın zarı patlayacak nerdeyse. her tarafım tutuluyor kıpırdayamıyorum hiç. çok tuhaf bi şey ya yani nasıl anlatsam saçma gelecek belki. kollarımı bi kımıldatsam uyanacağımın da ayrımındayım uykuda. 'meral ha gayret şu kolunu tepret bak uyanacaksın! meral hadi gözünü aç! kız kime diyorum sağır oynat kıçını biraz!' maalesef bende tık yok. bu komutları peş peşe beynime veriyorum ama uykudayım aynı zamanda. beni kurtarabilecek kişinin adını bi söyleyebilirsem belki o beni parmaklarıyla dürtüp uyandıracak bu kãbustan. adının ilk iki harfi olan 'hü' yü diyorum arkası gelmiyor bi türlü. hatta son gücümle biraz daha zorlayıp çıka çıka 'hüüü!' ünlemini zor bela çıkarabiliyorum ve bunun da beni uyandıracak yeterli kuvveti kudreti yok kalıbında. ve işin ilginç yanı rüyamda herhangi bi canlı-cansız varlıktan eser de yok. sadece kulaklarım ve beynim zonkluyor, bütün bedenim felç gibi tutuluyor ve kimsenin adını çağıramıyorum. daha doğrusu bir kelimenin ayağını bile dışarıya uzatamıyorum. kasırga kuvvetinde birşey beni sallayıp duruyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum. yarım saat gibi uzun gelen bi sürenin sonunda nihayet 'yeter lan! .iktir git rahat bırak beni!' deyip yataktan fırlıyorum ve camı açıp balkona atıyorum kendimi 'imdat yardım edin!' diyorum ve o kadar boğuşmanın, cebelleşmenin ardından bula bula cibilliyetsiz, siyah pantolonlu, siyah pardösülü ve siyah fötürlü karanlık görüntüsüyle bi adamı görüyorum balkonun aşağısında. bi beladan çıkıp başka bir belaya atlıyorum yani. e bu kadarı da fazla ama insaf!
eskiden senede iki üç kere hep olurdu böyle. hiçbir görüntü yok. sadece o uğultu sesi, sarsılmam ve dilimden firar edemeyen o kelimenin çıkan ilk iki harfi olurdu dudağımda durmadan. uzun zamandır olmamıştı hatta geçenlerde 'ha iyi artık o kãbusları yaşamıyorum' diye de sevinmiştim. gel gör ki demek ki atlatamamışız birader. mezara kadar götüreceğiz bunları anlaşılan. yine bundan iki üç gün önce de başka bi piskopatla boğuşuyordum. sen 'testere ayşe' diyorsun ya tıpkı onun gibi bir kasapta rüyamda bizim abuzer'in kollarını bacaklarını kesiyordu ve abuzer'in çıtı bile çıkmıyordu. ama gerçekten çok korkunçtu çok!
neyse uzatmiyim bi piskopat daha vardı ama kalsın. yazarken bile profilleri gözümün önüne geliyor şimdi irkiliyorum ne yalan söylim. artık uyku da bi işe yaramıyor birader. hiçbi yerde huzur yok!
sen dua et bu gece kãbus falan görmiyim valla parçalarım seni:)
p.s: yazı güzel. farklı, değişik de benim aklım görüyorsun dağınık biraz. kafanı şişirdim kusura bakma.
Gule tarafından 3/22/2017 12:36:45 AM zamanında düzenlenmiştir.
olricx
dün değil daha da geçmişte kalan bir gün. balkondayım. yirmi yaşlarında kızın biri bebek arabasını, şarkı söyleyerek, ara sıra koşarak itiyor. ardındaki kocası sinirli, "rezil ediyorsun bizi!" kız tedirgin bir sesle, "çocuk ağlıyor diye..." bunları, lafı senin gülme sesimi duymaları çok da umurumdaya yakın cümlene getirmek için anlattım. gülmek, ağlamak... insana özgü davranışlardır, yani, bunları ayıplayacak olanları umursamaman iyi bi şey.
güzel güzel anlatıyoruz da kabus filan görmemişsindir umarım. parçalanmak istemem. şimdi asabiyet de insanın bir özelliğidir deyip tekme tokat girişme bana.
bir de rüyamı anlatayım tam olsun. sonunda projemi gerçekleştirmişim; dağın başına taşınmışım. dağın başı derken cidden dağın başı. yontulmuş bir dağ, zirveye kadar taş merdivenler yapılmış. yüzlerce basamağı tırmanıp, dağın tepesi oyularak yapılmış, kapısı olmayan, içi oldukça fiyakalı eve ulaşıyorsun. o evin önündeyim işte, aşağı bakıyorum, merdivenlerde biri bana doğru geliyor. bu burada sık sık gördüğüm, sevmediğim biri. içeri girmek istiyor, ben onu ittiriyorum. uzun uğraş sonu herifi aşağı indirmeyi başarıyorum. hala tedirginim. acaba yine gelir mi? sesler duyuyorum sonra. işte diyorum yine geliyor. iki yanı korumasız merdivenlerin sol yan duvarında bir kafa görüyorum. tam saldırcam. dağcı kıyafetleri giymiş gözlüklü kızın biri. şaşkın şaşkın bakarken, elindeki kağıdı uzatıyor, "anketimize katılmak ister misiniz?" diye soruyor.
Gule
iş günleri erken kalktığım için gördüğüm rüyaları da hatırlamam pek...izinli günlerimde gördüklerimi hatırlarım genelde ama tabi bu kãbusların hafta sonu tatili gibi bi ayrıcalıkları yok biliyosun yani dehşet derecede kötü olanlar bi şekilde bilinç altıma yerleşir kalır.
dağın zirvesine tırmanmak benim gözümde iyi bir şey..mertebe atlayacaksın:)yalnız biriyle bi rekabetin de olacak. yoluna göz diken biri var yani ama başaracaksın.
valla salladım bi şeyler tutar mı bilmem:)
olricx
Kelimeler sanki basit bir görünüm katıyor gibi dursa da cidden değişik bir tarz üzerinden çalışma yapmışsın. (Basit derken fabl tarzı)
Bekaret kemeri tüm günahları affettirmek için bir kilit x şifre gibi bir şey duruyor. Kafka'nin işkence aleti anlatımına benzer bir durumu da var. Ruhlar böylece temizlenecek vs.
Düşüncene bereket..
olricx
Gözlerini ve ellerini kullanarak dünyayı anlatmaya çalıştığın sözlerini okumaktan çok mutlu oldum.
Mükemmel bir kurgu, olağanüstü bir anlatım ve inanılmaz bir son....
Ne diyebilirim başka, harikasınız...
tebrikler tebrikler tebrikler
olricx
bu çalgıcı bizim Rivialı Geralt abiye çok benziyor be tabi saç rengi ve bağlama şekli hariç. Elbette müzik ve witcher lık benzer şeyler gibi görünmesede ikiside büyülü işler bence. neyse bu geralt abimizle kral foltestın peşinde koşarken az işler açılmadı başıma onlar başka mevzu bu ayşe Kadın da Silaya benziyor. Sağ kadın Yennefer yenge sol kadın da Triss elbette ikiside kalbimizde işin özü siyasi bir Bağlam bulup bu çalgıcı yerine ülkemi bile koyabilirim.
olricx
Tsukuyomi
grafspee
olricx
Benim Ayşe testere olmuş :))) İntikam soğuk yenen bir yemektir diyorsun ... ! Çok güzeldi ama çok. Gece okudum kesmedi şimdi yine okudum.. Her şey müzikle başlar...
There's a killer on the road
His brain is squirmin' like a toad
Take a long holiday
Let your children play
If ya give this man a ride
Sweet memory will die
Killer on the road, yeah
Sevgilerimle...
olricx
https://www.youtube.com/watch?v=lS-af9Q-zvQ