- 1160 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Eminecik
Kitap okuma alışkanlığı ile ilgili olarak daha önce bir şeyler yazmıştım. İşin doğrusu yabancı yazarlardan pek bir şey anlamadım. Bu benim görüşüm tabii. Yerli yazarlarımız bana daha bizden geliyor. Yazdıkları daha bir yaşanmışlık içeriyor. Fakir Baykurt, Talip Apaydın. Talip Apaydın demişken Kurtuluş Savaşı’mızı anlatan en güzel romanlardan bazılarını okumak istiyorsanız “Toz Duman İçinde, Vatan Dediler, Köylüler” roman üçlemesini mutlaka okumanızı öneririm. Roman kahramanlarından Molla Mahmut 1926 doğumlu olan Talip Apaydın’ın babası. Yazar babasının anlatımlarından da yararlanmış.
Fakir Baykurt.
Aslen öğretmen. Siyasi görüşünü bir yana bırakın. Köy romanı sevenler için bulunmaz biri. Arı duru bir Türkçe. İnsanı sıkmayan kısa cümleler. Net ve anlaşılır bir anlatım.
“Efkar Tepesi” kitabındaki “Haritamızda Bir Noktacık: Çağlayan Köyü” isimli öyküsünden bir bölümü aşağıya aldım.
***
Yazar ve bir öğretmen arkadaşı Karadeniz Bölgesi’ndeki uzak bir yerleşim olan Çağlayan Köyü’ne ulaşmak üzere bir atla yola çıkarlar. Yol sarp ve bozuktur. Ata sırayla binerek yol alırlar.
Şimdi yazarı okuyalım:
……….. En fazla su akıtan, en fazla toprak kaçıran Irmak Kızılırmak değil Çoruh bence...
Çoruh dolaylarında köylünün hali duman! Yaman! Bir kez yaman demek yetmez; bir daha, bir daha ve bin daha yaman! Çok yaman!
Çukur köprüsünün oralarda bir grup geldi önümüzden. İçlerinden bir yaşlı adam var. Kafası gözü sarılı, her yanı kan içinde ve perişan! Döğülmüş, beli bıkını kırılmış... Zavallıyı bir cılız ata bindirmişler. İki genç adam, iki yanından tuta tuta, alıp götürüyorlardı. Karşılaştık... Genç adamların da kafaları gözleri sarılı. Onların da kırmızı kanları akmış, giysilerinde, yüzlerinde kurumuş…
Birinin elinde bir balta…
“Habib’in uşaklar hücum etti… döğüştük…”
Baltasını elinde sımsıkı tutarak olayı anlatıyor:
“Ha bu baltayı babamın sırtına vurdular. Kanları hep aktı… Öyle ki, bir damla kalmadı, bitti! Ölecek…” sesi ağlamaya yakın bir hal alıyor: “Ha bu benim babam…” diyor.
Babası atın üstünde, “ah”, “ıh” ediyor. Rengi beyazlaşıyor. Kırmızı kan, sırtındaki eski sakonun dışına vurmuş. Pekmez gibi… Hala da akıyor. Kır atın derisine yürüyor, sızıyor aşağı doğru; belli oluyor. Arkadaşım burnunu tuttu. Kokudan iğrenmeden değil, sızladı burnu. Ben çok gördüm. Kanıksadım gibi bir şey. Ama hala yüreğim dayanmıyor. Titremeye başlıyorum.
Atın gerisinde bir kız var. On birinde, on ikisinde. Onun da yüz gözü sarılı. Üstü başı kan. Onun da kafasına vurmuşlar. Boynunda, bileğinde kanlar. Akmış, kurumuş…
“Tarlaya… çift koştuk…”
Alttaki adam iyice buruştu. Bunlar böyle ilçeye gidecekler, hükümete varacaklar bu halleriyle.
Acaba yetişebilirler mi?
“Habib’in uşaklar eşkıya gibi köyde!”
“Durmayın, yürüyün!” dedim.
Yürüdüler. Yürüyün dedikten sonra aklıma geldi, dönüp o körpe kıza seslendim: “Dur biraz! Adın ne?”
Durup baktı:
“Emine…” dedi ölü bir sesle.
Yanına vardım:
“Okula gidiyor musun?”
Okulla yakından ilgili, eğitmenden, öğretmenden biri olduğumu anlayıp toparlandı. Kurumuş kanlarından utanan bir hali vardı:
“Gidiyorum.”
“Kaçtasın?”
“Dörtte.”
Düzgünleşmiş, temizlenmiş; yani biraz yoluna girmiş konuşması vardı.
”Demek dörttesin?”
“Evet…”
Nasıl oldu da bu kavgaya karıştı acaba? Derste değil miydi? Soracaktım, soramadım. Çarıkları ayaklarını sıkmıştı. Ayakları kimbilir ne haldeydi? Her halinden iyice yorulmuşluğu anlaşılıyordu. Yanmış, kavrulmuştu. Acıkmıştı da…
Hey gidi yoksul Emine!
“Yürü bakalım!” dedim. “Senin işin iş değil!”
Yürüdü, gitti. Dönüp dönüp ardına baktı.
Ben de baktım.
Şehirlerde okulların, üniversitelerin bol olduğu yerlerde, genel kitaplıkların dolup taştığı, pazarların bayram, akşamların cennet şenliği olduğu yerlerde Emine’ye “insan” demezler. Öyle garip, öyle yabancı, öyle “kör” gidiyor. İnsan olanlar, Emine’yi görünce gözyaşlarını tutamazlar. Bu yumruk kadar çocuk, okulda dostluğu tarlada düşmanlığı öğreniyor şimdi. Bu haliyle bir küçük çaresizlik heykelidir. Her yanı öç, her yanı hınçtır. Şimdiden küskün. Şimdiden yaşama sevincini yitirmiş. Şimdiden hiçbir şeye güveni kalmamış. Yarın, vurduğu yerleri morartan bir anne, geçimsiz “dırdır” bir komşu ve belki çekilmez bir eş olur.
Hey gidi Emine’cik! Çaresiz yavru!
………
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.