hayatın anlamı
kış ortasında yaşanan bir yazın en kısa gölgesidir.
’’doğduğu gün yaz ortasında kar yağdığı ve sular donduğu için adını zemheri koymuşlar. anasını öyle bir al basmış ki; her yerine bağladığı kırmızılar ölümü öteleyememiş. keklik avına çıkan ve kara saplanıp kaldıkları için tek ok atmadan güvecini dolduran beylerbeyi onu götürürken gassal kadın anasının memesinden sızan sütleri yıkıyormuş. karlı bir yaz günü girdiği sarayda, saray celladının dilsiz ve dişsiz anası tam 5 sene aybaşı kesilene kadar onu emzirmiş. ninnileri sessizlik, sevilmesi sessizlik, azarlanması sessizlik. anadili sessizlik.
medreseye verildiğinde şiire olan yeteneği onu, kubbealtı vezirlerinin, sadrazamın ve nihayet al-i osman’ın karşısına çıkarmış. naatlar, methiyeler, gazeller, kasideler... aruzun tüm kalıplarını hasbahçe gibi şekillendirmiş. teşbihler, telmihler, mecazlar, cinaslar... tüm sanatları dillendirmiş. kuşlar konuşmuş, bülbüller aşık olmuş...
şair zemheri kelamın celladı olmuş.
beyit arapça bina inşa etmek demekse; o şehirler kurmuş beyitleriyle.
ömür gayesinin meali ondan istendiğinde, sefere giden settar gölgesi güneşi bırakmış ona. günlerce düşünmüş, bulamamış. kitaplar okumuş, yazamamış. rüyalara yatmış, hatırlayamamış. hülyalı gezerken girdiği yeniçeri kahvehanesinde kaşlarını yeni kazımış ve esrar çekmiş ’’kul’’ mahlaslı bir kalenderi abdalı hece ile şiirler söylemiş. deve yürüyüşünden türeyen aruzun yerine atların tırısını belleyen hece yarışmaya başlamış akıl çölünde, fikir ovasında. vurmuş kendini yollara:
güney illerinde dolanmış: iki yörük oğlanı her gün tekelerini tokuştururmuş antik bir yunan tiyatrosunda. zemheri izlermiş. oğlanlar kaplumbağaları ters çevirip hangisininki önce ölecek diye yarışırlarken zemheri sırtüstü uyumuş. uyandığında kaplumbağalar da, birbirinin kafalarını parçalayan tekeler de ölmüş.
kuzey illerine kaçmış: o kadar çok yağmur yağmış ki su içmez olmuş. güneş açınca aklına bir sis çökmüş.
doğu illerine sürmüş: kar kapatmış gönül yolunu, ortalarda gezmiş boz bürümüş gözünü.
dönmüş. kapanmış. konuşmaz olmuş.
o dev gölge üstünde belirince yazdıklarını ona sunmuş.
kar yağmayan bir memlekete düşen cemrelerle başlayıp boş bir varakla sonlanan mesnevisi bittiğinde kimse bir şey anlamamış. yalnızca padişah şöyle demiş: ’’ bir bina ki ne girilecek kapısı ne de dışarıya bakacak penceresi var’’ herkes kelle uçuran bostancıbaşı narasını beklerken, akıl konduran hekimbaşı nidasını işitmiş.
çiğ turaç kebabı yedirmişler, yarasa yoğurdundan özenen ayran içirmişler, böyüleri canlı canlı parçalayan karıncaları hayalarına koymuşlar, nihavend makamıyla uyutmuşlar, gözüne afyon sütü damlatmışlar, sel suyunda gusül eylemişler, mezarlıkta tepen köstebeğin yuvasından alınan ölü toprağına yatırmışlar...
susmuş.
nuh’un gemisinde bir tahtakurusu olduğunu ve gemiyi yiyerek batırdığını söyleyen adam düzelmiş, bir köse ile evlendirilen ve onu gebe bıraktığını söyleyen sakallı kadın düzelmiş, öldürdüğü adamların kanını yeşil, kadınları astığı çınar ağacını kırmızı bilen, rüyasında kanının kırmızı ve asıldığı ağacın yeşil olduğunu gördükten sonra kendini kesmek isteyen cellad düzelmiş...
o lal olmuş.
eğer derdine derman bulamazsa kellesi gidecek olan hekimbaşı; bir ay dolu yağan memleketten getirilecek lekesiz bir yemişin şifa olduğunu söylemiş. naçar evine yollamışlar. cellad süt abisi kafasını ikiye bölerek, deveyi ovada, atı çölde bırakmış.
şiirlerin vezinsiz yazıldığı bir dönemde zemheri mesnevisi’nin kimileri aruz, kimileri hece vezniyle yazıldığını iddia etmişler. divancılara göre taç beyit boş bir sayfayken, halk edebiyatçıları bunun bir destan olduğunu ve son sayfanın kaybolduğunu savunmuşlar.
içeriğine gelince hepsine göre hiçbir anlamı yokmuş’’