- 686 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YILANIN YÜREĞİ
YILANIN YÜREĞİ
Anadolu’nun ücra bir köy evinde geçmektedir bu hikayenin konusu. Kerpiçten bir ev mi desem, duvarları taştan ve çamurdan örülmüş iptidai bir ev mi. Öyle veya böyle; basit ve iptidai bir evdir işte. Nice savaşlar, istilalar görmüş Anadolu’nun fakir halkının evi başka türlü olamaz zaten. Örtüsü de duvarlarına ayak uydurmuş sanki bu eski evin. Üstünde biraz sal, onun üstünde de biraz toprak vardır, o kadar.
Böyle bir evde kalabalık bir aile barınır. Anne, baba, Büyük anne, büyük baba, torunlar … sayın sayabildiğiniz kadar. Akşam olunca yerlere yan yana serilir yataklar. Her döşeğe ikişerli, üçerli yerleştirilir karakaşlı, kara gözlü körpecik çocuklar. Ailenin geleceğidir onlar. Üstleri her gece özenle örtülür. Buna rağmen ortalıkta cirit atan akrep ve böcekler korkutur bebeleri. Elektriğin henüz olmadığı, gaz lambasıyla aydınlatma sağlanan o dönemde ebeveynler de tedirgindir. Çocuklarını koruyamazlar karanlıklarda. Haşere ve böceklerin kontrolündedir her şey böyle zamanlarda.
Köhne evin bir başka misafiri daha vardır. Ona misafir demekten çok evin müdavim ortağı demek daha doğru olur. Boyu iki metreye yakın olan kara bir yılandan söz ediyorum. Görüntüsü bile insanı ürküten o koca yılan, onlarca yıldır aile ile birlikte yaşamaktadır. Şükürler olsun ki, o güne kadar zarar vermemiştir bebelere, dedelere.
Her gün, hava aydınlanır aydınlanmaz iki duvarın tavana birleştiği yerdeki yuvasından süzüle süzüle kayıplara karışır, akşam olunca yine yuvasına döner. Beslenmek için kuş, böcek avlamak içindir yılanın her günkü seyrüseferleri. Artık aileden biri gibi olmuş, gelişine, gidişine alışmıştır herkes. Korkutmamaktadır evdekileri artık.
Evin hanımı gibi koca karayılan da anne olmaya adaydır. Yuvasında elips şeklinde tamı tamına, kirli sarı renkte altı adet yumurtası vardır. Yuvadaki yumurtalar dikkatini çeker evde yaşayan çocukların. Yılanı izlemeye alırlar. Yılan yumurtaların göz kamaştırıcı güzelliği, hayatlarında hiç oyuncağı olmamış bu çocukları cezp eder.
Bir gün, yumurtaları almayı kafalarına koymuş çocuklar, evde büyüklerin olmadığı bir anda yılanın, avlanmak için yuvasını terk etmesini de fırsat bilerek harekete geçerler. Bunun için, duvarın kenarına sandığı, onun üzerine de yatakları kayarak tavandaki yuvaya ulaşırlar. Yılana ait bütün yumurtalar avuçlarındadır onların. Yılan için neslinin devamı anlamına gelen yumurtalar, çocuklar için iyi oyuncaktır artık. Bir süre yumurtalarla oynayan çocuklar, her çocuk gibi bıkar ve sandığın arkasına saklarlar onları.
Akşam olur, herkes gibi yılanın da eve dönme zamanı gelir. İri yarı koca yılan, yumurtaların yuvadan alındığını görünce hiddetlenir. Barışın bozulma zamanının geldiğini düşünür ve intikam için plan yapmaya başlar.
Gece ilerler, çocuklar yataklarına yatar, her şeyden habersiz ebeveynler ise onların yanı başlarına uzanarak yorgun bedenlerini dinlendirirler. Onlar, yatak keyfi yapadursun; yoğurt dolu koca bir bakır kazan, yılanın gözüne takılır. Harekete geçme zamanı gelmiştir onun için. Yavaş yavaş süzülerek kazana yaklaşır. Yılanın alışılagelmiş her zamanki davranışından çok farklı olan o günkü hareketine bir anlam veremezler ebeveynler. Şimdilik onu sadece izlemekle yetinirler. Yaşam alanlarına bir kere olsun tecavüzde bulunduğuna rastlamamışlardır bu güne kadar. Şaşkınlıkları bundandır. Dedelerinden beri beraber yaşadıkları, adeta kendilerinden biri gibi gördükleri yılan, tavandan aşağı neden inmekte ve amacı ne olabilir? Meraklı bakışlarla izlenir her hareketi. Kazana doğru yaklaşan yılan, yoğurdun içine ağzındaki bütün zehri akıttıktan sonra yine yavaşça süzülerek yuvasına döner. Aman Allahım, Bu bir felaket! Görmemeleri halinde bütün aile yiyecekleri o yoğurttan zehirlenecek ve ölmüş olacaklar.
Bu garip olaya bir anlam veremezler. Bu güne kadar aynı çatı altında birlikte yaşadıkları yılanı bu düşmanlığa iten neden ne olabilirdi? Yoğurda dokunmazlar. Sabah olur gün ışır, çocuklar yataklarından kalkar. Her zaman yaptıkları gibi ilk yapacakları şey kazandan yoğurt almak ve onu ekmeklerine katık yapmak olacak. Ancak, ebeveynler kendilerini engeller.
“Durun, bu gün yoğurt yiyemezsiniz. Onu yılan zehirledi” derler.
Ebeveynlerin bu sözü üzerine çocuklar baklayı ağızlarından çıkarır, olup bitenleri bir bir anlatırlar. Olayı çocuklardan dinleyen büyükler, yılana hak verirler ve yumurtaları yuvaya iade etmek için onun avlanmak için yuvasını terk etmesini beklemeye başlarlar. İlk fırsatta yumurtaları yerine koyarlar ve hiçbir şey olmamış gibi beklemeye koyulurlar. Akşamla birlikte yuvaya dönen yılan yumurtalarının yerine konulduğunu görünce yeni bir karar verir. Aldığı bu yeni kararını uygulamak için ortalığın yeniden sakinleşmesini beklemeye koyulur. Ortalıktan el ayak çekilince bir kez daha aşağı inmeye başlar. Ancak bu kez farklı bir amaçla inmektedir.
Yataklarında yılanın hareketlerini sessiz ve gizlice izleyen ebeveynler gördüklerine inanamazlar.
Yılan, önce zehirlediği yoğurt dolu kazana çepeçevre dolanarak sarılmış, sonra ani bir hareket yapıp kazanı devirmiş ve yoğurdu dökmüştür. Yumurtalarını kendisine iade eden ev ortaklarının zehirlenerek ölmelerine gönlü razı olmamıştır. Yılanın bu davranışından büyük bir memnuniyet duyan ev halkı derin bir oh çeker ve ondan sonra da yılanla barış içinde aynı evde korkusuzca yaşamaya ve çocuklarını büyütmeye devam ederler.
Çok seneler geçse de yörede dilden dile söylenerek günümüze gelen bu hikayede anlatılanları dinleyen insanlar, evlerinin çatı aralığında kendisine bir yuva bularak yaşamaya çalışan yılanlara dokunmaz. Ev yılanlarına zarar verilmedikçe, onların da insanlara zarar vermeyeceğine inanılır, tıpkı evde yaşayan kedilerin, köpeklerin insanlara hiç zarar vermedikleri gibi.
Yılanlar, çoğumuzun yüreğinde soğuk his ve düşünceler yaratmış olsa da onlarla beraber yaşanabileceğini dedelerle nineler torunlarının kulağına fısıldayarak günümüze kadar ulaştırabilmişlerdir. Bu vesile ile onlara olan hayranlığımı haykırmak geliyor içimden. Barış içinde birlikte yaşama kültürümüzü sergileyen bu halk hikayemizden çıkarılacak pek çok dersler vardır elbet, ancak yılanlarla bile barış ve güvenlik içinde beraber yaşamak mümkün olabildiğine göre, ülkemizdeki azınlıklarla pekala yaşanabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. O halde şimdi kendimize bir soru sormanın tam zamanıdır. Neden kovduk o sevimli Rum, Yahudi ve Ermeni komşularımızı, dostlarımızı?
YORUMLAR
Öykünüzün etkisinde kalmamak mümkün değildi,elbette yaşayabilinir barış içinde içimizdeki tüm azınlıklarla zaten halklar bunu başarmıştı yüzyıllardır. Ne yapıyorsa devlet politikaları ve savaştan nemalanan yöneticler tarafından bozuluyor ülkelerin huzuru. kalminize yüreğinize sağlık Ömer bey..
Ömer bey çok anlamlı ve mesajı yerinde kıssadan hisse bir hikayeydi.
İyilik ve merhametin geri dönüşümü yine iyilik ve merhamettir. Yılan dahi bunu yapabilmiş,darısı insanların başına.
Kutlarım bu güzel hikayeyi yazan kaleminizi.
Selam ve sevgilerimle