- 921 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
ŞİİR SOKAKTA (KISA ÖYKÜ)
Sözcükleri yetim düşmüşlüğün cinaslı coşkusu ile her dem sükûtta yine de bilinmedik makamların ısrarcı hegemonyası yine bir olan yine dinginliğin yüzü suyu hürmetine.
Ismarladıklarım mademki gelmiyor adrese iş başa düştü; adımladıkça bir ileri iki geri, yine sükûtun haznesinde bir ömür diliyorum içten içe. Tüm çapulcu imgeleri tehir ettim bu gece ve bilinmezin şarkısında bir nida kıvraklığındayım.
Adı olmayan şarkılara isyanım…
Adı olmayan aşklara ise hürmetle adsız bir şiir daha ısmarlarken.
Tüm münafık redifleri de postaladım ait oldukları şiire ve astım kendimi eşiğinde gök kubbenin yine bilinmedik bir istikamette ilerlemenin keyfini çıkarırken.
Sözcüklerden uzak bir yol mu yoksa ya da sessiz ve muhalif yorgunluğumun da cüssesi mi adam boyu şiirlere ve adam boyu yalnızlığa bir bir gönderme yaptığım…
Bir duraktayım, ara durağında yine yorgunluk attığım; bir de ısmarladığım sessiz hezeyanlarım, sesli yangınlarım, sulu göz coğrafyası yine titrek bir şiire/şehre düşmüşken yolu derviş iklimlerin.
Nidalarından yoksunum bu gün yalnızlığın.
Şehveti nasiplenmiş aşklarla olmaz işim.
Asılsız bir reverans mı yoksa edindiğim mertebede bir güfte dolusu sancıyı bağrıma basıp da sanrıları kozamda büyüttüğüm.
Islak ve kaygan zeminler hele ki adımladığım hele ki aydınlık kılındığım belki de bakir bir gölgeye nakşederken vücudumu.
Kaybolduğum kaçıncı miadı dolmuş düş?
Z/emin geçişli bir zorunluluk belki de ya da külfet bildiğim ama arınmayı da beyan etmişken ve sille tokat tüm görgüsüz imler hele ki tezahüratı yok mu sevginin ve yine mutluluk katsayıma dönüşen ibaresi kayıp düş/üş/lerim…
Farkındalık geliştirmem mademki bir sakınca idi kiminin nazarında ve fark etmediğim detaylar mademki mimlenmişti…
Zaman fukarası dünlerim, sevgi yoksunu evren, satılmış tüm imler, kayıp zihniyetler, zorunlu muafiyetler ve yine demenin bedeli mi yoksa vazgeçiş bellediklerim ve nasıl da sakıncalı onca zafiyet hele ki randımanı yoksun bir yarışın da mensubu iseniz tıpkı ölüm sırası tıpkı market kuyruğu tıpkı zımba aşkların meşakkatli göreceliği.
Bir dediklerime bakıyorum bir de demediklerim sıkıştırırken…
Tıklım tıklım aklımın koridorları; karış karış arşınlıyorum arz ettiklerime bir imza atacak olmanın coşkusu iken yine karışan nidalarına ölü şiirlerin.
Ölümlü rötuşlar konduruyorum aklımın tabanlarına; sol anahtarına bir nota daha ekliyorum ve bir tane daha derken kayıp sevinçlerime rast geliyorum.
Ölen çocukların, ölen kadınların mezarına düşüyor yolum yazdıkça.
Ölümlü şarkılar söylüyor Sezen.
Bir imge sırıtıyor şairler dökülmüşken yollara ve şiirler ısmarlıyor sokak sakinleri nedense şiir de sokağa düşmüş. Bir ayıpmışçasına sallıyorum başımı:
‘’Hayır, ben şair değilim.’’
‘’Ne işin var o zaman sokakta?’’
Karınca kararınca sırıtan bir gölgeye dokunuyorum usulca bilmezken yıllar evvel çaldırdığım çocukluğumun fevri çıkışı yine ben hüznü çağırıp bir de demleniyorsam şiirin tam da ortasında.
Sırıkların hizaya sokulduğu bir boşluk. Boşluğun kayıp nizamı. Nizamı serkeş kaleler.
Lapunzen saçlarımı kesiyor kör adam ve sağır sultan soruyor bana:
‘’Sağır ettin kulaklarımı. Ne zorun var?’’
İşkillenen sokak şarkıcılarına atıyorum suçu.
‘’Kesin sesinizi. İşkilleniyorlar.’’
Sözüm ona sessizlik. Sözüm ona çoğulcu demokrasi. Sözüm ona ben ve sözcükleri kundaklıyorum istemeye istemeye… Yalan oysa hele ki istemediğimi kim söyledi?
Sağır sultan belli ki pamuklarını çıkarmayı unutmuş kulaklarından.
‘’Hadi oradan. Güzellik uykumu böldün.’’
Sarmalındayım ama öncelikle hidayetin. Yedi cüceler ise kayıp prensesin peşinde. Kayıp olan bir tek o olsa iyi…
‘’Gördünüz mü gündüz gözüyle?’’
En aykırısından cinnet geçiriyor kayıp masalların kayıp mısraları; kayıp sancılarımı büyütüyorum bir yandan ve eksiliyorum çoğalırken; yorgunluğum azalıyor; kalbim teklese de tüm yaşama sevincim son sürat.
Dingin aşklar arayan bir adama rast geliyorum ve gülüyorum delicesine.
‘’Deli misin ne?’’diyen cüretine basıyorum bir kahkaha daha.
‘’Yoksa nasıl geçerdi ömür? Hem dingin bir aşk arıyorsan o zaman kendine âşık ol.’’dememe kalmıyor ki ıslık çala çala Bremen Mızıkacılarına rast geliyorum lakin ıslığı çalan yine benim. Öylesine sessizler ki.
Tıpkısın aynısı diyor arkamdaki çocuk. Rüyanın en heyecanlı yeri. Sonra ne oldu, dememle irkilen ölü yanım.
Acildeki doktor ölü gömmeye çıkıyor gelen son vakadan sonra.
Ölü bir cenin elinde belli ki Küçük İskender’in yarım kalan tıp eğitimden müteşekkil bir hikâye hazırlığında benliğim ve beylik kurmacaları ölü yazarın. Hangi birini saysam ki hele ki okunmaya bekleyen on milyon yüz baloncuk girizgahlı o roman yok mu…
Bir demde çoğalıyorum bir de ser verip sır vermediğim cümlelerde.
Ne hoyrat bir hüküm ben düştükçe peşi sıra mutluluğun ve huzurun tınısına rast geliyorum içtiğim tavşankanı çayda.
Sızan buharı demliğin yakıyor tenimi tıpkı aşka karışan nidaları ölü şairin.
Bir öykü ısmarlıyorum bu kez beynime ve tüm emirleri bir bir uyguluyor verdiğim komutlarla.
Nefsime nasıl söz geçiriyorsam buyur ediyorum cümleleri ve atıyorum boş bir torbaya yeni yetme düşlerimi, yetim düşmüşlüğümü görüyor Tanrı ve kutsuyor yorgunluğumu, kanıksıyorum tüm sefilliğimle ve kabullenmişliğime şükrediyor yorgunluğum ve çalıntı aşklarına rahmet okuyorum ergen düşlerimin.
Büyümeye kuruyorum zamanı ama saatin pili bitmiş.
Bitik bir cümle daha ısmarlıyorum ve öksüzlüğümün başını okşuyor melekler.
Elimden gelenlerle elimden gelmeyenleri kıyaslıyorum. Büyüyorum günbegün.
Azımsıyorum yalnızlığımı, arz ediyorum içimin büyüsünü ve içerliyorum derken ağlıyorum derken susuyorum sadece nefes almak adına bitap düşmüş bir cümleyi daha sırtlanmışken.
Bir solukta.
Bir köşede.
Son kez.
Ama ilk olduğunu düşlediğim.
Aslında olmadığım ama olması gerektiğini bilip de olmasını arz edip yine inkâr ederken evren.
Susuyorum.
Susu…
Sus
Su.
Son es’te temenni ediyorum yarın kaldığım yerden devam etmeyi. Oysaki yarın zaten bu gün. Bu gün ise dünden miras bir öykünün kayıp girizgâhı.
Son bildiğim.
Son bellediğim.
Sonum.
Son.
Son es.
YORUMLAR
Gülüm Çamlısoy
Yüreğiniz dert görmesin.
Selam ve saygılarımla değerli kalem dostum.