HÜSNÜ DUMAN’IN ÇOCUKLARI…9.
14 Temmuz günü Kuleli Askeri Lisesinde 170 nci mezuniyet törenleri vardı. Mezun olan 12. sınıf öğrencilerinin aileleri, Türk bayraklarıyla donatılan tören alanında kendilerine ayrılan tribünde yerlerini almıştı. Her yıl olduğu gibi gurur ve coşku hakimdi tören alanında. Tören, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak’ın alana gelişiyle başlamıştı. Orgenerale, okulun üst düzey komutanlarının da aralarında yer aldığı askerler eşlik ediyordu. Bu sırada alkış tufanı kopmuştu. Saygı duruşu ve İstiklal Marşı; ardından okulun andı öğrenciler tarafından heyecan ve coşkuyla okunmuştu. Mezunlar adına okulun birincisi bir konuşma yapmıştı. Ardından öğrenciler isimleri okunarak teker teker gelip diplomalarını almış, finalde de Kuleli marşı eşliğinde tören geçişi yapılmıştı.
Bu, Kuleli Askeri Lisesi’nin son kez okunan andı; tören son mezuniyet töreni; öğrenciler de son mezun öğrencileri oldu. Çengelköy’deki Kuleli Askeri Lisesinde o günden sonra anormal gelişmeler yaşandı. Türkiye’de bir askeri darbe olacaktı ve Kuleli’deki askerler ve öğrenciler de bu darbede görev yapacaklardı. Tabii ki, bir darbe girişimi içinde bulunduklarını bilmeden…
15 Temmuz günü sabahı Kuleli Askeri Lisesi’nde okul tabur komutanlığının devir teslim töreni oldu. Aynı gün akşam saatlerinde yemekten sonra 20.30 sıralarında gelen emir üzerine okulda görevli erler ve öğrenciler tam teçhizatlı içtima alanında toplandılar. Yeni okul komutanı albay da oradaydı. İçtimada toplananlara tatbikat yapılacağı söylendi. Hepsi gruplar halinde çeşitli araçlara bindirildi. Personel taşıyıcı sivil araçlarla "tatbikat" söylemine binaen okuldan çıkarıldılar. Muhafız bölüğünden verilen mermiler alındı. Kişi başı 4 şarjör 80 mermi verilmişti.
Okul komutanının talimatı doğrultusunda Beylerbeyi’ndeki yolu trafiğe kapatarak köprüye araç geçişini engellemeye başladılar. Halkın tepkisi başladığında astsubaylardan birisi havaya ateş etti ve bir yüzbaşı da "herhangi bir saldırı girişimi olursa saldırana karşı ateş edin!" şeklinde talimat verdi.
Bu emir Ekrem’i dehşete düşürdü. Yanındaki arkadaşı Sadi’ye, “sen de duydun değil mi, devrem? Sivil halka ateş edecekmişiz,” dedi.
Sadi de şaşırmıştı. O da, “yüzbaşının ağzından çıkanı kulakları duymuyor galiba,” diye söylendi.
Saat 01.00’e kadar bu şekilde yolu kapattılar. Saat 01.00’de okula dönecekleri söylenerek araçlara bindirildiler. Dönüş yolunda ne olduysa tekrardan Boğaziçi Köprüsü istikametine gitmeye başladılar. Saat 02.00 gibi Boğaziçi Köprüsü’ne varıldığında herhangi bir askeri araç yoktu. Köprüye gelen ilk askeri birlik onlardı. Ekrem’in içinde olduğu araç birden yolun ortasında yan şekilde durduruldu ve yolu trafiğe kapattı. Sivil araçlar durmaya başladı. Köprünün Anadolu tarafını kapattılar. Yarbay Turgay onları araçlardan indirerek, bir hat oluşturdu ve köprünün çeşitli yerlerine siper aldırdı. Askerler arasında Kuleli’den ve Harp okulundan öğrencilerle birlikte bir çok er bulunuyordu. Bu sırada motorize iki yunus polisi geldi. Yarbay, onlarla bir şeyler konuştu, polisler oradan ayrıldı. Sonrasında biraz daha köprünün içine doğru çekildiler. Binbaşı Ahmet, “sıkıyönetim ilan edildi,” diyerek, bunu halka söylemelerini istedi. Askerler de oradan geçenlere ’sıkıyönetim ilan edildi’ şeklinde bağırmaya başladılar. Bu esnada küfür eden vatandaşlar oluyordu. Ahmet Binbaşı onları korkutmak için havaya ateş ediyordu. Bir süre sonra bulundukları yere tank ve zırhlı personel taşıyıcı araçlar geldi. Onlar da belli bir dizilişle durdu. Bu sırada Ahmet Binbaşı, ’Anadolu yakasından beyaz bir araç gelecek. Onu etkisiz hale getireceğiz. Direnme olursa bu araca ateş edin.’ şeklinde talimat verdi. Bir süre sonra içinde iki sivil şahıs bulunan beyaz bir araç geldi. Askerler Ahmet Binbaşı eşliğinde bu iki şahsı etkisiz hale getirip yere yatırdı ve yolun karşısına geçirip orada oturttu.
Köprüde siviller toplanmaya başlamıştı. Sayıları sürekli artıyordu. Önde birkaç kadın vardı. Ahmet Binbaşı onlara doğru gitti ve elindeki tüfekle havaya ateş açtı. Halk biraz geri çekilir gibi oldu. Binbaşı Ahmet, erlere, “bombalı saldırı olabilir. Siviller bu tarafa harekete geçerse havaya ateş edin! Ateş etmezseniz ben de size sıkarım,” diye emirler yağdırıyordu. Bunun üzerine havaya ateş edilmeye başlandı. Ekrem de tüfeğini havaya doğrultup birkaç el ateş etti. Tankla ateş edildiği de oldu. O arada motosiklet üstünde sivil bir vatandaş askerlere doğru gelmeye başlamıştı. Binbaşı Ahmet elindeki tüfekle motorlu sivil vatandaşa ateş etti, onu vurdu. Bu sivillerin üzerine doğru sıkılan ilk kurşundu. Askere de, ’halkın üzerine doğru ateş edin!’ talimatı verdi. Asker önce bu talimata uymak istemedi. Ahmet Binbaşı elindeki tüfeği askere doğrultarak, ’Yoksa sizi vururum’ diye tehdit edince diğer askerlerden de silahını sivillere doğrultup ateş edenler oldu. Motosikleti üstündeki vatandaş vurulup yere düşmüş ama ölmemişti. Askerlerden bir kaçı koştu, diğerlerinin alması için onu kenara çekti. Diğer sivillerden ölenler, yaralananlar da oldu. Bunlar yere düştükçe diğer siviller tarafından çekilip götürülüyordular. Sivil halk galeyana kapılmıştı, bir an dağılır gibi oldular, sonra cesaretlenip yeniden askerlerin üzerine gitmeye başladılar. O karmaşada kalabalık içinden atılan bir molotof kokteyli öndeki tanklardan birine denk geldi, tank yanmaya başladı. Çevresindeki askerler paniğe kapılırken içlerinden biri nereden atıldığı belli olmayan bir mermiyle gözünden vurularak yere düştü, öldü. Onun öldüğünü gören askerler iyice paniğe kapılmışlardı. Onların dağılmasını engellemeye çalışan Binbaşı Ahmet, “kalabalık içinde sekiz canlı bomba var. Tedbirli olun! Ateş açarak kalabalığın bize ulaşmasını engelleyin!” diye emirler veriyordu. Turgay yarbay da sürekli, "halkın ayaklarına ateş edin!" talimatı veriyordu. "Yaklaşırlarsa ayaklarına, son olarak da kendilerine ateş edin!"
Sadi, Ekrem’in yanına sokuldu; “burada garip şeyler oluyor devrem! Bu bir tatbikat değil, ciddi ciddi savaş. Bu herifler emretti diyerek sakın ola ki ateş etme halka!” dedi.
“Zaten etmem, hep havaya ateş ettim,” dedi Ekrem.
Yaylım ateşi başlamıştı. Binbaşı Ahmet, Ekrem ile Sadi’nin ateş etmeden bakındıklarını görerek yanlarına geldi. “Siz niye ateş etmiyorsunuz?” diye sordu.
Sadi, “mermimiz bitti komutanım,” diye yanıtladı onu. Bu yalandı tabi. Binbaşı Ahmet onun silahını aldı, sivillere doğru ateş etmeye başladı. “Bu yalanınızın hesabını okula döndüğümüzde soracağım size!” diyerek gitti.
Ekrem arkasından, “buradan sağ çıkabilirsek sorarsın,” diye söylendi.
Siviller ortama kısmen hakim olmayı başarmışlardı. Askerlerin üzerine ateş de edilmekteydi. Sabaha karşı her şey askerlerin aleyhindeydi. Ekrem ve Sadi iyice panikleyerek tüfeklerini itfaiye aracının içine atıp, kamyonun tekerlekleri arasına girerek yere uzandılar. Sürekli çatışma sesleri geliyordu. Yakınlarından mermilerin geçtiğini duyuyordular. Gizlendikleri yerin hemen önüne vurulup ölen bir asker düştüğünde korkuları iyice büyüdü.
Sabah saatlerinde Yarbay Turgay, ’teslim oluyoruz’ şeklinde bağırdı. Sonrasında silahlar bırakıldı. Halk o kargaşada ele geçirdikleri askerlere linç girişimlerinde bulunuyor, polisler bunları önlemeye çalışıyordu. Bir taraftan da polisler askerleri teslim aldıkça oradan uzaklaştırıyordu.
Kuleli Askeri Lisesi’nde öğrenimine devam eden öğrenciler, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında iki gün süreyle gözaltında tutularak olaylarla ilişkileri tespit edilmeye çalışıldı. Pek çoğunun Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile doğrudan bağlantısı olmadığına kanaat edilerek, okullarına teslim edildiler. Okullarına döndükleri gün, 17 Temmuz günü tasdiknameleri ellerine verilip velilerine teslim edilerek, ortaöğretim yerleştirme puanları dikkate alınarak durumlarına uygun okullara kaydedilmek üzere okuldan uzaklaştırıldılar.
Ekrem Duman, akşama kadar arkadaşlarının velileriyle beraber okul kapısından çıkıp gidişlerini hüzünlü gözlerle seyrederek oyalandı. Onu ne babası Hüsnü Duman ne de bir başkası teslim almak için gelmedi.
15 Temmuz’daki darbe girişimi sırasında, adı kalkışma ihanetine karışan 171 yıllık Kuleli Askeri Lisesi, yeniden yapılanma çalışmaları kapsamında OHAL kararnamesiyle kapatıldı. Darbe girişimine katıldıkları gerekçesiyle okul komutanları tutuklandı. 1845’te kurulan Kuleli Askeri Lisesi artık tarihe karışmıştı.
YORUMLAR
Merhaba,
Sitede paylaşılanları okumak için çoğunlukla sabahın erken saatlerini tercih ediyorum. Bugün de öyle oldu. Klişe hezeyanlarla süslenmiş denemeleri ve körü körüne inanmışlıkla taçlanan ‘siyasi’ yazıları görmezden gelip ilerlemeye başladım. Öykünüzü görüp de mola vaktinin geldiğini anladığımda 11 mart 2017 tarihindeydim... Sizi daha önce de okuduğumdan yazılarınızdaki üslubun ve kurgunun akıcılığına aşinayım. O yüzden olsa gerek neyle karşılaşacağımdan emin başladım öykünüzü okumaya.
‘Sıradan ailelerin hikâyeleri genelde sıradan olur. Okuyanları sıkar. Yazanı da...’ böyle başlıyor öykünüz. Size katılmıyorum. Anlatıcı kaynağı belirsiz soyut çağrışımlardan uzak durup çevresinden yükselen somut seslere ve görüntülere dikkat kesildiğinde öykü, hem kendi içerisinde tutarlı ve gerçekçi hem de okur açısından anlaşılabilir oluyor. Ya da şöyle demeli: edebi bir eser (bilhassa öyküler) hayattan bağını koparmadığında aksine hayatın içinden izlekleri, soruları ve sorunları kendi içinde öğütüp harmanladığında çok başarılı bir armoni çıkıyor ortaya. Öykünüz bu durumla örtüşüyor.
Güzel ve ritmik bir akışı var öykünün. İlk bölüm giriş niteliğinde haliyle Hüsnü Duman ve çocuklarına ait kişisel veriler yoğun olarak karşımıza çıkıyor. Karakterlerin ruh hallerini değilse bile sosyo-ekonomik durumları net biçimde izah ediliyor. Burada tek pürüz; mutaassıp olarak tasvir edilen karakterin, kızlarının ‘başı açık’ şekilde çalışmasına kolayca rıza göstermesi. Sorun ikna olmasında değil elbette. Yazarın belirttiği maddi zorluklar, düşünce yapısının değişmesinde ya da esneklik göstermesinde temel etken, anlıyorum. Ancak bu değişimin nedeni ve nasılı daha derin bir izahı gerektiriyor. Bu, yazarın yarattığı karaktere yakınlık hissetmemiz gerektiğinde ise empati kurabilmemiz için gerekli.
Seri tastamam bir ‘olay öyküsü.’ Biliyorsunuz olay öykülerinde tema, adından anlaşılabileceği gibi söz konusu olayın gizemine ve akışına dayar sırtını. Bu anlamda çarpıcı gelişmeler ve finallerle okuru öyküye bağlamaya çalışır. Önce gerilim tırmandırılır sonra düşürülür… Belirttiğim gibi tastamam olay öyküsü bu. Belki biraz “ters köşeler” e ihtiyaç duyuyor, hepsi bu.
Osman’ın öyküsü başladığı gibi çabucak bitti. Üzüldüm onun için. Selma ve Erdem'e de. Hangisi ağır basıyor kıyaslayamıyorum. Diğer çocukların akıbetleri hakkında tahminlerim var, hikayenin sonuna saklıyorum. Dokuzuncu bölüme hakim olan atmosfer, gerçek hayatla sıkı fıkı. Şaşırdığımı itiraf etmeliyim; bu aşamadan sonra öykünün nereye, nasıl evrileceğini merak ediyorum açıkçası. Merakta beklentileri körüklüyor malum. Umarım çok fazla beklemeyiz devamı için.
Saygılarımla
Selamlar
Hani insanın şaşırmamasi elde değil. Kız çocukların ayrı kullanılmasi erkeklerin ayrı kullanılmasi çok yazık bu çocuklara. Malesef ki memleketim yol geçen hani olmuş. Önüne gelen terör örgütü kurmuş. Kalleşce. Hemde benim masum insanımı sonuna kadar kullanıyor. Kabahat kimde yoruma çok açık. Gençlere tavsiyem çocuk yapmayın. Çünkü o çocuklar hep birinin sermayesi olacak. Ama asla senin değil. Korkutucu değil mi?