Zeka kafanın içindeki altın madenidir.-- pıtıgrellı
levent taner
levent taner

-YASSIADA MAHKEMESİNİN SÖYLEMLERİNDEN BİR DÖNEMİ OKUMAK-

Yorum

-YASSIADA MAHKEMESİNİN SÖYLEMLERİNDEN BİR DÖNEMİ OKUMAK-

2

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

471

Okunma

-YASSIADA MAHKEMESİNİN SÖYLEMLERİNDEN BİR DÖNEMİ OKUMAK-

-YASSIADA MAHKEMESİNİN SÖYLEMLERİNDEN BİR DÖNEMİ OKUMAK-

Fabl türünün meşhur örneklerinden biri de “Kurt ile Kuzu” olmaktadır. “Kurt bir gün suya iner, tam içecek, başını çevirir; bakar, bir kuzu. Körpecik, gencecik, hani tüyü yeni bitmişlerdendir. O da kurdu görür, bacakları tir tir titreyerek bakar. Kurt kaşlarını çatar, dik dik süzer kuzucuğu: ‘Bana baksana sen’, der. ‘Ne yapıyorsun orda, söyle bakayım?’ ‘Hiç’, der kuzucuk, ‘su içiyordum.’ ‘Niçin doğru dürüst suyunu içmiyorsun, peki?’ ‘Anlamadım’, der kuzucuk. ‘Anlamamışmış! Ben şimdi sana anlatırım. Benim içeceğim suyu ne halt etmeye bulandırıyorsun; sende hiç utanma arlanma yok mu?’ ‘Senin suyunu bulandırmak mı? Ama bu olanak dışıdır. Sen yukardasın, ben aşağıda. Irmak da yukardan aşağıya akıyor.’ ‘Demek, öyle’ der kurt. ‘Demek… Ha ha!, Şimdi tanıdım seni, şimdi. Sen değil miydin, geçen yıl anama bacıma söven?’ Kuzucuk şaşırır: ‘Kesinlikle hayır’ der. Ben daha bu yıl doğdum, geçen yıl hayatta bile değildim.’ ‘Öyle mi? O zaman, sen değilsen mutlaka senin kardeşindi.’ ‘O da olanaksız’ der kuzucuk. ‘Benim hiçbir zaman kardeşim olmadı. Ben bir ananın bir babanın tek kuzusuyum.’ ‘Vaay! Beni yalancı yerine koyuyorsun ha, öyle mi? Saklama, saklama, biliyorum. Çobanlar söylediler, anama bacıma söven sizin aileden biriymiş Artık sız çok oldunuz. Ben şimdi seni bir yiyeyim de bütün kuzuların koyunların aklı başına gelsin!’ Böyle der ve kuzuyu oracıkta haklar.”

27 Mayıs askeri müdahalesini takip eden süreçte kurulan Yüksek Adalet Divanının başkanı Salim Başol’un bir gün Adnan Menderes’e söylediği sözler ilginçtir: "Şu kadar sene memleketi yönettiniz, tüccarlara, köylülere milyonlarca lira harcadınız, askerlere hiçbir hizmetiniz olmadı, hepsi bodrum katlarında çatı aralarında sefalet içinde yaşadı!" Menderes şu karşılığı verecektir. “Muhterem Başkan, omuzlarında bu şerefli yıldızı taşıyan subaylarımızın milletin saadetini kıskanacağını sanmıyorum.”

Bu diyalog bana yukarıda aktardığım hikâyeyi hatırlatmaktadır. Yassıada mahkemelerinde geçen bazı konuşmalar hâkimin bir oturumda söylediği “sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” Sözünde de örneği görüldüğü üzere neticesi başta belli olan bir mahkeme havası estirmektedir. Şüphe yok ki; mahkeme sürecinde yaşananlar ve doğurduğu idamlar sonraki dönemlere kötü bir miras bırakacaktır. Sosyal psikolojiyi derinden etkilemesi, toplumun 1960’lı, 70’li yıllardaki kamplaşması üzerinde rol oynaması yanında on yıllık bir iktidar dönemi ve sonrasında gerçekleştirilen askeri müdahalenin de sağlıklı ve serinkanlı şekilde değerlendirilmesini en azından güçleştirir.

Elbette bu müşküllerin artık bugün aşılması gerekmektedir. Hâlâ Demokrat Parti dönemine dostları, düşmanları ya da övgü-sövgü pencerelerinden bakılması olumsuzluk arz etmektedir. Önemli bir hususta ihtilalin sebepleriyle, tetikleyen olayları birbirinden ayırmanın gerekliliğidir. Takdir edersiniz ki; tetikleyici olaylar daha anlık nitelik gösterir. Sınırlı bir zaman dilimine aittir. Halbuki, sebepler köklüdür ve daha geniş bir zaman diliminde karşılığını ve ifadesini bulacaktır.

Sözgelimi, Hâkim Salim Başol’un Adnan Menderes’e yönelik yukarıda dile getirdiğim eleştirisi bizlere dikkat çekici bilgiler vermektedir. Hani deyim yerindeyse satır aralarını okursak ihtilalin arkasındaki sınıfsal yapıyı görebiliriz de. Açıkça şu soruyu sormalıyız. Demokrat Parti iktidarı hangi toplumsal kesimleri memnun eder, hangi kesimleri ise hoşnut kılmaz? Hatta 1950-60 arası ülkemizde oluşan ya da gelişme gösteren sosyal kesimler ve yapılanmalar hangileridir?

Açıkçası, Demokrat Parti döneminde izlenen iktisadi ve toplumsal politikalar neticesinde ülkemizde çiftçi, tüccar, esnaf ve sanayici kesimler yükselir ve öne çıkarken asker, bürokrat, memur kesimler ise en azından yerinde sayar hatta konum kaybına uğrar. Bu konuda güzel bir örnek memur kavramının bizdeki geleneksel yeriyle ilişkilidir. Bilindiği üzere Osmanlıdan beri memur ve bürokrat kesimin bir saygınlığı ve ağırlığı vardır. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de etkisini sürdüren bir durumdur bu. Evlilik girişimlerinde memur olmanın avantajlı olduğu devirlerden söz etmek mübalağa olmasa gerek. Oysa 1950 sonrasında ülkemizde telkin edilen değerler farklılaşır. “Küçük Amerika olmak” ya da “Her mahallede bir milyoner peyda etmek” Deyişleri ironik bir duruş sergileyebilir ve eleştirilebilir ancak bir bakıma yeni bir yapılanmayı sembolize etmektedir.

Elbette Osmanlının son dönemlerinde yetişmiş ve bizde sosyoloji biliminin öncülerinden olan Prens Sabahattin’in bazı tezleri DP iktidarı dönemini anlama noktasında bize rehberlik edebilir de. Her ne kadar, İngiliz hayranı yönü ve 31 Mart isyanındaki misyonuyla eleştirilse de Sabahattin Bey memuriyet, bürokrasi ve ticaret üzerine tartışılabilecek görüşler sunmaktadır. Örneğin, memurluğun ahlaksal bakımdan tenkide açık bir kültürel yapısı olduğunu düşünmektedir. Memur amir karşısında ön ilikleyen, bir şekilde baş eğen insandır şeklinde nitelendirir. Halbuki, tüccar kendi işinin sahibidir ve el etek öpmez şeklinde saptama yapmaktadır. Dolayısıyla ünlü sosyal bilimcimiz iktisadi ögeler ve gelişimle toplumsal yapı ve ahlaksal değerler arasında derin bir bağ görmektedir.

Demokrat parti dönemi de sözünü ettiğimiz tahlillere benzer bir yapılanmayı tesis etme yönünde nüveler vermektedir. Tabii ki ülkemizde sosyal kesimleri etkiler, konumlarını değiştirir. Bu noktada DP iktidarına yöneltilen önemli bir eleştiri Atatürk’ün Devletçilik anlayışıyla ters düşen politikalar izlendiğidir. Mesela dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın ve diğer siyasilerin önemli bir bölümünün tek partili dönemde de siyaset yaptıkları ve o dönem pekâlâ devrin özellikleri dairesinde hareket ettikleri söylenir. Bu noktada şartlar temelinde bazı mukayeselere gerek olduğunu düşünüyorum açıkça. Atatürk’ün izlediği siyaset ve yaptığı çalışmaların temel niteliklerinden ikisi akılcılık ve bilimsellik olmaktadır. Dolayısıyla Atatürk devrimlerini donmuş kalmış gelenekler haline getirirsek deyim yerindeyse devrimci tutuculaşmasına maruz kalacağımızı dillendirmek acep mübalağa mı olur?

Burada şunları sormalıyız. Devletçilik ilkesi nedir, ne değildir, dayandığı şartlar nelerdir? Devletçilik ilkesi açıktır ki, devletin ekonomiye öncülük ve rehberlik etmesi esasları üzerine kuruludur. Kesinlikle konuya totaliter rejimler bazında yaklaşılmamıştır. Hazırlayan şartlarıysa iç ve dış olarak incelemek mümkündür. Hepimizin bildiği üzere Osmanlıdan itibaren ticari faaliyetler Yahudiler ve Rumlar tarafından yürütülür. Bu durum merhum yazarlarımızdan Attila İlhan’ın sıkça vurguladığı gibi ülkemizde komprador bir sınıf oluşturur. Bir gayri Müslim burjuvazi peyda olur. İşte, Türklerde ticari birikimin sağlanamayışı (ki bu durumun oluşmasında 1911-22 arası savaşlar döneminden çıkmamızın da belirgin bir etkisi vardır.) Cumhuriyetin ilk döneminde devletçilik anlayışını öncü ve rehber bazda şekillendirecektir. İkinci bir hususta batı dünyasında 1929 ekonomik krizini takiben gelişen Keynesyen iktisat siyasetinin ya da daha net söylersek müdahaleci devlet anlayışının dalgalar halinde etkilerini bize de duyurması olmalıdır.

1930’dan itibaren bizde meydana gelen yapılanma üzerinde bu saydığım hususların önemli etkileri vardır. Unutmayalım ki, ülkemiz ekonomisinde 1923-30 arası liberal iktisat dönemi olarak geçmektedir. Bu dönem özel teşebbüse öncelik veren kısmi düzeyde liberal bir politikayı öngörmektedir. Elbette şartlar elvermediği için beklenen başarı sağlanamaz.

Bunu derken aynı şekilde Demokrat parti döneminin izlediği liberal siyasetin hem biçim hem de kapsam boyutunda tartışılabileceği ise kuşkusuzdur. Sözgelimi Sovyet Rusya etkisiyle birlikte Amerika ve batı dünyasıyla bütünleşmemiz ne kadar askeri-siyasi strateji kapsamlı cereyan etsede; Marshall Planı ve yardımı çerçevesinde sömürüye açık bir sürecin inşa edildiği hususu da doğal olarak dillendirilir hep. Yine, ülkemizde izlenen ekonomi siyaseti gerçek bir liberalizme ne kadar uyar sorusu sorulduğu gibi özellikle dönemin sonlarına doğru getirisi ne olur şeklinde de sorgulanır. Gerçekten de 1958’de yapılmak zorunda kalınan devalüasyon ve sonrasında politik nedenlere dayanan dış borç krizine girilmesi akla gelebilir. Bu durum 1950-60 arası süreçte izlenen ekonomi siyaseti dairesinde ülkemizin gösterdiği gelişimin faturası olmalıdır. Şüphesiz sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer sözündeki gibi 1960 sonrası liberal ekonomi anlayışı eleştirilirken planlama perspektifi tekrar öne çıkacaktır.

Kısacası Demokrat parti dönemi ekonomi siyaseti de elbette muhasebe edilir ve edilmelidir de. Ben yapıcı değerlendirme ve kritiklerin kendisini her alanda olduğu gibi belli edeceği inancındayım. Her şeyden önce, dönemin statükoya karşı çıkılan bir devir olduğunu belirtmek gerekir. Savaş sonrası tüm dünyada yaşanan radikal değişim süreci bizi de etkilemektedir. Hani derim ki; ülkemizin tarihinde mühim bir kırılma noktasıdır. Önemli ölçüde de bu gerçeğin sancıları yaşanacaktır.


L.T.







Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
-yassıada mahkemesinin söylemlerinden bir dönemi okumak- Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz -yassıada mahkemesinin söylemlerinden bir dönemi okumak- yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
-YASSIADA MAHKEMESİNİN SÖYLEMLERİNDEN BİR DÖNEMİ OKUMAK- yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
zakir
zakir, @zakir
10.3.2017 17:59:39
"Şu kadar sene memleketi yönettiniz, tüccarlara, köylülere milyonlarca lira harcadınız, askerlere hiçbir hizmetiniz olmadı, hepsi bodrum katlarında çatı aralarında sefalet içinde yaşadı!" Menderes şu karşılığı verecektir. “Muhterem Başkan, omuzlarında bu şerefli yıldızı taşıyan subaylarımızın milletin saadetini kıskanacağını sanmıyorum.” Maalesef tarihimiz hüzün sayfalarında işli utan verici bir hâl. Merhum Başbakanın verdiği cevap dahi asilce. Mekanı cennet olsun. Çok sağ olun bu vukuflu yazı için.
levent taner
levent taner, @leventtaner
10.3.2017 17:29:13
İki gün sonra 12 Mart Muhtırasının 46'ıncı yıldönümü

Yakın tarihimizdeki darbeler, müdahaleler zincirinin anlı şanlı! Halkalarından biri

Bugün hiç kuşkusuz toplumumuzun ekseriyeti darbeye karşıdır, en azından günlük söylemin bu olduğu söylenebilir

Ne ki, darbeye karşıyım demek kadar yana olmamakta önem arz eder bence

Demem o ki, ilk bakışta aynı şey gibi duran hususlar farklı bir kimyaya sahip olabiliyor açıkçası

Yanı sıra, karşı olmak veya yana olmamak kadar bilgi sahibi olmak ve anlamına varmakta önem arz eder kanımca

Gerçi, naçizane yazım 27 Mayısla ilgili

Takdir edersiniz ki, bir geleneğin temelini atan bir takvimdir

Elbette darbe ve ihtilal tarihimiz çok daha uzun bir maziye dayanır

Bu bağlamda, yakın tarihimizin soğuk savaş dönemi konjonktürüyle de örülü darbe ve ihtilalleri bazında almak kaydıyla

Hiç kuşkusuz 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat değerlendirmelerinede yer vermeye çalışacağım

Tamam tamam izci sözü

Yerine getiremesem de, yalan söylemiş olmam, hiç izci olmadım açıkçası, başım ağrımaz hani o mânâ

Sanırım ne kadar berbat bir adam olduğumu fark etmişsinizdir

Kuvvetle muhtemel itimat telkin etmiyorum şu anda

Nihayet dostlar

Hayırlı cumalar dilerim

Yoksa evetli cumalar mı dilemeliydim?

Adam diyor ki, ben seçime kadar hayırlı cumalar demiyorum, bereketli cumalar diyorum

Yahu kardeşim adamı deli etme!

Gelenek belli

Hayırlı cumalar veya cumanız mübarek olsun denir

Bereketli cumalarda neyin nesi?

Korkarım ki, toplum olarak bu haldeyiz son haftalarda ve daha birkaç hafta

Şu kadar ki, benim nazarımda hayırda hayır, evette de bereket vardır

Şaka maka beni duyan da; 16 Nisanda düğüncü olduğumuzu falan sanır

Sözün özü

En derin saygı ve selamlarımla...


levent taner tarafından 3/15/2017 8:44:43 AM zamanında düzenlenmiştir.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.