- 636 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
DÜNYA KADINLAR GÜNÜNDEN BİR ÖNCEKİ GÜN---KELEBEK VE DALGIÇ GİYSİSİ
Dünya Kadınlar Günü mü, Dünya Emekçi Kadınlar Günü mü daha ona karar veremişken 8 Mart dolayısıyla bir baktım bir sürü yazı yazılmış sitede. Hatta ’ Dünya Dişişer Günü ’ olsun diye yazan bile olmuş.
Bir konu üzerinde bu kadar çok yazı yazılmışsa ben o konuda yazmam artık. Dolayısıyla da 8 Mart ile ilgili hiç bir şey yazmamaya karar verdim.
8 Mart Önemli bir gün müdür, değil midir inanın daha onu bile anlamış değilim zira bayanların pek çoğu bile böyle bir güne itiraz ediyorlar.
Neyse... O kısma fazla girmeden bir gün öncesine bakalım. Yani 7 Marta...7 Mart Ne günü? Şöyle takvimleri kurcaladığımızda herhangi bir şeyin günü olmadığını görüyoruz Ama bir engelli olarak benim nazarımda 7 Mart önemli bir gün oldu artık. Neden mi? Açıklayayım.
8 Martta sapasağlam kadınlar sokaklara dökülürler ellerinde pankartlar, dillerinde sloganlar ve bir takım isteklerde bulunurlar. Kimden isterler? Erkeklerden. ’ Bizi daha çok sevin, bize daha çok saygı gösterin, bize hakkettiğimiz değeri verin, bizi dövmeyin, bizi, öldürmeyin, bize eşya muamelesi yapmayın, bize tecavüz etmeyin, bizi taciz etmeyin...’Uzar gider.
7 Marta ise bir engelli insanın yazdığı müthiş bir kitap okurlarıyla buluşur. 7 Mart 1997
Şimdi denilebilir ki ’ Ne varmış yani. Engelli insanların yazdığı o kadar çok kitap var ki dünyada’
Ama bu kitap farklı. Haaa şu meşhur ’Sol Ayağım’ Kitabından bahsetmeyeceğim. Bu ondan da müthiş. Adı: DALGIÇ GİYSİSİ VE KELEBEK (LE SCAPHANDRE ET PAPİLLON ---- THE DİVİNG BELL AND BUTTERFLY )
Müthiş çünkü bahsedeceğim kitap göz kapağı ile yazılmış bir kitaptır.
Evet evet..Bildiğiniz göz kapağı ile. Zira yazarı olan Jean-Dominique Bauby’nin hareket edebilen tek organı bir gözü ve o gözün göz kapağıdır. Bunun dışında vücudununun hiç bir organını kıpırdatamamaktadır. Çünkü o ’ locked-in denilen’ bir çeşit felç hastasıdır.
İşte böyle bir halde olmasına rağmen Jean-Dominique Bauby, felç olmadan önceki hayatını bir kitapla anlatmaya karar verir.
Bir dil terapisti, Fransızcadaki harfleri kullanım sıklığına göre sıralayarak (E, L, A, O, I, N, S, D, vs.) okumuş, Bauby, söylemek istediği harf gelince göz kırparak karşılık vermiştir. Bu yolla kitabın yazılması için Bauby’nin yaklaşık 200.000 kez göz kırptığı tahmin edilmektedir. Bir kelimenin ortalama yazılma süresi 2 dakika almıştır.
Düşünebiliyor musunuz. Bir kelime yazabilmek iki dakika sürüyor. Ama yazar yılmıyor.
Jean-Dominique Bauby,Elle dergisinin baş editörlüğü yapmaktadır ve oldukça fırtınalı bir hayat yaşamaktadır.
Aslında iyi bir aile babası ve çok güzel bir eşi olduğu halde bir başka kadına gönlünü kaptırmış ve eşinden ayrılmıştır. Eşinden ayrı yaşamakla birlikte onunla oldukça medeni bir ilişkisi vardır. Çocuklarını görme, onlarla birlike olma konusunda bir sıkıntı yaşamaz. Nitekim en büyük çocuğu olan oğlu ile birlikte yeni almış olduğu arabası ile bir geziye çıktıklarında birden fenalaşır. Arabayı durdurur ancak bir daha kıpırdayamaz. Bundan sonra artık son nefesini verinceye kadar bir hastanede geçecektir hayatı...
İşte bu ilginç ama gerçek hayat hikayesi ABD’li yapımcı Julian Schnabel tarafında2007 Yılında. Pek çok ödülleri olan bir film haline de getirildi kitaba ilaveten.
Filmde adı geçen tüm isimler gerçek. Yani “True Story” adı verilen yaşanmış bir öykü. Dünyada az görülen bir vaka olan kılcal damar tıkanıklığı yüzünden sol gözü hariç tüm vücudu felç olan Bauby, hayatının bundan sonrasını bu şekilde geçireceğini öğrendiğinde bunun için ağlayamıyordu bile. Çünkü felç olmuştu. Ancak felç olmadan önce bir yayımcı ile anlaşmıştı. Bir kitap yazacaktı.Aslında kafasında kurguladığı kitap Monte Cristo’nun günümüze uyarlanmış bir şekli olacak ve baş kahrama da kadın olacaktı. Plan buydu. Fakat artık tek göz kağapını oynatabilip tüm iletişimini onunla sağlamaya başladıktan sonra bu düşünceyi ikinci plana attı. Öncelikle kendisini anlatacaktı.
Bu kitabı yazmak için son derece sabırlı birine ihtiyaç vardı. Çünkü Bauby iletişim kurabilmek için sadece sol gözünü kullanabiliyordu. Karşısındakinin de onu anlayabilmesi için sadece bir harf için tüm alfabeyi yeniden okuması gerekiyordu.
Bauby’nin, bu kitap için yaklaşık 200.000 kez göz kırptığını düşünülüyormuş. Felçli bünyesinde kendini bir dalgıç gibi hisseden Bauby, o sabır abidesi editörünü de kelebek olarak görüyordu. Kitaba ismi böylelikle vermiş oldu. Dalgıç Giysisi ve Kelebek … Bu kitap belki de onun hayatındaki en önemli şey olmayacaktı. Ta ki felç olduğunda yapabileceği işler oldukça sınırlı olana dek. Oysa şimdi yazdığı kitap film oldu. Ancak kendisi izleyemedi. Çünkü 1997 yılında kitabı piyasaya çıktıktan on gün sonra zatürree sebebiyle hayata gözlerini yumdu. Ancak bundan önce hayata son golünü atıp gitti.
Filmde en etkileyici sahne kesinlikle sağ gözünün ödem olmaması için dikildiği sahneydi. Aynen içerden bir görünüşle yani Bauby’nin gözünden görebileceğimiz şekilde çekim yapılmış. Oldukça etkileyiciydi.
Bunun dışında benim nazarımda unutulmayacak üç sahne daha daha vardı:
Birincisi: Bauby’nin eski eşinin, eski kocasıyla ilk karşılaştığında ona - Sevgilisi olan kadını kastederek - ’ O da geldi mi? Diye sormasıydı ki daha sonra bu soruyu bir kez daha sordu bir başka ziyaretinde. Yani kadınlar, durum ve şartlar ne olursa olsun diğer kadını hep merak ederler.
İkincisi: Bauby’nin sevgilisi telefonla hastanedeki Bauby ile konuşmak ister. Ancak Bauby’nin başında o anda eski karsı vardır. Sevgili, eski eşten dışarı çıkmasını rica eder. Eski eş ise bunun mümkün olmadığını, onunla konuşabilmek için ancak kendisinin aracı olabileceğini, kısaca iletişimin nasıl kurulduğunu anlatır. Ancak kadın ısrar eder. Bu arada Bauby de göz kapağı işaretleri ile ’ Sadece bir dakika çık’ der.
Eski eş dışarı çıktığında sevgili olan kadın neden gelemediğini filan anlatıp Bauby’i hala çok sevdiğini söyler. Son olarak ’ beni görmek ister miydin?’ Diye sorduğunda eski eş içeri girer. Sorunun cevabını Bauby den alır ve sevgiliye iletir ’ Evet..Her zaman.’ Yalnız sevgili hiç bir zaman Baudy’nin yanında olmazken her zaman onun yanında olan eski eşidir.
Üçüncü olarak da Bauby’nin sağlıklıyken, doksan iki yaşındaki babasını traş etmesi ve aralarında geçen konuşmalar...
Filmin yönetmenliğini Julian Schnabel yapmış, senaryosunu ise Ronald Harwood elden geçirmiş. Jean-Dominique Bauby rolünde Mathieu Amalric’i görüyoruz. Onun hayata tutunmasını sağlayan ve Fransa’nın en sık kullanılan harflerini başa gelecek şekilde sıraladığı bir alfabe oluşturan, konuşma terapistini Marie-Josée Croze canlandırmış. Ve kitabın yazılmasında büyük emeği geçen aynı zamanda ismine ilham kaynağı olan editör Claude rolünde ise Anne Consigny var.
Filmin acıklı olması bir yana Jean-Dominique Bauby’nin sol gözünden çekiliyor olması ve kendisinin düşüncelerini seslendiriliyor olması filme bir neşe katmış. Hayata felçli de olsa sıkı sıkya başlanmanın önemini bu kadar iyi vurgulayan bir yapıt olan Dalgıç ve Kelebek (The Diving Bell and the Butterfly)adlı bu filmi mutlaka izlenmeli bence. Ben bu gün üzerinde çok yazılmış olan Dünya Kadınlar Günü ya da Dünya Emekçi Kadınlar Günü hakkında bir şeyler yazmak yerine Bu filmi izledim ve sizlerle paylaşayım dedim
Kısaca ’ Hayatta başınıza her ne gelmiş olursa olsun yaşamak güzeldir’ Gibi ukalaca ve içimden gelmeyen bir cümle kurmayacağım ( Bana göre yaşamak elbette güzeldir ama her şeye rağmen değil. ) ama kitabın da filmin de mesajı bu: Yaşamak Herşeye Rağmen Güzeldir.
Filmi merak ediyorsanız aşağıdaki linklerden iki bölüm halinde seyredebilirsiniz.
www.altyazilifilmizle.org/kelebek-ve-dalgic-izle.html
www.altyazilifilmizle.org/kelebek-ve-dalgic-izle.html/2
RESİMLER
1- Gerçek Jean-Dominique Bauby ve gerçek terapisti.
2-3-4-5- Filmden bazı sahneler.
6- DALGIÇ GİYSİSİ VE KELEBEK (LE SCAPHANDRE ET PAPİLLON ) Adlı kitap.
YORUMLAR
Ağabeyim, aslında bütün çözüm '''İnsan olup her şeye insanca bakıp, insan olmakta yatıyor!'''
Kadın da insan olduğuna göre başka söze gerek var mı bilemiyorum.
Yine güzel bir konu yakalamış ve bizlerin beğenisine sunmuşsunuz.
Beğendim!
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
Değerli hocam, Dünya Kadınlar Günü'nün kadın gerçeği ile çelişkisini görmezlikten geldiğiniz veya bunu önemsemediğiniz izlenimini edinebilmek için, burada anlattığınız olağanüstü durumdaki kadınların rollerine pek dikkat etmemiş olmak gerekir ki, bu da kadın meselesindeki (ve çözümündeki) incelikli değerlendirmenin gözden kaçırılmasına varır...
Yani demek istiyorsunuz ki, kadının anlamlılığı erkeğin anlamlılığından soyutlanamaz ve yılda bir güne mahkum edilemez...
Eğer böyle de anlaşılmazsa, o çok tekrar edilen, kadını sömürü aracı haline getiren 'kapitalist çarklar'dan söz etmenin bir anlamı olmaz...
Bence şiirsel de bir yazı olmuş bu yazınız...
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Bu gün face bookta bir doktor arkadaş şöyle bir şey paylaşmış:
'' Kadınlar olmasaydı erkekler olmazdı.''
Okumuşu, tahsillisi böyle derse cahiline neyi nasıl anlatırsın hocam.
Bahsi geçen eserde ve filmde sadece Baudy'e odaklanırsak elbette çok şey kaybederiz. Claude de en az onun kadar önemli bir kahramandır. Ya da terapist Marie...
Selam ve sevgilerimle.
Değerli hocam keşke bu paragrafı hiç koymasaydınız . Kırıldım ... ! Hiç değinmemek önemsizleştirmek ten evladır.
''8 Martta sapasağlam kadınlar sokaklara dökülürler ellerinde pankartlar, dillerinde sloganlar ve bir takım isteklerde bulunurlar. Kimden isterler? Erkeklerden. ’ Bizi daha çok sevin, bize daha çok saygı gösterin, bize hakkettiğimiz değeri verin, bizi dövmeyin, bizi, öldürmeyin, bize eşya muamelesi yapmayın, bize tecavüz etmeyin, bizi taciz etmeyin...’Uzar gider.''
Yazının geri kalanı için güzeldi diyebilirim...
Sevgilerimle...
sami biberoğulları
Bir kaç günden beri kadınlarımız hep bunu söylemiyorlar mı? Yani seni kıran paragraftaki şeyleri...
Bunlar kadınların istekleri değil mi peki?
Peki bu istekleri kimden istiyorlar? Havadan, sudan, canlı ve cansız diğer varlıklardan değil. Erkeklerden. Öyle değil mi ?
Ben ne demişim: ''Sapasağlam kadınlar'' Diye başlamışım paragrafa..İşte o ifade özellikle yazılmıştır...Bu yazı da öyle...Hiç kimse bir başka kişiye bir takım güzellikleri ve iyilikleri altın tepsi içinde sunmaz. Sadece bir göz kapağını hareket ettirebilen bir insan bile azimle çalışıyor...
Haa burada yine çok ince bir ayrıntı var.
Claude ve Marie ( Editör ve Terapist) olmasa Dalgıç Giysisi ve Kelebek diye bir eser asla yazılamayacaktı.
Yani erkek ve kadın birbirini bütünlemelidir.
Gördüğün gibi yazım aslında hiç de 8 Mart Dünya kadınlar gününden uzak, hiç değinilmemiş bir yazı değildi.
Selam ve sevgilerimle.
Nine, Ana, Bacı, Eş, Evlat makamında olan herkesin
sadece bir güne mahsus değil, ömür boyu her gün hakkı teslim edilmeli, kadir ve kıymeti bilinmelidir.
Onun için kapitalist sistemin, tüketim toplumunun ve sömürü düzeninin "Anneler Günü", "Kadınlar Günü", "Sevgililer Günü" vs sömürü kalemlerini kabul etmiyorum.
Beşeri ideolojiler kadını önce aşağılayıp, değersizleştirdi, eziklik ve aşağılık psikolojisi yaşattılar, ardından da feminist fikirler ileri sürerek güya kadını toplumda onöre ettiler, erkek karşısında yüceltmiş oldular.
Kadının kadınlık, analık ve eşlik vasıflarını çiğneyerek, aile yapımızdaki ve toplumdaki en güzide rolünü de yok ettiler. Düşünce kirliliği yok edilir veya tamir edilebilir ama duygu kirliliği asla tamir edilemez.
En basit bir araba-motosiklet reklâmında, filmlerde, dizilerde, hatta sakız reklâmında bile kadın çırılçıplak soyulup eti sergilenirken, o reklama çıkan kadın da boynundaki kölelik zincirinin ve gözleri kör eden şöhret hülyalarının perde arkasındaki süflî ve kirli emellerin farkında mıdır acaba?
Dünya kadınları,
8 Martta bari bu küresel sömürüye karşı asil bir duruş sergilese,
bir itiraz çığlığı yükseltse,
el birliğiyle bir farkındalık deklare etseler nasıl olur?
sami biberoğulları
Kadınlar günü geldi geçti. Eee bundan sonraki günler ne olacak?
Bir tek gün...Onda bile kadın öldürdük.
Üstadım mesele kadınlara bir tek gün tahsis etmek değil. O günü bile çok değişik ve amacından uzak etkinliklerle baştan savmak ya da politikalara alet etmek değil.
Neyse..Söylenecek çok şey var aslında ama herkes dolu bu konuda. O bakımdan galiba susmak en hayırlısı.
Selam ve sevgileriöme.
Kıymetli hocam ilginç bir bakış acısıyla kaleme alınmış etkileyici bir yazı ilgiyle okudum.
Sizinde dediğiniz gibi dünya kadınlar günü ya da dünya emekçi kadınlar günü ne enteresandır ki, günün sahibi olan kadınların, pek önemsemediği bir gün değil. Dünyada nasıl algılanır. Bir şey diyemem ama bizde maalesef bu önemli güne hak ettiği değer verilmiyor. Sanırım bunun asıl nedeni toplumsal bazda konunun mecrasından çıkarılmasından kaynaklanıyor. Yani olay erkeklerin kadınlara hediye alması gereken bir gün gibi algılanıyor. Nihayetinde eşinin kendisine hediye almamasını dert eden ve bu yüzden kocasına küsen insanların olduğu bir gerçektir. Durum böyle olunca da günün anlam ve önemi gümbürtüye gidiyor.
kaleminize emeğinize sağlık.
Saygı ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Çok dikkatimi çeken bir şey var bir kaç gündür.
Kadınlar patlamaya hazır bomba gibiler.
Ben biraz da bu sebeple direkt Kadınlar günü başlığı atmadan anlatmaya çalıştım anlatacaklarımı. Kadın ve erkek bir bütün olursa ortaya güzellikler çıkar. Baudy ve Cloude gibi...
Ancak dediğim gibi bu günlerde '' Kadın çiçektir, anadır, bacıdır'' diyen de, Kadınlar günü olmasın dişiler günü olsun diyen dangalaklar da aşağı yukarı aynı kefeye kondu kadınlar tarafından. Birincisi samimiyetsizliği sebebiyle, öteki hödüklüğü sebebiyle namlunun ucuna kondu.
Yani samimi olarak bir şeyler yazdığınızda bile pek kabullenebilecek ruh halinde değildi kadınlarımızın önemli bölümü...
Yazacak şey çok da bazen kısa kesmek lazım.
Selam ve sevgilerimle.