Baharla İlgisi Yoktu
Baharla ilgisi yok, kız çok güzeldi. Boyu neredeyse benimki kadardı(çaktırmadan baktım), saç uzunluklarımız, göz renklerimiz(bunlara sanki biraz çaktırarak baktım)aynıydı. Aramızda biri vardı; pis mi pis herifin teki, süzme leş kargası. Kız, kıpır kıpırdı. Şehrin gürültüsüyle düet yapan trafik direği ısrarla, “lütfen bekleyiniz” diyordu, “lütfen bekleyiniz lütfen bekleyiniz lütfen bekleyiniz…” Direğin altında biz onlarca kişi, itaatkardık. Bir anda celallendi bu, “ne beklicem lan!” dedi, elini şöyle bir havaya kaldırarak, döndü arkasını hızla uzaklaştı. Hemen bağırmak istedim, “lütfen bekle! diye, “lütfen bekle!” Bağıramadım. Ardından bir süre bakakaldım. Sonra ben de kaldırdım elimi havaya şöyle bir, “o beklemezse ben de beklemem lan!” dedim, döndüm arkamı peşine takıldım.
Aramızdaki mesafe birkaç metreye inince yavaşladım. Ne uzun cadde boyunca yanımdan geçen araba plakaları umurumdaydı, ne kirli kaldırımın taş ne de adımlarımın sayısı. Onu izliyordum. Hafif esen rüzgarla dalgalanan uzun saçları, benliğimle dans eden deniz kokusuydu. Ve deniz beni çağırıyordu. Kocaman, kızıl bir güneş kanına karışırken, üstünde olduğum nehrin onunla birleştiği yere doğru sürüyordum kocaman gemimi, önüme çıkan balıkçı kayıklarını sağa sola savurarak.
Bir anda durdu bu. Ben de durdum. Elini kaldırdı. Ben kaldırmadım. Bir minibüs durdu. Bindi bu. Koştum, ben de bindim. Biri daha bindi; tipsiz, adi herifin teki. Benden önce bindi. Potansiyel sevgilimin yanına oturdu. Ayaktaki tek yolcuydum. Başlarına dikildim. Şoför hafif kel, kirli sakallı, bıyıklı, konuşkanın biri; “evet ücreti gönderemeyenler bir zahmet evet neresi evet arkaya ilerleyelim ilerleyelim bir zahmet(ulan ayaktaki tek kişi benim)ücreti gönderemeyenler var bir zahmet arkaya ilerleyelim(dur sen ilerlicem ben sana)neresi…” Bembeyaz elleriyle ücreti bir öndekine uzattı bu, “pardon, bir Süperköy uzatır mısınız?” O da bir öndekine, “Süperköy uzatır mısınız?” En son şoför, kalın sesiyle, “bu 10 para neresi?” İki kişi aynı anda “Süperköööy!” Tek eli direksiyonda elindeki tomardan bir kağıt para çekti önce, sonra önündeki metal kutuyu karıştırdı şıngır mıngır, para üstünü uzattı herif. Elden ele, “Süperköy para üstü, Süperköy para üstü, Süperköy para üstü… Beniiim!” Ne güzel “beniiim” diyordu, ne güzel sesi vardı sevgilimin. Pardon, potansiyel sevgilimin… Hayır hayır, ona sevgilim diyebilirdim. Minibüsten iner inmez arkasından yaklaşacak, kolundan tutacaktım. Şaşıracaktı önce bir, bir süre şaşkın şaşkın bakacaktı. Sonra, kendisini sevgilim ilan ettiğimi öğrenince, önce suratında bir gülümseme oluşacak, sonra “aşkııım” diyerek boynuma sarılmayacak mıydı zaten?
Minibüs dura ilerleye devam ediyordu. Bir kişi iniyor, üç beş kişi biniyordu. Yarım saat içinde tıklım tıkış olmuştu. Şoför bozuk plak gibi devam ediyordu, “evet arkaya ilerleyelim ilerleyelim bir zahmet(ulan ilerleyecek yer mi var) evet ücreti gönderemeyenler var bir zahmet neresi evet arkaya ilerleyelim bir zahmet(ulan patates çuvalı gibi teptin bizi buraya) neresi… Sevgilimin başındaki yerimi kaybetmiş olsam da arkaya ilerlememekte inat ederek onu görüş açımı kaybetmemiştim. Tam ortadaydım ve önümdekiler onu görmeme engel değildi. Görebiliyordum, cama dayadığı kusursuz kafasını, arada gözlerini elindeki telefona yöneltişini, uzun parmaklarının mekanik hareketlerini. Ne güzeldi! Kızlar mesaj grubuyla kim bilir ne muhabbet dönüyordu aralarında. Kim bilir? Kim bilir belki de benden bahsediyordu onlara, belki de görmüştü beni, şehrin bilmem hangi bölgesinde, bir görüşte vurulmuştu da tekrar görsem keşke o yakışıklıyı diye geçiriyordu içinden. Gör beni sevgilim! Gör beni! Bak, buradayım işte! Derin bir ah çektim, Kızlar mesaj gruplarının bozulacak olmasına içlenerek. Bundan sonra ben mesajlaşacaktım onunla; slm aşkiim yazacaktım, naber, ii aşkimm diye karşılık verecekti, seni özledim, mesajlaşacaktık saatlerce vaktin nasıl geçtiğini anlamayacaktık, en sonunda da patlatacaktık birer bye, bir o bir ben, birkaç saat sürecekti bu bye seremonisi. Sonra gece vakti ne zaman çişe kalksak birbirimizi hatırlayacak telefon edecektik, alo aşkımm diyecektik, seni özlediim, uyandırmadım ya diyecektik, olur mu aşkım diyecektik ne uyandırması, gecenin dördünde ne uykusu bu, zaten sabahın yedisinde iş için uyanmayacak mıyız, madem uyanacağız bu uyku niye, diyecektik. Tekrar çişimiz gelince yine patlatacaktık birer bye, bu birer byelar da çiftleşeceklerdi hemen, bir sürü olacaklardı, sonra bu bye senfonisine üflemeli sen kapat aşkımlar gireceklerdi orta yerlerinden.
Minibüs hızla ilerlerken çantasından bir kitap çıkardı bu. Açmadan uzun uzun kapağına baktı. Bir gülümsedi bu. İşte böyle, mavinin gölgelisi bir renk hakimiyetinde parlak suratlı, bıyıklının tekiydi kapaktaki. Oğuz Atay diye herifin biri, Tehlikeli Oyunlar diye okudum kitabın adını. Aferin sevgilime diye geçirdim içimden, aferin sevgilime! Ben de severim öyle oyunları bambi cambing miydi zombi kamping miydi neydi sonra yüksekten atlama paraşütle atlama uçaktan uçağa atlama koşarak uçurumdan denize uçma ben de hastasıyımdır böyle tehlikeli oyunların yok kendim oynamam ama başkaları oynarsa izlerim yani. Sevgilim sevgili sevgilim, ne çok ortak yönümüz varmış bak! Evlenmeliyiz biz. Kesinlikle. Evlenmeliyiz. Uzun mesajlaşmalardan sonra, alacaktım elime bir kutu çikolata dayanacaktım kapılarına, çalacaktım zili; kapıyı böyle temiz suratlı, güler yüzlü beyefendinin biri açacaktı, buyurun diyecekti, hoş geldiniz. Hemen girecektim içeri, hiç vakit kaybetmeden isteyiverecektim kızı; güller açacaktı babasının tombik suratında, boynuma sarılacaktı hemen, oğlum diyecekti, oğlum…” Sonra kurulacaktık dev ekranın karşısına; böyle iki metrelik mesafeye kondurduğumuz bir buçuk metrelik dev ekranın karşısına, en tehlikeli oyunları izleyecektik. Oyunun biri bitecek biri başlayacaktı. Hiç canımız sıkılmayacaktı. Canımız ne zaman sıkılsa boy boy kızlı erkekli çocuk yapacaktık. Niye olmasın be, niye olmasın, kiminin ismini Oğuz koyacaktık, kiminin Atay. Mini mini bir sürü Oğuzlar ve Ataylar gezinecekti ortalıkta. Yapacaktık çocuğu yapacaktık çocuğu.
Bir anda celallendi bu, önümdeki adam, “n’oluyo lan…” dedi, sıkışık minibüste arkasını dönüp bakmaya çalışırken. Ellerimi adamın belinden çekerken birkaç kere daha gidip geldim. Durdum. Adam güçlükle kafasını döndürüp bana bakarak, “n’apıyon birader” diye bağırdı, “sapık mısın lan? Ayak üstü bize mi…” Kısık bir sesle, “çocuk” dedim, “çocuk yapıyorduk da.” Defol git lan, git şöyle arkaya doğru diye bağırırken, sevgili karıcığım etrafına bakınıyordu. O an bağırmak istedim, “ben buradayım ey sevgilim sen neredesin?”
İte kakıla arka tarafa atılırken, şoför hâlâ bağırıyordu. “Evet, ücretini gönderemeyenler var bir zahmet.” Ve ben artık onu göremiyordum. Önümdeki dev kadın engeldi; turuncu kafalı çillinin biri, koltukta oturan yaşlı bir kadınla sürekli konuşan. Yahu, çekilsene önümden!
Süperköy’de inecek var, diye bağırdı biri, tam ben kadına biraz çekilmesini rica etmeye hazırlanırken. Minibüsten indik. Biz bir sürü kişi. Ufak hızlı adımlarla yürüyordu bu. Şoförün sesi geliyordu arkadan, kim bilir kime sesleniyordu “hey birader ücreti uzatamadın sen.” Ben ona ayak uyduruyordum. Güneş tamamen denizin kanına karışalı dakikalar olmuştu. Ortalıkta tek tük aceleci balıkçı kayıkları görünüyordu. Gemim nehrin denize döküldüğü yere çok yaklaşmıştı. Aniden durdu bu, bir apartmanın önünde. Çantasından anahtar çıkardı ve kapıyı açtı. İçeri girdi. Bir süre kapının önünde durdum, onu izledim. Merdivenlerden çıkışını. Gözden kayboluşunu. Sonra apartmanın ışığı söndü. Sonra apartmanın ışığı yandı. Öylece kapıda bekliyor, boş boş bakıyordum. Tekrar göründü bu. Merdivenlerden indi. Kapıyı açtı, “hadi gelsene” dedi, “gelmiyor musun?” Hiçbir şey söylemedim. Bir süre baktım ve ona ilerledim. Kapı kapandı.
İkinci katta bir dairedeydik, “ne zamandır beni izliyorsun?” diye sordu bu. Hiçbir şey diyemedim. Yanağıma bir öpücük kondurarak beklememi söyledi ve odalardan birine girdi. Az sonra döndü bu. Yanında herifin biri, bildiğin çam yarması, “tanıştırayım” dedi, “bu İso.” Kalktım oturduğum yerden ben elimi uzattım, İso kafasını. Sonrasını hatırlamıyorum, bayılmışım. Merdivenlerden düşerken ayıldım. Güçlükle ayağa kalkarken bana yağdırılan küfürleri, tehditleri işitebiliyordum. Apartman kapısından çıkarken, koridordaki aynada kendime baktım. Baharla ilgisi yoktu. Gözlerimde açan mor çiçeklerin baharla hiçbir ilgisi yoktu.
YORUMLAR
😂😂😂😂
Gebze harem minibüsleri dimi bu,
Birgün iş çıkışı en arka koltuğa oturmuştum. Ücreti ödemek için kalktım, arkaya döndüğümde adamın biri yerime oturmuş salak salak sırıtıyordu. Oh yerini kaptım der gibi.
Kemal Sunal'ın şiki şiki baba yolcuğu gibi maceralidir Gebze Harem minibüs hattı yolculuğu.
Çok şeye şahit olmuşluğum var 9 yıllık İstanbul hayatımda.
İsabella tarafından 16.7.2021 00:03:59 zamanında düzenlenmiştir.
olricx
hey gidi hey:)
Hep merak ettiğim bir nokta büyükşehirlerde insanlar nasıl mutlu bir evlilik yaparlar diye. öyküyü okuduktan sonra merakım daha da arttı. Öykünün sonlarında acaba yazar mutlu sonla bitirmeye mi karar verdi demişken ters köşe oldum. bu anlatımı çok beğendim, mükemmel bir öykü olmuş, ismi de tamı tamına uymuş . tebrik ederim.
olricx
bilmiyorum ki, tanıdığım evlilerle ne zaman bir araya gelsek, bir muhabbete girsek, birbirlerine laf atmalarını dinliyorum. sonra da sen niye evlenmiyorsun diye sorguya çekmiyorlar mı? neyse, mutlaka mutlu olanlar da vardır.
bu anlatımı seviyorum. içten doğal, hiçbir yapay ve sunî bi cümleyle duvara çakılmıyorsun. hatta öyle net ve canlı görünüyor ki burdan, eski filmlere makara sarılır gibi siyah beyaz.
yalnız adama sardığın yerde sesli güldüm. illaki çıkacaktıysa haşatı birilerinin orda çıkmalıydı bile. benim de sadistliğim üstümde midir nedir¿ dövüş kulübü' nden olsa gerek...
p.s: diğerlerini hãlã okumadım birader:)
olricx
Bak ikinci kez yorum yazıyorum .Buda netin gazabına uğrarsa İso yu çağırcam be.. VİP yorumcu olarak bu bana yapılır mı arkadaş. Nerede benim haklarım .. ?
Neyse az önce uzu yazdım .Şimdi özet geçicem . Yolda dayak yiyen bir adam görmüştüm . Bir kadına sorum 'ne olmuş' diye. Kadında' bu kıza laf atmış öbürü de kızın nesi oluyorsa dövüyor işte sapığı' dedi. . Ama en ilginç olanı dayak yiyen küfürle karışık bağırıyordu. ' Ben bu tipsize değil önünden gidene laf attım ' .. :))))
Sevgilerimle...
olricx
zaman zaman yolda yürürken zaman zaman toplu taşımalarda, kafelerde, falan da filanda kızlardan laf yediğim, tacize uğradığım oluyor. yani, bilirim nasıl bi şey olduğunu. kötü bi şey bu.
olricx
yani, belki bir kadın kendisine laf atıldığında ne hisseder tam olarak anlayamayabilirim ama, bende uyanan hislerdense, kötü olduğunu biliyorum.
Den(iz)
1. Sizin oralar neresi ki ?
2. O öyküler neden yazılmıyor madem ? Bizi mahrum ediyorsun ..
Şaka bir yana taciz tacizdir... Cinsiyet tacizci için tek ayır-açtır.. Bazen de fark etmez... Özetle sapık işte...
olricx
Den(iz)
olricx
Den(iz)
Tamam bekliyorum valla yazıyı dört gözle. Çünkü içinde benim İzmir'im var ve sen yazacaksın...
bahar dan dır bu bahardan Oğuz ve Ataylar harici öyküdeki karakterlerden bulmak çok mümkün.
insan hayali yaşar bazen isolardan kafa yiyince düzelir
olricx
Bu benim bay bartholo olmasın..bana geldiğinde ağzı burnu morarmıştı..nereden geldiğini sordum..tam üç öykuyu yazmak uzereyken sıkılıp evden çıktığını ve tercihinin bu olduğunu soylemişti bana..onu bulduğuma sevindim..😊...çok eğlenceli..
olricx
eğlenmene sevindim.
lacivertiğnedenlik
1994 yilinda Leman'da yayinlanmis bir oykum vardi mizahi kisa bisey ona benzettim biraz, hislendim bidaa seyettim okudum.
olricx
yazıyı da merak ettim şimdi.
tekrardan teşekkürler abi.
olricx
Çok güldüm :)
diğer türlü de sonuç aynı olacaktı. yani iso olmasaydı da sevgili olsalardı diyelim
çişe kalkerken bile birbirine haberler verilecekti vs. vs.
sonra birinden biri diğerini uçurumdan cumburlop denize itecek ve bye diyecekti
ne kadar gerçek dışı görünse de gerçeği hedeflemiş gibi
hayalperestlik de bir yere kadar değil mi :)
Sude Nur Haylazca tarafından 3/7/2017 7:00:24 PM zamanında düzenlenmiştir.
olricx
teşekkürler.