sarılmak
Her gün azalan bir aşkla, azalan bir öfkeyle uyanıyordum. Hem bahar gelmişti, en güzel örtüsüyle, sesiyle.Pencereden yansıyan ışık nasıl belirginleştiriyorsa eşyanın rengini, biçimini; aklım da öyle berraklaşıyordu sanki.
Her ateşin harlanmasından sonra zamanla söneceğini öğrenmemiş miydim?
Söneceğini bile bile yanmak da nesiydi o halde?
Sonra aklıma bir dostumun “öleceğimizi bile bile yaşıyoruz “ deyişi geliyor ve anlıyordum: bir bilinmeze koşarken adımlarımızı yavaşlatmaktı asıl isteğimiz, ancak böyle yaşayabilirdi insan, ancak böyle unutabilirdi yaşama isteğini yok eden ölümü.
Nazan Bekiroğlu’nun Mücella’sını anımsıyordum sonra. Başkalarının hayatını seyrederek geçirilen bir ömür…doğduğu ve öldüğü gün hariç hiçbir sahnede başrol olamamış bir çocuk, genç kız, eşin dostun hayatında kapabildiği rolleri hakkıyla oynamak için sırasını bekleyen ve ancak yaşlanırken fark edilen bir figüranlık… sönük sevinçleri, hayalini bile kurmaya korktuğu ve hatta var lığından habersiz olduğu arzularıyla somut bir iz bırakmadan göçüp giden bir ömrün yürek burkan hikayesi…
Bu hayattan çekip gitmeden tohumlarını toprakla buluşturmalıydı her canlı ki toplumsal hafızamızın bu denli zayıf olduğu şu dünyada kişisel hafızalarda bir renk, bir koku, bir ses, bir dokunuş olarak kalalım.
Annemin saçları nasıl kokar, kim bilebilir ki benden daha iyi!
Nasıl sarılır kolları özlemle…
Sarılmak. Sevgiyi iletmenin en iyi yolu bence. Ve bu noktada bir başka yürek burkan hikaye düşüyor aklıma.
Kardeşimin Hikayesi .
Zülfü Livaneli’nin en etkilendiğim kitabı. Yaşadığı büyük aşk ve hayal kırıklığının ardından insanlarla arasına koyduğu mesafe ile duygularından ve onların ruhunda yaratacağı hasarlardan korunmaya çalışan ve hatta başından geçen hikayeyi yıllar önce yaşamını yitiren kardeşine mal ederek, kendi zihnindeki gerçeklikte suya sabuna dokunmadan yaşayıp giden bir adam düşünün. Bu adam sadece suya sabuna değil, hiçbir canlıya da dokunmuyor. Dokunamıyor.Her duyguya kapalı. Çevresinde olan biten hiç bir şey onda şaşkınlık, üzüntü, sevinç, merhamet ya da korku uyandırmıyor.
Canlılara has bütün duygularından arındığını sanan fakat ansızın hayatına giren bir gazetecinin kendisinde uyandırdığı ilgi ve merakla ördüğü kozanın dışına çıkmak zorunda kalan bu adamın bir “sarılma makinesi” var.
Zaman zaman, kendi yaptığı bu sarılma makinesine giriyor.
Kitabı okumayanlara haksızlık olmasın diye daha fazla ayrıntıya girmiyorum ancak bu “sarılma makinesi” buluşunun altında yatan dram bir yara oluyor içimde.
Neyse ki hafızam hatrı sayılır derecede cimrileşmeye başladı son zamanlarda.
İsimsiz yaraların pek ziyaretçisi olmuyor isimsiz mezarlar gibi.
Her gün artan bir yaşama aşkı ,büyüyen bir ümitle uyanıyordum.
Bahar hep böyle gelirdi bana. Rengiyle,cıvıltısıyla bastırırdı tüm olumsuz sesleri, renkleri.
Yaşamak böyle bir şeydi. Devran dönerdi. Her şey dönerdi devranla birlikte.
Yalnız, gidenler dönmezdi, beklerdi.
Ve beklendiğimiz yere gecikmek için hep bir şeylere sarılırdık işte.
YORUMLAR
.
sakit gönüldağlı tarafından 7/8/2017 12:50:23 PM zamanında düzenlenmiştir.
deniz-ce
Ve teşekkür elbette.
sarılmak
ben buradayım ve güven demek
ve iki can demek
bir babanın ya da annenin evladına sarılmasından
daha güzel bir şey olamaz dünyada
öğrenciyken Erzurumda hava kış buz fena soğuk
para yok tabii her zaman ki gibi ev sobalı tabii sobayı yakacak odun kömürde yok
ev arkadaşlarımdan biri tuğladan ısıtıcı yapmıştı
o soğukta o tuğlaya sarıldığım anın güzelliği hâlâ hatırımda:)
büyük bir aşkla
önemli sarılmak yani donmamak adına da
:)
güzel yazı
saygımla Yazarına
gecesi ışıklı ola...
deniz-ce
Selam güzellik
ve teşekkür elbet üşenmeye sarılmadığın için;)