- 575 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
0034 – AFERİN VİRGÜL - ÜLKE TEHLİKEDE MİLLET GAFLETTE
AFERİN VİRGÜL
"Aferin virgül sana, sansara dikkat!
Bekçi gibi düdüğünü uzaktan çalıyor,
Uzaktan çiftliğe bir ölüm çiziyor,
Çiziyor bir mezar, kazıcısı ibikten,
Taşları tavuk tüyü, orduları ibikten,
Bir manga sansar almış, kümesi kaçır;
Çünkü aydede sansarı sevmiyor..."
Ülkü TAMER
ÜLKE TEHLİKEDE MİLLET GAFLETTE
Soğuk bir sonbahar akşamı… Dede torun, çıtır çıtır yanan sobanın yanındaki masada oturmuş, hem konuşuyor hem bir şeyler yapıyorlar. Dede, arada yan dönerek elindeki uzun saplı maşayla hışırdayarak pişmekte olan kestaneleri çeviriyor, torun ödev yapıyor. Fırsat doğdukça, okulda verilen derslere hayat dersleri katılıyor.
Önce matematik ödevi yapılıyor. Dede, gözlüklerini tepesinden indirerek gidiş yolunu ve sonuçları kontrol ediyor. Sonra Türkçe ödevi yapılıyor. Ana fikir ve yardımcı fikirler bulunarak sorular cevaplanıyor. Yardım, cevap şeklinde ve dikte ettirilerek değil, düşünmeye sevk edilerek oluyor. Bu arada önemli konulara dikkât çekiliyor.
Torun, cılız bir çocuk… Her çocuk gibi vücuduna oranla iri bir başı var. Minyon tipli olmasa da bedeni henüz çok gelişemediğinden onun başı iri değil, kocaman görünüyor. Vav harfine benziyor. Onun için dedesi ona Virgül diyor. Hayatına nokta koymasın, uzun ömürlü olsun istiyor. Hayatında hiçbir şeyi düşünmeden noktalamasını istemiyor. Ona ölümün bile nokta olmadığını, onun anlayabileceği şekilde izah etmeye gayret ediyor. Bu güzel yavruyu; iyi, güzel ve doğru olan şeylere yönlendirirken öğrenme için dikkatini toplamasına, kavramak için akıl yürütüp sorular yöneltmesine seviniyor, onu sık sık taltif ediyor, övüyor. Bol aferinli bir dede torun ilişkisi…
Yarı oyun olan ve dinlenme sağlayan resim ödevi, her zamanki gibi uykunun bastırmakta olduğu zamana, yani en sona konuyor.
“Bir çiftlik resmi yapmam lazım dedeciğim… Bir çiftlik evi, ahırı, kümesi… Tavuğu turacı, kedisi, köpeği… Nasıl yapsam?”
“Yemyeşil bir yer olmalı! Ağaçlar içinde… Her taraf çiğdem çiçek… Kırmızı kiremitli bir ev, yanında bir arık, gökyüzünde sapsarı güneş…”
Kurşunkalemle tasarlanan, pastelle hızla renklenmeye başlayan resim yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Dede, bazen radyodaki şarkıya eşlik etmekte, arada sırada göz ucuyla resmi takip etmektedir.
“Gamzedeyim, deva bulmam… Garibim bir yuva kurmam… Kaderimdir hep çektiğim… Aferin virgül sana! Hah! Öyle işte! Kümesi sağlam yap! Sansara dikkat!”
“Ama şimdi gece değil ki! Sansarlar tilkiler gece çıkar.”
”Ben o sansarlardan bahsetmiyorum ki Virgülcüğüm. Bekçi gibi uzaktan düdük çalan sansarlardan bahsediyorum.”
“Nasıl yani?”
”Kurt, kıranlık havayı sever… Onlar da genellikle gece gelirler. Her taraf karanlıkken, herkes uykudayken…”
“Hep gece mi gelirler?”
“Hep gece gelmeseler de karanlıklara boğdukları ortamda çalışırlar. İşleri güçleri para kazanmaktır. Hani o kümeslerde yetiştirilen tavuklar var ya… Piliçler, yumurtalar… Bunlar, onların gelir kaynağıdır. Üretir ve katlederler. Binlercesini, milyonlarcasını… Daha iki aylıkken… Nefisleri için… Hiç acımazlar. Gece gündüz ışık yakarlar başlarında… Onlar da hep gündüz zannederler… Uyumazlar, durup dinlenmezler… Hep yerler içerler, hızla gelişirler… Bir de aşılanırlar. Hormonlanırlar… Süratle palazlanırlar. Senin gibi yemeyip içmeyip, mızmızlanıp cılız kalmazlar. Çünkü kesime girecekler.”
“Sansarlar mı kesecek onları?”
“Sansarlar değilse de simsarlar…”
“Zavallılar…”
“Tavuk çiftliklerine ölüm çizerler onlar.”
”Ölüm mü? Ölüm nasıl çizilir dedeciğim?”
“Koca bir yığın… Tüy yığını… Kesilmiş ayaklar, koparılmış başlar… Tüy, bacak ve ibik… Mezar da mezarcı da, gömen de gömülen de onlar… Bir süre sonra bacaklar da kalmaz, kafalar da… Geride sadece tüyler kalır. Bizden geriye kalan mezar taşları gibi… Çünkü onları başka canlılar yiyemez.”
“Kimse dokunmasın kümesime! Tavuklarımı kimse almasın! Bak! Tel örgü yaptım. Kapısını da kapattım. Kilit asıyorum üstüne bir de…”
“Onlar kapı kilit dinlemezler. Çıkar içindekileri! Kaçır!”
“Sansarlar geceyi sever. Gece çıkarlar. Şimdi gündüz…”
”Fakat ay dede sansarları sevmez. Ben de sevmem.”
”Bak kocaman güneş yaptım. Boyadım, büyüttüm. Şimdi gelemezler.”
“Virgül, sana aferin! Bence çok önemlisin! İyi koru canlıları. Çıkarın için katletme! Büyümelerine, yaşamalarına fırsat ver! Güneşi hiç söndürme! Hep koru aydınlığı! Belki nokta değilsin, virgülsün. Küçüksün, küçücüksün ama çok işe yarıyorsun. Biliyor musun? En azından beni anlıyorsun.”
“Sen hiç ödev yapmıyorsun. Ne güzel! Benim ödevim hiç bitmiyor. Biri bitiyor, diğeri… Bu akşam bitti, yarın yine verecekler…”
“Benim ödevim de var. Hem de hiç bitmeyen bir ödev o! Hayatım boyunca ödev yaptım. Ödevim hiç bitmiyor. Bitse, sonuna nokta koyarım.”
“Senin ödevin ne dede?”
”Ödevim mi? Görevim yani… Sansarların boynuna silgi asmak… Hatalarını o silgiyle silsinler diye… O kan içinde kalmış pençelerini pis burnuyla silip temizlesin diye… Silsin diye burnuyla pencerelerini… Görsün artık diye insanlığı… Her şeyin para olmadığını… Onların da can taşıdıklarını…”
“Onlar saklanıyorlar. Korkuyorlar. Gece çıkıyorlar.”
”Sen çok cesursun virgül, saklanmıyorsun. Saklanacak suç işlemiyorsun. Onun için silgilerden hiç korkmuyorsun.”
”Sansar çizdim. Taşın arkasındaki çalılıklara gizlenmeye çalışıyordu. Fakat oradan çıkar da kümese saldırır diye sildim!”
“Sana aferin virgül! Silgi sansarı sildi. Bütün düşmanlar öldü, silgi de silginin işi de bitti. O da öldü. Silgi, Azrail. Her canı alır, en son kendi canını alır.”
“Piliçleri çiftçinin yatağına koydum. Yorganın altına sakladım.”
“Artık tehlike kalmadı. Sen çıkar onları o adamın yatağından! yorganının altından! Piliçler (genç kızlar evlerine) dönsünler artık. (Pis eller uzanamasın onlara!)”
“Tamam! Kümesin önüne yem serptim. Şimdi birer birer geliyorlar.”
“Tirenle geri dönsün piliçler (kızlar)! Ördek şeftiren olsun. Tavuklar bando çalsın, horoz da teftiş etsin! Kazlar madalya versin! Virgül, sana aferin! Çünkü (ölüm) sansara bile meydan (okur!) okudun!”
“Ne güzel! Çiftlikte bayram var! Resmigeçit yapacaklar! Fakat ben onu çizemem ki! Öğretmen kızar! O bize ‘bayram kutlaması’ demedi…”
“Zaten canlı (tertemiz) dönmeyecekler ki! Sıkış tepiş kamyonetlerle gidip, et yığını halinde (kızları et olarak görerek kullandılar) dönecekler! (Ne yazık ki ruhsal sağlıkları artık eskisi gibi olamayacak!) Sofralarımızda mis gibi kokular saçarak yer alacaklar. (Onlarla sofralarını süslerler. Birbirlerine gösteriş yaparlar.) Çiftçi de piliçleri (genç kızları) (Önce yemeğe) afiyetle (sonra da afiyetle götürecek) yiyecek! Oh! Allahtan korkmadıktan sonra dilediğini yap! Kuldan utanmadıktan sonra istediğini yap!..”
“Anlayamadım, dedeciğim! Aralarda alçak sesle bir şeyler söyledin, duyamaduım. Ne dedin? Biraz yüksek sesle söyle!”
“Yok bir şey, canım! Romatizmalarım!.. Oturup kalkarken beni çok zorluyor da…”
Dede, bundan sonra diyeceklerini torununun idrak edemeyeceğini bildiği için yavaş yavaş yerinden kalkar, kestaneleri tahta bir tabağa almaya başlar. Kendi kendisine mırıldanmaktadır:
“Siz, ülkenin bu durumuna aldırış etmeyenler! Düşmanlar öldü diye kuştüyü yataklarınızda mışıl mışıl uyurken, felaket sizi aniden yakalayacak! Kendi gafletinizde boğulup gideceksiniz! Allah, herkesin alnına ölümü kazımış! Ölüm, mor renkli deniz... Azrail mor kalemle gelip, ölümü evlere gözyaşı denizi halinde resmedecek. Her nefis, ölümü tadacak! Ölüm her eve girecek! Gelin çıkmadık ev olur, ölü çıkmadık ev olmaz! Ben de öleceğim. İnşallah defterim sağ tarafımdan verilir de üzülmem! Fakat siz, vurdumduymazlar, caniler! Pervasızca günaha batmaya devam edenler! Kümeslerini (evlerine bakmayan, ailelerine,özellikle kızlarına sahip çıkmayan, çocuklarına kol kanat germeyen) korumaktan aciz (erkekler) horozlar! Kutlamalarla meşgul olun! Törenler yapın! Caka satın! Bu dünyada da, o tarafta da çok üzüleceksiniz! Öyle ki iliğiniz kemiğiniz, defterleriniz bile üzülecek!.. Ben ölünce de defterlerim üzülecek. Çünkü artık onlara bir şeyler yazamaz olacağım. Bir daha elime almamak üzere bırakıp gideceğim onları. Kim üzülür ardımdan? Kimsem yok ki! Olsa olsa onlar tutar yasımı! Onlar yakarlar ağıdımı! Kimsesiz kalırlar! Ağlarlar. Okumalı herkes. Özellikle kızlar okumalı! Kendilerini kurtarmayı başarmalı! Okur yazar oranı artmalı. Eğitim seviyesi yükselmeli! Bütün bu kötülüklerin, haksızlıkların, savaşların nedeni cehalet! Öğretmenlere ve din adamlarına çok iş düşüyor. En başta, eğitim laçka! Sisteme çok kızıyorum!”
“Dedeciğim! Bak, nasıl olmuş?”
“Çok güzel olmuş, Virgül! Aferin sana! Sen hep virgül kal, bir tanem! Kıskansın seni nokta! Sana bir ödül veremem ama gücenme! Kestane soyacağım şimdi. Onları yiyeceğiz. Yemek buldun, ye; dayak buldun, kaç!”
“Sen de kaç, dede! Azrail’i görünce kaç! Seni yakalayamasın! Hiç ölme, e mi!..”
“İşte bir ondan kaçış yok, evlat! Fakat merak etme! Mümin için korku yok! Bizler, iman etmiş kişileriz. Her an öteye hazırız. Nokta koymayacağım ki ben hayatıma! Benim dünya hayatım virgülle sonlanacak. Biz ahrete, öldükten sonra tekrar diriltileceğimize inanan kimseleriz. Bundan eminiz. Müminleriz. Hem, kim demiş öleceğiz diye? Ne demiş Koca Yunus?”
“Ölürse, hayvan ölür! İnsan, ölesi değil!”
***
Onur BİLGE
ŞİİR FISILTILARI - 0034
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.