- 1360 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
KADININ HAKKI NASIL VERİLİR? (PROJE)
“Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez veya bir peştamal veya buna benzer bir şeyler atarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya bir yere oturarak yamulur. Bu tavrın mana ve anlamı nedir? Efendiler, medeni bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşi vaziyete girer mi? Bu hal milleti gülünç gösteren bir manzaradır. Derhal düzeltilmesi lazımdır.” Mustafa Kemal ATATÜRK
Sözlerime bie tespitler başlamak istiyorum. Kadına hakkını kadı verecek. Kadına ne kocası hakkını verdi nede erkek ve nede devlet. Ulu Önder’in çıkardığı kanunlar da onun ölümüyle rafa kaldırıldı.
Kadın adının olmadığını bile uzun yıllar sonra rahmetli Duygu ASENA ile fark etti. Adını fark edince onu bile sulandırdı erkekler. Adını fark eden kadına kominist der gibi feminist dediler dalga geçerek. Hatta feministleri cinsel soğuklukla suçladılar.
Aslında; insanın insandan, insanın toplumdan alacağı hakkın dışında; kadının hakkı diye bir kavram olması, toplumda iki cinsiyet arasında, erkeğin lehine bir hak fazlalığı olduğunu teyid ediyor. Kadın bir azınlıkmıdır. Azınlık hakları diye bir kavram vardır. Gücü az olan eksikmidir. “Eksik etek” deyimi maalesef kadınlarımıza erkeklerin yakıştırdığı bir deyimdir. Çocuk hakları, hayvan hakları, insan hakları diye kavramlar olabilir. Erkek hakları diye bir kavram neden yok?
Evet; kadın hakları diye bir kanun olması, erkek hakları diye bir kanun olmaması, erkeklerin haklarının sonsuz olduğunun, bu nedenle erkek hakkı diye bir kanuna ihtiyaç duyulmadığının bir delili değilmidir.
Tanrı bile bu ayrımı yapmamıştır. Bir kadın bir erkek yaratmıştır. Ve bugüne kadar bu denge bozulmamıştır. Bugün dünya nüfusunun yarısı kadın yarısı erkektir. Kuran-ı Kerim Arapların kadına karşı uyguladığı soykırımı en büyük hedef seçmemiş midir. En ağır cezaları kadınların yaşama ve diğer haklarına karşı işlenen suçlara vermemiş midir.
Madem bu aşamada kadının erkeğe ve topluma hakları kanunla teminat altına alınmış, ama mademki bugüne kadar kadınlar kanunla 70 yıl önce teminat altına alınan bu hakları kullanmada erkeklerle aynı düzeye gelememiş; o zaman bize düşen görev, bu hakları topluma ve erkeklere kabul ettirebilecek, yada başka bir deyişle; kadınların yaşamın her alanında, erkeklere karşı, bu hakları çatır çutur savunabilecekleri, siyasi, elonomik..., kısacası milli gücün bütün unsurlarında güç merkezi haline getirecek ve kadınlara mevzi kazandıracak, yeni uygulama kanunlarını bir an önce çıkartmak olmalıdır.
Bunun için kadınlara, bireysel anlamda düşen ilk görev; önce babalarını, sonra erkek kardeşlerini, sonra da eşlerini, en sonunda da erkek çocuklarını hatta damatlarını bu kanunların gerekliliğine inandırmak olmalıdır.
Şu anda toplumun yönetimini elinde tutan bütün erkeklerin hanımlarını da işbirliğine zorlamalıdır. Hatta bunun öncesinde kadınlar kızlarıyla, gelinleriyle, anneleriyle işbirliği yapmalıdır.
Yıllardır; kadınların haklarını savunmaları, bir cilve, bir naz, bir fantezi, bir boş zamanı değerlendirme faaliyeti olarak görüldü erkekler tarafından. Dikiş nakış kursu gibi. Altın günü gibi. Konken partisi gibi.
Aslında bu kozu erkeklere biraz da kadınlar verdi. Zira kadın haklarını savunmak için oluşturulan dernekler, muhtaçlara yardım kuruluşları gibi örgütlendi ve faaliyet gösterdi senelerce.
Oysa bu dernekler kadın haklarının uygulamaya geçirilebilmesi için somut teklifler oluşturamadılar ve bunları aramadılar. Oylarından gelen güçlerini siyasetin üstünde bu somut taleplerin gerçekleşmesi için kullanmadılar.
Bu yazının son kısmında işte bu somut taleplerin neler olduğunu okuyacaksınız. Mesela bu kadın dernekleri genç kızlarımızın sinsi bir plan dahilinde türbana sokulmasına, kapanmasına, kara çarşaf giyindirilmesine sessiz kaldılar son kırk yılda. Tepkileri çok cılız kaldı. Örneğin 2003 seçimlerinde afişlere bıyıklı kadın resimleri koyma eylemi bunlardan biriydi. Türban takma hakkının baş açma yasağına giden yolun ilk adımı olduğunu anlamadılar. Kadın dernekleri yaptıkları her eylemde, her lobi faaliyetinde bile erkeklerden yardım aldılar.
Nitekim yürütme erkinin en yetkili kişisine, TÜSİAD’ın kadın başkanı “Gelin 2007 seçimlerinde partiler kadınlara kota uygulasın.” deyince; yetkili kişi “Kadın mal mı ki? Kota koyalım” diyerek teklifi reddetti.
O zaman gelin ilk önce kadın hakkının tanımını yapalım. Kadın hakkı; kadınların, insan haklarını erkeklerler kadar özgür kullanma iradesini kazanmalarıdır.
Yetkili kişinin kadın mal mıdır sorusuna TÜSİAD’ın kadın başkanı şöyle cevap vermeliydi kadın hakkının yukarıda yaptığımız tanımından yola çıkarak.
“Evet şu anda kadınlar kentlerde gizli olarak, kasaba ve köylerde açık olarak, kadınlar emtia, mal yada eşya gibi muamele görüyor. Hangi kadın hangi kız kocasının yada babasının izni olmadan geleceği ile ilgili karar verebiliyor. Kocasının izni olmadan sokağa çıkabiliyor. Annesinin babsını evine gidebiliyor. Bunun toplumda ki oranı kaç ilimizde yüzde 10’u geçebiliyor. Peki erkeklerin yüzde kaçı geleceği ile ilgili karar verirken yada alırken, en azından ailenin ortak geleceği ile ilgili kararlarda anasına, bacasına, eşine, kızına danışıyor. Sokağa çıkarken yada eve geç dönerken kaç kişi karısından izin alıyor. Ya da haber veriyor. Bunu yapanlara diğer erkekler ne diye hitap ediyor. Kızının eteğinin boyuna, okuldaki erkek arkadaşlarına, yüzüne yaptığı makyaja karışmayan kaç baba var.
Kendimizi kandırmayalım...
Ortak yaşamın devamında söz ve oy hakkı olmayan, hatta siyasi tercini kocasının söylediği şekilde yapmayan, hatta kendi yaşamı üzerinde, ekonomik bağımsızlığı olmadığı için ipotek olan bir canlının; bir bitkiden, bir hayvandan, bir eşyadan yani mal olmaktan tek farkı nefes almasından ve hareket etmesinden başka ne olabilir ki?
“Efendim bu olayı bu kadar dramatize etmeyin. Atatürk ksdıns bütün kadın haklarını devrim yaparak verdi. Şimdi bu hakların evrimsel bir süreç içerisinde, erkek egemen bir toplum tarafından hazmedilmesi dönemini yaşıyoruz.” Demeyin sakın.
Bende derim ki o zaman; hazmetmeyi bırakın, hazmedememenin sıkıntılarını yaşıyoruz üzerinize afiyet. Türban, töre ve namus cinayetleri, dayak, berdel, genç kızların kendini asması, çocuk pornosu ve tecavüzleri, ensest ilişki, başlık parası bu hazımsızlığın en somut örnekleri değil midir?
Yazımın başında belirttiğim gibi kadına hakkını hakkını kadı verecek ki yani hakim verecek ki o zaman bu hazım kolaylaşsın.
Şu kabul edilmesi ve bilinmesi gereken tarihi bir gerçektir ki Atatürk’ün sağladığı kadın hakları nedeniyle Türk kadını, Türk erkeğinin ve Türk toplumunun midesine oturmuştur. Yani Türk erkeği, Türk kadınına verilen bu hakları hazmedememiştir. Çünkü bu haklardan önce başlatılan eğitim ve kültür hamleleri Atatürk’ün ölümünden sonra yavaşlatılmıştır. Bu nedenledir ki erkek kendisi okumadığı gibi kadının okumasını dahi istememiştir.
“Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin, Kzının dövemeyen dizini döver. Kızını kendi başına bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya.” Şeklindeki baba nasihatleri, “Kadınlar şeytandır. Uğursuzluk kaynağıdır. Onlara güvenmeyeceksin” şeklinde ki islamiyetle ilgisi olmayan mezhep fetvaları ile büyüyen Türk erkeği; kadın haklarını eğer sindirici tebdirler alınmaz ise daha bin yıl geçsede hazmedemeyecek ve maço erkek kimliğinden kurtulamayacaktır.
Var sayalım ki bin yılda hazmetti. Peki bu süreç içerisinde Dünya hayatını yaşayan onar yıllık yüz kayıp kuşağın günahını, vebalini tarihe ve insanlığa karşı kim yüklenecek ve hesabını analarımıza ve eşlerimize kim verecek?
Erkeklerin yatak odalarında kadınlara gösterdikleri nezaket, taviz ve toleranslar; önce bu odanın dışındaki evin diğer odalarına taşınıncaya, daha sonra sokağa yansıyıncaya kadar; bu tarihsel vazifeyi, yarın değil, biraz sonra değil derhal yapmazlar ise, bu süreç, yani bin yıllık süreç dahada uzayacaktır. Ve erkeklerin bu vebalin ve bu günahın altından kalkmaları, annelerinin, eşlerinin, kız çocuklarının yüzlerine, gözlerine, gözbebeklerine utanmadan bakmaları, imkansız hale gelecektir.
Ben başı açık iken, genç yaşta örtünen bir kadını sokakta gördüğümüzde eşimin “Aaaa! Ali beyin eşi Ayşe hanımda örtünmüş” dediğinde, eşime cevap vermek şöyle dursun; yüzüne bakamıyorum. Kem küm ederek konuyu değiştiriyorum.
Televizyonlarda gazetelerde intihar eden, namus cinayetine kurban giden genç kızlarla ilgili olarak kızımın; “Baba bu abla niye intihar etmiş?” sorusuna cevap veremiyorum.
Evet kadın milletvekillerinin meclisteki oranın artması için yapılan teklife “Kadın malmıdır ki kota koyalım?” diye cevap verenlere demek gerekir ki “Siz ne zaman ki eşinizin sizin gibi başı açık, alnı ak olarak sizin kapattığınız kadar mahrem yerlerinizi kapatmasını hazmederseniz işte o zaman kadın Türkiye’de mal olmaktan çıkar.
Zira insan malını gizlemek için üstünü örter, kapısına kilit vurur ve anahtarını cebinde taşır.
Ne zaman ki siz eşinize güvenir ve din kardeşim dediğiniz Türk Milletinin her fedine inanır, namusunuzu mal gibi korumak için, eşinizin başını mal gibi örtmekten vazgeçerseniz, o zaman kadın mal olmaktan kurtulur.
Bunun doğal sonucu olarakta kadın mal olduğuna göre veya mal olmaması için konulan kanunlar, yukarıda anlattığımız şekilde kağıt üstünde kalmışsa ve gelecektede kağıt üstündende silinmesi muhtemel hatta muhakkak olduğuna göre, malında bir hakkı hukuku olması gerektiğinden, kota talep edilmesini normal karşılamanız gerekir.
Ama ne acıdır ki bu soru bir itiraf belgesidir. Kadının şu anda ülkemizde maldan bir farkı olmadığını anlamayacak kadar gaflet ve dalelet içinde olduklarını belgelemektedir.
Kadının adı yok demişti Duygu ASENA. Nasıl olsun ki? Kadının varlığının olmadığı bir toplumda adı nasıl olsun ki? Evet her canlı gibi varlığı var. Aslında onu bile yok saymışız. Kadının varlığının gölgesi dolaşmış evde sokakta. Kadını ruh saymışız. Bedenini mal. Oysa diğer canlıların sesi var. Dokunabiliyorsunuz. Etinden sütünden faydalanıyorsunuz. Seviyor, okşuyorsunuz. Sokakta dolaşabiliyor özgürce kediler köpekler. Oysa kadınların, seslerini bile duyamıyorsunuz.
Aynı odada oturmak bile şartlara bağlanmış tarikat hayatında. Sakın ha bunu din emretmiyor demeyin. Evet öyle demiyor Ama mezhepler yorumlamış tanrı kelamını. Kendi işlerine geldiğince. Ve şimdi mezhepsiz, peygamber sünneti ile yaşanan kaç yer kaldı, Dünya’da İslamiyet’i?
Erkeğin yanında kadın ne zaman yok olmuşsa toplum sapkınlaşmıştır. Köroğlu’nun ayvazı, zennelik, oturak alemi, çocuk pornosu, çocuk tecavüzü, ensest ilişki, berdel hep bu ayrılığın meyvesi değilmidir.
İslamiyeti şemsiye olarak kullanan ve Türk kültüründe yeri olamayan ve islamiyetin kabulü ile arap aşiretlerinden Türklere geçen bir erkeğin dört kadınla evlenmesi benzer bir tehlikeyi içermektedir. Yüzde 50’si kadın, yüzde 50’si erkek olan bir toplumda kadınlar ancak erkeklerin dörte birine yetecek ve erkeklerin yüzde 37’si kadınsız kalacaktır. O zaman kadınsız kalan erkekler ya birbirlerine yada hayvanlara yönelecek ve sapkınlık başlayacaktır. Böyle bir sapkınlığı İslamiyetin emretmesi mümkün değildir. Emrettiğini söylemek dinimize atılacak en büyük iftiradır.
Kadına bir gül, bir çiçek muamelesi yapan zihniyet işte bu zihniyetin riyakarlığıdır. Kadın bir melektir zihniyetide aynı riyakarlığı taşımaktadır. Evet çiçek hoş kokar, keyif verir ama bitkidir. Evet gühasızdır en saflığın sembolüdür. Ama sadece ruhtur. Neden kadın insandır tezi işlenmemiştir de; kadın çiçektir, kadın melektir tezi işlenmiştir bu zihniyette.
Niye? Kadın ruh ve bitki olmaktan yani mal olmaktan ve görünmez olmaktan öteye geçmesin diye. Yani insan olmasın diye. Hadi ana deriz, yar deriz yüceltirizde niye insan demeyiz. Analık ve yarlık duygusal bağlardır. Ana ve yar kavramlarında bonkör davranıp, beden ve ruhu birleştiririz. Ama hani akıl? Duygusal kavramlar olan ana ve yarda bile mantığa, ilme ve akla yer vermemişiz. Çünkü bu anlayışa göre erkek akıllı kadın duygusal yani aptaldır.
Zira kızını kendi başına bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya. O yüzden kızını koruyacaksın dışardaki kurtlardan. Hatta eve gelen misafirdende. Dışarda örteceksin. Evde de örtmediğin için saklayacaksın. Görünmez olacak kadın. Gölge olacak. Bunu başarmak için eğiteceksin. Yetmedi korkutacaksın. Yetmedi mi döveceksin. Ziar malumdur kızını dövmeyen dizini döver.
Kadını dokuz yaşında türbana sokup, bu dünya hayatından uzaklaştıracaksın. Erkek ise bu dünya hayatının sonunda, Hacca gittikten sonra, Dünya hayatından uzaklaşacak. Niye böyle? “Efendim, erkek ailenin gelirini temin için mecburen dışarda. O durumda İslamiyeti ister istemez yaşayamıyor. Şartlar onu yaşlanınca Hacca gitmeye zorluyor. Kadın öylemi ya? Ondan para kazanmasını isteyen yok ki. Dokuz yaşında türbana girebilir. İslamı yaşayabilir. Bakın dini bile mezhepler araclığıyla ve din emretmediği halde erkekler kendi lehlerine ne güzel kullanmışlar.
Peki ya iş bölümü? İş bölümünde bile eşitsizlik var. İş bölümü kadını soyal hayatta, yani toplum hayatında erkeğin gerisinbe düşecek şekilde planlamıştı. Kadının örtünmesi sosyal hayatta geri plana düşmesini niye etkilerki Türbanlı kadında okur, meslek seçer, çalışır. Sen kadını türbana sokacaksın, doktor yapacaksın ve erkek hastayı doktor muayne edecek. Edemez, çünkü günahmış. Peki türbanlı doktor evde mi oturacak. Hayır efendim. Kadınlar için ayrı hastane açacaksın. Orda çalışacak. Ayrı hastane, ayrı postane, ayrı pastane... Ayrı, ayrı, ayrı... Maksat ayırmak. Maksat çözmek. Maksat bölmek. Maksat şeriate bir adım daha atmak.
İslamiyette ayrımcılık varmıdır? Yoktur. İslamiyet; birleştirici, bütünleştirici değilmidir. Evet öyledir. Öyleyse cinsiyete dayalı bu ayrımcılık niye.
Bir ortamda bir kadına aile hayatında iş bölümünden bahssediyorum. Diyor ki çamaşır yıkayan erkek varmı? Görülmüş mü böyle bir şey. Kulağa hoş geliyor ama. Diyor yıllardır yazılıp, çiziliyor, kadın hakları falan diye. Ama bir şey yapılmıyor.
Türban takmayı bir kadın hakkı olarak kadınlara pazarlayan vede bayağı kadını buna inandırarak, onu eski deyimi ile çarşafa sokan ve haremciliği hayal eden zihniyet, dünyanın en tehlikeli kadın düşmanı zihniyetidir.
Türbanlı kadında ne yapsın, bir mücadele veriyor. İnanıyor, okuyor. Ama çalışamıyor. Zaten ondan çalışmasını isteyen yokki. Sadece çalışmamanın kamuoyunda mağduriyetin yarattığı mazlumiyet rolünü oynamak için ve destek sağlamak, reklam yapmak için kullanıyor.
Oysa doğuda binlerce köy doktor bekliyor., öğretmen bekliyor. Devlete okumuş insan maliyeti, gelişmekte olan ülkeler için çok ağır bir yüktür.
Sen devlet okullarında bedava okuyacaksın. Sonra evinde türbanlı doktor olarak oturacaksın. Bunu ne devlet, ne millet ne de o kadın ister. Ama cumhuriyeti bir zorlama noktasına getirip, şeriat devletine gidene kadar, ortamı olgunlaştırmak isteyen tarikat şeyhleri ve devletteki uzantıları bunu böyle ister.
Dengenin değişik anlamları ve türevleri vardır. Tabiattaki var olan fizik kurallarında boşluk bulamazsınız. Her konuda bir denge vardır. Doğal afetlerde oluşan boşluklar da bile tabiat hemen boşluğu doldurarak bir denge oluşturur.
Toplum hayatında da bir denge vardır. Türk aile hayatında da bir denge vardır. Ama bu denge yukarıda anlattığımız gibi sunidir. Yani erkeklerin oluşturduğu bir dengedir bu. Kadın evin içine hapsedilmiştir. Erkek ise evin dışına. Kentte durum böyledir. Köyde ise bazı bölgelerimizde tarlada ki üretim faaliyeti bile kadının sırtına yüklenmiştir. Erkek kahvede pişbirik oynar.
Atatürk’ün yaptığı devrimlerin uygulanabilmesi için kadına erkeğin işgal ettiği, her iş alanında yer açılarak, kadın erkek eşitliği için doğal bir denge ortamı yaratılmalıdır. Bu da tam olarak her alanda matematikel eşitlik sağlanıncaya kadar, kanunla teminat altına alınmalı ve teşvik edilmelidir.
Başka bir deyişle Atatürk’ün yaptığı sosyal devrimler gibi kadın haklarıda toplum henüz eğitim ve kültürel gelişimin tamalayamadığı için hayat geçirilememiştir. Toplum; eğitim ve kültürel gelişimini tamamlayana kadar, yani doğal süreç içinde kadın haklarında fırsat eşitliği sağlanıncaya kadar, kadının eğtim, siyaset, ekonomi başta olmak üzere tüm milli güç unsurlarında yüzde 50’lik katılım payı yasa ile teminat altına alınmalıdır.
Bu konuda yapılacak yasa çalışmaları için aklımıza gelecek önemli konuları şöyle sıralayabiliriz.
Üniversitelerde her türlü bölümün öğrenci kontenjanları yüzde 50 erkek, yüzde 50 kadın olarak ikiye ayrılmalıdır. Lise eğitimi mecburi hale getirilmelidir. Lise eğitimini tamamlamayan hiçbir kadına resmi nikah yapma hakkı tanınmamalıdır.
Kadın haklarını yasal süreceini hızlandırmak için, kadın hakları ihtisas mahkemeleri kurulmalıdır. Lise eğitimin tamamlayan ve evlenmek isteyen kadınlara devlet evlenme yardımı yapmalıdır. Kadının ikiden fazla çocuk yapması durumunda erkekten vergi alınmalıdır.
Devlet sektöründe ve özel sektörde fiziki güç gerektirmeyen, bütün iş kolarında kadroların asgari yüzde 50’si kadınlara ayrılmalıdır. Bu kadroların hemen doldurulabilmesi için özel sektöre eğitim masrafları nedeniyle devlet yardımda bulunmalıdır.
Tüm bu konularda kadınların lehine yapılacak yasal düzenlemelerde, siyasi iradeyi eşit hale getirmek ve temsil yetkisini fiziki olarak eşit bir şekilde gerçekleştirmek için, siyasi partiler seçim listelerini hazırlarken, tek numaralı sıraları erkeklere, çift numaralı sıraları kadınlara tahsis etmelidir. Bu durumda o parti kaç milletvekili çıkarırsa çıkarsın yarısı otomatikmen kadın olacaktır.
Burda erkek egemen siyasi partilerimizin kadınlara yaptıkları bir oyunu açıklamak gerekir. İstanbuldan 80 milletvekili çıksın diyelim. Seçim öncesi anketlerde her partinin hangi ilde kaç milletvekili çıkaracağı bellidir. İstanbuldan partiler seçim aday listelerini çıkartırken yüzde 30-40 arası kadın milletvekili adayını seçim kuruluna bildirirler. Ve kadın seçmene bakın kadınlara yeterli miktarda kontenjan verdik derler. Oysa kadın adayların çoğu arka sıralara konulmuştur. Ve sonuçta kadın milletvekili sayısı yüzde 5’i geçmemiştir.
Bu süreç içerisinde kadınlardan pasaport ve ehliyet ücreti alınmamalıdır ki erkeklerin “ne gereği var şimdi kullanmıyorsun ki boşuna masraf” bahanesi önlensin.
Kadınlardan cep telefonu ücretlerinde yüzde 50 indirim yapılmalıdır. “Ne gereği var çlışmıyorsunki evden dışarı çıkmıyorsun ki ev telefonu yeter” şeklinde ki erkek bahanesi ortadan kalksın.
Bu sayede araba ve cep telefonu kullanan kadın sayısının artması kanunla teşvik edilmelidir. Ailece yurt dışına çıkılan iş ve sosyal amaçlı geziler bu şekilde artırılarak, kadının sosyal seviyesi yükseltilmelidir.
Askerlikte kadınlara generallik yolu açılmalıdır. Kadınlarda askerliği meslek olarak seçebilmelidir. Bu maksatla tank, top, piyade sınıflarının dışındaki bütün idari sınıfların yüzde 75’i, bu sınıfların yüzde 25’i kadınlara kontenjan olarak ayrılmalıdır. Aslında ordumuz bu konuda öncülük yapmıştır. Kanuni her hangi bir kısıtlama yoktur. Ama askerlik bedenen fiziki güç gerektirdiği için kadınlar tarfından tercih edilmemektedir. Tercih edenlere ise en büyük kolaylık ordumuzda gösterilmektedir. Bu gerçek bayan subaylarla yapılan röportajlarla sabittir.
Bakanların yarısı kadın olmalıdır. Cumhurbaşkanı bir dönem kadın bir dönem erkek olmalıdır. Parti liderleri bir dönem kadın bir dönem erkek olmalıdır. Parti organları ve delegelerin, yani bütün kurul ve komisyonların yarısı kadın yarısı erkek olmalıdır. Partilerin belediye başkan adayları bir dönem erkek bir dönem kadın olmalıdır. Valilerin, kaymakamların aynı anda yarısının kadın olması, yarısının erkek olması gerekir.
İşletmeler; her türlü yemek, toplantı uygulamalarında kadınlardan yemek ve içme ücretlerinde erkeklerden alınan ücretin yarısını almalıdırlar. Erkekten fazla kadın çalışan işletmelerde yüzde 50 vergi indirimi uygulanmalıdır. Yarıdan fazla olan kadınların sigorta primleri devlet tarafından ödenmelidir. Evlerini kadın adına alan ailelerden konut vergileri yüzde 50 indirimli uygulanmalı, banka konu kredilerinde evin tapusu kadının üzerinde ise yüzde 25 faiz indirimi uygulanmalıdır.
Araba kadın tarafından kullanılıyorsa ve arabada erkek yoksa benzin istasyonları yüzde 10 indirim yapmalıdır. Araba kadın adına alınmışsa yüzde on satış fiyatından indirim yapılmalıdır. Devlet kadın mülkiyetli arbalarda yüzde 20 vergi indirmi yapmalıdır.
Kadın kıyafetleri ve makyaj ürünleri, bakım malzemeleri, diyet ilaçları satan mağazalar, sağlık kuruluşları, fabrikalar her türlü vergi indirimi ve muafiyet uygulanarak kadınların bakımlı olması , güzel giyinmesi teşvik edilmelidir. Devlet bu konuyu da mali olarak desteklemelidir.
Özellikle bekar olan kadınlar tarafından işletilen işletmeler vergi muafiyeti, teşvik primi, kredi desteği faiz indirimi ile desteklenerek iş hayatındaki kadın girişimci sayısının artması sağlanmalıdır.
Bu örnekler çoğaltılabilir. Her konuda denge sağlandığı, eşit noktaya gelindiği, nüfus sayımı ile istatiksel olarak doğrulandığında, kadınları koruyan bu kanunlar ihtiyaç kalmadığından kaldırılabilir.
Kadın ancak bu şekilde mal olmaktan kurtularak insan olabilir
Tıpkı erkekler gibi..
YORUMLAR
Gönül ister ki kadına dair yasalar yeniden ele alınsın ve kadın ikinci insan olmaktan sıyrılsın yasalar karşısında erkek le eşit olsa ne yazar ki/erkek ne kadar hk. sahibi.Hukuksal olarak insan haklarından çok ta yeterli istifade eden ne kadın/ne erkek var.Aslında Ülkemiz Cumhuriyetin kuruluşunda ne yaptıysa onunla kaldık.Kadın için atılmış tek bir adım yok.Olsaydı ne sendikacı / ne parti başkanı ve üyesi kadınlarımız öldürülürmüydü.Demokrasi şehidi bayanlar işte haklarını elde edememiş olan bayanlarımız onlar bizim adımıza can verdiler.Selam olsun Türk kadınına.Kalemine bin sağ.
Kadının bir meta değil bir insan gibi algılanabilmsei için önerdiğiniz çözümler çok yerinde önerilerdir. Bu önerilerinize yürekten katılıyorum.
Ama sanırım gözden kaçırdığımız bir gerçek var, Bizler, yani kadınlar Medeni kanunda bir takım haklara sahibiz ve bu haklarımızı kadın olarak bizler bilmiyor ya da bildiğimiz haklarımızı kendimiz, kendi isteğimiz ile kullanmıyoruz. Ya da kullandırılmıyoruz.
Söylediğiniz köklü değişimlerin yapılabilmesi için önce eğitim öğretim alanında köklü bir değişim olması gerekir. Bu değişim yapılmadan hiç bir gelişim olmaz ve olmayacaktır da. Bu gün yetiştirilen öğretmen adaylarının tamamen ayrı bir eğitime tabi tutlması gerekiyor. Çocuk okula gitse bile, hiç bir şekilde tam olarak eğitilmiyor ve okulu bitrimiş olması bile köklü değişimlere hazırlanmasına olanak tanımıyor, Çünkü almış olduğu eğitim yetersiz.
Bu gün var olan tüm ilköğretim, lise ve ünüversitelerde ki tüm öğretmenler yeni baştan eğitilip ya da tammen o kesim lav edilip, çok daha medeni ve çok daha bilgili öğretmenler iş başına getirilmelidir.
Bu yapılmadan liselerin zorunlu olması hiç bir anlam ifade etmeyecektir. Çünkü çocuklarımız okula başladıktan sonra ileri değil çok daha geri gidier durumdalar. Özelikle de kızlarımız.
Aileler eğitilmeli en az bir yıl ehli kişiler tarafından "aile nasıl olur, çocuk nasıl yetiştirilir, hakları nasıl korunur vs."
tekrar tekrar yılmadan çalışılmalıdır.
Bu değişim yapıldıktan sonra diğer haklarımız kendiliğinden elimizde olacak ve yaniden insan olmanın ve insanca yaşamanın ne demek olduğunu anlayacaktır.
Kadınlara haklar kanunlar ile verilmiş olsa bile hiç bir şekilde güvence de olamayacağını düşünüyorum, özellikle de ülkemde. Çünkü ülkemde siyaset kanunların üstünde görülüyor. "Hukuku bir dafa delmek ile bir şey olmaz" deyip tek bir maddesi ile oynadığımızda gerisi gelecektir. ( tıpkı bu gün olduğu gibi)
Teşekkür ediyorum tekrar değerli paylaşımınızdan dolayı. Umarım bu köklü değişimler yapılır ve umarım kadın hak ettiği konuma bir an önce ulaşır. Ama bu biz kadınların oturduğumuz yerden değil mücadele ederek elde etmemiz gerekiyor. Çünkü hiç birmücadele vermeden elde ettiğimiz hakların kıymetini bilmiyoruz ve bilmeyeceğiz de sanırım. ( Bu gün mücadele etmeden, atalarımızın yaptığı mücadele sonucu hazır üstüne konduğumuz Cumhuriyet ve Laikliğin nasıl altını oyduğumuz açıkca görülmektedir)
Saygılar
Haha önce yazmış olduğum ve sayfama da eklediğim yazımı isizn ile burada paylaşıyrum bu değerli yazınıza ancak bu şekilde cevap verebilirim düşüncesi ile
NAMUS ( Çuvaldız ve İğne )
Erkek kendi namussuzca düşüncelerini ve kendi beyninde yarattığı cinsel dürtüleri örtmek ve çevresindeki kendi gibi düşünen kişilere namusluymuş gibi görünmeyi arzulamasıdır kadının teni ve saçı ile uğraşmak istemesi.
Her zaman merak etmişimdir ve bu merakıma da kendimce cevaplar bulmuşumdur.
“Acaba erkekler bu kadar nefislerine hakim olmayacak kadar adi yaratıklar mı” diye. (Bu soruyu kadını cinsel varlık olarak görüp, onun üstünde ve teninde namus arayan erkekler için söylüyorum) Bu düşünceleri ile kendilerine hakaret etmiyorlar mı?. Kendilerinin nasıl bir beyine sahip olduğunu anlatmıyorlar mı çevrelerine ve bu anlattıkları düşüncelerinden dolayı utanmıyorlar mı?
Kadını evde dövdüğü yetmiyormuş gibi yine insanların gözleri önünde tekme tokat dövüp, sürükleyerek götürdüğünde yüzü kızarmıyor mu? Ve bunu yaparken kendi acizliğini göstermiş olmuyor mu?
Kadının yalnız saçına bakarak bile, onu elbiselerinin altından çıplak tenini görmüş gibi olmakla, kendi onurunu zedelemiyor mu acaba? Kadına tecavüz ederken hayvanca dürtülerinin esiri olduğunu düşündüğünde, sokağa çıkıp bir insanmış gibi göründüğünde, kendine olan güveni azalmıyor mu?
Birde madalyanın diğer yüzüne bakalım ne dersiniz. Biz kadınlar çok mu suçsuzuz. Erkeği yetiştirende kadın, kadını yetiştiren de, Biz kadınlar erkeklerimizi doğduğu andan itibaren " aslanım, kaplanım" gibi yırtıcı hayvanların isimlerini takarak severiz ve yaptıkları darplarda bir haklılıklarının olduğunu düşünüp cezalarını bile vermekten vazgeçeriz. Kızlarımızı ise (menekşem, gülüm, perim, ayım, yıldızım, papatyam" gibi sevgi ve ışığın simgesi isimleri takarız.
Çocuklarımızı okula göndeririz. Ağabeye " Bak kız kardeşine sahip çık, biri bir şey yapar koru onu" Ağabeylik ya da erkeklik duygularına kapılan genç kızın küçük bir hareketinde " oraya bakma, şuraya gitme şu hareketi yapma, bak seni döverim, bir daha dışarı çıkamazsın" gibi tehditlerle kızımızı iyice sindirip kendi haklarını savunmasının önüne engeli hemen koyar.
Peki, neden böyle yapıyoruz. Neden kızlarımızı da bir yerlere gönderirken "seni sana emanet ediyorum, kendine dikkat et" demiyoruz?
Biz anneler erkek ve kız çocuğumuzu eşit hakları vererek onları ödüllendirmiyoruz. Aile içinde anne genelde çocuklarının üstünde söz hakkına sahiptir ve bu hakkını, gelecekte kendimize düşman bir erkek evlat yetiştirmek için kullanmakta değil miyiz?
Biz kadınlar neden kızlarımızı korkak yetiştiriyoruz. Erkekleri hep bir canavar gibi gösterip onlardan uzak durmasını ve " erkekten arkadaş olmaz" kelimesini söyleyiveriyoruz.
Sevgili kadınlar bugün bu durumda isek bunun en büyük sorumlusu biraz da bizler değil miyiz? Çuvaldızı kendimize, iğneyi başkalarına batıralım. Bakın o zaman nasılda tüm gerçekleri göreceğiz. Bunu yapabilmenin de en temel ilkesi eğitim. Bizler önce kızlarımızı eğitmeliyiz. " babalarına ve evdeki erkeklerin itirazına rağmen" Onların haklarını kimsenin gasp etmesine müsaade etmemeliyiz, gerekirse kendimizi onların ününe süper ederek. Haydi, bugünden itibaren başlayalım temel değişimlere. Bu gün bir isek yarın iki olacak ve bu isyan çığ gibi büyüyecek, erkek çocuklarımız ve kızlarımız arasındaki adaletli dağılımı sağlayacağız..
Biz kadınlar kendimizi kutsal olmaktan çıkartmadığımız sürece aynı işkencelere maruz kalacağız. Bizler kutsal değiliz. Bizler de herkes gibi insanız ve insanca yaşamak istiyoruz. Bu yaşamı da yine biz kadınlar başaracağız. Başarmalıyız. Başka yolumuz yok çünkü.
Erkeklerin de bizlere "kutsal varlıklardır " diye bakmalarına izin vermemeliyiz.
Lütfen sevgili bayan arkadaşlarım kendimizi kutsal olmaktan çıkartalım. Bu düşünce ve bu davranış bizlerin her gün biraz daha elimizden insanca yaşamak için verilen haklarımızın alınmasını sağlıyor. Kutsal olan şeyler çok değerlidir ve bir camekânın ardında, hiç el sürülmesine bile izin verilmeden bakılmasını sağlar. Oysa bizler özgür ve dünyada var olan canlılar ile eşit bir yaşamı istiyoruz. Kutsal olmak değil insan olmak ve insanca yaşama katılmak istiyoruz.
Sevgiler yüreğinize
onurumsun- Türkan DİNÇER
Haklarımıza sahip çıkabileceğimiz bilince ulaşmamız dileği ile Teşekkür ediyorum.
Yazarlığını da şairliğiniz gibi...
Harika..
Yine yerinde tespitler...
Kadın hakları ile ilgili akademisyenler yıllardır "pozitif ayrımcılık" konferansları düzenlerler, adli tıp kurumundan/ceza hakimlerinden katılımcıların olduğu...
ve yıllardır şahit olmuşumdur ki hep aynı sonuçla bağlanır konuşmalar, "yasa değişikliği"
Ne var ki yasayı değiştirecek olan kurumlarında erkek egemenliği altında olduğunu düşünürsek biraz zor görünüyor... Taa ki biz kadınların, toplu halde sesimizi yükseltmeyi "kendi yararımız" olduğunu idrak edene kadar..
Keşke sizin gibi düşünenlerden bir kaç tane daha olsa :))
Sevgiler...