- 501 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
OKULDA KAN DAVASI
OKULDA KAN DAVASI
1975 Yılında farklı iki öğretmen okulundan mezun olmuş iki idealist gençtik. Yirmili yaşlara henüz ilk adımımızı atmışken kutsal bir görev olan öğretmenlik mesleğine ilk defa okulla tanışan bir köyde başlıyorduk. Bu yaşlarda hayat tecrübesi herkes için ne kadar ise bizde de o kadardı işte. Orada yaşadığımız her gün, başkalarının sadece romanlarda, filmlerde görebileceği şeyleri bizzat görüyor ve yaşıyorduk.
Okulun konuşlandırıldığı köy merkezindeki bazı ailelerle, köye bağlı bir mahalledeki bazı aileler arasında kan davası hüküm sürmekteydi. Daha kötüsü, bahsi geçen mahalleden de pek çok öğrencimiz vardı. Hem öldürülen, hem de öldürenlerin çocukları öğrencimizdi. Hasım ailelerin çocuklarını mümkün olduğunca ayrı sınıflara kaydetmiş isek de, bu çocuklar teneffüslerde bir arada olabiliyor, iki sınıf arasında sık sık yapılan yarışma ve sportif karşılaşmalarda karşı karşıya gelebiliyorlardı. Bir okulda her zaman olabilecek böylesi durumlarında her hangi bir kavga ve gerginliğin olmaması için mümkün olduğunca dikkatli davranmaya çalışıyorduk.
Eğitime başlamadan önce köydeki bu anlamsız kan davasının okulumuzu etkileyip etkilemeyeceği hususunu araştırmıştık. Bu meyanda, hem davanın taraflarıyla, hem de köyün ileri gelenleriyle görüşmeler yapmıştık. Korktuğumuz olmamış, vardığımız sonuç bizi rahatlatmıştı. Eğitim ve kültür seviyesinin çok düşük olduğu bu köyde insanlar başka türlü de davranabilirdi. İnsanların samimiyetinden yine de şüphe duymuyor değildik. Okulun açık olduğu ilk hafta, bu anlamda bizim için ölçü teşkil edecekti. Şükür ki; ilk haftayı kazasız belasız atlatmıştık. Bundan sonrası daha iyi olacaktı. İlerisi için artık daha ümitliydik.
Her şey gayet normal gidiyordu. Normal da ne kelime; her şey mükemmeldi okulda. Köyde bir dediğimiz iki edilmiyor, yeni açılmış okula veli ilgisi ve öğrenci devam durumu üst seviyedeydi. Çocuklar Türkçe konuşmayı çok hızlı öğreniyordu. Günler, aylar bir birini kovalıyor, hem çocuklar, hem de köylüler okula ve bize alışıyorlardı. Eh! bundan iyisi can sağlığı.
Bir gün, okulda “öğlen arası” denilen saatte, çocuklar yemek yeme ihtiyaçları için evlerine gitmiş, mahalleden gelen öğrenciler ise yanlarında getirdikleri kumanyaları yemişlerdi. Ders zili çalmasına takriben onbeş dakika vardı. Alışık olmadığımız bir gürültü duyulmuştu dışarıda. Akabinde koşar haldeki birkaç kişi içeri dalarak “Öğretmenim, kavga var, birbirlerini öldürüyorlar” demişlerdi. Bunu duyar duymaz ayağımızdaki terliklerle dışarı fırlamıştık. Korktuğumuz başımıza gelmişti. Kan davasının taraflarıydı kavga eden öğrenciler. Kavgayı çok sert bir şekilde önlememiz gerekiyordu. En küçük bir tereddüt, hem kavgayı büyütecek, hem de benzer olaylara bir kapı açmış olacaktı. Ne pahasına olursa olsun kan davasının okula taşınmasına izin veremezdik. Sert müdahalemiz sonuç vermişti. Çocuklar hemen kavgaya son vererek ayrılmışlardı. Gruplarla ayrı ayrı görüştükten sonra, bir kez de topluca görüşerek böyle bir olayın tekerrür etmemesi konusunda kendilerinden söz almıştık.
Neydi bu anlamsız kan davasının sebebi? Merak edip sormuştuk. Anlatılanlar tam bir trajediydi. Anlatılanlara göre; Okulumuzdaki iki öğrencinin babası Alaaddin Bey, köylerine bağlı bir mahalledeki bazı kişilerle var olan bir husumetinden dolayı kavgaya tutuşur. Kavga kısa süre içinde silahlı çatışmaya dönüşür. Alaaddin yalnızdır. Kedisinin yardımına koşacak bir kardeşi var ise de, zengin, varlıklı ve rahatına düşkün olması hasebiyle yardıma koşmaktan feragat eder ve Alaaddin’i yalnız bırakır. Yalnız başına takriben on kişiyle saatlerce çatışan Alaaddin’in mermileri biter. Bulunduğu mevzisinden kardeşine seslenir ve mermi ister. Ancak, kardeşi, yardıma gitmeye cesaret edemez.
Alaaddin’in zor durumda olduğunu gören feriği ( birden fazla olan eşlerden genç olanı), mermileri bir torbaya koyarak ona ulaştırmak için harekete geçer. Çevresindekiler, “yapma, gitme, seni öldürürler” derlerse de o, bunları dinlemez. Hayatını adadığı, onun için kuma üstüne gelmeyi bile göze aldığı biricik Alaaddin’ini böyle bir durumda yalnız bırakmaya gönlü ve vicdanı razı olmaz. Kaptığı mermileri kocasına vermek için yıldırım hızıyla koşmaya başlar. Belki de Belki de, bölgede öteden beri var olan “kadına silah çekilmez” raconuna güvendiğinden dolayı rahat hareket eder. Ancak, hasımları töreleri dinlemez, Alaaddin’e yapılacak mermi takviyesini ne pahasına olursa olsun engelleme kararındalar. Düşündüklerini yaparlar ve Alaaddin’in genç Feriği, Alaaddin’ine ulaşmadan, mertlikten nasibini almamış bu canilerin ölüm kusan silahlarından çıkan kurşunlarla oracıkta can verir. Artık, on kişiye karşı saatlerdir yalnız başına direnen Alaaddin, onlar için kolay bir avdır. Çünkü mermisi bitmiş, takviye götürecek başka bir babayiğit de yoktur. Kardeşi acz içinde, çocukları ve yeğenleri ise bu iş için henüz çok küçüktür. Canilerin önlerinde artık bir engel kalmamıştır. Bir düzine adam, gardı düşmüş bir insana öldürücü son darbeyi vurmak için saldırıya geçer ve mermilerinin bitmesiyle savunmasız kalan Alaaddin’i katlederler.
İşte, bu gün bir ilköğretim okuluna okumak üzere gelen çocuklar, o olayda ölen ve öldüren insanların olay tarihinde henüz birer bebek iken bugün okul çağına gelmiş olan çocuklarıydı. O gün karşılaştığımız olay, babalarının yıllar öncesine dayanan o cahilce hesaplaşmasının rövanşıydı.
Katledilen insana, geride kalan eş ve çocuklarına ne kadar üzülürsek üzülelim, katledenlerin çocukları masumdu. Onları korumak, kollamak, barış içinde bir arada eğitmek ve yetiştirmek görevimizdi. Köye egemen olan kan gütme kültürünü yok etmek öncelikle okulda yapılmalıydı. Böylelikle, bu günün küçükleri, yarının büyükleri olan öğrencilerimiz birbirlerini sevecek, çağdışı olan gelenekleri yıkma konusunda işbirliği yapabilmeliydi. Bu amaçla köydeki gençleri de kapsayan bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmalarını görevimiz süresince aksatmadan sürdürmüştük. Başarılı olduk mu? Belki biraz….
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.