- 350 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ter ve tuzlanma sonrası çamura düşen gölge…2
Evet... Uzaklar taşır yorgun bakışları, darmadağın düşlerdeki duraksamaları, ahenk bozulur ve sessiz kalır insan, düşünce fırtınasında ve bekleyiş çoğalır tek başına kalan ruhsal yapıda...
Tüm bu düşünceler veya içten gelen istekler, ruhsal yapıya düşmüş hayâllere karışmış beklentilerdi veya yaşanmışlık istekleriydi, bazen hayallerin tüm toplamı yaşamın tüm zamanlarına yayılır ki aslında bunların hepsi içgüdüsel olarak yaşamdan beklentilerdi sanırım, bedensel olumlu olanlara, sevinç, kararsız veya olmaza sarkmış olanlara da hayal bozuklukları veya düş kırıklıkları derdik…
Yaşam bize sürprizler hazırlarken çoğu zaman isteyip istemediğimiz olayları düşünmez ve yaşam yaşanmışlık adının da hayat olarak bize sundu…
İçin için sızılarla ve anlatılması kabul edilemez acılar veren yaşam kesitinin vaz geçilemez duygularımdı kendime güven…
Aslında yıllardır içimi kemiren korkularım vardı. Başta gelen, tükenen enerjimle yalnızlık yaşamlarından var oluşta başarısız olabilirdim yaşamda…
Veya yılların birikintisi ile öfke limitinin kabulleniş şeklinin üstüne çıkıp yaşamımı kendi kendime zorlaştırabilirdim…
Ve yağmur ve çamur yaşamı zorlaştırdıkça, onun çamura düşen gölgelerini düşünmek oldukça sıkıntı veriyordu yaşamıma…
Karanlık sokaklar ve sakaklarda yağmur ve kar sonrası onun gece karanlıklarındaki topuk sesleri ile çamura düşen gölgesini düşlemekti asıl içimde yankılar yaratan…
Gecenin sesine karışan topuk sesleri ile çamura düşen gölgesini düşlemekti asıl
cevapsız kalan sorularla sona yaklaşan neden neden soruları oldukça çıkmazlardı…
Geriye ne kaldı ki adına yaşanmışlıklar dediğimizden?
Birkaç anı, üzgün anı, biraz boş vermişlik, eskiyen kendime güven, yılların ardına sığınan onca yaşam düşleri ve kahredici düşüncelere bezenen kuru gürültüye dönüşmüş kırgınlıklar , en sevdiğine düş kurmaya düşman olmuş benlik sonrası ile yarınlara ürküntüler ve geçmişten sarkan öfkelerle kendine güvenin sarsıla sarsıla içinde tükenen onca yaşam gürültüsüne düşmüş fotoğraflar ve onlara bakışlarla bedenin sarsıla sarsıla dökülen göz yaşlarına karışmış yarınsızlık düşünceleri ve bunca anlatıma düşmüş eskiden sevgi dediğim ve önünde saygınlık duyduğum düşler ki bu gün yüreğimde taşlar oluşturan sıkıntı zamanlarının toplamına bu günlerde ben de sevdim mi demem gerekiyor?
Garip ve parçalanışı düşüncelerle soğuk nefesler almak…
Belki de kısaca düşsüz kalmak bu olsa gerek, yıkıntıların üstüne taş duvar örmek pek de kolay olmasa gerek…
Bir hiçlik ve de bunalmışlıktı tüm bu kayboluş korkularının ardına sığan yaşamın puslu ve şuursuz zamanlarda kendi kendime hesaplaşmalar…
Belki de yaşama güvensizlikle peydahlanmış kızgınlığa bağlı çaresizlikler…
Var olma veya yaşamdan huzur duyabilmem için bu tek başınalıkla geçen zamanlarda kendime uyumsuzluk bir bezmişlik mi peydahlıyordu?
Öfke ve kabullenemeyiş hayatın girdaplarını tek başına karşılama uğraşları ve yarınlara umutsuzlukla adım atma ile kendime karşı duyumsuz ve güvensiz yaşamaktı belki de zor olan…
Gereksiz bir yaşamın belki de yaşantının bedeli ödeniyordu bu zor nefesler alarak dik durmaya çalışmak…
Aslında mecburdum kendime hükmetmeye ve cayma, ne sebepten olursa olsun, cayma duygularını bertaraf edip, kendime güven köprülerini kurmam gerekiyordu…
Kimden neyi, ne için beklemem gerekiyor hissini yenmem elzemdi aslında…
Ateşe basmaya benzeyen hislerin toplamıydı karşı koymaya çalıştığım ve yaşama dahil ettiğim bu düşüncelerle sadece kendi irademe olan güvendi zor da olsa ayakta kalışım…
Çoğu zaman sanki ruhum sarsılıyordu kendimi tüm imkânların içinde çaresiz hissetmem, kendi kendime savaş ettiğim irademe sahip olmaya ve güvenmeye de bir o kadar gerek vardı…
Çoğu zaman yalnızlığa kapılışımda mezarlıktaki sessizlikle iç huzuruma kavuşmuş olmaktı belki de yaşamdan beklediğim…
Aslında senden ayrılış çırpınmalarımda iç dünyamdaki zedelenmeleri telafi edecek elimde bedenimi sarsan anılardan başka pek bir sebep ve gayem kalmadı galiba…
Çoğu zaman bana yazdığın cümlelerden bir kaçı art arda yapışıyordu benliğime ve ben bu kopuşlarla dolandıkça kendime olan güven kopuşup tekrar geride kalanlarla
sağlanıyordu…
Çoğu zaman da senin mutsuzluğunu ve yazdıklarınla bendeki büyük çaresizliklerinle baş etmeni okudukça, garip bir duygu ile sana acılanma hislerimi tek tek köreltiyordum…
Her şey kendi menfezinde hareket ediyordu ve ben bu aralık çıkmazları ile düş kurdukça, pek de iç açıcı günlerim olmuyordu…
Çaresizlikler ve öfkeler dar geçitlerde pek de baş edilecek durumdan çıkıyordu , sadece iç güven ve inanmak haklılığıma güvenmekti belki de bir ertesi güne beni götüren güçtü…
Garip bir duygu ile son günlerde sevmeye dair hislerin hep uzağında buluyorum kendimi…
Ne seni tanımış, ne de sevmiştim sanki, ve sadece farkındasızlıkla kendi kendimin gücünü aşıyordu yaşamım…
Galiba ben günden güne kendime karşı bedel ödüyordum ve bir taraftan da güçlenerek…
Asıl sorun bunca yaşamışlıklara rağmen, onca uğraşlarla bu günlere gelinmişken, şimdilerde düşünceler sonrası, onun için artık “o benim hiç kimsem oluyordu yavaş yavaş” derken umulmaz bir acılanmalar oluşuyordu içimde ki bunu demenin de pek kolay olamayacağını seziyordum…
Kime sorulur veya kime anlatılırdı onu hiç kimsem olarak görmemin asıl olan mantık yönü iken , o kadar çok “seni seviyorum, her şeyimsin” demişken, bu sefer “hiç kimsemsin” sen demenin zorluğuydu belki de yüreğimde tutukluk yapan…
Yaşam ve yaşanmışlıklardaki sevgi bu kadar kolay mı terk edilebiliyordu ya son ne olacaktı bu düşünce sonrası yaşamın?
Bundan sonrası ki geriye sadece kaybetme korkuları ile yaşama geçmeyi düşleyip, oluşacak acılanmalara metanetle katlanmak kalıyordu…
Galiba sevmek kazanılmış birçok şeyi yürek vurgunlarına rağmen göze almayı gerektirecekti…
Zaman tüm yaralanmaların kabuk bağlaması ile sevme yaralanmalarını geçiştirecekti.
Her şeyimsin derken, hiç kimse olgusunu kabullenmek de o kadar kolay değildi…
Tüm karanlık ve ışık yoksunu gecelerde yaşama tutunmayı gerekli görmekti arda kalan şaşkınlıkla…
Uzaklar ve de uzaktaki bir düş oluyordu yaşam, her nefes almalarla, en ağırı vedasız gidişlerin ardındaki tortulanmalardan arınmaktı artık nefes almanın amacı…
Çoğunlukla bu düşünceler günün saatlerinde dolaştıkça, geceye sarkan bölümleri ile dayanılmaz kâbus sıkıntıları gibi, bedenimde terler boşaltıyordu. Ve ben alışık olmadığım bu düşüncelerin etkisi ile, ruhsal yapımdaki tahribatlarla, günleri aylara, ayları da yıllara ekleyerek yaşamımın çoğul zamanlarına beni yıpratarak hakim oluyordu…
Bir türlü bu güne değin, olayları basite indirgeyip, huzuru kucaklayamamış olmamdı önemli olan…
Çok zaman, kaldı geride, çok şey…
Ve birçok yaşam şartı değişti. Ağaçlar yaprak döktü. Çiçekler kurudu, benliğim değişti, sanki yaşamda bir nöbet tutma dönemi başladı uykusuzluğa…
Günler geceler kovaladı, bakışlar değişti günleri yaşarken...
Arka arkaya gelen içsel tutarsızlık, kendi kendini yönlendirir oldu…
Yaşamın kollanması değişti…
Uyku zamanları gece ile güne yer zamanı değişti.
Sebepsiz ağlamalar farkında olmadan günlük gülmelere dönüştü.
Yaşam beklentisi ve uykusuz gecelerdeki sahipsizlikle gece yürüyüşlerine döndü, gün sabahı adımlamaları ile…
Ve ben, yeni bir yaşamın şartlarına adım uydurmaya çalıştıkça, geceler uzayıp durdu.
Yaşamıma geç gelen sabah yaşamı doğrularla yanlışlar bir birine girdi…
Mustafa yılmaz
.Fotoğraf için Oya Zobu Mutver’e teşekkür ederim...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.