- 674 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HÜRRİYET
HÜRRİYET
Yokuşlu yolları için türküler yakılan Muş’un okulla yeni tanışan ilginç bir köyünde öğretmenlik yapan iki gençten birisiydim. 1970’li yılların yarılandığı dönemin altmış haneli bu köyünde yoksulluğun her türlüsü kol geziyordu. Yaşanan yokluklar içinde en sıkıcı olanı da şüphesiz ki ilim irfan yokluğuydu. O güne dek hiç kimse, ilkokul da dahil olmak üzere hiçbir eğitim kurumunun kapısından içeri adım atamamıştı. Seksenli, doksanlı yaşları deviren aksakallılar bile o güne kadar Arapça yazılanlar dışında kitap denen nesneyle tanışma şansına erişememişti.
Orada silahlar, bırakın kitaptan daha öncelikli olmayı; ekmekten sudan daha önemli ihtiyaç sayılıyordu. Köy halkının bir birine güveni olmadığı gibi hemen yakınında bulunan bir mezra sakinleriyle de kan davaları vardı. Bu nedenle, yetişkin hiç bir erkek silahını kuşanmadan kapısının eşiğinden dışarı adımını atmazdı. Evlerinin içinde ya da dışındaki bir yerde tuvalet inşa ederek kullanma alışkanlığı gelişmediğinden dolayı herkes, elinde bir ibrikle evden biraz aralanır ve bulduğu bir objenin arkasına geçerek tuvalet ihtiyacını giderirdi. Doğal olarak da omuzlarında mavzer ya da kaleşnikof diye tabir edilen silahlar olurdu hep. İnsan hayatının bazen bir bağ ottan daha değersiz olabildiği bu köyde birisini karşınıza almak en son istenecek şeydi. Doğal olarak, bize karşı bir husumetin meydana gelmemesi için oldukça dikkatliydik.
Herkesin birbiri için risk teşkil ettiği bu köyde okulun karşısındaki yamaçta, görüş alanımız içinde zaman zaman kadın ve kızlar toplanır, okul bahçesinde oynadığımız oyunları büyük bir ilgiyle izlerlerdi. Durumdan rahatsızlık duymuyorduk. Köydeki kadın ve kızların ilk defa okulu ve öğretmeni görüyor olmaları sebebiyle, çocuklarla oynadığımız toplu ve topsuz oyunlara ilgi duymalarından daha doğal ne olabilirdi ki?
Ancak, bir süre sonra balıketli, esmer tenli, giyim tarzı ve davranış şekli diğerlerinden daha farklı olan bir hanımın ön planda olduğunu istemeyerek de olsa hissetmiştik. Esmer güzeli kadın, bizim dikkatimizi çekmek için arkadaşlarıyla sık sık güreşir, boğuşur, şakalaşır, gürültülü çıkarırdı. İlgisi yalnız bununla kalsa ne ala. Ancak bir süre sonra ilgisinin yalnızca bizi izlemekle kalmadığını, öğrencilerimize, medeni halimiz ve nereli olduğumuzla ilgili sorular sorduğu yönünde duyumlar almaya başlamıştık. Yapılması gereken şey, ilgisinden habersizmiş gibi davranmak, onu adeta yok kabul etmekti; biz de aynen öyle yapmıştık.
Okul ile köyün tam ortasına konuşlandırılmış köy çeşmesinden umumiyetle yaşları büyük olan öğrenciler aracılığıyla su alıyorduk. Ancak, ders saatleri dışında ya da hafta sonlarında iş başa düşüyordu. Böyle hallerde zorunlu olarak köydeki tek çeşmeye gitmekten başka yol kalmıyordu. Çeşmede olduğumuzu gören kadın, bu fırsatı kaçırır mı hiç. Bulabildiği ilk kabı kaptığı gibi çeşmeye koşardı. Onun su alma bahanesiyle bizi yakından görmek ve konuşmak istediğini anlıyor; kaplarımız dolmadan oradan sıvışıyorduk. Köylünün meseleyi yanlış anlama ihtimaliydi bizi endişelendiren. Olumsuz bir dedikodu köydeki güvenilirliğimizi alt üst edebilirdi.
O köydeki görevimizin üzerinden aylar geçmiş, köyün gençlerini tanımış hatta kendileriyle oldukça samimi ilişkiler kurmayı başarmıştık. O yıllarda köylerde kapalı bir yaşam hüküm sürmekte idi. Köylerdeki gençlerin önemli bir kısmı, ömürlerinin tamamını köylerinde geçirmiş; ya hiç şehir görememiş, ya da çok kısa sürelerle oralarda bulunmuşlardı. Çoğunun dünyası küçük köylerinden ibaretti. Kaçınılmaz olarak da dedikodu yapmak, şunu bunu çekiştirmek tek malzemeleriydi. Bu türden konuşmalarına şahit olduğumuzda müdahale ederdik. Bize hak vermekle birlikte bu alışkanlıklarını yine de sürdürmeye devam ederlerdi.
Çok da etik olmayan bir yöntemle köydeki herkesi bize tanıtan gençler, adı Hürriyet olan bu kadını atlamaları ne mümkün! Acıklı hayat hikâyesini öğrenince, Hürriyet’e çok acımıştık. Ancak ne hikmetse köyün delikanlıları bu ilginç ve trajik olayını anlatınca gayet sakinlerdi. Olağan ve sıradan bir olayı anlatır gibi davranıyorlardı.
Kahkahalarla süsledikleri anlatımları, o ilginç olayı bir daha unutmaksızın belleğimize kazımıştı:
Anlatılanlara göre: “Daha on beşini bitirip on altısından gün almıştı ki ailesi, onu hatırı sayılabilir bir başlık parası karşılığında verivermiş birisine. Ancak o tuhaf evlilik onun seçimi değildi. Kimse bir şey sormamıştı ona. Ailesi için o, satılarak para kazanılacak değerli bir maldan başka bir şey değildi. Velhasıl, umutlarını karşılamaktan uzak kalan o mutsuz evlilik çok sürmemiş ve boşanmayla sonuçlanmış. Aile bireylerinin baskısıyla gerçekleşmiş evliliğini sonlandırmayı başaran Hürriyet, doğduğu, büyüdüğü o küçük köyüne hiçbir dönem sığamamış; köy dışında daha iyi bir gelecek kurabilmeyi hep hayal etmiş. Okuması yazması olmayan bu köylü kızı, dışarıya nasıl açılabilirdi ki? Hürriyet’in öncelikle çözmesi gereken sorunu buydu galiba. Köyünde kadınlara, başta seyahat hakkı olmak üzere hiçbir hak tanınmamıştı. Üstüne üstlük ayağına bir pranga daha takılmıştı onun; dul bir kadındı artık. Anadolu’nun her tarafında olduğu gibi Gölköy’de de dul kadına iyi gözle bakılmazdı.
Çaresizlik içinde arayışını sürdüren Hürriyet, dışarıdan biriyle evlenmek suretiyle buradaki sıkıcı hayattan kurtulabileceğini düşündüğü bir dönemde karşısına böyle biri çıkmasın mı? Fırsat bu fırsat deyip onunla kaçmaya karar vermiş. Bir akşam bohçasını kapmış ve yeni bir hayata yelken açmak üzere düşmüş yola. İçinde kötülükten eser olmayan Hürriyet, birlikte gittiği gencin niyetinden zerre kadar şüphe duymamış. Onun kalbi temiz ya; herkesi de kendi gibi bilmiş zavallım.
Çaresizlik ona başka bir tercih bırakmamıştı zaten. Bu nedenle, ne pahasına olursa olsun kendisine yeni ufuklar açacak bu bilinmezlerle dolu yolculuğu denemeye kararlıydı. Ancak, onun unuttuğu bir gerçek daha vardı. Hani derler ya “İnsanoğlu çiğ süt emmiştir.” Hürriyet’e rastlayan o genç insan da, atasözünde tarif edilen tipte biri olmasın mı?
Maalesef tam da öyle birisiyle karşılaşmış fakir köyün fakir ve talihsiz Hürriyet’i. Hayatını birleştirmek üzere birlikte gittiği gencin hevesi çabuk geçmiş nedense, Malatya’da bir bahane ileri sürerek birkaç dakikalığına oradan ayrılmış, fakat bir daha geri dönmemiş. Hürriyet tanımadığı, bilmediği bir memlekette yapa yalnız kalmış. Ancak, o hayatını birleştirmek üzere birlikte kaçtığı adama hala güven duymaya devam etmiş. Belki işi uzun sürmüştür diye düşünmüş. Saatler geçermiş ama gelen olmamış. Çevredeki vatandaşlar Hürriyetin yabancı ve ürkek tavrından şüphelenmişler ve bunca zamandır burada neden beklediğini sormuşlar. Çaresiz ve savunmasız kalmış Hürriyet, olanları bir bir anlatmış. Yardımsever Malatyalılar, Hürriyet’e yardımcı olmaları için polis karakoluna götürmüşler. Karakolda ifade faslından sonra köyünün bağlı olduğu jandarma karakoluna, oradan da köyüne haber ulaşmış.
Ulaşan haber Hürriyet’in ailesine müjde değil karahaber olmuş. Bir zamanlar canları, ciğerleri olarak bildikleri biricik kızları Hürriyet’in sağlık haberi yerine, ölüm haberini almayı yeğlemiş ailesi. Artık, elin yüzüne bakamayacaklarını düşünmüşler. Namuslarına halel gelmiştir. Bunu temizlemenin bir yolu olmalıdır. Törelerin ne dediğine bakılmalıdır artık. Köylü ise törenin uygulanmasına dünden hazırdır.
Hemen toplanmışlar, konuşup danışmışlar ve çok geçmeden çözümü bulmuşlar aksakallı komşular. Karara göre; baba, erkek kardeş ve amca çocukları Malatya’ya kızı almaya gidecek, teslim alacak ve üstü açık bir kamyonla sonu malum bir yolculuğa çıkacaklardır. Refakatindekilerin istikameti her ne kadar Muş şehrine doğru ise de Hürriyet’in istikameti bir başka yöne olacaktır. Gidişi olup dönüşü olmayan bir istikamet. Kamyonun yüksek hızda olduğu ıssız bir alanda, kızı iterek aşağı atacak ve ölmesini sağlayacaklardır.
Savunmaları mı, ilahi adaleti bilmem, ama zabıtadan, mahkemeden hiç mi hiç endişeleri yoktur. Adaleti yanıltmak üzere yazdıkları senaryoya göre; kız, işlediği günahın utancı ile kamyondan atlayarak intihar etmiş olacaktır. Komşu köyler ve devlet böyle duyacak, böyle bilecektir. Onlar da köyün ve ailenin alnına sürülmüş sözüm ona kara lekeden kurtulmuş olacaklardır.
Ölüm timini oluşturan cahil vahşiler, vakit kaybetmeden harekete geçmiş ve Malatya’ya varmışlar. Akabinde kızı teslim alma işlemlerini hızlı bir şekilde sonuçlandırmış ve polise teşekkür ederek oradan ayrılmışlar. Bir kamyon şoförüne otobüs bileti almaya paralarının olmadığını söyleyerek yardımını sağlamayı başarmışlar. Yapılması gereken bütün işler başarıyla sonuçlandırılmış ve Malatya’dan Muş istikametine doğru hareket edilmiş. Eski ve köhne kamyon yolları tozutarak hızla ilerlemeye devam etmiş. Boş kamyonun o anki yükünü teşkil eden ölüm timinin gözü dönmüş elemanları, kızın dikkatini çekmeden görevlerini kendi aralarında fısıltıyla prova etmişler yolculuk boyunca.
Hürriyet’in babası iç dünyasında kendisiyle savaş halindeymiş. Onun için kolay değildir böyle bir ölüme onay vermek. Diğerleri kamyonun hızlı olduğu bir anda, kızı iterek kamyondan atmak için uygun bir yer ararken o, vicdan muhasebesi yapıyormuş. Birden yirmi yıl öncesine dönmüş, henüz bir bebek olan mini minnacık Hürriyet’in çığlıkları kulaklarına kadar bir kez daha ulaşmış. Her gün tarladan eve döndüğünde kendisini karşılamak üzere boynuna atılan küçük ve şirin Hürriyet’i hatırlamış. Bir an için cesaretini toplayarak kulakları sağır edercesine haykırmış.
“Hayır! Kızımı öldüremezsiniz. Eğer ona bir kötülük yaparsanız sizi ihbar ederim. Hatta sizi kendi ellerimle öldürürüm” demiş.
Yanındakiler şaşırmışlar, ne yapacaklarını bilememişler. Babanın kararlılığı karşısında çaresiz kalmışlar ve yeni durumu kabullenmekten başka yapılabilecek bir şeyin olmadığını görmüşler.
Evlat acısını yaşamak istemeyen bir babanın yavrusunu koruma içgüdüsü hayatta tutmuş Hürriyet’i, ama bundan sonrası için hiç bir fikri yoktur. Kendisini nelerin beklediğini bilmez zavallı kadın. Kamyonda yaşanan o dehşet dolu tartışma anını hiçbir zaman unutamayacaktır. Travma denilen şeyin adını duymamışsa da, onu en acı şekilde yaşamıştır orada. Köyüne döndükten sonra babasının kendisini korumaya devam etme karalılığı sürecek midir? Bu soruların cevabını ne kendisi, ne de babası bilebilir. Haydi, hayırlısı diyerek yeni bir hayata birlikte yelken açmışlardır baba kız birlikte o gün.
Hürriyet, kısa süre sonra yaşadığı travmayı atlatmış ve eski neşesine dönmüştü. Onun bu yeni hayatına bizler de uzaktan şahit olmuştuk. Ama o olaydan sonra köydeki herkes onu kötü kadın olarak bilmişti. Komşu kadın ve kızlar onunla eskisi gibi asla arkadaş ve dost olmamıştı. Onu koruyan ve kollayan baba da bu tecritten nasibini almıştı. Artık adam yerine konulmamış, selamı bile usulen alınır olmuştu o günden sonra.
Bir yıl sonra üniversiteye gitmek için öğretmenlik mesleğinden, dolayısıyla da Gölköy’den de ayrılmış oldum. Bir süre sonra Solhan İlçesinde rastladığım iki köylü, Hürriyet’in evlenmek amacıyla bir başka şahısla kaçtığını söylediler, ama ne bu olayın doğruluğunu ne de sonrasında olup bitenleri öğrenme şansım olmadı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.