- 867 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
TELGRAFIN TELLERİNE KONAN KUŞLAR MASALI
Hey gidi koca dünya hey!
Neler gördün geçirdin ve neler yaşadın ademoğlunun yaratılışından bu günlere değin kocamışlığının hakkını vererek.
Oysa başın ne kadar dinç için ne kadar huzurluydu bu yaratıklar üstünde tepinmeye başlamadan önce.
Her şey nasıl da değişti gelişti biçimlendi. Senin hafif eğik gövdenin öküzün boynuzlarının üstünde durduğu teorisinden bu yana.
Miadını dolduran çekip gitti yerini yeni gelenlere bırakarak.
Kendi tarihinin tozlu sayfalarında derin uykuya daldı.
Ve giderek bütünüyle unutuldu geçen zaman içerisinde.
Melih Cevdet Anday’ın dediği gibi “Bir akan zaman var bizleri alıp sürükleyen.
Bir de duran zaman var. Her şeyin bitip tükenmesi..
İnsanlar arasında haberleşmenin ilk elektrikle çalışan buluşuydu Telgraf.
Annesi Zübeyde Hanım’ın oğlu ATATÜRK ’e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanı verilmesi dolayısıyla çektiği tebrik telgrafı:
“Milletin hakkınızdaki bu sevgi ve itimadı, benim kadar kimseyi duygulandıramaz. Kız kardeşinle beraber alnından öperek ve bağrımıza basarak, seni tebrik ederiz." 27 Eylül 1921”
William Cooke ve Charles Wheatstone adlı iki İngiliz 1837 yılında teller üzerinden elektrik akımı göndererek mesaj iletmeyi başarmışlar. Böylece ilk elektrikli telgraf makinesi ortaya çıkmış.
1843’te Samuel Morse da telgraf mesajlarında nokta ve çizgilerden oluşan ünlü Mors Alfabesi’ni geliştirmiş.
Her icat gece gündüz verilen sonsuz emeğin uğraşın deneyimin ve akıl yormaların sonucunda insanlığa sunulmuş hiç kuşkusuz. Hatta eve davet edilen konukları. Çalışma yerindeki meslektaşları unutacak kadar.
Merak ediyorum doğrusu?
Acaba kaç kişi başta insan sağlığına hizmet eden o harika alet /aygıt makine ve ilaçlarların yardımıyla sağlığına kavuşurken. Bunları insanlığa kazandıranları minnetle yad ediyor ve hayır duayla anıyor “Pis Gavurlar!” demek yerine..
Ülkemizde İlk Posta Teşkilatı Tanzimat Fermanı ile yaşanan gelişmelerin sonucu olarak Osmanlı Devleti’nin halkın ve yabancıların posta ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla Nezaret olarak 23 Ekim 1840 tarihinde kurulmuş..
İlk Postahane ise İstanbul’da Yeni Camii avlusunda Postahane-i Amire adı ile açılmış.
İlk memurlar Süleyman Ağa, tahsildar Sofyalı Ağyazar Türkçe dışında yazılmış gönderilerin adreslerini tercüme etmek üzere mütercim olarak atanmışlar.
1843 yılında telgrafın icadını müteakip 11 yıl sonra Türkiye’de de telgraf hizmeti başlamış ve bu hizmeti disipline etmek üzere 1855 yılında ayrı bir Telgraf Müdürlüğü kurulmuştur.
1871 yılında ise Posta Nazırlığı ile Telgraf Müdürlüğü birleştirilerek Posta ve Telgraf Nezaretine dönüştürülmüştür.
O günleri yaşayanlar bilir. Telgrafın dört gönderme şekli vardı.
1 Normal
2 Acele
3 Yıldırım
4 Özel Ulak
Telgrafın gidiş süresi ve ücretlendirilmesi bu seçeneklere göre yapılır. Ücret sözcük sayısı ile belirlenirdi.
Bunlar genel bilgiler ve uygulanan işlemler.
Ya direkler arasına çekilen telgraf tellerine konan kuşlar bu konma emrini kimlerden almış. Bu güzel türkünün
sözlerini hangi çapkın kuş kimin için yazıp bestelemiş?
İşte bunu bu güne kadar hiçbir kuş ağzından kaçırmamış insanların bakla ıslanmayan şom ağızlarına karşılık.
Şimdi ne kuşların konduğu o telgraf tellerinden ne de hani maazallah şaşırıp da yar üstüne yar sevecek olanların kurşunlanabileceğinden habersiz bir kuşak var aramızda.
Oysa ben çocukluğumun o uzun tren ve buram buram hakiki benzin kokan makinelerini tanıdım gördüm ve hiç unutmadım. Ekmek arası yediğimi kaşar peynirinin kokusu hala durur taptaze o eski kaşar peynirlerine inat.
Gözüm yolda gönlüm darda
Ya kendin gel ya da haber yolla
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup
Ya Abdullah YÜCE?
Hala kulaklarda çınlıyor o muhteşem besteleri ve sesi.
Uzayıp giden o tren yolları
Uzayıp giden o tren yolları ahh
Açılıp sarmayan yârin kolları
Uğurlar kızları nazlı dulları
Babamın her tayininde düştüğümüz taşlı topraklı keskin virajlı uçurumlu yolların kenarlarındaki beyaz fincanlı telgraf direklerinin üstüne dizilmiş kuşları derin hüzün ve hayranlıkla seyrederken…Geride bıraktığım bütün herkese ve her şeye selamlar yollardım her biriyle ayrı ayrı…
Vee..
Gel zaman git zaman derken bu haberleşme türü de yerini bin bir çeşit elektronik aletlere cep telefonlarına ve istediğiniz anda dünyayı önünüze seren ve adına internet denen akıl almaz akıl küpüne bıraktı.
Bırakırsa bıraksın. Bana ne!
Ben çoktan piyasadan silinen eski kaset-çalar radyomda dinliyorum Müzeyyen SENAR’ımı
Tüm duyguların tüm mevsimlerin tüm güzel insanların ve geri gelmeyecek zamanların anısına…
Telgrafın Tellerine Kuşlarmı Konar
Herkes Sevdiğine Böylemi Yanar
Gel Yanıma Yanıma Da Yanı Yanı Başıma
Şu Gençlikte Neler Geldi Garip Başıma
Telgrafın Tellerini Arşınlamalı
Yar Üstüne Yar Seveni Kurşunlamalı
YORUMLAR
Şimdi madde madde sıralayayım hatırladıklarımı:
1- Normal, dediğiniz telgrafın bir adı da yanlış hatırlamıyorsam E.L.T idi. Ya da E.L.T ayrı bir türdü.
2- Okullarda seçmeli dersler vardı: tarım ve Ticaret..Ticareti seçerdim ben ( Orta okulda ) O derste bize mors alfabesini öğretmişlerdi. Şimdi aklımda tek bir harf bile kalmadı.Ha bir de önümüze hiç bir zaman bir daktilo konmadı ama on parmak daktilo yazma diye bir konu da vardı Ticaret derslerinde. O koca koca defter-i kebirleri unutmak ise ne mümkün?
3- Hangi tür telgraf gönderirseniz gönderin ücreti kelime sayısına göre olduğu için mümkün olduğu kadar kısa yazmaya çalışırdık. Mesela '' Fadime'yi vapura bindirdim. Vapur bu gün yola çıktı. Onu karşılamayı unutmayın. Adres: Osman Trabzonlu...Kocabaş Mahallesi.. Çınar sokak, No 1. daire 5'' Yazacak olan Laz kardeşim kısaca şöyle yazardı: '' Fadime takayadur. Taka denuzedur. Karşila oni...Asmada Osman''
4- Telgraflar genelde yanlış yazılırdı ve bazen oldukça trajikomik durumlara sebebiyet verebilirdi. Mesela kısaca '' Oğlun Oldi'' Şeklinde bir telgraf alan gurbetçi bir oğlunun mu olduğu yoksa var olan oğlunun mu öldüğünü anlayıncaya kadar akla karayı seçerdi.
5- Ve son olarak.: Telgraftan bahsediyorsak İstanbul'un resmen işgali sırasında İngilizler tarafından görevinin başında son ana kadar Mustafa Kemal'e haber ileten ve bu esnada da şehit edilen manastırlı Hamdi Efendiyi rahmet ve şükranla anmadan olmaz.
Oldukça güzel bir nostalji yaşattınız. Çok teşekkürler.
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları tarafından 3/1/2017 10:12:35 PM zamanında düzenlenmiştir.
DEVRİM DENİZERİ
Bir yazı ki iç çektirdi bana..Samsun ilinin Tekkeköy ilçesi vardı.0_9yaş arası orada geçti.Kara treni orada tanıdım.İstasyon müdürü babamın arkadaşı idi.Onlara oturmaya gider,yakındaki ağaçların altında köşe kapmaca oynardık.Akasya ağaçları vardı.Bir de her gün babamla okula giderken tren yolunun üstünden geçer okula varırdık.Bazen yol boyu yürürdük babamla.Yetişemezdim çoğu zaman hızına dur bekle derdim arkadan.
Bİr de eskiden düğünlere telgraf çekilirdi kutlamak için tek tek okunurdu onlar...Bir de ani ölümlerde...
Telgrafın telllerine kuşlar mı konar şarkısını da annemden dinlemişimdir çocukken...
Evet doğru söylüyorsunuz eskiden insan olmanın lezzetini daha bir hissederdik yüreğimizde...Şimdi her şey var ama tadı kaçtı insanlığın...
Yazın neler yazdırdı bak gönül gözümm...sevgiler kutladım efendim.
DEVRİM DENİZERİ
Bilmiyorum ben hastalık derecesinde o zamanları özlüyorum..
İçinde bulunduğumuz bu tarihler ise bir kabus sanki...
Anılarla avutuyorum kendimi..
Sevgi ve selam arımı yolluyor çocuk sevinciyle dolu günler diliyorum ben size.
Semiray Sezgin
Ahh alakasız olur mu..Ne kadar uygun düşmüş yazının anlatmak istediklerine...Doğru biz büyüdük ve kirlendi dünya!
Postacı Rıfat Bey nerededir nasıldır şimdi kim bilir..Ya o hüzünlü olsa bile dünyalara bedel MEKTUPLAR..Telefon sırası beklemenin bile heyecanı bir başkaydı o zamanlar..
Şimdiye bakıldığında her şey çok kolay..Dışarı çıkmanıza hatta evde bir adım öteye gitmenize bile gerek kalmıyor bazen..
Ama mutluluklar sevinçler sevgiler heyecanlar VE yaşamdan alınan tatlardan ESER KALMADI ARTIK..
Tek dileğimiz bir parça huzur temenİninizde olduğu gibi..SEVGİLERİMLE
Sevgili Devrim yazınızı okuduğumda,
belki alakasız ama bir şarkının sözleri çınladı kulağımda...
"Yenik düşüyor her şey zamana
Biz büyüdük ve kirlendi dünya"
Evet her yeni eskiyor zamanla ve "baki kalan bu kubbede bir hoş sada " olarak anılarımızda kalıyor.
1984 lü yıllarda görev dolayısıyla gittiğimiz doğu kara denizin küçük bir nahiyesinde, ne telefon vardı nede haberleşecek başka bir araç.Küçük bir PPT şubesine gider oradan görüşürdük ailemizle..
Arada postacı Rıfat abi telgrafınız var derdi... Kısa ve öz cümlelerle çekilmiş,meramın anlatıldığı kağıt parçası. O bile mutlu ederdi bizi. Yada uzun uzun yazılmış mektuplar... Eyy gidi günler ey dedim içimden.. Geçmişe götüren bu güzel yazınızı kutluyor sevgilerimi gönderiyorum...
Huzurlu geceler arkadaşım..