- 744 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İKİ ŞİİR BİR GÖZLEM
İki ünlü şairimizin, birbirinden tam on yıl arayla, aynı özü işleyen iki şiirini karşılaştıralım.
Amacımızın, iki şair arasında bir değerlendirme yapmak , birini ötekine üstün göstermek değil, şiirde anlatımın , söyleyişin önemini vurgulamak olduğunu daha baştan koyalım.
Her iki şiirde de, yeni doğan bir bebeğe, daha çok acı, mutsuz, katlanılması zorunlu yanlarıyla dünyamız tanıtılıyor. Nelere göğüs germesi, katlanması gerekeceği acı, alaylı bir dille muştulanıyor sanki bebeğe.
Tarih sırasına göre, şiirlerin ilki Melih Cevdet’in 1952’de yayımlanmış Telgrafhane adlı kitabından Dursun Bebeğe Ninni:
Merhaba Dursun bebek merhaba
İşte su
İşte ışık
İşte hava
İşte Dursun bebek bizim dünya
Dandini dandini dastana
Dursun bebek uyusun
Uyusun da aman çabuk büyüsün
Danalar girmiş bostana
Daha neler var neler var daha
İşte kundak
İşte hapis
İşte kavga
İşte Dursun bebek bizim dünya
Dandini dandini dastana
Bostana girmiş danalar
Böyle tosunlar doğursun yarına ninni
Bizim aslan gibi analar.
İkincisi ise Nazım Hikmet’in 1961’de yazdığı başlıksız bir şiir:
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma
ince hastalık yürek enfarktı kanser filan
işsizlik açlık filan
tiren kazası otobüs kazası uçak kazası iş kazası yer depremi sel baskını
kuraklık falan
karasevda ayyaşlık filan
polis copu hapisane kapısı falan
senin yolunu gözlüyor atom bombası falan
hoş geldin bebek
yaşama sırası sende
senin yolunu gözlüyor sosyalizm komünizm filan.
İki şiirin kugusuna baktığımızda, Melih Cevdet’in aynı özü daha şiirsel, daha kısa ve etkileyicibir biçimde verdiğini görüyoruz. Dursun Bebek’te, sözcüklerin başarılı istiflenmesine karşılık Nazım’ın şiirinde rasgele bir yığma var. Yalnızca birbirine benzer kavramlar yan yana getirilmekle yetinilmiş:hastalıklar, kazalar, baskınlar, baskılar...Bir sözcük ötekinden, ya da bir kavram grubu öteki gruptan önce ya da sonra getirilse bir şey değişmeyecek. Bu rasgele yığma, okuyucu da giderek bir bıkkınlık uyandırıyor, şiirin sonunun nasıl geleceğini kestirewbiliyor okuyucu. İstense daha da uzatılabilir ya da bir yerde kesilebilirdi sanısı doğuyor insanda.
Oysa Melih Cevdet, ilk bölümde, gözünü açar açmaz gördüğü, algıladığı dünyayı bebeğe, suyu, ışığı, havasıyla tanıttıktan sonra dünyanın bu kadarla bitmediğini, dahaq çok şeyler göreceğini anlatmak istiyor ve ustaca özetliyor bu sayısız şeyi: Daha neler var neler var daha, dizesiyle. Ve ’işte’ ortak paydası altında birer sözcükle sıralıyor bunları, ’kundak’ gibi sesteş sözcüklerle anlamı daha da yoğunlaştırarak.
Nazım’ın dize sonlarında kullandığı ’filan, falan’ gibi sözcüklere karşılık Melih Cevdet ’işte’ yi kullanmış. Ama iki sözcüğün aynı değerde bir etki yarattığı söylenemez. Melih Cevdet’te şiirin kurgusunda yapı taşı değerinde özel bir yeri varken ’işte’ sözcüğünün , Nazım’daki ’filan’ ya da ’falan’ sözcükleri yalmızca bir kısaltma ya da ayrı kavramlar arasında bir kesme ve ayırma görevi görüyor. Şiirden çıkarılmaları yapıda büyük bir noksanlık yapmayacak.
Nazım’ın öteki şiirlerindeki imge zenginliğini bu şiirde bulamıyoruz. Hastalık adları, kazalar, sıkıntılar sıralanmakla yetinilmiş.
Buna karşılık, Melih Cevdet imgelere, ustaca çağrışımlara dayamış şiirini.
Özetle, Melih Cevdet aynı özü aynı duyguyu Nazım’dan çok daha az kavram ve sözle ama daha yoğun, daha sağlam bir şiirsel yapı içinde dile getirmiş oluyor Dursun Bebeğe Ninni’de.
Şiirin başarısı, belli bir özün, şiirin kurallarına uygun bir dille ortaya konmuş olmasından geliyor. Yani şiirsel kurguya, biçime gerekli özenin gösterilmiş olmöasından, kusursuz bir yapı çıkıyor ortaya . Kuşkusuz aynı öz bir öyküyle anlatılacak olsaydı yapıtın kurgusu, biçimi başka türlü olacaktı. Bu da, baştan beri sanatlarda öz kadar, hatta ondan da çok söyleyişin, anlatımın neden önemli olduğunu açıklar bize.
Melih Cevdet Anday’ın Dursun Bebeğe Ninni adlı şiirini Ruhi Su besteledi. Yazımı bitirirken sizleri o büyük ustanın muhteşem yorumuyla baş başa bırakıyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.