- 569 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
OKUL NUMARANI UNUTMADIM ALİ
(Ali Yılmaz’a, diğer okul arkadaşlarıma)
“Uzun boylu, neşeli
Sınıfın da en küçüğüydü Ali
Burun hokka gibi otursa da yüzüne
Pek şirin görünürdü o yüz bize
Severdik
Şirin görünürdü cemali
Sınıfın da yatakhanenin de neşesiydi
‘Yaşın daha on yedi, maaş alamazsın” dediler
Mezun olunca
Büyüttü yaşını
1969’da öğretmen çıkınca
Şimdi fotoğraflarda görüyorum Ali’yi
Yine neşeli
Yine mutlu
Hep sağlıklı hep çocuksu kalsın
Sevdikleriyle, torunlarıyla
Selam ve sevgilerimle bu yazım da
Ali’ye
Hatıra olsun
……………………………………………………………………………
On beş yıl kadar önceydi. Görev yaptığım liseden emekli olmuş, Kızılay’da bir dershanede o zamanki adıyla ÖSS kurslarında çalışıyordum. Mezun grupların dersine girdiğim için hafta sonu ve pazartesi günleri boştum. Böyle günlerde ikinci adres “Emekli Öğretmenler Lokali”ydi.
Ali Haydar Yazar öğretmeni orada tanıdım. Benim Mucur’da uzun yıllar görev yaptığım gibi o da Hacıbektaş’ta çalışmış. Köylülerimden çok sayıda öğrencisi varmış. “Sadıklı hemşehrim nasılsın?” der, çağırırdı yanına, ara sıra o babacan öğretmenle sohbet ederdik.
Bir gün lokale girdim, Ali Haydar hoca ve bir arkadaş masalardan birinde oturuyorlar. Merhabalaştıktan sonra Ali Haydar Bey, sağa sola göz atmaya başladı. Belli ki “batağa dördüncü kişi”yi arıyor. Biraz ilerdeki masada uzun boylu, dökülmüş, kalan kısmı da kırlaşmış saçlarıyla gezinen bir arkadaşa bağırdı:
-Niğdeli Ali, gel, kareyi tamamla!
-Tamam hocam geliyorum.
Hemen geldi, benim karşıma oturdu. Oturdu ya, bu arada benim kafamda karıştı. Daha önceki gelişlerimde bu arkadaşı lokalde görüyordum. “Sanki bir yerden tanıyorum.” diye düşündüm; ama yanına gidip “Arkadaş, bana hiç yabancı gelmiyorsun.” diye de sormamıştım. Bu “Niğdeli Ali” seslenişi beni uyandırdı sanki. Arkadaş karşıma oturduktan sonra Ali Haydar öğretmeni de şaşkına çeviren şu konuşma geçti aramızda:
-Arkadaş senin okul numaran 50’ydi ve adın da Ali Yılmaz.
-Senin de 38’di.
-Evet, ben sınıf listesinin ilk sırasındaydım, sen de ikinci sırada. 5A-6A sınıflarında aynı sınıftaydık.
-Aradan otuz üç yıl geçti, ben de seni burada hep görüyordum; ama emin olmadığım için soramıyordum.
Bu sırada, bizi şaşkınlıkla izleyen Ali Haydar Bey, o her zamanki babacan tavrıyla:
-Allah Allah, ben böyle isimden önce okul numarası söyleyerek tanışmayı da yeni gördüm. Oğlum, siz kafayı mı yediniz? Otuz üç yıl sonra numaralarınızı nasıl hatırlıyorsunuz?
-Sınıf listesinde birinci ve ikinci öğrenci oluşumuz, yatılı okuduğumuz için gece gündüz bir arada oluşumuz unutturmamış demek ki…
-Tövbe estağfurullah! Bir yaşıma daha girdim.
…………………………
Oyundan sonra sohbet ettik Ali’yle. Ben yıllar sonra Ali gibi neşeli, hayat dolu arkadaşımı buldum ,diye sevinirken Ali ,çok geçmeden lokale hiç gelmez oldu. Ankara’da çocuklarından dolayı geçici olarak kalıyormuş. Sonradan öğrendim ki memleketine gitmiş, orada yaşıyormuş.
Şimdilerde bizler, Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu’ndan 1969’da mezun olanlar, altmış beş-yetmiş yaş aralığındayız. Bu facebook kanalıyla yedi sekiz arkadaşımla iletişim kurmuştuk. Sevgili Önder Pehlivan’ın kurduğu “1969 KIRŞEHİR ERKEK İLKÖĞRETMEN OKULU MEZUNLARI” grubunda hem sınıfımdaki hem de aynı devre mezun olduğum başaka sınıflardaki arkadaşlarla iletişim içinde olmak emeklilik günlerimde beni mutlu ediyor.
Bizler, o okullarda çoğumuz köyden gelip köye hizmet için giden temiz Anadolu çocukları olarak okuduk. “YATILIYDIK, ÇİZGİLİ PİJAMALARIMIZ VARDI” başlıklı yazımda da anlattığım gibi o okulda pek çok anılarımız, sevinçlerimiz, üzüntülerimiz oldu. O okula gelinceye kadar doğru dürüst takım elbisesi, iskarpini olmayan bir öğrencinin devletin verdiği elbiseyi, ayakkabıyı giyince duyduğu mutluluğu bizler yaşadık.
Hayat, o iki gözü görmeyen halk bilgesi Âşık Veysel’in deyimiyle “iki kapılı bir han”dır. Küçük sevinçler bana büyük mutluluıklar verir. Yıllar sonra sınıfın kuru fasulyecisi Ahmet Kirişçi’yle, o ufak tefek haliyle Karagülle’ye kafa tutan efesi Ahmet Çetinkaya ile, küçüğü, neşelisi Ali Yılmaz’la, kibarı, efendisi Selahattin Erdoğan’la, yıllarca aynı ilçede çalıştığımız iyi insan Recep Taşkıran’la, en yakışıklımız Yekta Şahin’le, yine Kaman’dan sevgili Şahin Kaman’la, yıllardır sık görüştüğümüz Yaşar Yalçın’la, okuldaki sakin halini fotoğraflarında bile gördüğüm Mehmet Özlemiş’le, Antalya’ya gidince görüşmeyi arzuladığım Ali Osman Gümüşbaş’la, paylaşımlarını zevkle izlediğim Dursun Berkok’la, sınıfın sessiz, sakin ağabeyi Mehmet Temuroğlu ile ve de o yıllarda resimlerine hayran olduğum, hanımefendi arkadaşım Ruhan Ökse’yle haberleşmek, onların sağlıklı olduğunu , torunlarla düşüp kalktıklarını görmek, çıkışına yaklaştığımız bu “iki kapılı han”da benim için ne büyük mutluluktur.
Hani bir şarkıcımız var
Elinde uduyla çalıp söyleyen
Bir “Anılar” şarkısıyla ünlenip
Yıllardır o şarkıyla
Ekmek yiyen
Biz de ne yapalım
Emekliyiz işte
Bu güzel hayatın akıp gidişinde
Anılarla avunuyoruz
Mutluluğu biraz da anıları
Anlatmak da buluyoruz
Duygusallık derseniz
Artıyor yaşlandıkça
Anlatacağım yaşadıklarımı
Bu hayatı yaşadıkça
………………………………….
Bizleri kırk sekiz yıl sonra bir araya getiren Önder Pehlivan’a, sınıfımda olmasa da diğer sınıflardan tanıdığım arkadaşlarıma bir gün görüşmek umuduyla sevgiler, saygılar.
..............................................................................
Numan Kurt
27 Şubat 2017
YORUMLAR
Bizim kuşak mı vefalı, yoksa her kuşak ta öylede biz mi farkında değiliz?
Bizde de bir devremiz var. 200 kişilik bölük arkadaşlarımızın hepsinin numaralarını ezbere
bilir halâ.
Bizim de bir sitemiz var. "1968 MEZUNU HAVA ASTSUBAYLARI" diye.
O yatılı okullar. Bilmem mi hiç?
Hep birbirine benzer. Dostlukları, yoklukları.
Selam ve Saygıyla Hocam.