- 451 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BATININ VAHŞİ KOVBOYU!
Yerleşik düzeni sevmeyen bir tipti kovboy. Şerifler, gel gitme, bizim kasabamızda kal, diyorlardı ama o kendi başına buyruktu. O kasabadan bu kasabaya küheylanıyla koşup duruyordu. Geceleri, han yerine ağaçların arasına yaptığı hamakta sabahlıyordu. Atını yanından ayırmazdı. Uyuduğunda, o da uyurdu. Küheylanın altıncı hissi, güçlüydü, tıpkı sahibi kovboy gibiydi. Tek gözü açık, ayakta kestirmeyi severdi. Düşman yaklaşacak olduğunda ondan daha çabuk davranıp tekmelerini kurşun gibi sallamak için. Su uyur düşman uyumazdı. Sahibi kovboy ile neler gelmişti başına neler. Onun için tedbiri elden bırakmamak lâzımdı. Karıncayı bile incitmezken beş leşi vardı. Hepsini de hedef seçmeden, ya uyurken, ya da toplu tabancasıyla oynarken temizlemişti. Göstermelik olarak hapiste kısa süreliğine yatmıştı hepsi o kadar. Şerif, ölen kişilerin dosyasına bakıp, şecerelerinin boktan olduklarını gördükçe “kovboy” a madalya takmadığı kalıyordu. Onun en büyük ödülü, “bu kasabada istediğin kadar kal” demeleriydi.
Kovboy, iki gündür ağzına bir lokma almamıştı. Açlığa susuzluğa bir hafta dayanma gücü, tahammülü vardı.
Güneş, tam tepede nefes aldırmıyordu âdeta. Kovboy şapkası, gözlerinin önüne inmiş, kendini atın rahvan yürüyüşüne bırakmıştı. Bir nevi şekerleme yapıyordu. Etrafta bir ağaç gölgesi bile yoktu. Atın bastığı yerlerdeki otlar bile kurumuştu. Kendini değil, atını düşünüyordu. Doğayla baş etmesi çocuk oyuncağı gibi geliyordu kovboy’ a. O, en fazla insanlardan ürküyordu. Bu zamana dek doğru düzgün konuşabileceği birine rastlayamamıştı. Bundan sonrası da meçhuldü zaten. Onun varsa yoksa tek yareni küheylanıydı. Adına LOVE, demişti. Love ile iyi anlaşıyorlardı. Kovboy’u tek üzen bir olay olmuş; köpeği Niki daha geçenlerde hastalanıp ölmüştü. Yedi senedir onunla dost idiler, Love ile olduğu gibi. Köpeksiz olmuyordu. Babası anası belli olan helâl süt emmiş birini bulursa yine alıp büyütecekti. Bu alemde köpeksiz ve atsız yaşanmıyordu. Şimdiden ismini bile belleğinde oluşturmuştu: Chery.
Çatal dilini çıkarmış sürüngen, bulunduğu mıntıkaya giren yabancı misafirleri görünce önce savunmaya, sonra da düşman, menzile yaklaşınca saldırıya geçecekti. Güneşin kızgın sıcağında yeni derisine kavuşmanın zevkini çıkarıyordu. Bütün günahlarıyla yoğrulmuş eski derisinden kurtulmuştu nihayet. Atmıştı üzerinden. İyi ki kurtulmuştu yoksa çat diye çatlayacaktı. Pek de kolay olmamıştı yenisine kavuşmak. Çok sıkıntı çekmişti yeni derisi ile bu vahada dolaşmak ama çok da afili olacaktı. Bu gelen misafirler, bir yıllık yiyeceği erzağa bedel olacaktı. Tasalanmaya gerek kalmayacak, tarla fareleri ile bundan böyle köşe kapmaca oynamayacaktı. Eski derisini parçalayıp yeme telaşesindeki karınca topluluğunun yanından sessizce kıvrıldı. İlerideki taşı kendisini siper etmek için çabuk olmalıydı. Böyle dört ayaklıları ve üzerindeki canavarın ne kadar tehlikeli olduğunu çok iyi bellemişti. Daha geçen yıl, eşiyle birlikte gezip tozarken canavarın gönderdiği bom sesiyle neye uğradığını bilememiş, feleği şaşmış, eşinin can havliyle ölmesini seyrederken kendinin de kuyruğu kopmuştu. Kopan kuyruğunu telafi etmişti ama eşi bir daha geri gelmemişti. Ondan sonra kinlenmiş suçlu suçsuz demeden önüne gelene zehirini akıtmış, canını almıştı. Şimdi de öyle yapacaktı.
Love, kişnedi. Kişnemesiyle yer gök inledi sanki. Kovboy, bu kişnemenin ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Şekerlemeyi yarım bırakıp Love’in üzerinden zıplayıp saldırıya geçmeden kafasından neler yapacağını kestirdi. Her zaman ilk saldıran kendisi olacaktı. Düşmana fırsat verdiğinde canından olmak vardı. Küheylanı, kişnemeye devam ediyor, arka ayaklarının üzerinde şaha kalkmış, sürüngenin yerini gösteriyordu adeta.
Kovboy, saniyenin milyonda bir zamanıyla sürüngenin çatal dillinin kuyruğuna abanıp kendine doğru çekti, boynuna kerpeten gibi yapışıp bastırdı. Sürüngen, neye uğradığına şaşırdı. Düşmanın beline dolanıp kemiklerini kırmak istedi ama nafile. Dört ayaklı canavarın demirden ayakları, kuyruğunu kıskaca almışlardı âdeta. Çok geçmeden nefessiz kalıp bu dünyadan göçüp gitti.
Kovboy, iki gün sabretmenin karşılığını almıştı. Yaktığı ateşin üzerinde yemeğini pişirirken küheylanı ile konuşmaya başladı:
“Şu çıplak tepeleri, kayaları aşarsak yeniden doğmuş gibi olacağız. Otlaklar, sular, barlar, kızlar. Sen de ben de bu dünyanın nimetlerinden yararlanmaya devam edeceğiz!”
Love, sahibine kişneyerek yanıt veriyordu.
Kovboy:
“ Bir de duydum ki benim mekanımda Trup diye bir kovboy bozuntusu türemiş. Astığı astık, kestiği kestikmiş. Müslümanları, ülkemden kovuyormuş. Ulan kendine gel kovboy bozuntusu. Sen daha dünyada yok iken Müslüman gardeşlerim, bu ülkenin gerçek sahipleriydiler. Onlarla birlikte apaçilerle savaşarak bu memleketi düzlüğe çıkarmıştık.”
Love, kişnemeye devam ediyordu.
Kovboy, karnını doyurdu. Sürüngenden en ufak bir parça dahi kalmamıştı. Tabakasını çıkarıp barış çubuğuna tütün bastı. Kav ateşinde yaktı. İçine duman çekip ciğerlerini bayram ettirdi.
“Şu anda bir eksiğim ateş suyu bir de ince belli dilber!
“ Deh oğlum,” deyip mahmuzunu Love’un böğrüne dürtükledi.
Bir şarkı mırıldandı:
“ Ben ve atım
bir de dilberim
Olsa,
Başka bir şey istemem.”
(Devam Edecek)
YORUMLAR
sen var ya sen!
Bir alemsin, bir ömürsün, dostsun, adamsın.
Ve de...
Ustaların ustası iyi bir romancısın.
Hiç unutmam bir yazıma yaptığın yorumda:
"Öznesi gizli yazıları severim" demiştin.
Senin bu yazın da öyle.
Püskevit arası lokum gibi...
Seni seviyorum Ayhan. Senin hayal gücün kadar...