- 672 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ZEHRA
• Akşam olur karanlığa kalırsın
Derin derin sevdalara dalarsın
Oy gelin gelin sevdalı gelin öldürdün beni
Beni koyup yadellere varırsın
Sana zulum bana ölüm değil mi
Bülbül ne ötersin yuvan mı yoktur
Yoksa benim gibi sevdan mı çoktur
• Sar’altın yaptırsam yarin boynuna
Vallah güzellerin düşmanı çoktur
• Odası toz olmuş dolabı duman
Uyan kömür gözlüm uykudan uyan
• Ellerin elime deydiği zaman
İster ölüm olsun ister ayrılık
Yedi kadının yedisi de billur gibi akan derenin kenarına milim şaşmayan aralıklarla dizilmişlerdi yan yana.
Özel bakımdan geçmiş gibi parıldayan önlerindeki aynı şekil aynı büyüklükte taşların üstüne yaydıkları kilimlere yaygılara kaldırıp indiriyorlardı ellerindeki tokaçları yine aynı aksamayan ritimle.
Yaşlarını tahmin etmek kimsenin karı değildi. Nüfuslarına bakacak olsanız orda yazılan da gerçek yaşları değildi zaten. Yüzlerine bakıp tahmin etmek ise işin en zor yanıydı.
Çocuklarının yaşına ve evlilik tarihlerine göre yaş vermeye kalksanız 25-35 arası dersiniz en fazla. Ama üç aşağı beş yukarı yedisi de 55-65 gösteriyorlardı.
İçlerinde en çökük görünen Zehra gelin köyün en güzel kızıydı vaktinde. Bal rengi gözleri gülümsedikçe iyice derinleşen bal dolası gamzeleri fidan boyu kadife teni beline inen başak sarısı saçlarıyla köy delikanlılarının sigaraya başlama nedeniydi daha buluğ çağlarında.
“Güzellerin düşmanı çok olur. Hem bekletip de turşusunu mu kuracağım. ” diyerek ne kendisine ne annesine sormadan vermişti kızını köyün paralı pullu ekin dikin ve ağıl sahibi Hüsmen’in askerden yeni gelen oğlu Recep’e babası Bekir.
Sarıaltın Köyü köy olalı beri ne böyle bir düğün ne böyle bir gelin görmüştü. Hem köyün adına hem güzeller güzeli Zehra’nın bembeyaz kuğu misali boynunu yakışır sarı altınlar beşi bir yerdeler sıralanmıştı sıra sıra.
Seneye kalmadan ilk çocuğunu verdi babasının kucağına Zehra gelin. Arkası kesilmedi doğumlarının. Şimdi yedinci çocuğuna hamileydi. Son ayının içindeydi hem de.
“Kız Zehra canına mı susadın sen? Az soluklan hele. Ne bu böyle düşman döver gibi dövüp durursun kilimleri? Çocuğu düşüreceksin maazallah!” dedi Pembe.
“Geçen yıl Şehriban’n başına gelenleri unuttun mu? Karnındaki ikiz bebeleriyle çekti gitti dünyadan biçarem benim. Hadi sen var git. Biz kalanını tamamlarız.” diye çıkıştı Zehra’ya amca kızı Emine.
“Allah’ın gücüne gitmesin ama bıktım artık yaşamaktan. Tez elden çekip gitmek gelir içimden. Gecede miyim yoksa gündüzde mi ben de bilemedim bunca sene. Tarla işleri bir yandan hayvanların bakımı ev işleri öte yandan bir de kaynanamın beş karış suratı yüreğe dokunan acı sözleri yok mu…
Hadi kaynatamı bıraktım. Recep’in de bir işin ucundan tuttuğu yok doğru dürüst. Neymiş? Köyün zenginleriymişler el üstünde tutarlarmış beni. Hani nerede? Bunun adına kader değil şansızlık denir bacım.
Şansımız olsaydı ellerimiz çatır çatır çatlamaz ayaklarımız nasırlaşmaz yüreğimiz dert görmez üstümüz başımız gübre kokmaz erkenden belimiz bükülmez ışıl ışıl ışıldardık şehirli şanslı kadınlar gibi. Hay yere giresin sen kara talih.”
“İsyan etme. Elbet Allah’ın da vardır bir bildiği. Bu dünyada herkes aynı olsaydı ne farkı olurdu iyi ile kötünün. Hem Allah iyi kullarını sıkarmış. Aç değilsin açıkta değilsin. Ocağın tütüyor. Kocan başında altı tane kuzun var gül gibi. Daha ne istersin Rabbimden.” Dedi Asiye tokaçlamaya ara vermeden.
“Bu dünyanın bir de öte dünyası var. Burada gülmeyen orada gülecek derdi Nevruz halam” dedi Firdevs de gözleri ışıyarak.
“ Burası imtihan yeri. Herkes ne ekerse onu biçecek. Hem burası köy yeri hepimizin kaderi aynı. “ dedi yedi senedir çocuk sahibi olamayan Düriye de”
“Gidin işinize. Buradan giden çok. Ama gidip de orada ne olduğunu görüp geri dönen yok.
Bütün insanlar Allah’ın kulu değil mi. Niye kimine şans verip burada güldürüp ötede ağlatsın. Niye kiminin bahtına burada kara edip o alemde güldürsün. İmtihan yeriymiş. Bazı imtihanlar çok zor geliyor insanlara.” Dedi Zehra isyan dolu sesle.
“Tövbe de Zehra. Şeytanla birlik mi oldun yoksa. Zevzekliği bırakın da işinize bakın. Gün kavuşmadan varalım evlerimize” diye susturdu hepsini Yeter.
Güneş, kocaman kıpkırmızı bir top olmuş derenin üstüne düşmüştü sanki. Sular aniden ısınmış dere boydan boya kırmızıya boyanmış taşlar gözleri kamaştıran ilahi bir nurla parlamaya başlamıştı.
Yedi kadının yedisi birden tokaçladıkları rengarenk kilimleri yaygıları büyüklüklerine göre kat kat yapıp en ağır son tokacı yine aynı anda indirdiler üstlerine.
Şimdi onları yüklenip dere kenarındaki daha büyük taşlara ağaç dalarının üstüne sermeye gelmişti sıra.
Sabaha kadar kuruyacak hale gelirlerdi. Öğlen sıcağını yediler miydi derenin suyu gibi pırıl pırıl olurdu hepsi de. İkindiye doğru da hep birlikte gelir toplayıp götürürlerdi.
Elleri aynı anda kavradı kilimleri aynı anda vurdular omuzlarına sanki bir beden olmuş gibi.
Zehra’nın acı dolu çığlığıyla birlikte gün kavuştu. Sular koyulaştı . Altı kadın omuzlarındakileri atıp yanı başına üşüştüler aynı anda.
Çiçek desenli şalvarının dar paçalarından ince bembeyaz bileklerine inen kanlar önce narin ayaklarını sonra suları kırmızıya boyadı.
Altısı da hem doğum hem düşük durumlarında çok deneyimliydiler. Birbirlerinin gözlerine bakarak ne yapılması gerekiyorsa hepsini yaptılar. Gerisi Allah’a kalmıştı.
Önce dudakları gerilip bembeyaz kesti ardından bal rengi gözleri gök yüzüne dikildi.
Sabah beri tokaçlayıp kat kat yaptığı kilimlerden birini açıp içine yatırdılar. Ardından omuzlarına vurup yola koyuldular.
Ağıtları derenin kanlı sularında yankılandı…
YORUMLAR
Babamın memuriyeti dolayısı ile yurdun en uzak köşelerini kuş uçmaz kervan geçmez yörelerini dolaştık. Çocuk kalbim ve gören gözlerimle hepsinin fotoğrafını çekip aklımın ve yüreğimin her köşesine yerleştirmiş olmalıyım ki bu dramların hiç yabancısı olmadığımı anladım..
Aynı acılar farklı biçimlerde yaşanıyor hala..Değişen hiç bir şey yok. Yitip giden insani değerin ve insanca bir düzenin yokluğuna yanmaktan başka ne gelir elden..
Değerli yorumunuza gönülden teşekkürler. İki ayrı insanın aynı dili konuşmaları ne güzel..
.
Merhaba Devrim hanım, aydınlanma yaşayamamış memleketimin garip hallerini ne güzel betimlemişsiniz. "Dert bir değil elvan elvan" denir ya işte öyle bir şey. İçine düştüğümüz ve sürmekte olan durum bu maalesef.
Beni en çok kadınımızın kırsal kesimde yaşadığı betimlediğiniz durumları üzer. İptidai usullerde doğum yapmalar. Doğumda can veren boynu bükük bacılarımız, kızlarımızın erken yaşta kara topraklara düşmeleri...
Ne diyeyim, dertlerimi depreştirdiniz. Sağ olun durumun hatırlatılması güzel...
emeğe ve sanata saygımla esenlikler.