- 1380 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yunus Emre hayatından bölüm -2-
Yunus Emre hayatından
BÖLÜM 2
Yunus Emre dervişlik yolundaki hayatı
Yunus Emre Aslanlı Hacı Bektaş Veli’ in, tavsiyesi üzerine atına eşi Sitare den hatıra kalan üzeri yıldızlarla işlenmiş heybesini atının terkisine atar ve Taptuk Emre dergâhına gitmek üzere yola çıkar.
Yolda giderken aklında hep Moğollar tarafından esir olarak götürüldüğünü duyduğu oğlu İsmail ve Moğol askerleri tarafından öldürülen çok sevdiği eşi Sitare’ nin hayali vardır. Yüreğindeki acıyı bir türlü bastıramamış olan Yunus’ un tek tesellisi gittiği Taptuk Emre dergâhında, içindeki bitmek bilmez acısının dineceği tesellisidir.
Yunus yüreğindeki acıyla Taptuk Emre dergâhına varıp Taptuk dervişle görüşünce Taptuk derviş onun geleceğini bildiğini beklediğini söyleyerek “Hoş geldin Aslanlı yadigârı “ nerede kaldın gözümüz yolda kaldı diyerek, onu karşılar ve onu dergâhına alarak yanına dergâhta Lokman diye söylenen Horasan asıllı biriyle kalması için bir oda verilir. Görev olarak da, dergâhın kışlık yakacak odunlarını dağlardan kesip getirme görevi verilir.
Artık Yunus her gün dağlara giderek, ormanlardan temin ettiği odunları sırtında dergâha getirmeye başlar. Gelirken de oda odunların yanı sıra oda arkadaşı Lokman dervişin istediği otları da birlikle getirir bu otları oda arkadaşına teslim eder.
Oda arkadaşı Yunus un dağlardan toplayıp getirdiği otları kendi usulünce ilaç haline getirip bunları şişeleyerek biriktirir. Gerektiğinde hasta olanların derdine şifa olması için kullanır.
Yunus yalnız dervişlik değil oda arkadaşından otlardan ilaç yapmasını ve bu yaptığı ilaçların hangi hastalıklara iyi geldiğini de ezberler.
Yunus dergâhta iki yıl kadar kalarak okuma yazmasını, kendi gibi şairliğe hevesli duygularını düşüncelerini şiirle anlatan adaşı diğer Yunus ‘tan faydalanır onu bazen kendine örnek alır. Bir gün Taptuk şeyhi bunların duygularını şiirle açıklamaya çalıştığını anlayınca Yunusu ikaz eder der ki Yunus madem şiire heveslisin içindeki duygularını düşüncelerini bu yolla açığa çıkarmak istiyorsun o zaman şiirin kurallarını öğren, okuduğun şiirlerin duraklarına kafiyelerine dikkat et şiirlerini gelişi güzel okuma usulleri kullanarak oku diyerek tembihler.
Yunus onun bu ikazı karşısında, öğrendiği okuma yazma ile dergâhta bulunan Mevla veya bunun gibi daha başka şairlerin kitaplarındaki divan şiirlerini okur inceler ve özelliklerini öğrenmeye çalışır günden sonra da şiirlerini divan usullerine göre veya hece vezni ile yazar söyler.
Yunus her ne kadar burada kendini okuma yazmaya ve dünya halinden sıyrılıp gerçek dünya haline girmeye çalışsa da aklında hep çok sevdiği çekik gözlü denen Moğol askerlerinin öldürdüğü eşi Sitare ile yine onlar tarafından esir pazarlarında satılmak üzere götürüldüğünü duyduğu oğlu İsmail’i aklından çıkaramaz.
Bir gün dergâha Konya ili, Larende ilçesinden birkaç misafir gelir bunlar dergâhtakilerle sohbet ederken Larende de Moğol esir tüccarları tarafından Sarı köylü olduğu söylenen bir genç çocuğun esir tüccarları tarafından Larende de zengin bir adama satıldığından ve bunun dergâhtaki Yunus’ a çok benzediğinden söz edildiğini duyar.
Yunus bu duydukları karşısında heyecana kapılarak onun kendi çocuğu İsmail olabileceğini düşünerek, Taptuk Emre’den izin alarak Larende ye gidip bakıp gelmek ister.
Taptuk Emre Yunus’un bu isteğini geri çevirmez bunun yanına yollarda eşkıyalara ve Moğol düşmanlarına karşı korumak için üç dört tane silahlı çelebiyi de görevlendirip gönderir.
Dört arkadaş atları atların üzerinde içinde yollarda yiyecekleri olan erzakları ile birlikte Konya iline doğru yola çıkarlar. Yolda giderlerken Yunus’un çelebilerin birinin heybesinde ağır bir sandık olduğunun farkına varır. Merak eder yol arkadaşına sorar. Fakat bu sandığı taşıyan çelebi sandığın içinde ne olduğunu söylemez sadece Konya Selçuklu sultanına gönderilen hediye diye cevap verilir.
Birkaç gün yol gittikten sonra nihayete Konya iline vararak Selçuklu sultanının huzuruna çıkarlar Taptuk sultanın gönderdiği hediyeyi teslim ederler.
Sultan sandığı açtırır bakar ki sandığın içinde o güne kadar görmediği tanımadığı üzerinde değişik işaretlerin yazıların olduğu altınlar vardır şaşırır bunlar altın ama ben böylesini hiç görmedim bunlar neyin nesidir derken çelebilerden biri onların nasıl bir altın olduğunu şöyle anlatır.” Hünkârım bu altınlar Taptuk sultanımızın toprağından çıkmış çok eski zamanlara ait altınlarmış çıkarıldığı mülk her ne kadar Taptuk sultanımızın olsa da o yerlerin asıl sahibinin Selçuklu toprağı olduğunu düşünülerek bunları size getirdik derler”.
Selçuklu sultanı, bu altınları almayı önce kabul etmeyerek geri göndermek istese de çelebilerin ısrarı karşısında alarak adamlarına emir verip altınları Konya halkının fakirlerine dağıttırır.
Günlerden Cuma olduğu için, çelebilerden biri Cuma namazı kılmak için, Yunus ile beraber Konya ilinde bulunan İplikçi camisine giderler bakarlar’ ki camide Mevlana hazretleri vaaz veriyor otururlar onu dinlemeye başlarlar.
Mevlana cemaat arasındaki kendini dinleyen, Yunus ve yanındaki çelebiyi görür ve onları kılık kıyafetinden tanır vaazı bitince onların yanına gelerek onların ortasında Cuma namazı kılar ve onlarla birlikte camiden çıkar.
Yunus ve yanındaki çelebi onunla tanışır, Mevlana onlara arkadaşı tanıdığı olan Taptuk şeyhinin nasıl olduğunu sorar ve Yunus ile yanında gelenleri yanında üç beş gün misafir ederek konuşurlar dergâhtan bahsederler.
Yunus Mevlana nın yanında kaldığı bu kısa sürede, ondan çok şeyler öğrenir onun yeni mesneviler yazmak üzere olduğunu bitince kitap haline getirtip Taptuk dergâhına da göndereceğini gönderdiği zaman okumalarını sağlık verir.
Yunus ve yanındakiler Konya merkezden ayrılarak birkaç günlük yolculuktan sonra Larende ye varırlar ve Yunus satın alan zengini bulup konuşurlar ve İsmail’i görürler.
Gördükleri İsmail kendi oğlu değildir isim benzerliğinden başka bir şey olmadığını anlayınca, Yunus büyük bir moral bozukluğu içinde yeniden yanındaki silahlı çelebilerle beraber dergâha geri döner kaldığı yerden göreve devam etmek ister.
Fakat bu defa Yunus’a odun getirmek değil’ de dergâhtaki kuyuya su çekme kuyuyu suyla devamlı dolu tutma görevi verilir. Çünkü o yıl mevsim kurak gitmiş pınarlardaki sular azalmış sadece kuyularda biriktirilen sulardan faydalanmak mecburiyeti hâsıl olmuştur.
Yunus her gün ormandaki hala birazcık olsun suyu akan pınardan doldurarak sırtına yüklenip getirmeye ve kuyuyu getirdiği sularla doldurmaya başlamış. Bu sutaşıma işinde çalışırken Yunus’un sırtında yaralar oluşmaya başlar.
Her ne kadar bu yaraları oda arkadaşı Lokman yaptığı ilaçlarla iyi etmeye çalışsa da Yunus bu sutaşıma işini engare olarak görür hoşuna gitmez.
Dergâhta hiçbir şey öğrenemeyeceğini düşünerek kaçık Sarı köye dönmeyi orada kendisine ait olan terk ettiği arazileri ekip biçerek yaşamayı düşünür ve bir gece gizlice kimseye haber vermeden atına eşinden hatıra kalan üzeri yıldız işlemeli heybesini atarak biner ve dergâhtan Sarı köye gitmek üzere yola çıkar.
Onun yola çıktığı yıllarda hala etrafta Moğol devriyeleri dolaşmakta bu da yetmiyormuş gibi bir de eşkıyalar, soğuk nefesliler, Haramiler sonra Haşhaşiler vardır.
Bütün bu tehlikeleri göze alarak bildiği tenha yerleri dolaşa, dolaşa Sarı köye doğru giderken yolda bir Çingen kafilesine rastlar onlarla birlikte giderse hem karnını doyurabileceğini hem de yollardaki tehlikelere karşı kendini daha emniyetli hissedeceğini düşünerek onların arasında yoluna devam eder.
Akşam olunca geceyi onlarla birlikte yolda gizlenmeye müsait bir mağarada geçirmek için dururlar. Yunus çok aç olduğundan Çingenlerin kendisine ikram edecekleri yiyeceklerin ortaya çıkmasını bekler.
Çingenlerden biri mağaranın tepesine bir idare lambası asar ve parmağını oynatarak o lambayı yakar yanan lambanın ışığından karanlık mağaranın içi gündüz gibi aydınlanır öyle bir aydınlık olur ’ki şaşırmamak elde değildir.
Çingenlerden biri belindeki kırmızı kuşağını açar yere serer. Bütün yolcular onun başına toplanır ve Yunus’ u da yemeğe davet ederler.
Yunus bir bakar ki, gökten onların yere serdiği kırmızı kuşağın üzerine çeşit, çeşit yemekler inmiş meyveler inmiş ne ararsan vardır. Yunus çok aç olduğundan nasıl olduğunu falan düşünmez onlarla beraber yer içer karnını bir güzel doyurur.
Ertesi gün olunca Çingenler etraftaki tarlalarda çalışarak köylülerin işlerini yaparlar fakat hizmetleri karşılığında hiç para veya mal mülk almadan mağaraya geri dönerler yine akşam olunca bu defa bir başka çingene kuşağını çıkarıp ortaya serer üzerine gökten inen yiyecekleri yiyerek karınlarını doyururlar.
Üçüncü gün olmuş hala yola çıkmamışlardır ve üçüncü geceyi de aynı mağarada geçireceklerdir. Bu defa Çingenlerin başlarındaki adam ayağa kalkar Yunus’ un yanına gelir der ki!
“haydi, bakalım Yunus iki gündür biz senin karnını doyuruyoruz bu defa da sen doyur sıra sana geldi çıkar şu kuşağını da kuşağında bizlere yedirecek neyin var görelim diyerek ısrar etmeye başlarlar.
Yunus bocalamaya başlar çünkü onlara yedireceği ne bir yemek vardır ne de kuşağında ekmek kuru bir ekmek bile yoktur. Korku ile Allah’a yalvarmaya başlar. Bildiği bütün duaları okur onun yardımını ister.
Sonra belindeki boş kuşağını çıkarır ortaya serer, Çingenlerden biri der ki yahu Yunus can ne büyük kuşağın varmış bu kuşağın başına bir ordu sığar der ama Yunus bunu kendisiyle alay edildiğine yorar sonra’ da bir bakar ki, ortada koskoca olmuş kuşağı üzerinde yok yoktur. Envaı çeşit yiyecekler çeşit, çeşit meyveler ve içecekler vardır.
O akşam o yemekler yenir amma, Yunus yaptığı hatanın farkına varır bütün bunları habersiz terk ettiği tekkenin Şıh’ı olan Taptuk Emre’nin duası ile olduğuna karar verir sabahı zor ederek geri dönüp yalvarıp yakarıp gerekirse eline ayağına kapanıp yeniden dergâha alınması için yalvarmak ister.
Ertesi gün sabah erkenden kalkarak atına biner yeniden geri dönüp bir gün öğleye doğu dergâha gelir. Gelmeyi gelir de daha onu dergâhın önünde bekleyen arkadaşları ona düşman gibi davranmaya, kovalamaya hatta hakaretler etmeye başlarlar. Arkadaşları onu içeri almaz bütün uğraşılara rağmen içeri giremez, arkadaşlarının kendisini darp etmesi sonucu aldığı yara ile bir kenarda akşam vakti duvarın dibinde sabahlamayı düşünür kıvrılıp kalır sabahı bekler.
Sabah olmuş gözleri görmeyen, dervişinin hanımı abdest almak için dışarı çıkmıştır. Onun dışarı çıktığını görünce, yalvarmaya eşi Taptuk dervişi ile kendisini bir kez olsun görüştürmesini ister.
Kendisine yalvaran Yunus’a Taptuk dervişin eşi der ki, Yunus sen git bizim evin eşiğine yat biraz sonra derviş abdest almak için dışarı çıkacak onun bastonu nasıl olsa sana takılır.
Sen de o zaman, elini ayağını öper kendini affettirmeye çalışırsın, af ederse yeniden dergâha girer kaldığın yerden devam edersin af etmezse benim sana yapabileceğim bir şey yok der.
Yunus dediğini yapar gider eşiğe yatar biraz sonra derviş bastonu ile önünü yoklayarak abdest için dışarı çıkarken, Yunus’un kokusunu alır ve eşine bağırır ben burada bizim Yunus’un kokusunu alıyorum o mu gelmiş yoksa der. Eşi evet deyince derviş ayağını eşikte yatan Yunus’un yüzüne koyar var gücüyle bastırır.
Demek pişman oldun döndün haydi bakalım al abdestini de, beraber sabah namazını kılalım diyerek af eder ve beraberce sabah namazını kılarlar.
Tekrar dergâha kabul edilen Yunus artık eskisi gibi ne odun taşır ne de su taşır. İçerde dervişlerden ve okuduğu kitaplardan ilim irfan öğrenir ve Taptuk sultanının kendisi yetiştirmesine olanak tanır kendisini onun ellerine teslim ederek maddi dünya halinden ebedi dünya haline geçer tüm varlığını ruhani âleme teslim ederek çok şeyleri kaldığı beş yıl içinde öğrenir iyice pişer olgunlaşır.
Bir gün dergâha Horasan’dan bir derviş kafilesi gelir. Gelen dervişler dergâhta misafir edilir namazlar kılınır yenir içilir ve dergâhta derviş usullerine göre, ayinler yapılır arkasından sohbetler edilir.
Her şey bitip sohbet’ sıra geldiğinde, oradaki misafirler dervişlerden şiir okumasını isterler. Taptuk sultan dervişleri arasından, iyi şiir okuduğunu bildiği birinin şiir okumasını ister. İster ama bu derviş sıkılır şiir okumak istemez bu defa Taptuk Emre Yunus’ a der ki haydi Yunus sen oku da şöyle içimiz bir açılsın demeye başlamış.
Yunus önce o da diğer arkadaşı gibi mahcup olmaktan korkarsa da bakar ki okumasa olmayacak aklına gelen her konuyu şiire dökerek öyle bir söylemeye başlar ki ne kendi kendine hâkim olabilir ne de onu orada dinleyenler durdurabilir su olur ırmaklara denizlere akar dinleyenleri büyüler.
Ertesi gün olur artık onun dergâhta pişip olgunlaştığına inanan Taptuk Emre onun artık gitme zamanının geldiğini söyleyerek Anadolu topraklarını, dolaşmasını her gittiği yere Müslümanlığı şiir diliyle anlatıp yayması isteyerek onu yolcu ederler.
Yunus yine altında atı, atının üzerinde çok sevdiği eşinden kalma üzeri yıldız işlemeli heybesi yola çıkar aylarca yol gittikten sonra eşinin mezarının olduğu Sarı köye gelerek yerleşir.
Yunus sarı köye gelince köyde kimseyi bulamaz, her yer yakılıp yıkılmış harabe halinde evlerin olduğu sessizliğin hâkim olduğu ıssız bir yerdir. Gider esas adı Elif olan eşi Sitare nin mezarını ziyaret eder dualar okur sonra gelirken dağlardan topladığı yemişler ile karnını doyurur. Kendine oradaki harabelerden kalacak bir yer yaparak gelip geçen yolculardan hasta olanları Lokman arkadaşından öğrendiği ilaçlarla iyi etmeye çalışarak yaşamaya çalışır.
Yunus’un arkadaşından öğrendiği ve burada otlardan yaptığı ilaçlarla, hastaları iyi ettiği kısa zamanda çevre köylerden ve kasabalardan duyulunca Sarı köy ziyaretçi akınına uğrar ve kısa zamanda bazı insanların yeniden buraya gelip yerleşmesi ile yeniden canlanır yeniden bir yaşam yeri haline gelir.
Aradan geçen bir zaman sonra, köye bir eşkıya kafilesi gelerek köyü basar ve köyde yaşayanlardan haraç almaya başlarlar.
Bunların içinde yaralı olan biri vardır, Yunus’un namını duydukları için yaralıyı onun yanına getirip yaralarını iyi etmesini isterler. Yunus onun yarasını iyi etmeye çalışırken bu gelenlerin reislerinin kim olduğunu sorar onlardan reislerinin adının İsmail olduğunu duyunca, hemen aklına bir türlü unutamadığı kendi oğlu gelir ve görmek ister.
Çağırırlar görüşür ve sonunda onun kendi oğlu İsmail olduğunu anlar ve kalkıp boynuna sarılarak hasret gidermek ister ama oğlu İsmail hem şaşkınlık ile karşılar hem de kızmaya başlar aralarında neden aramadan neden bu güne kadar beni bulmadın tartışması başlar.
Oğlu çete reisi İsmail dinsiz dine inanmayan çekik gözlü Moğollar’ ıh yanında geze, geze şaman inançlarına alışmış biriymiş. Artık babasını bulunca orada yaşamaya karar verir ve dağlarda eşkıyalık yapmaktan vaz geçerek yanındaki kızanları ile beraber onlar da Sarı köyde kalmışlar kendilerine evler yapıp yerleşmişler.
Müslümanlığı tanımayan biri olunca babası Yunus ile başlangıçta çok zor günler geçirmiş devamlı olarak babası ile tartışmalara girmiş amma sonun’ da onun da yüreği yumuşamış ve Müslümanlığı kabul etmiş sonra derviş olan babasına Sarı köyde küçük bir derviş hane yaparak onun orada kalıp insanlara yardım etmesini istemiş.
Fakat Yunus dergâhtan ayrılırken Taptuk şeyhinin kendine söylediği vasiyet ettiği emrini yerine getirmek istiyormuş.
Sonunda Sarı köyden ayrılıp Anadolu’nun bütün şehirlerini köylerini dolaşıp insanlara yol göstermeye Müslümanlığı okuduğu şiir diliyle ve sohbetleriyle yaymaya başlamış.
Oğlu İsmail’ de babasının ayrılmasından sonra Sarı köyden ayrılıp Şimdiki Karaman ili olan o zamanki Larende denen yere yanında kızanlarıyla gelmiş, burada bir arsa alarak üzerine ev yapmışlar ve yerleşmişler burada yaşamaya başlamışlar.
Bir rivayete göre daha sonra babaları da oraya yerleşmiş bir rivayete göre ise Yunus tekrar çok sevdiği eşi Sitare (Elif ) in mezarının bulunduğu yer olan sarı köye geri dönüp yerleşmiş ve ömrünü orada tamamlamış amma gerçek nedir bilinmiyormuş.
Esas olan onun, dergahta çok iyi yetişmiş bir halk şairi, bir divan şairi ve Müslümanlığı her gittiği yerlerde kendi öğrendiği usullerle tatlı diliyle anlatan dinleyenlerin gönlünü fet eden biri olmasıymış..
24 Şubat 2017
Ahmet Yüksel Şanlı er
Yar yüreğim yar
Gör ki neler var
Bu halk içinde
Bize güler var
Ko gülen gülsün
Hak bizim olsun
Gâfil ne bilsin
Hakkı sever var
Bu yol uzaktır
Menzili çoktur
Geçidi yoktur
Derin sular var
Girdik bu yola
Aşk ile bile
Gurbetlik ile
Bizi salar var
( Yunus )
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.