- 975 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
SAVAŞI ERKEKLER ÇIKARIR, ACISINI KADINLAR ÇEKER --' RAHATLATAN KADINLAR YA DA COMFORT WOMEN ' 1. BÖLÜM
Birbirinin kopyası iki hikaye ile başlayayım bu gün.
1. Hikaye:
Verjine Svazlian Anlatıyor ( Svazlian şeklinde yazılınca çok yabancı dursa da ’Sıvaslı Verjin’ olarak yazılırsa o kadar da yabancı değil) Evet..Verjin Sıvaslıyan ’ Ermeni Soykırımı ve Tarihsel Hafıza’ adlı bir çalışmasında şöyle bir şey anlatıyor Garnik Stepenyan adlı 1909 doğumlu bir Ermeninin ağzından:
“Nisan günleriydi. Der Zor yakınlarındaki Hekimhane denilen yerde korkunç bir olay cereyan etti: Zıvaneli ’de otuz güzel gelin kervanımıza katılmıştı. Bir gece onları toplayıp götürdüler. Onları çırılçıplak soyup dans etmeye ve kendilerini eğlendirmeye zorlamışlar. Saçları darmadağınık ve acayip şekilde geri getirildiklerinde, o gelinler hep birlikte el ele tutuşup Fırat nehrine atladılar:”
2. Hikaye:
Bu sefer bir Türk anlatıyor. Bir öğretmen olan Leman Alp.
Bu hikayede Der Zor’un yerini Van- Akdamar adası almıştır. Zivaneli köyünün yerini ise Zeve Köyü...
’Kente giren Ermeniler, karşılarına çıkan herkesi kurşuna dizmişti. Can derdine düşen silahsız köylüler, Van Gölü’ne doğru kaçmaya başlamıştı. İşte o anda Van ile Akdamar adası arasında taşımacılık yapan vapurlar imdatlarına yetişmişti. Çaresiz halk, Ermeni zenginlere ait bu vapurlara doluşmuştu. Asıl katliam da burada yaşanmıştı. Vapur, gölün tam ortasına gelindiğinde Ermeniler, Türk erkeklerini katledip suya atmıştı. Kadınlar ise Akdamar’a götürülmüş, ömürlerinin sonuna kadar Ermenilerin tecavüzüne uğramıştı. Bu zilleten kurtulmak isteyen kadınlar ise kendini göle atarak canlarına kıymıştı.’
Biz bu iki ayrı anlatımdaki ’ Biz değil onlar yaptı- Hayır biz yapmadık asıl onlar yaptı’ Kısmını tamamen es geçip doğrudan doğruya, sadece ve sadece tecavüz denilen olaya odaklanırsak çok korkunç bir gerçekle karşı karşıya kalıyoruz: ’Savaşı erkekler çıkartır, acısını kadınlar çeker’
Evet..Dünyanın bilinen en eski çağlarından beri savaşları erkekler ya da çoğunlukla bir tek erkek ( Ülkenin hükümdarı ) Çıkarmıştır ama çıkan bu savaşın sonucunda en acı faturayı - savaşın çıkmasıyla hiç bir ilgisi olmayan- kadınlar ödemiştir. İşin ilginç olan tarafı ise yaklaşık bütün dinler -Kendi taraftarlarının savaşı kazanması durumunda- kadın olsun erkek olsun karşı tarafın insanlarına yapılacak olan taciz ve tecavüzü bir hak olarak görmüşlerdir. Mesela hem Tevtatta hem de İncilde ( Eski ve Yeni Ahitte) Kadınların savaş ganimeti olarak alınmasından bahsedildiği gibi İslam hukukunda da kadın, savaş ganimeti olarak cariye olur ve her kimin ganimet payı ise o kişinin - birlikte yatmak, yani seks ihtiyacı da dahil- tüm hizmetlerini görmek zorundadır. Hiç bir itiraz hakkı yoktur. Yani ’Erkeklerin başlattığı bir savaş yüzünden olayla hiç ilgisi olmayan bir kadın ’’ Beni cezalandıramazsın. Seninle yatmak, senin hizmetçin gibi her işini yapmak zorunda değilim’ Diyemezdi. Bunu dediği takdirde cezası ölüme kadar gidebilirdi.
Nitekim yine dinlerin bakış açısına göre savaş ganimeti olan erkek ve kadınlar ( Ama özellikle kadınlar ) bir insan değil mal idiler. Şöyle ki:
Antik çağlardan beri “Zafer kazanan talan yapar”ilkesi uyarınca yapılan talanın en önemli parçasını kadınlar oluşturmuştu. Bu bağlamda tecavüz suç değil hak kategorisine giriyordu. Kadınlara esir alındıktan sonra sahibinin dışında herhangi biri tarafından tasallutla bulunulursa, işte o zaman sorun çıkardı, fakat bu da en fazla mala karşı işlenmiş suç sayılırdı ve burada muhatap ganimeti kaldıran taraftı, kaygı, onun zararlarını karşılama kaygısıydı.
Savaşların mağdurları olan insanların bu mağduriyetleri maalesef yüzlerce sene neredeyse hiç himsenin dikkatini çekmedi. Madem ki bir başka dine ve başka bir millete, ya da ırka mensuptular o halde her türlü ezaya, cefaya, tecavüze müstehaktılar. İster kadın olsun isterse erkek...
İlk kez 1583-1645 Yılları arasında yaşamış Hollandalı bir hukukçu olan Hugo Grotius ile 1714-1767 yılları arasında yaşamış olan İsviçreli Emer de Vattel adlı filozof-hukukçu, savaş ortamlarında bile olsa tecavüzün suç olarak nitelendirilmesini önermişti. Yani görüldüğü gibi 17. Yüzyıla kadar savaş esirleri ( diğer bir deyişle ganimet) olan kadınlara tecavüz edilmesi oldukça normal kabul edilmiş, 17. Yüzyılda ise sadece suç olması gerektiğini düşünenler ortaya çıkmıştı.
18. Yüzyılın sonlarında ve 19. Yüzyılın başlarında 1785, 1847 ve 1874 yıllarında Avrupa’da yapılan bazı antlaşma metinlerinde ilk kez savaş esirleri olan kadınlara tecavüz edilmemesi hakkında ama çok da bağlayıcı olmayan askıda ifadeler yer almıştı.
Ciddi anlamda bu konu ile ilgili ilk yazılı belge ise 1863 Tarihli Lieber Yasası idi. Bu yasa ABD Başkanı Lincoln tarafından ABD iç savaşı ve bu savaş sırasında yaşanan orantısız ve gereksiz güç kullanmanın önlenmesi amacıyla çıkarılmıştı ve aynen şöyle diyordu:
15. Madde:
’Düşmanın dolaysız olarak tahribi ile diğer şahısların da ancak kaçınılmaz olan durumlarda zarar verici muameleye tabi tutulmalarına izin verilir. Kaçınılmaz olmayan yani askeri gerekliliğin bir emri olmayan dolayısıyla keyfi ve orantısız sayılması gereken askeri eylem ve saldırılar Lieber Yasası’na göre hukuka aykırı kabul edilecektir’
Yani esir edilen bir kadına tecavüz etmek kaçınılmaz bir eylem olmadığına göre bu tür orantısız eylemler suçtur.
Dikkat edilecek olursa ne ’Kadın’ ne de ’Tecavüz’ kelimeleri kullanılmasa da ( Kanunun tam metninde var mı bilmiyorum. ) Neticede bu madde ile dahi tecavüzcüleri suçlamak ve yargı önüne çıkarmak mümkündü. Tabii ki Amerika için ve tabii ki o döneme mahsus olmak üzere...
1863 de ilk kez ABD de ’ Orantısız eylem’ den bahsedilerek dolaylı da olsa tecavüzün suç olduğu belirtilirken Avrupa da yavaş yavaş tecavüzün ve orantısız güç eylemlerinin suç olduğunu savunmaya başladı ama kendi yaptıklarını görmeyip, başkalarının yaptıklarını abartarak bunu bir aleyhte propaganda malzemesi olarak kullanmaya başladılar daha çok...
Mesela?
Mesela 1876 yılının 21 Nisanında Osmanlı hakimiyetindeki Bulgaristan’ın Batak köyünde Osmanlı yönetimine karşı bir direniş- ayaklanma başlamıştı. İşte bu direniş esnasında tamamen başıbozuk Osmanlı gruplarınca hiç istenmeyen ve mazur görülemeyecek olaylar yaşanmıştı. Öyle ki bu olaylar Dostoyevski, Turgenev, Mendeleev, Gladston ve Garibaldi gibi zamanın önde gelen edebiyatçı, fikir adamı ve politikacılarının elinde ve dilinde efsanelere dönüşmüş, çeşitli roman ve yazıların ilham kaynağı olmuştu.
Uygar Avrupa (!) Barbar Türk’e(!) karşı Türk düşmalığını pompalamak için yeni bir argüman ele geçirmişti. İngiliz politikacı Gladstone’un yazdığı ’ Bulgar dehşeti ve Doğu Sorunu’ adlı risaleye göre Türkler, Batak Köyünde 5000 Bulgar’ı Batak köyündeki Steva Nedelya kilisesine doldurup önce tecavüz ettikten sonra topluca kılıçtan geçirmişler, yani bir soykırım yapmışlardı. ( Bu olayı başlı başına ele almak lazım ama konu şimdilik sadece bu değil )
Burada çok dikkat edilmesi gereken husus ise 1876 yılıdır. Zira bu tarihte Osmanlı Devleti’nin Rusya ile savaşı ve buna paralel olarak bir taraftan İngiltere, öte taraftan Rusya’nın - Osmanlı Devletini parçalamak için- Ermeniler üzerinde oyunlar oynamaya başladıkları yıllardır. Nitekim bu savaşın hemen sonunda imzalanan Berlin Antlaşmasıyla - Batıda Bulgarlar, Sırplar gibi- doğuda da Ermeniler ayaklandırılmıştır. Türklere karşı bir nefretin körüklendiği yıllardır bu yıllar.
Bütün bu ayaklanmalar esnasında olan en çok kadınlara olmuştur. Ayaklananlar da, ayaklanmaları bastırmak üzere harekete geçenler de öncelikle kadınlara tecavüz etmişler ve tabii ki yüzyıllarca olduğu gibi hiç bir ceza görmemişlerdir.
Barbar Türk (!) 1876 da Batak’da 5000 insanı- pek çok kadın ve kıza tecavüz ettikten sonra(!)- katlederken(!) Çok kısa süre süre Uygar Avrupa (!) 1899-1901 yılları arasında Çin’e girmiştir. Hangi ülkeler ve niçin mi? O zaman okumaya devam.
1899-1901 Yılları arasında Çin’de tüm yabancılara karşı bir ayaklanma başlar. Bu ayaklanmaya Boxer Ayaklanması adı verilir. Tam adı ’ Haklı ve Uyumlu Yumruk Cemiyeti’ olan bir cemiyetin öncülüğünde Çinliler, ülkelerindeki yabancı devletlerin ekonomik etkisini yok etmek için tüm yabancıları ülkelerinden kovamak üzere harekete geçerler. Ancak henüz yer yüzünde BM ya da Nato veya benzeri bir kuruluş oluşturulmamış olmasına rağmen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Rusya, Britanya ve ABD, birleşerek Çin üzerine yürüdüler. Sonuç: Onbinlerce Çinli öldürüldü, on binlerce Çinli kadın bu devletlerin askerlerinin tecavüzüne uğradı. Sadece tecavüzle de kalmadı özellikle Ruslar ve Fransızlar, kadınlarla toplu seks yapmaktan onların meme uçlarını kesmeye kadar akıl almaz vahşetlere imza attılar.
Almanya 1903 de Namibya topraklarına girdi. O sırada nüfusu 70 veya 100 bin olan Herero Kabilesinin nüfusunu 1907 yılına kadar 17 Bine indirdi. Alman General Lother Von Trotha ’ Geride kadın ve çocuk herhangi bir canlı görmek istemiyorum’ Demişti. Alman askerleri de emre aynen uydular. Tabii ki kadın, kız, çocuk ne kadar dişi varlık varsa hepsine tecavüz ettikten sonra. Ama ne Bokser katliamı ne de Herero katliamı üzerine kalem oynatan olmadı Uygar(!) Avrupa’da. Bize Batak Katliamı yüzünden ’ Pılınızı pıtrınızı toplayıp çıkın Avrupa’dan’ Diyenler ’ pılınızı pırtınız toplayıp çıkın Çin’den.’ ya da ’ Çıkın Namibya’dan’ demedi. Sadece . George Lynch adlı Batılı gazeteci “Öyle şeyler oldu ki anlatamam, öyle şeyler oldu ki Batı’da yayımlanmaması lazım. Öyle şeyler oldu ki, Batı medeniyeti denilen şeyin vahşetimizin üzerindeki ince bir yaldızından ibaret olduğunu gösterdi”İtirafında bulunmuştu.
Evet...Daha Rahatlatan kadınlara gelemedik değil mi?
Çok uzadı..Devamı gelecek yazıya kalsın olur mu?
RESİMLER:
Üstteki üç resim Batak Katliamı ile ilgili. Bunlardan ilki bir mizansen. İkincisi Avrupa basınında çıkmış bir resim. Üçüncüsü ise 1876 yılında 5000 kişiyi doldurarak katlettiğimiz iddia edilen Steva Nedelya Kilisesinin bu günkü hali
Ortadaki resimler Boxer katliamı ile ilgili..
Alttaki resimlerden baştaki Herero katili Alman General Lother Von Trotha. Diğer iki resim ise Herero katliamı ile ilgili.
YORUMLAR
Değerli hocam, bu yazıda yer alan korkunç savaş sahneleri ile kıyaslanamayacak gibi algılansa da, savaşa kadar sürdürülen gafletin, dalaletin ve hatta hıyanetin de insanlık suçu olarak görülmemesi/görülememesi durumu da bir o kadar vahimdir...
Herhalde asıl irdelenmesi gereken aşama bu olsa gerek...
Dolayısıyla bu yazı da bu anlamda değerlendirilmelidir...
Bosnalı şair İzzet Sarayliç bu hassasiyeti şöyle ifade eder: "...Bizim savaş sırasında modern şiirin boşluğunu daha bir somut olarak fark ettim. Örneğin Pasternak savaştan önce benim için neredeyse bir puttu. Ancak savaş sırasında, ne kadar bireyci olduğunu, benim trajedimle ilgili hiçbir şeyinin olmadığını gördüm. Ben şiirlerimi sığınakta yazıyordum o sıralarda."
Bu yazıyla açılan sözün böyle bir alıntıyı bağladığını düşündüm...
Değerli hocam, herhalde şu sözü de çağrıştırıyor yorumum: "Ben düşmanlarımla başetmeyi bilirim, Tanrı beni dostlarımdan korusun..."
Selam ve saygılarımla.
Ne hazindir bu
karnındaki bebelerden nefret eden kadınlar bilirim
öyle yutkundum ki yazı da
her gün ne hikayeler okuyoruz Ortadoğu da
Zalimlerin canı cehenneme deyip
Ağız dolusu küfür edip
belalar yağdırsak da
soğumuyor külümüz hocam
Rabbim Kahhar sıfatıyla Kahreyleye
özlemiştik yazılarınızı
ama böyle canımızı yakanları değil
gece gece hüzne büründüm
zaten yüreğim pare pare idi
saygı ve selam ile