TEĞET YAŞANAMAYAN HAYATIN İZDÜŞÜMLERİ
Sipariş edilmiş hayatların monotonlaştırdığı ağlamaklı dünyaların, muhtaç olduğu ışıklı şafaklara ve sevgiyle fosforlanmış zamanlara çılgınca koşmayı mecalleme zamanı gelmedi mi? Anlar ve yarınlar yamanlansın diye…
Yamanlansın ve aydınlansın...
Sipariş edilmiş hayatları kündeye getirerek, tayfvari dekorlu bir yaşamışlığa şahlanmanın pür enerji realitesinde, hayata teğet olmayı defetmek gerekiyor. Hayatın teğetliğinden silkelenerek; ebediliğe malzeme etmenin heyecanında ve gerekliliğinde içine dalmak gerekiyor. Hayat, yamanlansın ve aydınlansın diye…
***
Gündüz saat yarımdan, gece on bire kadar devam eden; fiziken yorucu, ruhen yıpratıcı yolculuğun maden suyu içme molasında, aldığı kitapları otomobilin harita lambası ışığında inceledi: Birisi çocuk, diğeri kişisel gelişim kitabıydı. Seçimini takdir etti. Takdir hislerinin okşadığı hoşlanmışlıkta, gecenin tam serinletemediği yaz sıcağını soğuk maden suyuyla bedeninde dengeledi. Hararetlenmişliğini frenledi.
Dengeleme ve frenlemenin rehavetinin uzantısında, sağ elinde soda şişesi diğer elinde kitaplarla uyku mahmurluğunda hafif gerindi. Kısılan gözleriyle, yaz gecesinin gezmelere getirdiği hareketleri takip etti bir süre. Fazla devam etmedi bu pozisyondaki konumu. Önünde park edilen apartmandaki akrabalarını ziyarete gidenler dönerek; baba direksiyona, oğul arka koltuğa olacak şekilde arabaya bindiler. Misafirlerini uğurlamaya inenlerin yüzlerindeki gülümsemelerle cadde lambalarının ışıkları elele; içtenliğin dışa vurmuş candanlığında el salladılar.
Sağ elindeki boş soda şişesini bir yere koyma aramışlığıyla etrafa bakınan adama şoför baba, “Çocuğa ver de, çöpe atıversin.” dedi. On bir yaşlarında, cama el uzaklığı mesafesindeki erkek çocuğun masum yüzünün cana yakın ışıltısına bakarak oturuşunu düzelten adam; “Hiç tanımadığım bir çocuğu, gecenin bu saatinde, sevindirmeden boş bir maden suyu şişesini çöp kutusuna atmak için çağırmak, gönül dünyamın ritim dengesini olumsuz titretir.” diyerek elindeki şişeyi arabada uygun bir yere bıraktı.
***
Bir önceki devletimizin, eskimeyen değerleri içerisinde yer almış, toplumun temel dinamiklerinden ve adaletin dağıtılmasında, esaslı noktalardan olan “tanıklık unsuru”nda temel kural; bilgisine başvurulanın inandırıcılığında, davranışlarının duraksamaya yer bırakmayacak şekilde sağlamlığın ve dengenin bulunmasıydı. Bu hayatta dik durmanın ve hayata tam yansımanın görüntüsü; kedi veya köpek gibi hayvanları bile yiyecek bir şey verme edasında yanına çağırıp, bu beklentilerini boşa çıkarmamak şeklinde de ortaya çıkabilmekteydi.
Bir olayın aydınlanmasında; başka hiç kimse bulunamaz ise, böylesi davranışları alışkanlık haline getiren kimsenin şahitliğine müracaat etmek en son yapılardandı. Şahitliği böylesine hassas dengelere oturtmuş bir toplumun kehkeşanlara kanatlanmış pırıltılı hayatından detay fısıldama çabasında ve tanımadığı bir çocuğu sevindirmeden boş bir şişeyi çöp tenekesine attırmak kadar basit işini yaptırmak istemeyen çelebilik, hayatı temelli yaşamak isteyenlere ait bir davranış olsa gerekti.
Temelsiz hayatların, köksüz ağaç paralelindeki hayata yansımışlığı; bir başka tabirle, hayatı teğet yaşama boşlukları, kurak mevsimlerin verimsiz harmanlarına eşdeğerdir. Yaşadığı toplumun, ait olduğu kültürün/değerlerin aitliğinden pırıltı alamamış bireylerin anları ve yarınları; küheylanlar sırtında dorukları aşmasına ramak kalmış süvarilerin dermansız ve ışıksız kalmaları gibidir. Günün payandası dün, yarının zemini bugün… Dünsüz bugün, bugünsüz yarın olamayacağının güne çıkmışlığı; “murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak” dengesinde pekişerek, istikbale uzanma da, batmayacak güneşin doğacağı şafaklara kilitlenir.
Ramazan ayının “biz”e ait yaşanmışlığında ki, çiçek açmış baharlarının gül ve zambak kokulu koruluklarını kolaçan ederek, şipşirin coşkulara devasa adımlarla yürümeli.
Hayat, kendisini teğet geçenlerin değil; ayağını sağlam basanın, güçlü donananın, gerçekçi olanın elinde ve hizmetinde şekilleniyor.
S. Edip Yörükoğlu/Ömürkonuğu
YORUMLAR
" Yaşadığı toplumun, ait olduğu kültürün/değerlerin aitliğinden pırıltı alamamış bireylerin anları ve yarınları; küheylanlar sırtında dorukları aşmasına ramak kalmış süvarilerin dermansız ve ışıksız kalmaları gibidir. Günün payandası dün, yarının zemini bugün… Dünsüz bugün, bugünsüz yarın olamayacağının güne çıkmışlığı; “murdar bir halden muhteşem bir maziye kanatlanmak” dengesinde pekişerek, istikbale uzanma da, batmayacak güneşin doğacağı şafaklara kilitlenir."
gEÇMİŞİNİ MURDAR BULANLAR ÖZLERİNE YABANCILAŞMIŞ YÜREKLERİNDEKİ , GLENEKLERİNDEKİ DEĞERLERE TERS düşmüş zavalıllardır.
Yitirmiş oldukları öz sözlerine yabancılaşmış, kendi yüreklerinde de yurt bulamayan, kendilerine de yabancı kalmış bu acizlerin bilebildikleri tek şey göremedikleri manevi zenginliği kücümsemek, asli değerlerin hepsine bigane kalmaktır.
Hayatın manası mutlu olabilmektir. Mutluluk ise öz benliğinin önerdiği düşün davranış ve yaşam modeliyle sağlanabilir. Kendisi bile olamayan bir başkası gibi asla olamayacak, bu yüzden inkarın, çelişkilerin huzursuzlukların kırbaçları önünde tüm ruhuyla kaçıp sığınacak bir huzurlu bir köşe arayacaktır. İpek böceğine mutluluk verebilecek tek şey kendi elleriyle , kendi genlerinden yapmasını öğrendiği kozasında yaşamaktır.
Başkasının yarattığı kozada mutlu olan ne kelebek ne de insan vardır.
Tebrikleerimle değerli dost . Bize bunları düşündürttünüz.
Hayat, kendisini teğet geçenlerin değil; ayağını sağlam basanın, güçlü donananın, gerçekçi olanın elinde ve hizmetinde şekilleniyor.
değerli yazar kendinize özgü akıcı zengin bir diliniz var ..
kutlarım çok değerli emeklerinizi gönül güzeliklerinizi..
sevgim saygım tebriklerimle..