Hikaye...Menekşeleri neden seviyorum:?
Babam, ayrıca arıcılık da yapıyordu lokantacılığın dışında..
Evet, uyumuşum. Ne yapabilirim ki başka? Akşam eve geç gidiyorum, iş yerinde çok yoruluyorum kendimi ancak koltuğa uzanırken rahat hissediyorum..Sana bir soru, yok zor soru sormayacağım senin bildiğin, antrenmanlı olduğun sorulardan bir tanesini soracağım sana..
Sence ben mor menekşeleri neden seviyorum? Anlatayım da sen karar ver bak da gör karşındaki kız’ın eskiden..., ne kadar aksi, ne kadar yaramaz bir kız çocuğu olduğuna… :)
O zamanki yaşımı hatırlamıyorum, sadece kısa anlar, bazı kareler var hayalimde o kadar..
okula başladığımı da sanmıyorum, yani dediğim gibi hatırlamıyorum..,
.. Hala kızıyla aynı yaşlardayız ,aramızda sadece’’ ay ‘’farkı var o da çok bir fark değildi zaten
Hala kızı çok sıska çelimsiz, küçük, ufak tefek bir şeydi yaşına göre..Bende çok bakımlı bir çocuk değilmişim ama benim en azından boyum varmış, öyle söylüyor büyükler.
Köylerimiz bayır, haliyle‘’Tarlalarımız da bayır’’ olduğundan dolayı, toprak kayıp gitmesin diye her tarlanın dibinde boydan boya duvar örmüş eskiler, yani dedelerimiz
öyle sıradan örülmüş duvarlar değil ha bu duvarlar. Her duvar adeta birer sanat eseri gibi O duvarların örülüşüne, dizilen o taşlar ancak bir zanaatkarın yapabileceği iştir..Demir yok, çimento yok, sadece çamur ve de taş, bir de usta hepsi bu kadar..
Kaç yıllar geçti bilmiyorum ama o duvarlardan bir tanesinin yıkıldığını görmedim henüz..Ta ki köye yol çıkana kadar ve o toprakları yerinden oynatana kadar.Okadar yağmur yağdı, kar yağdı aylarca ve tonla toprak indi o duvarların üzerine yıkılmadı da, ne zaman elin makinesi geldi, o zaman o duvarlar yıkıldı yerlerinden kopup gittiler ..Hani bir söz vardır ya,Tüfek icat edildi, mertlik bozuldu diye..., tam olarak bu durumu yansıtmasa da bu durumu en iyi özetleyen söz bu sözdür bana göre...Aslında bu konu üzerine konuşulacak çok şey var da, konumuz o değil şimdi..Konu benim menekşeleri, neden sevdiğimdir..., ama sanırım konu dağıldı ve sana sorduğum o soruya da yanıt alamadım henüz, ya da sen yanıt verdin de, ben okadar çok konuştum ki, senin söylediklerini duyamadım, ve hala daha da konuşuyorum ya ne çenem varmış benim böyle….
.. Anlayacağın, her yaz başı ‘’kazma’’ayları, yani tarlaların ekim zamanı… Ayları geldiğinde Köylü tarlalarını kazma ile kazarken, pek çok toprak bu yüzden aşağıya doğru kayıp gidiyordu, mecburen..İşte aşağıya doğru kayıp giden o ‘’topraklar ‘örülen taş duvarların üzeride, mini düzlükler oluşturdu ve beklide köyümüzde en düz yerler bu tarlaların dibinde oluşan o mini düzlüklerdi..
Oyun alanlarımız olmadığı için oynayamazdık, çünkü arazilerin azlığı yüzünden ailelerimiz boş buldukları her yeri tarlaya dönüştürmelerine sebep olmuştu.. Bu yüzden de bize oyun alanı kalmamış, bizlerde ya yol üzerinde, yada o tarla dibindeki o mini düzlüklerin çimen tutmuş kıyılarını oyun alanı olarak seçmiştik kendimize..
Buralarda da oynamak hiç de kolay değildi, ya çitlere zarar verirsek, ya da çitlerin hemen önünde ekilen o ürünlere basarsak, bu yüzden ‘’büyüklerimizin bize oyun oynatmamak ve de kızmak için’yığınla nedenleri vardı..’’sokarlar mı bizi hiç o tarlalara,o tarlalar o yıllarda çok kıymetliydi’’ tarlalarda ekilen o ürünler ve pek çok kişinin geçim kaynağı olduğu için, çok ‘’emek veriliyordu’, yani emeğinde bir değeri vardı o yıllarda
..Amcam ailesini alıp, köyden taşınıp ilçeye yerleşince, geride kalan tarlasını da otlağa çevirmişti mecburen. Artık yengem yoktu, tarla da kazılmıyor, topraklar da kaymıyordu bu mini düzlüğe..Yani arada kaçamak yapıp burada oyun oynayabilirdik artık, yaşasın..İşte tam da bu tarlanın dibinde yetişen otların büyük bir kısmını mor’’ menekşeler’’ ‘’oluşturuyordu ve şöyle dönüp bir bakınca duvarın üzerinde dizili duran o mor menekşeler’, harika görünüyorlardı..O yıllarda sadece çiçekler olarak biliyorduk, öyle ayrıntılı bir bilgimiz yoktu bu çiçekler hakkında..Zaten gerek de yoktu, ne yana baksan yeşillik, ne yana baksan çeşit-çeşit çiçeklerle dolu bir ortamdasın, gerçekten de harikaydı, bu durumu o yıllarda değil de, şimdi çok daha iyi anlıyorum ne yazık ki....
.Ya bu yengem okadar aksiydi ki,bizi nerden görürdü bilmiyorum, sanki ondan iki tane varmış gibi, kendisi bir yere gidince kopyasını geride bırakıyormuş gibi, bitiverirdi dibimizde ve demediği laf kalmazdı.Hele de o kulaklarımızı çekmesi yok mu, dayanılır gibi değildi.. Tamam tarlaların diplerinde duvar vardı da, ya kenarlarında, kenarlarında da..,yöre halkının değimiyle’’firahtı’’ yani’’ çit’’ çitleri’,yapmak için, ormandan ince uzun yeni büyümeye başlayan ağaç fideleri kesilir, budanır büyük bir ustalıkla çakılan kazıklara birer kalın çivi ile tutturulan bu çitlerin yarım metre yakınlarına bile yaklaştırmazdı bizi.Neymiş, çitleri kırarmışız, neler çektik ondan anlatamam.Daha sonra ilçeye yerleşince bütün çocuklar bir rahatlamış, oh be..., demiştik..
O yıllarda ilçede miydi hatırlamıyorum ama ben ve hala kızı nasıl başarmıştık bilmiyorum kendimizi bir anda tarlanın dibindeki, o duvarın üzerinde ve de o mini düzlükte bulmuştuk, başladık mor menekşe çiçeklerini koparmaya, ve kopardığımız çiçeklerin diplerindeki balı emmeye var ya, nasıl bir zevk,’’ nasıl bir tat’’ anlatamam.Oysa bal hemen hepimizin evinde olan bir şeydi çünkü her ikimizin de babası arıcılık yapıyordu..
,fikir kime aitti onu da bilmiyorum, ama fikir mutlaka bana aitti çünkü her yanımdan aksilik akıyordu.Çiçeklerin köklerini emmekle kalmayıp, sanırım o çiçekleri de yedik emdikten sonra..Sonra nemi oldu, hiçbir şey hatırlamıyorum, hatırladığım tek şey ise gözlerimi açtığımda birileri başımdan aşağı bana baktığı ve de, aha gözlerini açtı,bu gene erken kurtuldu,kustu ya ondan..., ya Atiye
ama ‘’Atiye’’ ölüyor , dediklerini duydum, yarı baygın bir şekilde yerde yatıyordum.., bu kadarını hatırlıyorum ve bizi kim buldu, nasıl buldu hiçbir fikrim yok...
Ayıldıktan sonra azar işitip, dayak yedik mi, onu da hatırlamıyorum..Ondan sonra bir daha o mor menekşelere sadece uzaktan baktım, bir daha mı dokunmak asla.Dokunsam bile hemen gidip ellerimi yıkadım çünkü öyle tembihlenmiştik...Ama harika tat vardı o çiçeklerde, hala o tadı hatırlıyorum ve bazen denesem mi diye düşündüğüm olmuştur, daha sonraki senelerde ama denemedim.. :)
Eee, biraz aksiydim, biraz mı, çok aksiydim ve bu yüzden çocukları benden uzak tutmaya çalışırlardı. Nerde bir yükseklik onun üzerindeyim, nerede bir tepe, mutlaka aşardım. Nerede bir duvar, bir ağaç varsa mutlaka en tepesine çıkardım, bunun adı da tehlikeydi ve hangi anne olsa çocuklarını benden uzak tutardı haklı olarak…
.. Bizim, ben bildim bileli hep arılarımız vardır, babam, ayrıca arıcılık da yapardı, lokantacılığın dışında..
Çok balımız olur muydu bilmiyorum, ama hatırladığım tek şey babam o arılarla uğraşırken çok mutlu olduğuydu ve etrafına savurduğu o şakalar,o espiriler, nasılda kahkaha atardı benim babam.. Babam arılardan aldığı balı satmazdı, ya da satardı da ben mi hatırlamıyorum bilmiyorum ama bizim soframıza asla reçel olmazdı, yani sabah kahvaltıda reçeli yemezdik, o da neymiş der, küçümserdik reçeli, tıpkı zeytinyağlı sarmayı küçümsediğimiz gibi. Yalancı sarmada neymiş. Sarma dediğin şöyle bol kıyma, yağlı olanından.., bol soğanlı, hele de eti kendi ellerimle bir küçük üzerinde kıyar da bulgurla yoğurup sarmak var ya ayrı bir keyifti benim için.’’Canım çekti şimdi’..
..petek sağma zamanı vardır, yılda iki kez yapılır bu işlem... Bir yaz başları, bir de güzün ağustosun sonlarına doğru.Babam gene petek sağıyor ama o kovanın içindeki’’ dalak’’ ona bizler dalak deriz.yani’ petek’ demiyoruz, o yıllarda da demiyorduk, şimdi de demiyoruz anlayacağın..
..babam büyük bir iştahla kovanın içerisinden çıkardığı o her tarafı balla dolu olan Petekleri dilimler halinde kırıp, bize verirdi..Verirken de tembih ederdi, çocuklar sakın soğuk su içmeyin.Eğer su içerseniz ölürsünüz derdi.Mutlaka içecekseniz ılık su için derdi hemen arkasından..
Biz o yıllarda pek çok şeyi bilmemize rağmen uygulamaz, her şeyin üzerine giderdik.Taze balın , daha doğrusu yeni sağılmış sıcak balın, yeme miktarını iyi ayarlamak gerekiyordu, ayarlayamazsan eğer zehirleyip, sonucu ölümle sonlanabilirdi.Bu bal zehirlenmesinden ölen odlumu bilmiyorum ama ben kıyısından döndüm ölümün, onu biliyorum..
Sıcak balın üzerine içilen soğuk su ‘zehirlenmeyi hızlandırıyormuş, hala tam olarak nedenini bilmiyorum ama durum bundan ibaretmiş, onu biliyorum..
çokta yememek lazım.babam hayır diyemezdi çocuklara ama,takip ederdi kim ne kadar yedi diye.Demek ki benim alerjik bir durumum varmış ki,dokunmuş bana, gene zehirlenmiş kendimi kaybetmişim:gözlerimi açtığımda ise,amcam babam başımdan aşağı bana bakıyorlardı,Amcam yok bir şey atlattı dedi.Babam bana bakarak,okadar da tembih ettim soğuk su içme diye,ama ben soğuk su içmemiştim bunu çok biliyorum,ama babama anlatamadım bunu çünkü benim defterim o kadar kabarıktı ki, bu yüzden kimseye bir şeyi inandırmak çok zor olurdu benim için..İnanır mısın, bu durum hala daha geçerli benim için sanki o yıllardan üzerime yapışmış gibi devam ediyor bu durum.,Bu yüzden babam gözleriyle görmese inanmazdı, inanmadı da zaten..
işte benim çocukluğumdan kesitler ve de mor menekşeler. Sence ben bu yüzden mi mor menekşeleri seviyorum? Ama bal sevmiyorum, neden? Demek ki bu yaşadığım olaydan kaynaklı bir şey değil, başka bir şey vardır bu işin içinde.)
...
,,,
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.