- 846 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
'traitre'
Yusuf’a gözün aydınlığı veremedim. Aramızda her ne geçmiş olursa olsun, onun iyiliğini istediğimi biliyordu. Onun için uğraş verdiğimi hatırlaması gerekirdi ama arada geçen her şeyi unutmuş ve hatta bana kin duymaya başlamışsa bile saygı duyardım. Bir gün nasıl olsa beni anlayacağına inanıyordum. Ya ona ne demeli? Yılların verdiği dostluğun samimiyetine inanarak bir yıl sonra halini hatırını sorduğumda, bana ‘vatan haini’ derken yüzü asılmış mıydı? Evet, vatan haini; kendisi gibi düşünmediğim için vatan haini oluyordum. Aslında kendisi gibi düşünüp düşünmediğimi dahi bilmiyordu. Düşüncelerimi en yakın dostlarımla bile paylaşmam. Gereksiz gelir. Çok sevdiğin, günlerce aynı odada kalıp, geceleri uyumadan şarkılar söylediğin insan gün gelir de sana ‘hainsin, vatan hainisin’ dediğinde içinin cız etmesi anlaşılabilir bir şey.
Bay vatan haini o gün daha güzel uykusuzluk çektiği günleri anımsadı. Evet, uykusuzluğun bile güzel olduğu zamanlar. Onu görmeye gittiğim sabahı anımsıyorum. Bir önceki gün kuaföre gidip saçlarına fön çektirecekti. Ses etmedim. Ne yaparsa yapsın, benim gözümde biraz daha güzel ya da çirkin olmayacaktı. Çöldeydim. Susuzluktan dudaklarımı dişliyordum. Bir ara kanımın acı acı aktığını hatırlıyor gibiyim. Kanımı dilimle mağarama doğru götürdüm. Bu eylemim susuzluğumu arttırmaktan başka bir şeye yaramadı. Bir gece oturmuş, benim yaktığım ve üzerinde sucuk pişirdiğim mangalı hayal ederken uyuduğu günü anımsadım. Çok heyecanlıydı. ‘Beni şimdiye kadar senin gibi hiç kimse düşünmedi’ diyordu. Bunu birkaç kez farklı zamanlarda söylediği olmuştu. Sevildiğinin farkındaydı. Sevilen bir insanın gülüşünü çocukların gülüşüyle bir tutarım. Saftır, kin gütmeden, kötü bir şey düşünmeden sadece içten gelen bir gülümsemeyle yüzlerine vuran bahar esintisi yemyeşil vadilere benzer. Okuduğum son romandan fazlasıyla etkilendiğim için aklımda adlandırmakta güçlük çektiğim problemlere karşı hırslı bir düşüce yığını vardı. ‘Hiçbir şey yapmamakta bazen pek çok şey yapmaktan daha iyidir’ gibi akılcı bulmadığım bir sonuca varıyor sonra ceketimi kontrol ediyordum. Temiz olmalıydım. Sigara külünü üzerime dökmüş olabilirdim. Lanet şey, son zamanlarda daha içten öksürtüyor. Sanırım yaşlanan zihnim değil sadece, bedenim de eskisi gibi güçlü reaksiyon vermekten aciz bir hale geldi.
Arabasını park etmiş, elindeki mavi sigara paketinden bir dal çıkarmış, onu yakmaya uğraşıyordu. Çok uzaktan o olduğunu anlamıştım. Evet, gerçekten uzak bir mesafeydi onu gördüğüm ilk an. Mesafeler ne kadar uzun olursa olsun, onun o olması gerekliliğini de düşünmüyor değildim. Evet, o, oydu. Olması gerekli bir o. Üçüncü tekil şahıs ve yaklaştıkça değişen bir iyelik. Sen. Daha yakına geldikçe; benim. Biraz daha; benimsin. Cümle içerisinde kullanıldığında kulağa da hoş geliyordu: ‘Sen benimsin.’ Senin yüzünde gülmek var. Bir neden aramıyorum. Bu gülüşü saklamıyor şu an. Ağlayabilir de. İlgilenmiyorum ağlamasıyla. Gözyaşlarını silecek ellerim var. Bir zaman içindeyiz ve bu zaman mutsuz bizi biraz huzurlu kılmalı. Slogan atmıyoruz. Bağırmıyoruz. Diğer insanlara konuştuğu gibi değil, bir başka dili var şu an. Kısık değil sesi, tam olarak öyle değil; sesinde bir başka o var. Benim olan bir o. Ne yapalım şimdi? ‘Her şey zaten çok kötü’ diyerek, sadece oturup iki çay mı içelim. Başlarda ‘sana alışmaktan korkuyorum, ya bir gün beni bırakıp gidersen’ diyordu. O korkuyu hiç kaybetmediğini biliyorum. Beni kaybetmek istemiyor. İkimizde çok zengin insanlar değiliz. Üzerindeki gömleği biliyorum. O gömleği gece ütülediğini de biliyorum. Benim için ütülediğini de biliyorum. O gömleği başka zamanlarda da ütülediğini biliyorum. Herhangi bir akrabanın kırk günlük çocuğunun mevlidinde ya da iş yerinde giymek için bu gömleğini ütülediğini biliyorum. Üzerinde siyah benekleri olan beyaz gömleğinden bahsediyorum. Sarılmak istiyor. Kollarım onu sarmaktan bile aciz. Dökülen saçlarımı tutmaya çabalamakla alakası yok; ona sarılmak için kendimi çok yorgun hissediyorum. Belki de incitebilirim. Ya da alışkanlık olur da, bir da geri bırakamazsam onu. Önceleri böyle değildi, sarılmamız gerekmiyordu ama şimdi sarılmazsam bana darılacak. ‘Lütfen, bu kez sarılmayalım genç bayan!’
Neye direniyorsam artık, bu direniş sonuçta beni daha çok üzüyor. Önce kollarını açıp yaklaştığını, sonra tınlayan bir ses tonuyla ‘canım’ demesini mi bekliyordum? Ah akılsız kafam, özlemiş işte, eskisinde de çok hem de. Elleri ceketimin arkasında bir yerde kavuşuyor birbirine. Ben nerede tutacağım boşlukta duran ellerimi. Sırtına dokunursam ince gömleğinin ardınca derisini, oradan kemiklerini hissedebilirim. Şu ortada yaşam ağacı olmalı. Boğum boğum uzanıyor aşağıya doğru. Birazdan beni ağlatırsa şaşırmam. Evet, bay vatan haini ağlayacak sayın genç bayan. Siz bu kadar güzel gülmeyi kimden öğrendiniz? ‘Beni gülümsetiyor senin sevgin’ demişti bir keresinde. Neresinden başlayıp müzeye koymaya başlamalıyım? Dudağının kenarında duran şu ben, artık dünyanın bir harikası bu. O ben dünyada olmazsa olmaz bir şey ama o da her canlı gibi bir gün ölecek. Ellerim onun sırtında bir yerde huzursuz gibiler. O ise mutlu elleriyle boynuma çıkıyor bu sefer. Öpsün bırak diyorum kendime. Birazdan dudaklarını hissedeceğim yanaklarımda. Rahatsız olabilirim. Yanaktan öpülmeyi sevmiyorum. Aslında hiç öpmese de olurdu. Bu sefer o benim kendisini öpmemi bekleyecek. Gözlerine bakar mısınız? Hala canlı, hayat dolu, yanakları iki gül dolgusu sanki. Birazdan onu şaşırtacağım. Ceketimin sağ cebinde güzel kokmayı huy edinmiş birkaç dal çiçek var. Neydi bunların adı sahi! Ona ilk çiçek gönderdiğimde çiçekçi ile kavga etmiştim. Tek gül istemiştim. Bana zorla iki gül satmak istemişti. ‘Tek gül alırsan da aynı fiyat, iki gül alırsan da kardeşim, işine gelirse’ demişti. Çiçekçinin yanında duran on yedi-on sekiz yaşlarındaki gencin bakışları ilgimi çekmişti. Tartıştığım adamı iyi tanıyor olmalıydı. Yalan söylüyordu ve bu yalanı üzerine ısrar ediyordu. Bakışlarındaki acıma hali beni duygulandırmıştı. ‘Tamam’ dedim çiçekçiye, ‘tamam sinirlenme kardeşim.’ ‘Sinirli değilim ya’ diyordu. Kavga etmenin nasıl bir şey olduğunu biliyordum. Kavgaya tutuşsak bile ona vurur muydum diye düşünüyordum. Sevmiyorum yoktan yere kavgaları. Hem benimle oturduğu sandalye üzerinden konuşuyordu. Masasının önünde maket bıçağıyla, ayrı bir bıçak daha vardı. Eline alıp bana saplamak isteyebilirdi. Gıkımı bile çıkarmayabilirdim. Romantik bir ölümü hak eden biriyim. Bir sonraki gün haberlerde şöyle bir başlık açılırdı:’ Sevgilisine gül almak isterken çiçekçiyle fiyat üzerinden tartışmaya giren adam, çiçekçinin bıçakla saldırısı sonucu hayatını kaybetti.’ O zaman toprağın altında olur ve onu şu an boynuna yakın yerden öpemezdim herhalde. ‘Gık’ diye bir ses mi çıktı az önce? Yutkununca böyle mi ses çıkarıyordu insan? Çoğu sesi unutmuş olmalıyım. Öperken ses bile çıkarmadım. Dudaklarım bu konuda gerçekten duyarlı. Tebrik ediyorum dudaklarımı. ‘Deli’ diyor gülümseyerek, ‘delisin.’
Ayçiçeğinden şarkı sözleri yazıyorum sana sevgilim. Her bir çekirdek için bir ay gerekli. Aylar var önümde. Uzun uzun aylar ve ben o aylarda her gün şarkılar yazıyor olacağım. Basit bir insanım. Bir zamanlar aynı sınıfta aylarca ders aldığım arkadaşlar adam olup bir yerlere geldiler. Ben senin ayağına geldim. Zamanın birinde, zamanın birinde yaşayacak insanların zamanında birinde yaşamış insanlara benzeyeceğini zamanın birinde söylemişlerdi. Zamanın biri kalsın. Bazı anlaşamadığımız noktalar var, sonra diğerleri başlasın. Varlığın örneğin; bakkaldan iki ekmek, sekiz yumurta almaya benzemiyor. Yeri geldi mi baharın ilk çiçeklerini senin için parfüm yapabilirler. Bu da umurumda değil. Sana insan olmanın yerini gösteriyorum. Sevgi bu. Düşün, hiç istemediğin bir yerde otururken birden aklına ben geliyorum ve benim sözlerimle başlıyorsun zamanı soymaya. İçinden biraz sabır çıkacak. Kalınlaşmış derisiyle beraber zaman biraz daha soyulunca gülen yüzümü göreceksin. Dur, öyle kendi kendine gülümseme. Şurada bir yerde pencerenin camı üzerinde birikmiş kire benzeyen bir yığıntı var. Yığmışlar buraya. Gözlerinin içine baktığımda zamanın birini hatırla. Benimle hayal kur örneğin ya da olur olmaz zamanda sarıl. Ayırdığım kirli pencere tozunu parmağımın ucuyla aldım. Bunu sana neden anlatıyorsam. Hem sen pencerelerden nefret ediyorsun. Çok beklemişsin çünkü geleceğini sandığın birini ama gelmemiş. Ağlamışsın. Gözlerin şişene kadar ağlamışsın. Şefkat beklemişsin. Sahipsiz bir köpeğin hissi bunlar. Bir zaman için sahibi olan köpek en azından şefkatin nasıl bir şey olduğunu hatırlar da, umut besleyebilir. Sen ne için ümit besleyecektin ki? Kim gelecek seni avutacaktı. İşte şurada on yedi yaşındasın. Resmine bakıp iç geçirirken bana bak. Her şey ne kadar sıkıcı oysa ve sen neden böyle gülüyorsun? Bilmiyorum, herkes gülüyordu, ben de gülüyorum. Cevabın bu olsun. Seni sana niye anlatıyorsam. Hoşuna gidiyor biliyorum. Eksikliğini hissettiğin bir şey. Hem pencerelerden nefret edersin. Sokaktan, insandan ve zamanın birinde yaşamış insandan. Sana kendinden çıkardığın bazı güzellikler sunmaya geldim. Yarın olmayabilir. Bugün bile çok geç olabilir. Karın ağrısıyla gidiyorlar cennete bazı hayvanlar. Göbeklerini sürterek toprağın mantarlı ellerine ve yağmur başlıyor. Sonra hep aynı şeyler biliyorsun.
Su döküldü üzerime. Diyeceğim o ki sandıkta ne kadar yazma varsa çıkar getir ve suyumu al derdim ama bir sandığın bile yok. Pembe duvarları olan bir oda, yatağının köşesinde küçük bir pencere, altında öksüz bir yatak ve yastığa dolanan saçların var. ‘Yorgunum’ demeye hakkın var. Bana tarihi okurken cezalısın diyorlar. Sen oracıkta yorgun dur. Hatırlıyor musun sana, ‘Hayatta seni ne güçlü kılıyor? Bu bir insan ya da eşya, biblo da olabilir’ sorduğumda önce ‘kendim’ ve sonra ‘sen’ demiştin. Evet, bay vatan haini için de geçerli olabilecek şeyler bunlar ama dahası var ve ben onu düşlemekte özgür değil miyim? Bu yüzden hainim? Bir gün tarihi yanlış okuduklarını yüzlerine vurduklarında, yargıçlarında yargılandığını gözlerimizle göreceğiz. Çok geç değil ama kürsü üzerinde değil, basamaklar ötesinde değil, senin karşında bunları söylediğim için affet beni!
Parmaklarının ucuyla öptüğüm yere dokunuyorsun. Orası insanı titretir. Hiç beklemediğin bir anda olmuşsa özellikle. Bunları geçelim sayın genç bayan. Bunların her birini geçelim. Benim vatanımı da, hainliğimi de geçelim. Her bir şeyi geçelim. Şuracıkta duralım bir süre daha. Sana bakayım. Gözlerine bakayım. Yüzüne dokunma arzusu duyayım. Bir süre ellerim tutuşsun.
Şuracıkta duralım genç bayan. Sesler geliyor. Uzun ve kalın sesler. Korkuyor musun? Hainin yanında korkabilirsin. Beni buracıkta öldürmelerine müsaade etmeyeceğini biliyorum ama sana zarar vermesinler. Bunu göze alamam. Gidelim buralardan. Kavga edilecek zaman da değil. Gül besleyecek, güle su verecek ve atları düşünecek zaman da değil. Koynunda bir denizyıldızı gibi uzanıp, sonsuz bir zamana aitmiş gibi uyuyabilirim.
YORUMLAR
senin bu yazı kahramanları veya karakterleri diyelim; aniden erkeklikten sonra dişiliğe terfî ediyorlar bazen ve ben şaşırıp kalakalıyorum burdan..hayır yani o ince çizgi nerde ayrılıyor, nerde kopuyor birbirinden o ayrıntıyı yakalayamıyorum bi türlü...belki böylesi daha iyidir bilemiyorum..bir de senin geniş zamanlı kiplerle haşır neşir olduktan sonra bizi de 'olabilir veya olmayabilir' iki ihtimalli düşün ortasına paraşütsüz bırakmayı da seviyorsun gibi ayrıca..
bu koca ormanda yalnızız..yürek hem tedirgin hem de tetikte..tek bi canlının hayatta kalması gerekiyormuş gibi kıvranıp duran insanlar ve uykusuz geçen günler..sonumuz belli..bi filmin sahnesine replikleri alt yazı geçecek cesur ve yürekli figüranları parmakla aradığımız şu günlerde kendi ölü taklidimizi yaparak senaryoyu da hızlandırmanın peşindeyiz..yazıyla bi alãkası yok bunların...
ben en çok mezar taşlarına; doğum ve ölüm tarihlerinin dışında, ne yazılacak onu merak ediyorum..mezarcıların elinde bulunduğu hazır söylevlerin haricinde olanlar yani..sevgi ve mutluluk habercisi düğün kartları gibi üzüntülü günleri tatmin etmenin de derdine niye düşer ki insanoğlu¿..
neyse yine karanlık bölgeye girdim ve kayboldum galiba..
seni okumak iyi geliyor..insan bi şeyleri sorguluyorsa iyidir...
HakkınSesi
Doğruluğu ispatlanmasa da bazı haberler var ki şu an için insanı gerçekten ürpertiyor.
Ve o dediğin yalnızlık bizim simülasyon hayatlarımız için cehennem sanki. Bir başkasının varlığını yüceltme konusunda ateşli bir fanatik gibi davranan bizler, kendi varlığımızı ya da çevremizi hiç olmaya sürüklüyoruz.
Ve daha acısı şu ki; bu kadar çok sıfır hiçbir şey ifade etmiyor.
0000000'lar uzuyor ve 1 kimin için değerli sorusuna cevap biz zaten 0'ız oluyor.
Biliyorum zaman bulamıyorsun belki fazladan, izlemediysen 1984'ün film versiyonu bak derim bir ara.
Sağ olasın
Gule
bazen sinir ediyorlar diyorum kendi kalıbıma uygun bi mağara da yok ki gidim kafamı dinlim bari.
neyse şu önerdiklerinden 'el viaje'yi seyredim şimdi. içimde bi yolculuk hissi de var madem. belki iyi gelir.
sen de sağ olasın HakkınSesi
vatan hainliği tek başına yine iyi, biz hem vatan haini hem gavuruz (gavurluk göç edilen yer yüzünden) belki öğrenmişlerdir artık, pek içlerine girmediğim için bilemiyorum. ne zaman müslüman olduğumuzu soruyorlardı, o zaman diyodum ki "sınırda kontrol etmişler bizimkileri, bakmışlar sünnet yok, hemen hoca çağırmışlar, okutup üfletmişler, sonra da doktor gelmiş, öyle ufak tefek sünnetçi aletiyle de değil ha, bildiğiniz satır, koymuşlar masaya tak tak kesmişler. bu hikayeme inanana, hayretlerini belli eden seslerini ağızlarına teperek basıyordum küfrü. yazıda hainlik filan denince bu aklıma geldi. bir de bedri rahminin bir şiiri vardı o aklıma geldi. nasıldı o?
vatan mübarek kabul, toprağı somun dikeni döşek, uğrunda dövüşmeyen eşşoğlu eşek, peki ya dünyamızla başlayan sızı ekmek, vatan kadar sahici vatan kadar gerçek, ya erkekle dişi dişiyle erkek. böyle bişeydi. ezberden yazdım, hata olabilir.
HakkınSesi
Ben hala metafor dışı olarak görüyorum +90'ı ve şurada iki kelam ile anlaşabilmenin buruk bir sevincini hissediyorum.
Morpheus uyandırır mı belli olmaz yine de.
Sağ olasın